ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI 
SAYIN MESUT YILMAZ'IN TBMM GRUP KONUŞMASI
 
18 Ocak 2000

Değerli arkadaşlarım, bugün 2000 yılının, 21 inci Yüzyılın ilk Grup toplantısını yapıyoruz. Bu vesileyle, bir defa daha, kısa bir süre önce girdiğimiz bu yeni yüzyılın, yeni bin yılın partimize, milletimize, memleketimize hayırlı olmasını diliyorum.

21 inci Yüzyılın başı, dünyadaki birçok ülkenin, özellikle gelişmiş ülkelerin uzun bir zamandan beri hazırlık yaptıkları, daha ileriye gidebilmek için, dünyadaki konumlarını daha güçlendirebilmek, halklarının mutluluğunu daha da artırabilmek için uzun bir zamandan beri odaklandıkları bir tarih olmuştur. Türkiye olarak kendimize baktığımız zaman, 1980’li yıllarda, Anavatan iktidarıyla birlikte, Türkiye 2000’li yılları yakalamaya yönelik bir vizyonu başlatmış; ama, daha sonraki yıllarda maalesef bunu aynı kararlılıkla, aynı tempoyla sürdürememiştir.

Aslına bakarsanız, bizim 1997 yılında, 55 inci Hükümet ortaklığımız sırasında yaptığımız hadise, o vizyonun yeniden Türkiye'ye kazandırma olayıdır. Tabiî ki arada fark vardır; şartlar farklıdır, 1980’lerin şartlarıyla 1990’ların sonundaki şartlar farklıydı. Her şeyden önce, biz bir koalisyon hükümeti içerisinde görev yapmak konumunda idik. Onun için, bu koalisyon hükümetleri sırasındaki performansımızın geçmişle mukayesesi haksızlık olurdu. Ama, meseleye adaletle baktığımız zaman, Anavatan Partisi olarak koalisyon şartları içerisinde dahi, kendi vizyonumuzu, kendi düşüncelerimizi, Türk siyasetine, Türk düşünce hayatına getirdiğimiz yenilikleri hayata geçirmede çok önemli katkılarımız olduğunu teslim etmek durumundayız.

İçinde yer aldığımız koalisyon hükümetlerinde, başlangıçtan itibaren her zaman, koalisyonu teşkil eden partiler arasındaki ihtilafları değil, ülkenin hedefleri doğrultusundaki müşterekleri ön plana çıkarmaya çalıştık. Koalisyon partileri arasında, işin tabiatı icabı var olan düşünce ve tarz farklılıklarının hükümete zarar verecek boyutlara ulaşmaması için gayret harcadık. Bugün geldiğimiz nokta, bu konuda başarılı olduğumuzu açıkça ortaya koymaktadır. Milletçe uzun bir zamandan beri çektiğimiz birçok sıkıntının, bugün birer birer ortadan kalktığını görüyoruz. Bunların en çarpıcısı bölücü terör belasıdır. İnşallah kısa bir süre sonra, buna enflasyonu, hayat pahalılığını katacağız. Türkiye'nin bu sorunlarla baş edebilmesinde geçmişte karşılaştığı en önemli sorun, siyasî istikrarsızlıktı. Bugün bu sorunun da önemli ölçüde bertaraf edildiğini görüyoruz.

Ülkenin ve milletin menfaatlerini parti menfaatlerinin, şahsi menfaatlerin, zümre menfaatlerinin üzerinde tutma olgunluğuna sahip olan partilerin meydana getirdiği bir koalisyon hükümeti, bugün Türkiye'nin en büyük avantajıdır. Bugünkü hükümetin, şu sekiz aylık dönemde ortaya koyduğu icraatın, performansın sırrı da burada yatmaktadır.  Eğer bu hükümeti meydana getiren partiler, her birisi, sadece kendi programları doğrultusunda, kendi daha önceki düşünceleri doğrultusunda icraat yapmakta ısrarlı olsalardı, eğer bu hükümeti, bundan önceki bütün hükümetlerden ayıran en önemli özelliklerden birisi olan uzlaşma kültürü bu ölçüde yerleşmemiş olsaydı, ortaya çıkmamış olsaydı bu icraatların yapılabilmesi mümkün olmazdı.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin 2000’li yıllara girerken gelişmiş ülkelerle arasındaki farkı kısa sürede kapatabilmesi için köklü bir değişime ihtiyacı vardır. Bu değişim, ekonomiden siyasete, özgürlüklerden adalet sistemine, savunmadan altyapıya kadar her alanda olmalıdır; A’dan Z’ye her alanı kapsamalıdır. Bu öyle bir değişim olmalıdır ki, hiçbir şey eskisi gibi kalmamalıdır. Her şey, daha güzele, daha iyiye, daha ileriye doğru değişmelidir.

Değişim sürecinin gerisinde kalan her alanı, Türkiye'nin 21 inci Yüzyıldaki hedefine ulaşması, yani ileri ülkelerle arasındaki farkı kapatması hedefinin önünde bir engel olarak mutlaka aşılması gereken bir engel olarak görmeliyiz.

Bütün bunları yapabilmek için evvela büyük düşünmemiz lazımdır, cesur davranmamız lazımdır, kararlı olmamız lazımdır. Elbette ki ihtiyatlı olmak gerekir, temkinli olmak gerekir; ama, bizde temkinli olmak yanlış anlaşılır. Bizde temkinli olmak, sanki statükoya sıkı sıkı sarılmak gibi anlaşılır. Temkinli olmak demek, hedefin doğru ve net olarak belirlenmesi demektir. Araçların iyi seçilmesi demektir. Bu safhalarda temkinli olmak önemlidir; ama, bir kere hedefinizi ortaya koyduktan sonra, yani bu aşamayı geçtikten sonra, artık cesaret ve kararlılık dönemi gerekir. Türkiye bugün hedefini seçmiştir. Türkiye, araçlarını belirlemiştir. Bundan sonra artık yarışımız zamanladır. Hedeflerimize ulaşmak için kabul ettiğimiz programın belli bir takvimi vardır. Bu takvimi uygulayacak uyumlu bir hükümet vardır. O hükümete tam destek veren bir Meclis çoğunluğumuz vardır. Velhasıl, Rahmetli Özal’ın Körfez Krizi başlangıcında söylediği şey, bugün Türkiye için daha geçerlidir. Türkiye'nin önünde, belki şimdiye kadar hiçbir zaman olmayan bir şans kapısı açılmıştır,bir ikbal kapısı açılmıştır: Bölücü terör belası yenilmiştir. Ekonomik zorlukların aşılması için üzerinde mutabakat olan, halkın fedakârlığını gerektiren, ama aynı zamanda halkın, kamuoyunun desteğine de sahip olan bir program ortaya konulmuştur. Bu programı uygulayabilecek uyumlu ve güçlü bir hükümet vardır. Bunun arkasında bir Meclis çoğunluğu vardır ve hepsinden önemlisi, bu açılan yolda Türkiye'nin ilerlemesini sağlayacak Anavatan iktidarının Türkiye'ye kazandırdığı girişimci, dinamik bir toplum yapısı vardır. Bundan sonrasını değerlendirmek,artık sadece kararlılığımıza bağlıdır, yanlış yapmamamıza bağlıdır. Bunu değerlendirememenin vebalini hiçbirimiz taşıyamayız.

Onun için, arkadaşlarımdan ricam şudur: Önümüzdeki dönem, yine bir sürü koalisyon içinde pürüzler çıkabilir. Netice itibariyle biz farklı partileriz, koalisyonu meydana getiren partiler olarak biz farklı partileriz. Aynı partiler olsaydık zaten koalisyon olmazdı. Bizim çeşitli konularda farklı düşüncelerimiz olabilir. Bizim bakan arkadaşlarımızın da, diğer partilerdeki bakan arkadaşlarımızın da icraatlarında bazı arkadaşlarımı memnun etmeyecek şeyler olabilir. Ama, bütün arkadaşlarımdan rica ediyorum; pireyi deve yapmayalım. Türkiye'nin önünde pireyi deva yapmaya çalışan yeteri kadar şer güçler vardır. Biraz önce İçişleri Bakanı arkadaşımın burada söylediği dünkü olay bunlardan sadece bir örnektir.

Bize düşen, pireyi deve yapmamaktır. Türkiye'nin önünde yeteri kadar hendekler de vardır. Bize düşen, başkalarının yaptığı develere hendek atlatmaktır. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bugün 21 inci Yüzyılın bu ilk günlerinde önümüzdeki en önemli hedef, dünyadaki birçok ülkenin, gelişmiş ülke dediğimiz, ileri ülke dediğimiz ülkelerin, geçen yarım asırda, hatta yüzyılda sağladığı gelişmeyi, mümkün olan en kısa sürede sağlamamız meselesidir. Bir Avrupa'nın geçmiş elli yılda sağladığı gelişmeyi, Türkiye olarak şu dediğim konjonktürü değerlendirip, şu şartları yeterince iyi şekilde kullanıp on yıla sığdırmak zorundayız. Meselemiz budur, hedefimiz budur.

Bu bağlamda yaşadığımız en önemli gelişme, hiç şüphesiz, Avrupa Birliğine üye adaylığımızın tescilidir. Aslında, bu yaşanan gelişmeyle, yani Türkiye'nin Avrupa Birliğine aday üyeliğiyle, ülkemizin ihtiyaçları ve vatandaşlarımızın talepleri tam olarak birbiriyle örtüşmektedir. Bilmeliyiz ki, Avrupa Birliğine giden yol, yıllardan beri artık kemikleşmiş olan, kronikleşmiş olan ve vatandaşlarımızın da bir an önce kurtulmak istedikleri sorunların aşılmasından geçmektedir.

Bütçe konuşmasında da söyledim, bugün için Türkiye'nin önündeki en büyük tehlike, Türkiye'nin Avrupa ile bütünleşme sürecinden koparak, yeniden içine kapanması tehlikesidir. Yaşadığımız felaketlere, geçmişte çektiğimiz acılara, olumsuzluklara rağmen, iç ve dış şartlarda meydana gelen olumlu değişiklikler neticesinde yaşadığımız bu gelişme trendini kaydetmemek zorundayız. Türkiye'yi yeniden içine kapanmaya,dünyadan kopmaya zorlayanlar, bunu arzulayanlar, bunu destekleyenler, bu ülkeye en büyük zararı verenlerdir.

Değerli arkadaşlarım, son dönemde yaşadığımız olumlu gelişmelerde birçok unsur etkili olmuştur. Bu söylediğim tablo, aslında birçok unsurun bir arada ortaya koyduğu bir tablodur. Bunların hiçbirisini görmezlikten gelmek veya küçümsemek doğru değildir; ancak, bu çerçevede, bugün Türkiye'de işbaşında olan hükümetin etkisini ve önemini, diğer bütün unsurların dışında, onların üzerinde değerlendirmemiz gerekir.

Bakın, bugün yaşadığımız gelişmeler, aslında Anavatan Partisi olarak 18 Nisan seçimlerinden sonra yeni kurulacak hükümetin teşkiliyle ilgili görüşlerimizin ne kadar isabetli olduğunu ortaya koymaktadır. Ben o hükümetin içerisinde, mutlaka Demokratik Sol Parti ile Milliyetçi Hareket Partisinin birlikte yer alması gerektiğini savundum. Bugün şu son yaşadığımız gelişmelerden sonra, açıkça söylüyorum: Eğer bu hükümet yapısı, bu şekilde değil de, başka şekilde olsaydı, bu kararlar alınamazdı, alınsa bile uygulanamazdı. Türkiye'nin bu kadar şer kuvvetin, bu kadar tertibine karşı önündeki bu büyük hedeflere ulaşabilmesi için bir büyük uzlaşmaya ihtiyacı vardı. Bu hükümete gücünü kazandıracak olan, Türkiye'yi bu sorunları aşma imkânına getirecek olan o uzlaşmaydı. Bu hükümet, aslında o uzlaşmanın ürünüdür.

Bu hükümet, o uzlaşmanın ürünü olduğu gibi, aynı zamanda bu hükümet, Türkiye'de siyasette en çok eksikliğini çektiğimiz uzlaşma kültürünü de getiren, geliştiren hükümet olmuştur.

Bu hükümetin kuruluşundan sonra kısa sürede hayata geçirilen bütün reformlara, Avrupa Birliği ile adaylık ilişkimizden, IMF ile ilişkilerimize kadar her alanda Anavatan Partisi olarak bu hükümetin önünü açan bir konumda olduk. Elbette ki, hiçbir değişim sancısız olmaz. Değişimin, hele bizim hedeflediğimiz gibi topyekûn bir değişimin, mutlaka ödenmesi gereken bedelleri olacaktır.

Türkiye'de bir süreden beri yaşanan tartışmaları, değişim sancılarının dışa yansımaları olarak değerlendirmek gerekir. Toplum olarak üzerinde önemli ölçüde konsensüs sağladığımız bu değişim sürecinin devam etmesi, ülkenin önünün açılması ve reformların hızlanması için yakaladığımız bu huzur ve sükun ortamının mutlaka korunması ve daha da güçlendirilmesi ihtiyacı vardır. Bunun için de, iktidarıyla muhalefetiyle, başta siyasetçiler olmak üzere, bütün kesimlere çok önemli görevler düşmektedir.

Bağımsız Türk yargısının Abdullah Öcalan hakkında verdiği idam kararının infazı konusundaki gelişmeleri de aslında bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Buradaki asıl sorun, Türkiye'nin çıkarlarının hangi şekilde daha iyi korunabileceği sorunudur. Hedefimize ulaşmamız için, yani asıl hedefimize, büyük hedefimize ulaşmak için bu meselede nasıl davranmamız gerektiği sorunudur. Koalisyon ortağı partilerin liderleri olarak, 12 Ocakta yaptığımız toplantıda aldığımız karar bu amaca yöneliktir. Toplantı sonrasında yapılan açıklamada da belirtildiği gibi, ülkemizin menfaatleri öyle gerektirdiği için, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihtiyati tedbir kararı doğrultusunda bir tutum benimsenmiştir. Bu durumu, taraf olduğumuz uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerimizin de bir gereği olarak değerlendirdik.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'yi 2000’li yıllardaki hedeflerine ulaştırma yönünde üstlendiğimiz öncü rol, bizlere, Anavatan Partililere büyük sorumluluk yüklemektedir. Anavatanlılar olarak, Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu noktada sorumluluğumuz, hükümet içindeki konumumuzdan da, seçimlerde aldığımız oydan da çok daha fazladır. Bu sorumluluk ağırdır; ama, ülkemizle birlikte partimizin geleceği için de fevkalade önemlidir, hatta hayatîdir.

Milletvekillerimiz başta olmak üzere, bütün Anavatanlıların gelişen olaylara, ülkemizin içinden geçtiği değişim süreci ve Avrupa Birliği üyeliği çerçevesinde yaklaşması gerekir.

Ortaya çıkan yeni durumlar karşısında, yeni politikaları, ancak bu şekilde süratli, isabetli ve sağlıklı bir şekilde değerlendirebiliriz. Bize düşen en önemli görevlerden birisi, Türkiye'nin değişim ihtiyacını, Avrupa Birliği ile üyeliğin ne anlama geldiğini, bütün bunları ve bu konularda partimizin konumunu vatandaşlarımıza her vesileyle, her yerde onların anlayacakları şekilde anlatmaktır.

Unutmayın ki, biz kendimizi doğru bir şekilde anlatamazsak, başkaları bizi yanlış olarak tanıtırlar. Anavatan Partisi olarak bugüne kadar çektiğimiz sıkıntıların önemli sebebi de budur. Parti olarak bundan sonra bu çarpıklığı izin vermemeliyiz. Kendi hedeflerimizi vatandaşa kendimiz anlatmalıyız. Vatandaşı biz ikna etmeliyiz.

Değerli arkadaşlarım, sekiz aydan beri bu kürsüden, programlı bir şekilde güncel gelişmeler ışığında Anavatan felsefesini yeni bir yaklaşımla sizlere anlatmaya çalışıyorum. Olayları mümkün olduğu kadar sivil, özgürlükçü ve demokrat bir açıdan yorumlamaya ve bu anlayışla Türkiye'nin gündemine bazı önerileri,  bazı hedefleri ve bu arada bazı eleştirileri getirmeye çalışıyorum.

Bunların hepsi, milletimizin hayrına olan ülkemizin hedeflerine ulaşmasına temine yönelik düşüncelerdir. Bunların hiçbirinde, siyasî bir art niyet söz konusu değildir, siyasî çıkarcılık söz konusu değildir. Unutmayın ki, bu yaklaşımlar, seçim öncesinde oy almak için ortaya konulan düşünceler de değildir. Bütün bunlar, milletin belki çok özel şartlarda ortaya koyduğu bir tercihin ertesinde, ama Türkiye'nin 21 inci Yüzyılın arifesinde ihtiyaç duyduğu, bize göre mutlaka gerçekleştirmesi gereken hususlardır. Ama görüyorum ki, düşüncelerimiz bazı çevreler tarafından kişisel menfaatlerle, kişisel çıkarlarla irtibatlandırılmaya çalışılıyor. Çizgimiz saptırılmaya çalışılıyor. Sıkıntılı hususlardaki gayretlerimiz ve fedakârlıklarımız, aslında çok iyi bilinmesine rağmen, bunlar milletin gözünden kaçırılmaya çalışılıyor.

Kamuoyuna açıkça anlatamayacağımız hususlarda nelerle muhatap olduğumuz, nelerle mücadele ettiğimiz, neleri önlemeye çalıştığımız gösterilmemek isteniyor. Ülkenin geleceği, devletin düzeni, insanımızın hukuku adına göğüs gerdiğimiz zorluklar gözlerden kaçırılmaya çalışılıyor.

Değerli arkadaşlarım, bugün size söyleyeceğim en önemli şey şudur: Türkiye, çok partili demokrasi sürecinde son derece önemli bir dönemece girmiştir. Bu dönemeç, 21 inci Yüzyılda Türk Milletinin geleceğinin belirleneceği bir dönemeçtir. Bize göre, Anavatan Partisine göre, bu geçmekte olduğumuz dönemeç, ülkemizin geleceği bakımından en az 1946 dönemeci kadar önemli ve hatta tarihî bir dönemeçtir. Anavatan Partisi olarak bu dönemeçte, ülkemizin çıkmaz yollara saplanıp kalmaması için elimizden geleni yapmaya mecburuz. Ülke olarak yolların çatallaştığı her yol ayrımında, karşılaştığımız her sorunun çözümünde tercihimizi ülkemizden yana kullanmalıyız. Hükümetteki ortaklarımızı da, tercihlerini aynı yönde kullanmak doğrultusunda cesaretlendirmeliyiz. Ama bilmeliyiz ki, Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinde kat etmemiz gereken mesafe, aslında uzun bir mesafedir. Üzerinde ilerlediğimiz zemin, ülkemiz için âdeta bir sırat köprüsüdür. Bu yoldaki en küçük sapma, bizi köprüden aşağı atacaktır. Bu yolda attığımız adımdan sonra, bir daha dönüp arkamıza bakmamamız gerekir. Bakmamız gereken yer, daima ilerisi olmalıdır.

Atlattığımız her sıkıntıdan sonra, günlerce ne büyük bir tehlike atlattık diye, zaten atlatılması gereken bir sıkıntı üzerinde yorum yapmak, siyasetin ve siyasetçinin işi olmamalıdır. Siyasetin gündemi ve siyasetçinin işi, bundan sonra yapmamız gereken işleri yapmaktır; bu konuda gerekli adımları atmaktır. Velhasıl, bugün Türkiye'nin tartışması gereken husus, Öcalan’ın idam kararının bekletilmesi değildir. Bugün tartışmamız gereken husus, Güneydoğu meselesinde ve diğer temel meselelerimizde önümüzdeki dönemde hangi adımları atmamız gerektiğidir. Bu alanda zamanı iyi kullanamadığımız ve meselenin çözümünde çok önemli olan altın değerinde olan zamanın su gibi akıp gittiğini unutmamalıyız.

İçinde bulunduğumuz zaman diliminin, meselenin çözümünde altın değerinde olduğunu artık görmeliyiz. Bu hususta devlet düzeyinde bir tartışma sürecinin başlamasına şiddetle ihtiyacımız vardır. En az bu kadar ihtiyacımız olan başka bir husus da, muhalefetin basit siyasî hesaplarla hareket etme yerine, sorumluluk bilinciyle hareket etmesidir. Başta Güneydoğu meselesi olmak üzere, bütün meselelerimizin tartışılmasında ve çözümü yolunda adımlar atılmasında muhalefetin olumlu katkısına ihtiyacımız vardır. Bu noktada kışkırtıcı muhalefet anlayışı, sahiplerine de, ülkemize de hiçbir şey kazandırmayacaktır. Hiç kimse unutmamalıdır ki, kışkırtıcılık, basit, fakat sahiplerini de vuran tehlikeli bir silahtır. İnsanların acısını sömürerek onları kışkırtanlar, zamanla yükselen öfke selinin altında ilk kalacak olanlardır.

Biz umuyoruz ki, muhalefet partileri başta olmak üzere, bütün partilerimiz, önümüzdeki süreçte kışkırtıcılığa prim vermeyecek, uzlaşma ve hoşgörü temelinde toplumu yatıştırıcı davranışlarda bulunacaklardır. Tabiî ki bu noktada hükümete düşen görev de, toplumu ve muhalefeti zamanında ve yeterince bilgilendirme sorumluluğudur.

Değerli arkadaşlarım, tam üyelik sürecinde Avrupa Birliği kriterlerine uyum konusunda atmamız gereken adımlar konusunu her vesileyle dile getiriyoruz; ancak burada hemen belirteyim ki, yapmamız gereken şeyler kadar önem taşıyan bir başka husus da, yapılmaması gereken şeylerle ilgilidir. Uymamız gereken kriterlere ters, yeni uygulama ve düzenlemelere geçit vermemeliyiz, bu noktayı hiçbir zaman gözden uzak tutmamalıyız. Bu noktada yaşadığımız tecrübeler ışığında, faili meçhul kayıplar konusunda yetkililerin, zaten hassas olduğunu bildiğim sorumlu arkadaşlarımızın bir defa daha dikkatini çekmek istiyorum. Türkiye'nin geçmişte yaşadığı bu ayıbı, önümüzdeki süreçte, Avrupa Birliğine tam üyeliğe giden süreçte Türkiye'nin yaşayabilmesi, kaldırabilmesi mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, bize düşen, hiç kimseyle kavga etmeden, hiçbir konuda toplumda gerilime neden olmadan, her alanda toplumun benimseyebileceği makul yaklaşımları ortaya koymaktır. Bu konuda uyumlu ve uzlaşmacı bir politika izlemektir. Esasen bizim hürriyet, demokrasi ve hukuk namına yürüttüğümüz mücadele, sadece Anavatan Partisiyle onun mensupları ve geleceğiyle sınırlı değildir. Bu mücadele, doğrudan doğruya Türkiye'nin geleceğiyle ilgilidir.

Türkiye'nin, Türk insanının yararına olacak bir açılımı gerçekleştirme çabası içerisindeyiz. Türk siyasetini zincirlerinden kurtarmanın çabası içindeyiz. Ülkenin sorunlarının, milletin talep ve beklentileri doğrultusunda olması gereken mecrada, siyasetin doğal mecrasında tartışılmasını ve çözüme bağlanmasını istiyoruz. Siyasetin önünü açmaya, siyaseti ülkenin sorunlarının ve hedeflerinin gerçek ve tek sahibi yapmaya uğraşıyoruz. Bunun için de, demokrasi ve özgürlük mücadelemizin, gündelik siyasî kaygılara kurban edilmemesini istiyoruz. Velhasıl, sağduyulu olma gereğimiz vardır. Birtakım gündelik siyasî yaklaşımları, sadece bizim değil, Türkiye'de siyaset yapan herkesin artık terk etmesi zamanı gelmiştir.

Karşı karşıya bulunduğumuz tercih skalasında, aydınlığı getirecek olan, bizi büyük hedeflerimize ulaştıracak olan şey, siyasettir. Siyasetin vazifesi, hak, hürriyet, demokrasi ve hukuk fikrini güçlendirmek, topluma yaymak ve hayata geçirmektir. Yeni bir duyarlılık oluşturarak, özgürlükleri ve demokrasiyi yaşadığımız hayatın en temel ölçüsü haline getirmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, bölücü terör mücadele süreciyle başlayıp, irtica ile mücadeleyle devam eden süreçte, sivil siyasetin geçmişte inisiyatif kaybettiği ve giderek siyasetin alanının daraldığı, maalesef herkesin malumu olan bir gerçektir. İşte Türkiye'nin en başta aşması gereken sorunlardan birisi de budur. Sorunumuz, demokrasiyi gerçek demokrasi yapma sorunudur. Bu hedefe, kırıp dökmeden, tarihî şartlanmaların nezaketini dikkate alarak, biraz önce söylediğim gibi, kimseyle kavga etmeden, her zaman makulü talep eden uzlaşmacı bir yaklaşımla ulaşmamız gerekiyor. İç ve dış şartlar, bu çerçevede bize fevkalade büyük bir imkan sunmaktadır.

Tüm partilerimize, bu fırsatın iyi değerlendirilmesi gereğini anlatmaya çalışıyoruz. Basit zıtlaşma ve çekişmelerden sıyrılalım, siyasetin kendi kendisine çelme takma alışkanlığını artık geride bırakalım istiyoruz.

Çağrımız, aslında Anavatanın temel sloganına uygun olarak halka ve hakka hizmet çağrısıdır. Türkiye'nin üzerine uzun yıllardan beri çökmüş olan ağır karanlığı hep birlikte kaldırma, Türkiye'yi aydınlık ve onurlu geleceğe hep birlikte taşıma çağrısıdır.

Unutmayalım ki, Türkiye'nin gelişmesi de, milletimizin mutluluğu da, her şeyden önce, çatısı altında görev yapmaktan gurur duyduğumuz Yüce Meclisin ve onun içinden çıkan hükümetin performansına bağlıdır. Biz Anavatan Partisi olarak, hiçbir yılgınlığa, yeise kapılmadan, tahriklere aldırmadan, provokasyonlara geçit vermeden çalışmak durumundayız. Her gün bir öncekinden daha fazla çalışmak durumundayız ve bütün bu çalışmalarımızın sonucunda, hiç şüpheniz olmasın ki, 21 inci Yüzyılın başında, 2000’li yılların başında Türkiye'ye her alanda yeniden Anavatan Partisinin damgasını vuracağız. Bunu başaracak olan da, her şeyden önce sizlersiniz. Sizlerin, önümüzdeki dönemde ortaya koyacağınız sorumluluk duygusudur. Parti olarak, bu hedefe ulaşabilmek için, belki kamuoyunda yeteri kadar bilinmeyen sessiz, ama çok yoğun bi hazırlık dönemini tamamlamak üzereyiz. Önümüzdeki dönem, bu hazırlıklarımızın artık eyleme dönüşeceği, arkadaşlarımızın geçmişte ortaya koyduğumuz fikirlerin zaman tarafından nasıl doğruluğunun ispatlandığını vatandaşa anlatabilme imkânına sahip olacağı bir dönem olacaktır.

Geriye doğru bir bakın; 55 inci hükümet döneminde ne söylemişsek, ne başlatmışsak, hepsi bugün sonucu ulaşmıştır veya ulaşmak üzeredir. Daha geriye giderseniz, 1983 yılında, Anavatanın kuruluşunda Türkiye'nin geleceği için ne demişsek, bugün Türkiye o yörüngeye girmiştir. Bugün Türkiye o yörüngeye öyle bir girmiştir ki, o gün bu fikirlerimizle taban tabana zıt olan partiler, bugün aynı Meclis çatısında, aynı hükümet çatısında, aynı hedeflere ulaşmak için bizimle dayanışma içindedirler.

Velhasıl, düşüncelerimizin doğruluğundan, hedefimizin isabetinden hiç kimsenin şüpheye düşmeye hakkı yoktur. Düşüncelerimiz doğrudur, dünyanın gidişiyle doğrudur; zamanla doğrudur; Türkiye’nin menfaatleriyle tutarlıdır; ama, yapmamız gereken şey, bunları hayata geçirmek için, geçen dönemdekinden daha fazla ter dökmektir, daha fazla gayret göstermektir. Bunu da, belki her Grup toplantısında olduğu gibi, 2000 yılının bu ilk Grup toplantısında, bir defa daha sizlere hatırlatmakta fayda gördüm.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)