Mesut Yılmaz Diyor ki;

MİLLETİN VE DEVLETİN DEĞERLERİNE SAHİP ÇIKTIK!

Anavatan Partisi olarak, devletimizi ayakta tutan temel niteliklerle, milletimizi ayakta tutan temel değerleri bir arada yaşatmayı, devletimizin ve milletimizin bekası bakımından olmazsa olma bir şart olarak görüyoruz. (22 Haziran 1999)

DİN MİLLETİN CAN DAMARIDIR

Din, milletin en önemli değerlerinden birisidir, can damarıdır. Bu damarın koparılmasına da müsaade edemeyiz. Yani, irticayla mücadelenin, Yüce Dinimiz İslam'la veya samimi dindar insanlarla, mütedeyyin insanlarla mücadeleye dönüşmesine izin veremeyiz. (22 Haziran 1999)

ANAVATAN PARTİSİ DEMOKRATTIR

Anavatan Partisi, demokrat kimliğiyle, toplum ve siyaset mühendisliği peşinde koşanların önündeki en önemli engeldir. (20 Temmuz 1999)

VATANDAŞ TEBAA DEĞİLDİR

Türkiye'de, vatandaşını devletin tebaası olarak gören anlayış hakimdir. Bu anlayışı değiştirmek zorundayız. Bu anlayışı değiştirmeye ne kadar gönül verirsek, ne kadar emek verirsek, bu uğurda ne kadar uğraş verirsek, hiç şüpheniz olmasın ki, bu bize yönelik kampanyalar devam edecektir, suçlamalar devam edecektir, iftiralar devam edecektir. Çünkü, birtakım insanlar, bütün bu görüntülerin arkasında Türkiye'yi kuklaları iple yönetir gibi yönetmek istemektedirler. Milletin, vatandaşın, insanımızın kendi haklarına sahip çıkmasını bir türlü kabul edememektedirler. (20 Temmuz 1999)

VATANDAŞIN DOKUNULMAZ ALANINA MÜDAHALE EDİLEMEZ

Devletin görevi, ülkenin bütünlüğünü korumaktır. Devletin görevi, kamu düzenini korumaktır. Devletin görevi, can ve mal güvenliğini sağlamaktır; ama, 2000 yılında devletin görevi, sadece bunlar derseniz, siz o zaman çağdaş devleti bilmiyorsunuz demektir. Sizin devlet anlayışınız demode kalmış demektir. Bugünkü devlet, 2000 yılındaki devlet, hem bu görevlerini yapacaktır hem de vatandaşının dokunulmaz olan alanını mutlaka vatandaşına bırakacaktır, o alana girmeyecektir. (26 Ekim 1999)

VATANDAŞIN HUKUKU KORUNMALIDIR

Siyaset, icabında, devleti korurken, devlete karşı bile vatandaşını korumak zorundadır. Vatandaşının hukukunu korumak zorundadır. Nasıl ki, devletin bölünmezliği, ülkenin bütünlüğü ve devletin saydığım ilkeleri dokunulmazsa, değiştirilmezse, bu devletin vatandaşı olan herkesin de dokunulmaz olan hakları vardır.            (26 Ekim 1999)

DEVLETİN GÜCÜNE VATANDAŞIN GÜCÜ KATILMALIDIR

Türkiye, bundan sonra, vatandaşını arkasına alarak, bu tehditleri tümüyle ortadan kaldırabilir. Memlekette daha büyük bir uzlaşmayı yaratabilir. Devletin gücüne vatandaşın gücünü katabilir. Vatandaşın tüm desteğiyle bu tehditleri hiç önemsemeyecek, bu tehditlere karşı özel önlemlere bile gerek duymayacak olan daha güçlü devleti kurabilir. (26 Ekim 1999)

DEVLET KİMSEYE TUZAK KURAMAZ

Devlet, hiç kimseye karşı tuzak kuramaz, hiç kimseyi tuzağa düşüremez, devlet suçu gördüğü anda, delilleri varsa gereğini yapmak zorundadır. Emniyetiyle, adaletiyle, bütün kurumlarıyla gereğini yapmak zorundadır. (22 Haziran 1999)

VATANDAŞ, DİN ADAMININ SİYASET YAPMASINI İSTEMİYOR

Vatandaşımız, din adamlarının kendilerini cehennemle korkutan, cennetle ödüllendiren insanlar olmasını istemiyor. Vatandaşımız, din adamlarının, devletle barışık olmalarını, kavgadan yana değil, barıştan yana, uzlaşmadan yana, hoşgörüden yana olmalarını istiyor. Din adamlarının devletle kavga eden, devletin idaresini yönlendiren, devletin şeklini değiştirmeye çalışan insanlar olmasını değil, devletin ilkeleriyle barışık, uyum halinde; ama, kendilerine dini açıdan yol gösteren, sahip çıkan insanlar olmasını istiyor. (22 Haziran 1999)

CUMHURİYETİ VATANDAŞTAN MAHRUM BIRAKMAYIN

Cumhuriyetin niteliklerini koruyacağım diye demokrasiyi, insan haklarını bir yana iterseniz, Cumhuriyetin en önemli temeli olan demokrasiyi var eden temel unsurdan, vatandaştan onu mahrum bırakırsınız. (22 Haziran 1999)

VATANDAŞIN HAKKINI KORUMAZSANIZ DEMOKRASİ OLMAZ

Vatandaş olmadan... Vatandaş insan değildir, vatandaş, hakları olan insandır; vatandaşlık hukukuna sahip olan insandır. Vatandaşın haklarını korumazsanız, Cumhuriyetin temelini yıkarsınız. Böyle bir ortamda, demokrasiyi de ayakta tutamazsınız. (22 Haziran 1999)

DEMOKRASİ GİBİ DEMOKRASİ!

Devleti devlet yapmalıyız, Cumhuriyeti Cumhuriyet haline getirmeliyiz, demokrasiyi demokrasi olarak korumalıyız. Bunun yolu da, vatandaşlık kurumunu sahici bir konuma, gerçek bir konuma kavuşturmaktan geçer, Türk insanını gerçek vatandaş düzeyine çıkarmaktan geçer. (22 Haziran 1999)

HERKES İÇİN ÖZGÜRLÜK

Bizim amacımız, sadece belli insanlara sahip çıkmak değildir, bir zümreye sahip çıkmak değildir, bir gruba sahip çıkmak değildir. Bizim amacımız, tümüyle hak ve hürriyetleri herkes için isteyen, kendi karşısındakiler dahil herkes için hürriyetleri savunan Anavatan çizgisine sahip çıkmaktır. Bizim yaptığımız budur. (22 Haziran 1999)

VATANDAŞLARIMIZA GÜVENMELİYİZ

Nasıl ki, her Kürt vatandaşımızı bölücü kabul edemezsek, her mütedeyyin vatandaşımızı da potansiyel terörist olarak göremeyiz. Bugün geldiğimiz noktada, Türk siyasetinin, ama şimdi görüyorum ki, Türk siyaseti gibi, Türk hukukçularının da mutlaka artık bu bilince varması lazım, bu ayrımı yapması lazım. (26 Ekim 1999)

MİLLETİMİZİN VAZGEÇİLMEZ DEĞERLERİNİN TAKİPÇİSİYİZ

Anavatan Partisi olarak, devletin değişmez ilkeleriyle bizim hiçbir sorunumuz yoktur. Ama biz diyoruz ki, siyasetin sorumluluğu,sadece devletin değişmez ilkelerini benimsemekle, korumakla kalamaz, siyasetin bir sorumluluğu daha var: Biz milletimizin vazgeçilmez değerlerinin de bekçisiyiz. (26 Ekim 1999)

MİLLETİMİZİ KAZANIMLARINDAN DÖNDÜRMEK İSTİYORLAR

Türkiye, insan haklarıyla, çağdaş demokrasiyle ilk defa Anavatan iktidarında tanışmıştır. Şimdi bunu daha geliştirmenin zamanıdır. Anavatandan sonra, Türkiye'de yeniden tek parti döneminin artıkları sahneye çıktılar. Şimdi, yeni oyunları oynamak istiyorlar. Birtakım cinayetleri vesile ederek, birtakım olayları vesile ederek, milleti yeniden bu kazanımlarından geri döndürmek istiyorlar. Türkiye'nin açılımlarını kapatmak istiyorlar; buna izin vermemeliyiz. (26 Ekim 1999)

TÜRKİYE'NİN ROTASINI ÇEVİRMEYE ÇALIŞIYORLAR

Türkiye'de konjonktürün de yardımıyla insan hakları alanında, demokratikleşme alanında, hukuk devleti alanında yeni atılımlar yapmak için hazırlıklarını tamamlamış, bu konuyu programına almış, ilk defa ciddî,somut adımlar atmaya kararlı ve buna muktedir bir hükümet işbaşındadır. Bu cinayet, hepsi olumlu giden bu olayları tersine döndürmeye yöneliktir. Türkiye'nin rotasını çevirmeye yöneliktir.  (26 Ekim 1999)

KIŞLALI CİNAYETİ SİYASİ SABOTAJDIR

Kışlalı cinayeti, Türkiye'nin özgürlüklere dayalı çoğulcu demokrasi arayışlarına karşı, daha fazla demokrasi, daha fazla insan hakları, daha fazla hukuk devleti çabalarına karşı girişilmiş siyasî bir sabotajdır. (26 Ekim 1999)

DEVLET SİYASİ CİNAYETLERİ AYDINLATMALIDIR

Bu cinayetle ilgili odaklar, kişiler şu veya bu şekilde devletle iltisaklı ise, bunları ayıklamak da devletin en öncelikli görevidir. Devletin bu tür siyasî cinayetleri, toplumda büyük yankı uyandıran bu tür siyasî cinayetleri aydınlatamaması, halkın devlete, hukuk devletine olan güvenini zedeler. Bu tür her olaydan sonra, insanlar,kendi geleceklerine ilişkin umutsuzluğa kapılırlar. (26 Ekim 1999)

ÇÖZÜM: DEMOKRASİ, ŞEFFAFLIK, HUKUK DEVLETİ!

Türkiye, bugün geldiğimiz noktada, cumhuriyetin 76 ncı yılında, üçüncü bin yıla girerken, 2000 yılına sadece iki ay kalmışken, artık karanlık birtakım güç ve odakların karanlık girişimleriyle yönü değiştirilip tayin edilen bir ülke olmaktan kurtarılmalıdır. Devletin ve ülkenin bu cinayetler yüzünden üstüne çöken karanlıktan kurtulması, ancak daha fazla demokrasiyle mümkündür. Karşılaştığımız bütün sorunlar gibi, karanlık cinayetlerin aydınlatılması ve terörün hedefine ulaşmasının önlenmesi de, demokraside daha ileriye gitmekle ancak sağlanabilir. Velhasıl, çözüm demokrasidir; çözüm, şeffaflıktır. Devletin tüm kurumlarıyla hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde daha iyi işleyen yeni bir yapıya kavuşmasıdır. (26 Ekim 1999)

SÖKÜK ELBİSE DİKİŞ TUTMAZ

Pek çok hadise,  Türkiye'deki sistemin, Türkiye'deki devletin yetersizliğini açıkça ortaya koymuştur. Kısacası, millet olarak, üzerimizdeki elbise sökülmüştür. Şimdi, palyatif birtakım tedbirlerle bu işi devam ettiremeyiz. Çünkü, bu sökük elbise, artık tamir tutmaz, artık dikiş tutmaz. Sistemi yenilemek zorundayız. Onun için, kurumları, mevzuatı, çağın ve toplumun gereklerine göre, toplumun beklentileri yönünde baştan aşağı gözden geçirmeliyiz. Gerekiyorsa, baştan aşağı yeniden düzenlemeliyiz, rehabilite etmeliyiz. (26 Ekim 1999)

HANTAL DEĞİL ETKİLİ DEVLET

Anavatan Partisi olarak, geçmişten bu yana, her zaman, biz, devlet olarak daha küçülmemiz gerektiğini, devletin bir mekanizma olarak küçülmesi gerektiğini, küçülen devletin daha etkin ve daha güçlü olacağını savunduk. Bizim parolamız, daha küçük fakat daha etkili ve daha güçlü devlettir.  (05 Ekim 1999)

VATANDAŞIMIZIN HÜRRİYET ALANINI GENİŞLETMELİYİZ

Çağdaşlık, vatandaşlarının hürriyet alanını genişletmektir. Bugünkü çağdaşlığın en önemli anlamı budur. Çağdaşlık, vatandaşını potansiyel düşman olarak görmemektir. Çağdaşlık, vatandaşını güdülecek, cahil ve geri kalmış bir teba olarak görmemektir. (05 Ekim 1999)

ÇÜRÜMÜŞ SİSTEMLE TÜRKİYE'Yİ YENİ ÇAĞA TAŞIYAMAYIZ

Devlete kırgın bir milletle, toplumu tehlike olarak gören bir sistemle, vatandaşı hiçe sayan bir bürokrasiyle, insanı dışlayan bir Cumhuriyetle ve tüm bunlar karşısında acze düşmüş bir siyaset mekanizmasıyla Türkiye'yi yeni çağa taşıyamayız. Bizim, Türkiye'de yozlaşmış olan, çürümüş olan sisteme getirdiğimiz eleştiriler, bu konuda yaptığımız öneriler, aslında bu ülkenin ve bu milletin geleceğine olan güvenimizden kaynaklanmaktadır. (12 Ekim 1999)

MİLLETİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER KALDIRILMALIDIR

Bugünkü imkânlarla Türkiye'de çok daha iyi şeyleri yapmak mümkündür. Bunu gerçekleştirecek olan da, devlet filan değildir, bunu gerçekleştirecek olan milletin kendisidir. Yeter ki, devlet, vatandaşa engel olmasın, yeter ki devlet, Anavatan İktidarında olduğu gibi, milletin önündeki engelleri kaldırsın, engelleri temizlesin. Biz inanıyoruz ki, insanımızın önündeki engeller kaldırıldığında, onu tutabilecek hiçbir güç yoktur. (12 Ekim 1999)

KÖKLÜ BİR ZİHNİYET DEĞİŞİKLİĞİNE İHTİYAÇ VAR

Anavatan Partisi olarak, 1983 yılından bu yana, köklü bir zihniyet değişikliğini gerçekleştirebilmek için çırpınıyoruz. Türkiye'ye, bu konuda çok da mesafe aldırdık. Bugün, özgürlükçü, hukukun üstünlüğüne dayalı, hak ve hürriyetleri teminat altına alıp koruyan, katılımcı ve çoğulcu demokratik devlet talebi eğer dillendirilebiliyorsa, Türkiye, bu noktaya bizim sayemizde gelmiştir, Anavatan İktidarının getirdiği yeni zihniyet ve o yönde ülkede gerçekleştirdiğimiz çabalar sonucunda ulaşmıştır. (12 Ekim 1999)

SİLAHLI TERÖRÜN BELİ KIRILDI..

ŞİMDİ ÖZGÜRLÜKLERİN GENİŞLETİLMESİ ZAMANI..

Bizim, geçmişten bu yana, hukuk, özgürlük ve demokrasi doğrultusunda gerçekleştirdiğimiz, Türkiye'ye büyük mesafe kazandıran açılımların, bugün geldiğimiz noktada yetersiz kaldığını da tespit etmek .zorundayız. Nitekim, halkımız, sağduyusuyla bu eksikliği görmüş ve artık Batı'daki standartları talep etmeye başlamıştır. Anavatan olarak biz bu tespiti çok önceden yaptık; ama, kabul etmek lazım ki, o zaman yaşadığımız şartlar, bu açılımları yapmamıza engeldi. Her şeyden önce, ülkede, silahlı bir terör tehdidi yaşanıyordu. Silahlı terörle mücadele, bütün hızıyla ve yıllarca devam etti. Ancak, iddia ediyoruz ki, bugün, kişi hak ve hürriyetlerinin genişletilmesi, birtakım kısıtlamaların kaldırılması noktasında şartlar çok daha elverişlidir. Silahlı terör, büyük ölçüde geriletilmiştir. Bu imkânı iyi değerlendirmeliyiz. Gerekli açılımları, daha fazla zaman kaybetmeden gerçekleştirmeliyiz. (12 Ekim 1999)

TÜRKİYE DEMOKRASİNİN DEĞERİNİ ÖĞRENİYOR!

Batı'da, bu kişisel hürriyetler genişlerken, krallıklarla, monarşiyle, mutlakıyetçi rejimlerle kavga yapılmış, baskıcı devletlerden kopara kopara almışlar bu hürriyetleri. Kişisel hürriyetler kendiliğinden verilmemiş insanlara. Türkiye'de bu kavga yapılmamış. Türkiye'de, Batı'daki örneğine uygun olarak, bu tepeden yapılmış, tepeden verilmiş insanlara. Hürriyet kavgası olmamış. İnsanlar, bunun değerini kavgayla, savaş ederek, yüzyıllarca mücadele ederek, acı çekerek kazanmamışlar. Tepeden verilmiş; ama, tepeden verilirken, mutlakıyetten, halkın hakimiyetine, cumhuriyete, çoğunluk rejimine geçerken, ,demokrasi adına, devleti de dokunulmaz yapmışız. İşte, bugün çektiğimiz sıkıntıların temelinde bu yanlış eğilim yatıyor, yanlış anlayış yatıyor. (12 Ekim 1999)

DEĞİŞİMİ BİR AN ÖNCE GERÇEKLEŞTİRMEMİZ LAZIM

Güneydoğuda, 20 yaşındaki genç, bütün hayatı boyunca olağanüstü halde yaşamış, hiç olağan halde yaşamamış. Bu insana, şimdi, nasıl demokrasiyi öğreteceksiniz, bu insana nasıl kişisel haklarını öğreteceksiniz? Bu değişimi, bir an önce gerçekleştirmemiz lazım. (12 Ekim 1999)

DEMOKRATİKLEŞMEYİ İNSANIMIZ İÇİN İSTİYORUZ

Demokratikleşme, Türkiye'nin en acil sorunudur. Bunu, Batı kriterlerinden hareket ederek, "Avrupa Birliği'ne gireceğim" diye, "Batı'ya şirin gözükeceğim" diye yapmamız, benim kabul edeceğim bir şey değildir. Biz, demokratikleşmeyi, kendi insanımız için istemeliyiz. (22 Haziran 1999)

ÇÖZÜM UÇLARDA DEĞİL ORTADA!

Türkiye'nin meseleleri, hiç şüpheniz olmasın ki, eninde sonunda, uçlarda değil ortada çözülecektir. Ancak, ortada olanlara çözüm imkanı tanımazsanız veya orta yol çözümleri dışlarsanız, halkın beklentileri ister istemez uçlara kaymaktadır. (22 Haziran 1999)

MİLLET DEVLET İÇİN DEĞİL, DEVLET MİLLET İÇİN VAR!

Anavatan Partisi, Türkiye'nin modernleşmesinde bir dönüm noktasıdır. Anavatan Partisi olarak biz, Türk modernleşmesini, olması gereken çizgiye çekmiş olan partiyiz, yanlışın yerine doğruyu yerleştiren partiyiz. Hürriyetçi gelenekten güç alarak, tepeden inmecilik yerine demokratlığı, ideolojik modernleşme yerine gerçek sosyal ve fiziki modernleşmeyi yeniden Türkiye'ye hakim kılan partiyiz. Biz, Türkiye'nin modernleşme tarihinde, 200 yıldan ben devam eden yanlışla, hatayla uzlaşmadık, modernleşmeyi hakiki manada ve milleti daha etkin hale getirerek devam ettirmeyi, asil hedefine vardırmayı amaçladık. Yani biz, bir yandan Türkiye daha modern olacaktır, Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyini yakalayacaktır, ama bunu yaparken de, ayni zamanda, milli hakimiyet prensibini de hayata geçirecektir iddiasıyla yola çıktık. Partimizin kuruluşunda, millet devlet için değil, devlet millet için vardır sloganımızın altında yatan buydu. (20 Temmuz 1999)

DEVLETİ SEVMEK, DEVLETİ BİLMEK!

Zaman içinde kendilerini devlet sananlara çok rastlamışızdır. Bu kişiler bir yandan kendi kötü sonlarını hazırlarken devlet itibarını da yok etmekten kaçınmamışlardır. Oysa devlet, zorbalık değildir. Devlet, kendi adına yetkiler vermişse, bunun sınırlarını da birlikte getirmiştir. O halde, kontrol mükellefiyeti de devlete ait olmak gerekir. Devleti sevmekle, devleti bilmek birbirlerinden çok ayrı şeylerdir. (1997 Bütçe Konuşması'ndan)

DEVLETİ İTE, UĞURSUZA, ÇETEYE BIRAKMAYIZ!

Biz bu devleti sokakta bulmadık ve tekrar ediyorum: Yüce Türk devletini ite, uğursuza, çeteye bırakmayız. Devlet, eşkiya ile mücadelesinde dahi eşkiya gibi davranamaz. Çünkü o, devlettir. Onu ayakta tutan hukuk kurallarına uymak zorundadır. Devletin hukuk kurallarına uyması, onun memurlarının ve yöneticilerinin hukuk kurallarına uymasıyla sağlanır. Günlük çıkarlar ve sathi yaklaşımlarla devlet kendi koyduğu kurallara uymazsa, o devleti felaketler bekliyor demektir. (1997 Bütçe Konuşması'ndan)

DEVLETİ VATANDAŞA AÇMAK ZORUNDAYIZ!

İdarenin işlem ve eylemlerini denetlemek bütün çağdaş demokrasilerde oldukça önem verilen bir konudur. İdarede keyfiliğin önlenmesi, kanuniliğin sağlanması ve idarenin sağlıklı bir şekilde halk tarafından denetlenmesi için idare sistemimizde köklü değişiklikler yapmak zorundayız. Artık devleti bütünüyle vatandaşa açmak zorundayız. Uzun asırlara dayanan devlet tecrübemiz boyunca milletimiz, idarede yeterince söz sahibi olamamıştır. Milletimiz idare eden olamamıştır. İdare edenler arasında olamamıştır. Uzun yıllar boyunca ülkemizde hep devlet ve millet arasındaki uçurumlardan söz edilmiştir. Yönetenlerle yönetilenler arasındaki kopukluk halen devam edegelen bir şikayet konusudur. (1997 Bütçe Konuşması'ndan)

DEVLET MODERN, EKONOMİ ÇAĞDAŞ!

VATANDAŞ HAKLARINDAN HALA MAHRUM!

Türkiye'de, ta 1800'lerden başlayarak devleti modernize etmişiz, adliyemizi değiştirmişiz, eğitim kurumunu değiştirmişiz, orduyu değiştirmişiz, Atatürk devrimleriyle bunu en doruğuna getirmişiz. Modern devleti kurmuşuz. Sonra Anavatan gelmiş 1980'lerde, modern ekonomik düzene geçmişiz; yani, devletten sonra ekonomiyi çağdaşlaştırmışız, dünyayla bütünleşmişiz, özel girişimciliği hakim kilmişiz, ikinci ayağı da sağlamışız Ama, üçüncü ayağı bugün hala kuramamışız. Modern insanı, modern vatandaşı kuramamışız. Haklarına sahip çıkan, hürriyetlerine sahip çıkan insani getirememişiz. Modern insan olmadığı zaman, modernleşmenin tamamlanacağını hiç kimse iddia edemez. (20 Temmuz 1999)

DEVLET: SADECE HİZMET ORGANİZASYONU!

Herkesin bilmesi gereken bir şey var; Türkiye, bugünkü devlet yapısıyla yoluna devam edemez. Bunu en çok söyleyen biziz. Ha, şimdi başkaları da çıkıyorlar, Anavatanlılar değil başkaları da çıkıyorlar, diyorlar ki A'dan Z'ye devletin değişmesi lazım. Bunu onlar dün söylemediler, bugün söylüyorlar, biz söyledikten sonra söylüyorlar, hatta bizden daha gür söylüyorlar şimdi. Ama varsın söylesinler, kimin söylediği değil, birilerinin bu işe ön ayak olması lazım, öncülük yapması lazım. Bu işe bizim öncülük yapmamız lazım. Neden bizim öncülük yapmamız lazım; çünkü, bu değişimin temelinde mutlaka şu ilkenin olması lazım; Devlet dediğiniz hadise, öyle ilahi bir varlık filan değil, tapılacak bir olay değil, toz kondurulmayacak bir olay değil, devlet basit bir şeydir, devlet bir hizmet organizasyonudur. Asıl olan millettir, asıl olan insandır. (05 Ekim 1999)

MİLLETE GÜVENMEYEN DEVLET GÜÇLÜ OLAMAZ!

Anavatan'la özdeş olan Anavatan'ın bir ilkesi var, "millet devlet için değil, devlet millet için vardır". İşte yapacağımız bütün değişimde, bundan sonra yapmamız gereken bütün işlerde, insanların hak ve hürriyetlerinin alanını genişletmede, devleti Ankara'dan çıkarıp bütün vatan sathına yaymada, yetkileri taşraya devretmekte, merkezi hükümeti küçültmekte, devletin ekonomideki hala devam eden hakimiyetini kırmada, hiç unutmamamız gereken ilke budur. Devletin ilahi bir varlık olmadığı, sadece bir hizmet organizasyonu olduğu, devleti daha güçlü yapan şeyin, onun arkasındaki milletin güveni olduğu... Devlete millet güvenmiyorsa, o devlet güçlü olamaz. Eğer, insanlar hayatlarında mutlu değilse, haklarını, hürriyetlerini en geniş şekilde kullanamıyorlarsa, devlet güçlü olamaz. (05 Ekim 1999)

DEĞİŞİMİ GERÇEKLEŞTİRECEK TEK PARTİ ANAP!

Değişimin özünde, devlete tapmak yerine insanı ön plana çıkarmak, devleti insana en iyi hizmet edecek kurum haline getirmek, o yönde değiştirmek ilkesi vardır. Bunu, ancak biz gerçekleştirebiliriz. Çünkü, Türkiye'ye bu fikri ilk defa getiren parti biziz. Devletin, öyle baba maba olmadığını, devletin sadece bir hizmet organizasyonu olduğunu ilk söyleyen biziz. Bunu hayata geçirmek için şimdiye kadar, yeterli veya yetersiz, engellenmiş veya başarıya ulaşmış, ama samimi çaba harcayan tek parti biziz.  (05 Ekim 1999)

BİÇİMSEL DEĞİL, GERÇEK DEMOKRASİ!

Ama, mesele sadece ekonomik anlamda, hizmet anlamında daha etkin devletin kurulması değildir. Diğer yanda, demokrasiyi, sadece biçimsel unsurları itibariyle değil, gerçek manada da güçlendirmek zorundayız. Demokratik katılıma imkan tanıyacak yeni bir yapı oluşturmak zorundayız. Hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, artık devleti tehdit eden bir tehlike olarak değil, devleti daha güçlü kılacak, devleti daim kılacak bir temel unsur olarak görülüp, bu yönde adımlar atılmalıdır. Demokratik siyasetin hareket alanı, tüm bu açılımları hayata geçirebileceği düzeye yükseltilmelidir.  (12 Ekim 1999)

DEĞİŞİMİN ÜÇ ŞARTI:

Mesele her şeyden önce bir zihniyet değişikliğiyle başlayabiliyorsa, yani her şeyi devletten beklemek yerine, soyut bir devlet yaratıp o devlete sahip çıkmak uğruna insanları ezmek yerine, insanı ön plana çıkarıp, insanın mutlu edecek devleti kurmaksa, o zaman yapmamız gereken şeyler belli başlı üç alanda yoğunlaşıyor:

Bir: Hak ve Özgürlükler genişletilecek

Birincisi, kişisel hak ve özgürlüklerin mümkün olduğu kadar genişletilmesidir. Burada, üç temel hürriyet var. Rahmetli Özal'ın ilk defa telaffuz ettiği, Partimizin duvarlarına yazdığımız üç temel hürriyet var. Birisi, fikir ve ifade hürriyetidir. İkincisi, din ve vicdan hürriyetidir. Üçüncüsü, teşebbüs hürriyetidir. Bu üç hürriyetin alanını, mümkün olan en geniş şekilde hayata geçirmemiz lazım. Bu, vatandaşla devletin ilişkilerini yeniden düzenlemek demektir. Vatandaşın devletle barışması demektir. Vatandaşla devlet arasında, maalesef, her gün biraz daha yükseldiğini üzülerek gördüğümüz duvarın yıkılması demektir.

İki: Devlet Yeniden Yapılandırılacak

Değerli arkadaşlarım, ikinci yapmamız gereken Şey, devletle yönetim ilişkisini yeniden masaya yatırmaktır. Başta da söyledim; her zaman söyledim, bugünkü aşırı merkeziyetçi devlet yapısıyla yola devam edemeyiz. Bu yapı eskimiştir, hantallaşmıştır. Her şeyi Ankara'dan halledemeyiz. Burada kaç tane belediye başkanı arkadaşım var bugün. Belki oylama yapsak, Grubumuz kadar belediye başkanı arkadaşım var, milletvekillerinden fazla belediye başkanı arkadaşım var. Bu belediye başkanlarımız niye her hafta Ankara'ya taşınsınlar? Çünkü, her şeyi, bütün yetkileri Ankara'ya almışız Belediyelerimize yeterli imkânı vermemişiz. İşte, Anavatan olarak, üç seneden beri sözcülüğünü yapıyoruz, üç seneden beri önderliğini yapıyoruz, yerel yönetim reformunu mutlaka çıkarmak zorundayız. (12 Ekim 1999)

Üç: Devlet Ekonomiden Tümüyle Çıkarılacak

Üçüncü yapmamız gereken şey, bizim başladığımız şeydir, onu tamamlamamız lazım. Devleti ekonomiden tümüyle çıkarmamız lazım. Öyle bir parça filan değil, tümüyle çıkarmamız lazım. Bunun, söylediği kadar kolay olmadığını biliyorum. Bu işin istihdam yönü var, sendikaları var, ekonomik yönleri var, geri kalmış bölgeleri var; ama, hedefi doğru koymamız, lazım. Türkiye'de devletin ekonomiden tümüyle çıkması lazım. (12 Ekim 1999)

ANAP: YİNE ÖNCÜ, YİNE SÖZCÜ!

Şimdi, bu yöndeki bir değişimi, bu kadar direnmeye rağmen Türkiye'nin zaten başlattığını, aslında bütün engellemelere rağmen de bu değişimin devam ettiğini hepiniz biliyorsunuz. Dün bize karşı çıkanların, bugün bu değişimi sahiplendiklerini de biliyorsunuz. Ama, burada kalamayız, bununla yetinemeyiz. Bunu, sonuna kadar götürmek zorundayız. İşte, Anavatan Partisi olarak, bu konudaki değişikliklerin, bu konudaki değişiklik talebinin öncülüğünü ve sözcülüğünü yapmamız lazım. Hükümeti, bu konuda harekete geçirmemiz lazım, hızlandırmamız lazım. Bizim, bu konuda ortaya koyduğumuz çabalar, bu doğrultuda yaptığımız çıkışlar, maalesef bazılarını rahatsız ediyor. Bunu da çok doğal karşılıyorum. Bunların kökünde, aslında Türkiye'deki tarihi süreç yatıyor.

SİYASETE SALDIRI, DEMOKRASİYE SALDIRI!

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin bugün yaşadığı sorunları çözmek, Türkiye'nin geleceğini çağın gereklerine göre, toplumun beklentileri doğrultusunda Şekillendirmek Türk siyasetinin görevidir, siyaset kurumunun görevidir. Siyasetin bu hizmeti yapabilmesi için de, maalesef şartlar her gün biraz daha ağırlaşmaktadır. Şartları ağırlaştıran şey, Türkiye'de siyasetçilere ve siyaset kurumuna hiçbir ayırım gözetmeden, haklı haksız ayırımı yapmadan, belli kaynaklar tarafından, belli odaklar tarafından, her gün ısrarla yöneltilen saldırılardır. Bu saldırılar, bilinçli ve bilinçsiz Şekilde, ama artarak devam etmektedir. Birtakım odaklar, karanlık odaklar, objektiflerin, dikkatlerin kendi üstüne teksif olmasını engellemek için siyasetçiyi kurban seçmişlerdir. Her gün siyasete vurmaktadırlar, her gün siyasetçiye vurmaktadırlar.

SİYASET OLMADAN DEMOKRASİ OLMAZ!

Türkiye'nin sorunlarını hep birlikte yaşıyoruz. Bunlar için neler yapılması gerektiği konusunda da aşağı yukarı bir genel mutabakat var. Peki, o zaman bu değişimi kim yapacak? Bu sorunları kim çözecek? Siyasetçi olmadan siyaset nasıl olacak? Siyaset olmadan demokrasi nasıl olacak? Yoksa, bunların kafasında demokrasi dışında başka yönetimler mi var? Başkaları mı gelip bu sorunları çözecek? Bu kişilere, bu soruyu açık seçik sormak zorundayız. Sadece sormakla yetinmemek zorundayız, bunun cevaplarını da vermeye onları zorlamak zorundayız.

SİYASETİN YIKILMASI, DEMOKRASİNİN YIKILMASI!

Yanlış yapan siyasetçi mi yok; tonla var. Ama, o kişileri eleştirmek. yerine, demokrasiye aslında hizmet anlamına gelen, siyasetçilerin yaptıkları münferit yanlışları ortaya koymak yerine, siyaset kurumunu karalarsanız, bütün siyasetçileri ayırım yapmadan neredeyse vatan haini ilan ederseniz, aslında yıktığınız şey demokrasinin kendisidir, halkın kendi kendini yönetme hakkıdır.

PROGRAMIMIZLA SÖYLEDİKLERİMİZ TUTARLI!

"Önemli olan, devletin zenginliği değil, vatandaşın zenginliği sonucu devletin zenginliği" diyen ilk defa biziz. "Millet devlet için değil, devlet millet için vardır" diye ilk defa söyleyen gene biziz. "Türkiye'de sorunların çözümünün tek yolu demokrasidir, demokrasi rejimini güçlendirmek dışında, Türkiye'nin sorunlarını çözecek başka yöntem yok" diyen, bunu programına koyan parti de biziz. Dolayısıyla bizim görüşlerimiz, bugün söylediklerimizin hepsiyle tutarlıdır. Parti programımız, bugün söylediklerimizle tutarlıdır. Ama mesele, sadece söylemekle bitmiyor, biz Türkiye'de bu söylediklerini yapan ilk partiyiz. (26 Ekim 1999)

TÜRKİYE'NİN ANAP'A İHTİYACI VAR!

Türkiye'deki demokratik açılımları gerçekleştiren partiyiz. 141'i, 142'yi, 163'ü kaldıran partiyiz. Türkiye'yi dünyaya açan partiyiz. Yerel yönetimleri ilk defa ayağa kaldıran partiyiz. Türkiye'de demokrasiyi, insanlara cumhuriyet içerisinde aynı zamanda demokrasiyi de tattıran parti biziz. Vatandaşa hukukunu tanıtan parti biziz. Bugün gelinen noktada, Türkiye'nin bize, belki her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. (26 Ekim 1999)

Mesut YILMAZ

www.mesutyilmaz.gen.tr  2003    /   Hosting by Omnis