GENEL BAŞKAN MESUT YILMAZ'IN
TBMM ANAP GRUP KONUŞMASI
 
1 Şubat 2000

Değerli milletvekili arkadaşlarım ve bu Grup toplantısına misafir olarak katılan sevgili partili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)

Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü partilerinden istifa ederek Anavatan Partisine katılan ve bugün ilk defa olarak Grup toplantımıza katılan Ağrı Milletvekili Celal Esin arkadaşıma, Diyarbakır Milletvekili Haşim Haşimi arkadaşıma ve onlarla birlikte partimize katılan bütün değerli arkadaşlarıma, tüm Anavatan camiası adına ailemize hoşgeldiniz diyorum. (Alkışlar)

Bundan sonra, Anavatan davasını yürütmeye, onlarla birlikte devam edeceğiz. Yani, insanımızı daha mutlu, devletimizi daha güçlü kılma mücadelesinde, inşallah bundan sonra sizlerle bir daha hiç ayrılmamacasına beraber olacağız.

Dün akşam Ağrı’dan gelen arkadaşlarımla yaptığımız toplantıda da ifade ettim, Anavatan Partisi kavgayı değil, barışı, huzuru isteyenlerin partisidir. Anavatan Partisi, boş lafı, kuru vaatleri değil, hizmeti, icraatı isteyenlerin partisidir. Anavatan Partisi, bu memlekette yaşayan herkesi, hiçbir ayrım yapmadan, sevgiyle kucaklayan, bu memleketin her yöresine, her köşesine hiçbir ayrım yapmadan hizmet vermeye çalışan bir partidir. Kısacası, Anavatan Partisi, halka hizmeti hakka hizmet bilenlerin partisidir. (Alkışlar)

Ağrı ve Diyarbakır, Türkiye'de barışa ve hizmete en fazla susamış olan illerimizden ikisidir ve bugün burada bir defa daha ifade ediyorum ki, Anavatan yöneticileri olarak, Anavatanlı bakanlar olarak, Anavatanlı milletvekilleri olarak bundan sonra hepimiz Ağrı’nın ve Diyarbakır’ın da milletvekili olarak çalışacağız. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, milletimiz, bin yıldan beri inancıyla, kültürüyle, eserleriyle, devletiyle bu toprakların üzerinde yaşamaktadır. Bu bin yıllık geçmişimizde insanımız birçok badireler atlatmıştır, birçok tehlikeler geçirmiştir. Ama Allah'a şükür ki, bu bin yıllık mücadelenin sonunda, ne inancımızı kaybetmişizdir ne de devletimizi kaybetmişizdir. Bugün inancımızla, devletimizle, dipdiri ve güçlü bir biçimde ayaktadır. Öte yanda, inancımızın da, devletimizin de, bunları ayakta tutan diğer değerlerin de sahibi herhangi bir parti filan değildir, herhangi bir grup filan değildir, herhangi bir kurum da değildir. Bunların sahibi de, teminatı da milletimizin kendisidir. (Alkışlar)

Varlığımızı, sadece belli gruplarla, belli partilerle,belli kurumlarla kaim görenler, büyük bir yanılgı içindedirler. Bu memlekette yaşayan herkes şunu çok iyi bilmelidir ki, milletimiz için hayırlı olmayan şey devletimiz için de hayırlı olamaz. Ülkenin hayrına olmayan herhangi bir şeyin, herhangi bir grubun, herhangi bir kurumun, herhangi bir partinin hayrına olması da mümkün değildir. Türkiyemiz, uzun bir zamandan beri, devletin hayrına olanla, milletin hayrına olanı bir araya getirememenin sıkıntısını yaşamaktadır. İnsanımız, artık nesiller boyu devam eden bu kısır döngüden bıkmıştır. İnsanımız, bir çıkış yolu aramaktadır. Memnuniyetle ifade ediyorum ki, milletimiz bugün bu konuda tarihî bir fırsatı yakalamıştır.

Avrupa Birliğine giden yol, Türkiye'nin yaşadığı kısır döngüden, uzun yıllardan beri yaşadığı kısır döngüden çıkış yoludur. Avrupa Birliğine üyelik için önümüze konulan yol haritası, bize bu istikameti göstermektedir; çünkü, bu haritada işaretli yolda ilerlemek için yaşadığımız kısır döngünün tüm unsurlarından kurtulmamız, çektiğimiz tüm eksiklikleri, mutlaka gidermemiz gerekmektedir. Şayet Avrupa Birliğine adaylık sürecinde izlememiz gereken bu yol haritasından saparsak veya çıkarsak, herkes bilmelidir ki, Türkiye'nin yeniden birtakım çıkmaz yollara girmesi kaçınılmazdır. Milletimizin böyle bir zaman kaybına, beklentilerinin, umutlarının bir kez daha kırılmasına tahammülü yoktur.

Değerli arkadaşlarım, daha önce de bu kürsüden birçok vesilelerle ifade ettim; bugün acilen bir şeye karar vermek zorundayız. Ya kendi içine kapalı, çağdaş dünyadan kopuk bir ülke olacağız ya da gelişmiş dünyanın demokraside, özgürlüklerde ve ekonomide ortaya koyduğu tüm ölçüleri yakalamış bir ülke haline geleceğiz. İçe kapanmanın, çağdaş dünyaya ve onun değerlerine sırt çevirmenin ülkemize neye mal olduğu, bugüne kadar yaşadıklarımızdan bellidir. Öyleyse, geçmişteki kavgaları, husumetleri, şartlanmaları ve bunlardan kaynaklanan bütün kompleksleri bir yana koymak zorundayız. Geçmişin izini sürmek yerine, geleceği kurtarmanın çabası içinde olmalıyız.

Son dönemde yakaladığımız olumlu konjonktür, kimseyi aldatmamalıdır. Bu konjonktür kendiliğinden devam etmez. Hiç kimse de, “Aman Türkiye ilerlesin, güçlensin, Türk insanları daha mutlu yaşasın, daha iyi yaşasın” diye, bizim yerimize geçip bunu sağlayacak filan değildir. Türkiye eğer ileriye gidecekse, Türkiye bugüne kadar insanlarının yaşadığı bütün sıkıntıları, sorunları aşacaksa, bunu işçisiyle, memuruyla, siyasetçisiyle, askeriyle, sanayicisiyle bütün milletimiz hep birlikte başaracağız.

Değerli arkadaşlarım, böyle bir ortamda geçmiş dönemlerin mantığıyla yürütülen kavga, gerilim, tahrik ve polemik politikaları, sadece ve sadece Türkiye'nin geriye gitmesine, önümüze koyduğumuz bu hedeflerden uzaklaşmasına neden olur. Halbuki bize lazım olan, ancak ve ancak yüzümüzü geleceğe dönmenin getireceği uzlaşma, uyum ve hoşgörü ortamında yakalayabileceğimiz ilerlemedir, gelişmedir. Bilinmelidir ki, sorumsuzluk sorumsuzluğu doğurur. Türkiye, ucuz polemiklere, basit kavgalara kurban edilemeyecek kadar önemli bir ülkedir. Kurumlar veya kişiler, şu veya bu şekilde birbirlerini yıpratırlarsa, itibar kaybederlerse, bundan zararlı çıkacak olan sadece onlar değildir, bundan bütün ülke zarar görür. Demokratik bir rejimde hiçbir kurum, bir başka kurumun alternatifi değildir, zıddı da değildir. Kendi yasal alanı içerisinde faaliyet göstermek şartıyla, bizim inancımıza göre, bu kurumların her birisi demokrasinin yapı taşlarıdır.

Geçmişi bir kenara bırakıyorum, sadece son üç dört yılda dahi Türkiye, kurumlar arası uyum noktasında önemli olaylar yaşamış ve bu olaylardan önemli ders çıkarması gereken bir ülkedir. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, mesela Anavatan Partisinin, rejimin laik karakteri konusundaki hassasiyeti, başka hiçbir partinin, başka hiçbir kurumun hassasiyetinden daha az değildir; ama, Anavatan Partisinin, en az laiklik kadar hassas olduğu bir başka konu da, Türkiye'nin dünya ile bütünleşmesidir, demokrasinin güçlenmesidir, temel hak ve özgürlüklerin çağdaş düzeye yükseltilmesidir. Biz biliyoruz ki, laiklik olmadan dünya ile bütünleşmeyi de, demokrasi ve özgürlükler konusundaki bu hedeflerimizi de gerçekleştiremeyiz; ama, biz gene biliyoruz ki, bu hedeflere ulaşmadan tek başına laiklik, milletimizi mutlu, müreffeh ve geleceğinden ümitvar kılamaz.

Kurumlar arasındaki ağır tahrikler ve ölçüsüz mukaveleler yerine, Türkiye'nin daha mutedil, daha yumuşak, daha yapıcı bir siyasî ortama ihtiyacı vardır. Bilinmelidir ki, bu tür polemikler Türkiye'ye hiçbir şey kazandırmaz, aksine kaybettirir. Türkiye'nin muasır medeniyetle kucaklaşma hedefi bakımından ne zaman kaybına ne de mevzi kaybına tahammülü yoktur. Türkiye'yi güçlü kılacak olan, Büyük Atatürk’ün bize gösterdiği muasır medeniyet hedefi doğrultusunda çalışmaktır. Anavatan Partisinin hedefi, ekonomide de, siyasette de, devlet yapısında da muasır medeniyet hedefinin gereklerini yerine getirmektir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'yi bugün artık dünyada pek az örneği kalan, demokratik kuralların en küçük sarsıntılarda yerle bir olduğu bir ülke konumuna düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Türkiye'yi, Güney Amerika’nın, Afrika’nın, muz cumhuriyetleriyle aynı konuma yerleştirecek davranışlar, aydınlık geleceğimizin üzerine düşen kara gölgeler gibidir. Birbirinin dengi olmayan, aynı zeminde ve benzer araçlarla mücadele etmeyen kurumların sürtüşmesini, her açıdan mahzurlu, ülkemizin geleceğini olumsuz yönde etkileyecek bir olay olarak görüyoruz.

Biz, günümüzde artık birilerinin mütemmim cüzü sayılan, yani birbirini bütünleyen, tamamlayan parçalar gibi görünen cumhuriyet, demokrasi, laiklik, özgürlük gibi kavramları, ülkemizde bir arada ve uyum içinde yaşatabilme kabiliyetimizin olduğuna inanıyoruz. Aslına bakarsanız, bizim toplumumuz, bu ahengi, bu uyumu kendi içinde yakalamıştır. Şimdi, sorumluluk mevkiinde bulunanlara düşen görev, bunun kurumsal üst yapısını yaratmaktır, bunun geleneklerini oturtmaktır. Eğer bunun için fedakârlık yapmak icap ediyorsa, hiç kimsenin bu fedakârlıktan kaçmaması gerekir. Eğer söz konusu olan topyekûn ülkenin ve milletin geleceği ise, bu durumda her türlü siyasal hesabın, kişisel çıkarın bir tarafa bırakılması ve bu meselenin aslında bir fedakârlık değil, üstlenilen sorumluluğun bir gereği olarak, bir görev olarak görülmesi gerekir.

Değerli arkadaşlarım, son günlerde yaşadığımız bazı can sıkıcı hadiseler, hiçbirimizin şevkini kırmamalıdır; Hükümetin de programını bozmamalıdır. Türkiye, Cumhuriyete çok az bir bölümü içe dönük, büyük bir bölümü dışa dönük olarak yürütülen şanlı bir kurtuluş savaşından sonra ulaşmıştır. Daha önce de söylediğim gibi, bugün belki demokrasi tarihimizde çok partili döneme geçişten, yani 1946’dan sonra ikinci büyük değişimi yaşıyoruz. Demokraside, hak ve özgürlüklerde, devlet yapısında yeni ve çok önemli bir atılımın içindeyiz. Her değişimin mutlaka sancıları olacaktır. Türkiye bugün bu sancıları yaşamaktadır; ama, biliniz ki, bizim yaşadığımız bu sancılar, geçmişte aynı süreci yaşayan bugünkü gelişmiş ülkelerin tarihte yaşadıkları sancıların yanında çok hafiftir.

Bu çerçevede, Türkiye'de yapmamız gereken en önemli iş, siyaseti güçlendirmek ve muktedir kılmaktır, siyasetin hareket alanını genişletmektir. Demokraside sorumlu olan siyasettir. Siyasetin inisiyatifsizleştirilmesi, ülkede yönetim sorumluluğu konusunda ciddî bir boşluk yaratır. Böyle bir ortamda Türkiye'nin gelişmesi, biraz önce söylediğim hedeflerine ulaşabilmesi mümkün değildir. Herkes bilmelidir ki, demokraside dokunulmaz olan tek şey, insanların yaşama hakkıdır, mülkiyet hakkıdır, temel hak ve özgürlükleridir. Onun dışındaki her şey, tartışmaya, eleştiriye açıktır. Daha da ötesi, demokrasi, kurumların özellikle de devletin eleştirisi üzerinde gelişir. Çünkü eleştiri, daha iyiye, daha güzele ulaşmanın yolunu açan itici bir güçtür. Eleştiriye kapalı olan unsurlar, aslında gelişmeye de kapalıdırlar. Doğu Blokunun yıkılmasının gerisindeki sebeplerden belki de en önemlisinin bu olduğunu hiç kimse unutmamalıdır.

Öte yanda, demokrasinin en önemli gereklerinden birisi, siyasetçinin sorumluluğunun bilincinde olmasıdır. Siyasetçi eğer sorumluluğunun bilincinde değilse, orada sağlıklı bir eleştiri geleneği de oluşamaz. Velhasıl değerli arkadaşlarım, iğneyi başkasına batırmaya hazırlananlar, çuvaldızı da yanlarında tutmalıdırlar. Kimsenin kendi sorumsuzluğu yüzünden Türkiye'ye, bu ülkeye zarar vermeye hakkı yoktur.

Değerli arkadaşlarım, enerji konusundaki gelişmeleri Sayın Başbakan Yardımcımız biraz önce ifade etti. Ben size son olarak, geçtiğimiz Pazar günü koalisyon ortağı partilerin sayın genel başkanlarıyla yaptığımız toplantıda ele aldığımız bir konu hakkında bilgi vermek istiyorum. Bildiğiniz gibi, Cumhurbaşkanlığı konusu, kamuoyunda ve medyada giderek artan bir yoğunlukla tartışılmaya başlanmıştır. Aslında, Cumhurbaşkanlığı konusunda benim tavrım, başlangıçtan beri nettir, ben, bu meselenin Türkiye'nin istikrarı yakaladığı, Türkiye'nin geçmiş yılların kaybını telafi etmek için çok önemli bir fırsatı yakaladığı şu dönemde bir kriz nedeni olmaması için, bir sorun yaratmaması için üstümüze düşen her şeyi yapmaya hazır olduğumuzu söyledim.

Geçtiğimiz hafta burada sizlere de ifade ettiğim gibi, Sayın Başbakanın bu konuda Anayasa değişikliğine ilişkin bazı görüşmeleri oldu, bizimle de görüştü, diğer siyasî partilerle de görüştü. Nihayet bu konuda son olarak, geçtiğimiz Pazar günü koalisyon ortağı partilerin genel başkanları olarak konuyu gündeme aldık ve ortak bir görüş üzerinde anlaştık. Buna göre, Meclise getirilecek olan bir Anayasa değişikliği önerisiyle, Cumhurbaşkanının görev süresinin bugünkü yedi yıl yerine, iki defa beş yıl olarak düzenlenmesi öngörülmüştür. Aslında, benim başlangıçta önerdiğim formül de 5+5 görev süresi öngören bir formüldü; ama, ben Sayın Cumhurbaşkanımızın bugüne kadar ki yedi yıllık hizmetine ilaveten, aynı Anayasa değişikliği içerisinde bir geçici maddeyle üç yıl daha bu göreve devam etmesinin sağlanmasını önermiştim. Ama, bizim bu önerimiz kabul görmemiştir, uzlaşma sadece 5+5 formülü üzerinde sağlanmıştır.

Şimdi, bu hususta ifade edeceğim en önemli şey şudur: Cumhurbaşkanlığı meselesi, Türkiye'nin en önemli meselesi değildir. Türkiye'nin en önemli meselesi, bugün yaşanan, bugün yakalanan huzur ve istikrar ortamının korunmasıdır. Ekonomik alanda başlatılan hamlenin başarıya ulaşmasının şartı budur. Yıllardan beri acı çekmiş olan insanlarımızın yüzünün gülmesinin şartı budur. Onun için, Cumhurbaşkanlığı meselesinin bir büyük sorun olarak toplumun önüne konulması yanlıştır. Önümüzde daha zaman vardır. Biz üç parti genel başkanı olarak bu konuda bir uzlaşmaya vardık.

Sayın Başbakan, önümüzdeki günlerde muhalefet partilerinin sayın başkanlarını ziyaret edecektir. Umuyorum ki bu uzlaşma onları da içine alan daha kapsamlı bir uzlaşmaya dönüşecektir. Önümüzde daha zaman vardır; bu zaman içerisinde bu konu daha sağlıklı bir şekilde tartışılacaktır. Belki yeni çözümler üretilecektir. Hiç kimse bu tartışmaları bir kriz gibi almamalıdır, bunları bir fikir egzersizi olarak düşünmek lazımdır, her demokratik toplumda olan tartışmalar olarak görmek lazımdır. Önemli olan, ben inanıyorum ki, belki de çok partili siyasî döneme geçtiğimizden beri en başarılı çalışma performansını ortaya koyan bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunu da herhangi bir gerginliğe neden olmadan aşacak olgunluğu gösterecektir.

Burada, bugüne kadarki her meselede olduğu gibi, en yapıcı katkıyı da Anavatan Grubunun sağlayacağına inanıyorum. Bu inançla hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (Alkışlar)