GENEL BAŞKAN MESUT YILMAZ'IN
TBMM ANAP GRUP TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
 
22 Şubat 2000

Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

Artık her Grup toplantımızda, partimize yeni katılan arkadaşlarımızı sizlere takdim etmek, Grup toplantılarımızın bir geleneği haline geldi. Bu toplantıda da, ilk defa Internet aracılığıyla partimize üye olan, partimize katılan genç bir arkadaşımızı, yine sizler adına, bütün Anavatan ailesi adına aramıza hoş geldin diyerek karşılıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin bugünkü siyasî gündemine, bana göre vaktinden evvel ve gereğinden fazla bir şekilde Cumhurbaşkanlığı tartışması oturmuştur. Cumhurbaşkanlığı meselesinin, aslında Türkiye'nin bu kadar önemli bir döneminde, kritik bir döneminde, Türkiye'nin yeniden ivme kazandığı birçok reformları gerçekleştirme döneminde olduğu, geçmişin Türkiye'ye zaman kaybettiren birtakım sorunlarının birer birer millet tarafından daha sağlıklı biçimde algılanmaya ve çözüm aşamasına yaklaştığı bir dönemde, Türkiye'ye vakit kaybettirecek şekilde gündeme gelmesi, en azından beni rahatsız etmektedir.

Burada daha önce de yaptığım konuşmalarda, bu konunun Türkiye'nin en önemli meselesi olarak gündemin başında tutulmasından rahatsızlığımı ifade ettim. Ama o gün de biliyordum ki, bugün de biliyorum ki, Türkiye'deki medyanın bu tür konulara olan merakı devam ettiği sürece bunu önlemek mümkün değildir. Her gün medya tarafından birtakım rivayetlere dayalı, dedikodulara dayalı, kişisel değerlendirmelere dayalı yorumlar yapılmaktadır. Bununla Türkiye'nin gündemi, aslında Türkiye'ye bir şey kazandırmayan, sadece vakit kaybettiren bir şekilde başka yönlere çekilmeye çalışılmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bu meseleye sağlıklı bakabilmek için, evvela hepimizin Türkiye'nin nereden geldiğini, bugün nerede olduğunu ve yarın nereye gitmek zorunda olduğunu bir defa daha değerlendirmemiz gerekir. Geçmişte, hepimizin birlikte yaşadığı yakın geçmişte, Türkiye, Anavatan iktidarı döneminde bir büyük atılımı gerçekleştirmiştir. Anavatan Partisi, dünyanın bugün geleceği noktayı, yani serbest piyasa ekonomisinin hürriyetçi demokratik düzenin,bütün dünyada alternatifsiz olacağı dönemi, bundan 17 yıl önce görmüş, o gün bu hedefin çok uzağında olan Türkiye'yi, gerçekleştirdiği reformlarla bu hedefe yöneltmiştir. Maalesef, 1991’den sonra, bu ivme kaybolmuştur, Türkiye yeniden kısır çekişmelerin içine sokulmuştur. Reformcu, değişimci çizgisini kaybetmiştir. Koalisyon hükümetleri, siyasî istikrarsızlık, bu çizginin devam ettirilmesini engellemiştir.

55 inci Hükümet döneminde Anavatan Partisinin öncülüğünde Türkiye yeniden bu çizgiye çekilmeye çalışılmıştır; ama, o günkü siyasî istikrarsızlık dönemi, bizim bu iyi niyetli çabalarımızın tam olarak sonuç vermesini engellemiştir. Şimdi bu noktada, bütün arkadaşlarımın, bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu iyi değerlendirmesi lazımdır. Bugün Türkiye'de istikrar vardır, bugün Türkiye'de bu istikrar içerisinde memleketin ihmal edilmiş meselelerine birer birer çözüm getiren uyumlu bir Hükümet vardır. Bugün Türkiye'de bu uyumlu Hükümetin arkasında sağlam bir Meclis çoğunluğu vardır. Bu fırsatın değerlendirilmesi lazımdır. Türkiye'nin hiçbir meselesi, bundan daha önemli değildir. Yani, şu Cumhurbaşkanlığı seçiminde ileri sürülen argümanların hiçbirisi, Türkiye'nin bu söylediğim özelliklerinden daha önemli değildir. Türkiye'nin bu istikrarı devam ettirmesi lazımdır. Bu istikrarın devam ettirilmesinde en fazla sorumluluk taşıyan partilerden birisi Anavatan Partisidir, en fazla sorumluluk taşıyan kişilerden birisi de benim.

Ben bu Hükümet kurulurken, bu Hükümetin sağlam bir uzlaşmaya, sadece Meclis içerisinde değil, bütün memleket sathına yayılacak sağlam bir uzlaşmaya dayalı olmasına büyük özen gösterdim. O günkü tartışmaları hatırlarsanız, bu Hükümetin nasıl oluştuğunu hatırlarsanız, benim bu söylediklerimi de herhalde kabul edeceksiniz. Neticede, Türkiye büyük bir seçmen çoğunluğunun desteğine sahip olan, Mecliste güçlü desteği olan bir Hükümete kavuşmuştur.

Bu Hükümetin, şu geçtiğimiz sekiz dokuz aylık icraatı, bundan önce sekiz dokuz yılda gerçekleştiremediğimiz çok önemli atılımların gerçekleştirildiği bir dönem olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, daha bu Hükümet kurulduğu zaman, ben, bu Hükümetin önünde onun yolunu kesecek, ülkenin istikrarını bozacak potansiyel olaylar olarak iki olayı gördüm. Bunlardan birisi, teröristbaşının yargılanması ve bunun sonunda cezasının infazı meselesi idi. Bu, Türkiye'de bir siyasî istikrarsızlık yaratacak, istikrarı bozacak, belki de Hükümeti bozabilecek potansiyelde bir gelişme idi. Şimdi, bu tehlike önemli ölçüde kalkmıştır. Daha önce de bu kürsüde ifade ettiğim gibi, yeniden Türkiye'yi, bu meseleyi vesile ittihaz ederek, bu meseleyi kullanarak Türkiye'yi istikrarsızlığa sürüklemek isteyen güçler olabilir. Ama, bu provokasyonlara geçit vermemek lazımdır; bu, hepimizin ortak sorumluluğudur.

Benim gördüğüm ikinci önemli istikrarsızlık potansiyeli, Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgiliydi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, iktidarı oluşturan partiler farklı tercihler içine girebilirlerdi. Bu da, Hükümetin dayandığı uzlaşmayı, uyumu ortadan kaldırabilirdi. Bu nedenle, daha Hükümetin kurulma aşamasında, henüz ortada bir koalisyon protokolü dahi yokken, ilk defa olarak Sayın Cumhurbaşkanına gidip, Anayasada Cumhurbaşkanının görev süresinin 7 yıldan 5 yıla indirilmesini, ama ikinci bir defa aynı kişiye Cumhurbaşkanı seçilme imkânının sağlanmasını öneren benim. O tarihte Cumhurbaşkanlığı meselesi henüz daha Türkiye'nin gündeminde yoktu. Sayın Cumhurbaşkanının, bizden ima yoluyla dahi böyle bir talebi de yoktu.

Benim bunu Cumhurbaşkanına önermemin altında yatan bir tek sebep vardır, o da bu Hükümetin Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında herhangi bir sıkıntıya girmemesiydi, ülkenin istikrarının bu sebepten dolayı bozulmamasıydı. Çünkü, geçmişte Cumhurbaşkanlığı meselesinin Türkiye'de nasıl her sefer krize neden olduğunu, bunun aşılmasının veya Cumhurbaşkanının seçilmesinin, aslında rutin bir olay olan Cumhurbaşkanlığı seçiminin nasıl olağanüstü bir olaya, bir rejim meselesine dönüştüğünü hep birlikte görmüştük. Ben bu Hükümetin önünde böyle suni bir engel çıkmaması için,daha Hükümet kurulmadan önce, bu konunun bir Hükümet mutabakatına, bir koalisyon mutabakatına bağlanmasını,dolayısıyla Koalisyon Protokolüne konulmasını önerdim ve Sayın Cumhurbaşkanından bu konuda rızasını istedim.

Burada önerdiğim şekil, daha sonra da kamuoyuna açıkladığım gibi, görev süresinin 5+5 olarak düzenlenmesi, 7 yıllık görev süresini tamamlamış olan Sayın Cumhurbaşkanına da, geçici bir maddeyle 3 senelik bir ilave süre verilmesiydi. Dolayısıyla benim önerimin altında yatan, aslında Nisan ayında Mecliste yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminin 3 sene ertelenmesiydi. Bu, bu Hükümetin önüne, 3 senelik Cumhurbaşkanlığı seçiminin söz konusu olmadığı bir dönemi kazandıracaktı. Bu dönemde, Türkiye böyle gereksiz tartışmalarla meşgul edilmeyecekti. Bu Hükümet, önünü görerek, bu istikrar ortamını değerlendirerek, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu icraatları gerçekleştirebilecekti.

Sayın Cumhurbaşkanı, bu önerim konusunda bana rızasını bildirdi; ama, bunun Koalisyon Protokolünde yer almasının veya o safhada gündeme getirilmesinin hem kendisi açısından hem Hükümet açısından sakıncalı olduğunu ifade etti; ben de bunu anlayışla karşıladım ve bunu bilahara, Hükümet kurulduktan sonra, Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşınca gündeme getirmek üzere, bu meseleyi dondurduk.

Hatırlayacağınız gibi, daha sonra Sayın Başbakan bu meseleyi gündeme getirdi. Sayın Cumhurbaşkanının süresinin uzatılmasının, Cumhurbaşkanlığı meselesinde olası bir krizi önlemek açısından yararlı olacağı görüşünde olduğunu ifade etti. Ben bunu, kendi görüşüm doğrultusunda tekrar kamuoyunun gündemine getirdim; fakat, Sayın Cumhurbaşkanı böyle bir formüle, yani 3 yıllık uzatma öngören bir formüle karşı olduğunu ifade etti. Bunu kabul etmeyeceğini ifade etti. Sonuçta, Cumhurbaşkanının süresini 7 yıldan 5 yıla indiren, aynı kişiye ikinci defa seçilme imkânı getiren, mevcut Cumhurbaşkanının da bundan yararlanmasını öngören bir Anayasa değişikliği konusunda koalisyon ortağı partilerin başkanları olarak mutabık kaldık. Bu konuda bir önerge hazırladık, bu önergeyi imzaladık. Şu anda bu önerge Sayın Başbakandadır.

Şimdi değerli arkadaşlarım, burada daha önce bazı arkadaşlarım çıktılar, bu formülde mutabık olmadıklarını söylediler. Basına da beyanat verdiler, kamuoyuna bu yönde açıklamalar yaptılar. Ben, yaklaşık 10 yıldan beri Anavatan Partisinin Genel Başkanlığını yürütüyorum. Bu süre içerisinde bir tek arkadaşım bile, 10 sene içerisinde beraber çalıştığım bir tek arkadaşım bile, çıkıp da şahsi görüşlerinden dolayı kendisine husumet beslediğimi, kötülük yaptığımı, kendisine belli bir fikri zorla empoze ettiğimi iddia edemez. Burada kısa bir süre önce af meselesini birkaç defa birlikte görüştük. Grubumuzun af konusundaki temayülü ortaya çıkınca, ben koalisyon ortaklarımıza: Anavatan Partisinin böyle bir tasarıya destek vermeyeceğini ifade ettim. 1,5 ay kadar bu mesele rafa kaldırıldı. Daha sonra tekrar geldim, burada tekrar tartıştık; Grubumuz tekrar bu meseleye karşı olduğunu ifade etti. Nihayet, Adalet Bakanlığının bu konuda ileri sürdüğü ve bizim de mutlaka dikkate almamız gereken birtakım argümanlar nedeniyle konuyu üçüncü defa size getirdim. Bu meselenin, Hükümetin istikrarıyla, Hükümetin devamıyla ilişkili bir mesele haline geldiğini ifade ettim ve arkadaşlarımın tümünün kerhen verdikleri destekle, Anavatan Partisi olarak biz af tasarısına destek verdik. Ondan sonraki gelişmeler, biliyorsunuz, kamuoyunun bu konudaki tepkisi, Cumhurbaşkanının vetosu nedeniyle af konusu gerçekleşmedi. Şu anda Hükümetin el atıp da gerçekleştiremediği tek konu olarak, Hükümet gündeminde beklemektedir. Bu mesele önümüzdeki günlerde tekrar gündeme gelebilir; Sayın Başbakan geleceğini ifade etti. Biz aramızda daha bu konuyu görüşmedik o tarihten beri; ama, eğer af meselesi tekrar ülke gündemine gelirse, burada geleceğiz, arkadaşlarımızla bu meseleyi, meselenin her iki boyutuyla da, yani halkın bu konudaki duyguları, düşünceleri, ama, devletin bu konudaki bilgileri ışığında birlikte değerlendireceğiz.

Şimdi söylemek istediğim hadise şudur: Cumhurbaşkanlığı konusunda üç parti başkanı olarak vardığımız mutabakat, ülkenin istikrarını, bu Hükümetin devamını her şeyin üstünde gören bir anlayışla varılmış bir mutabakattır. Bazı arkadaşlarımız, bununla mutabık olmayabilirler, onlara saygım var, daha önce de söyledim. Ama ben inanıyorum ki, Grubumuzun büyük bölümü, bu meseleyi, kişisel duygularla değil, Türkiye'nin gerçekleri ışığında değerlendirecektir.

Bazen parti liderlerinin ortaya koydukları düşüncelerle, milletvekillerinin gruplarının düşünceleri aynı noktada buluşmayabilir. Hatırlayacaksınız, geçen dönemde, sadece Fazilet Partisinin muhalefetiyle, geri kalan bütün partilerin mutabakatıyla bir Anayasa değişikliğini gündeme getirdik. Bu milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılmasına ilişkin bir Anayasa değişikliği idi. Bu Anayasa değişikliği, maalesef, bunu desteklediğini ifade eden, bu konuda açık destek veren partilerin milletvekillerinin yarısının dahi desteğini sağlayamadı. Yani, Fazilet Partisi buna karşı olduğunu açıkça ifade etmişti; ama, Anavatan Partisi olarak biz destekledik, Demokratik Sol Parti destekledi, Cumhuriyet Halk Partisi destekledi, Doğru Yol Partisi destekledi; ama, gizli oylama yapıldı gördük ki, 4 partinin milletvekillerinin büyük bir bölümü, liderlerinin beyanından veya parti politikalarından farklı olarak bu konuda destek vermediler ve neticede bu gerçekleşemedi.

Bu Hükümet kurulurken, 57 nci Hükümet kurulurken, Koalisyon Protokolüne bir madde koyduk, dedik ki: “Milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılması konusunda gerekli Anayasa değişikliği yapılacaktır” Bu da Hükümetin bir mutabakatı idi. Daha sonra, Liderler Toplantısında ben bu konuyu gündeme getirdim, dedim ki: “Koalisyon Protokolündeki bu hususu hayata geçirelim, bu konuyu Meclise getirelim” Ama orada yaptığımız ortak değerlendirmede gördük ki, böyle bir Anayasa değişikliği Meclise gelirse, Mecliste şu anda yeterli destek sağlanamayacaktır. O yüzden Koalisyon Protokolündeki o husus hâlâ beklemektedir. Yani, milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılması konusu, milletvekillerinin yeterli çoğunluğu tarafından, 367’si tarafından kabul edilmeyeceği düşüncesiyle şu anda gündeme getirilememektedir. Dolayısıyla burada da liderler farklı, milletvekilleri farklı düşünce içinde olabilirler. Bunu en fazla parti içi demokrasiye saygılı olan, partideki milletvekillerinin kendilerini, sadece bir parmak makinesi gibi değil, partinin ortak kararlarının birlikte alındığı, her kararda sorumluluk taşıyan kişiler olarak hissettikleri bir partide daha çok arkadaşımızın kamuoyu önünde ifade etmesi de gayet doğaldır. Çünkü biz, Anavatan Partisi olarak, şimdiye kadar parti kararı aldığımız konularda, Grup kararı aldığımız konularda Mecliste hep iyi sınav verdik. Benim Genel Başkanlık yaptığım süre içerisinde, Grup kararına uymayan bir tek arkadaşım olmuştur, bu da 8 yıllık zorunlu eğitimle ilgilidir. O arkadaşımızı disipline vermişizdir. Milletvekili olarak 10 yıl içerisinde Disiplin Kuruluna verdiğimiz tek arkadaşımız odur. O da bizim Disiplin Kurulunun karar almasına gerek kalmadan, partiden istifa etmiştir. Dolayısıyla arkadaşlarımızın bu tavırlarını bir disiplinsizlik örneği olarak görmüyorum. Bunu, partinin demokratik vasfını, parti içi demokrasiyi öne çıkaran bir unsur olarak görüyorum. Bundan dolayı rahatsız filan da değilim. Geçen sefer arkadaşlarımı uyardığım tek konu, bu mesele dile getirilirken, Cumhurbaşkanlığı makamının rencide edilmemesi içindir. Biz nasıl ki, Meclis olarak, demokrasinin kalbi olarak herkesten, toplumdan, gazete yazarlarından, köşe yazarlarından Meclise saygılı olmalarını bekliyorsak, bizim de Cumhurbaşkanlığı makamına aynı saygıyı göstermemiz gerekir. Benim hassasiyetim sadece bu yöndedir. Yoksa, benim önerdiğim hususta, arkadaşlarım, bazı arkadaşlarım haklı düşünce içinde olabilirler. Buna benim geçmişte de, bugün de hiçbir itirazım olmamıştır. Ben sadece bu vesileyle arkadaşlarımızdan, eğer meseleye kişisel bakıyorlarsa, geçmişteki birtakım olayların etkisiyle bakıyorlarsa, bunu terk etmelerini, meseleye daha yukarıdan bakmalarını istiyorum. Meselenin kişisel bir mesele olmadığını, Türkiye'nin meselesi olduğunu, Türkiye'nin şu anda içinde bulunduğu istikrar ortamını korumanın da bizim sorumluluğumuzda olduğunun hatırlatıyorum.

Şimdi değerli arkadaşlarım, biz koalisyon ortağı partilerin liderleri olarak üçümüz bir önergeye imza koyduk. Bu önerge, Başbakanlıkta bekliyor, biraz önce söyledim. Muhalefet partileri bir başka önerge verdiler. Bu önerge, Anayasanın aynı maddesine ilişkindir. Yani, Cumhurbaşkanlığının seçimine ilişkindir. Muhalefet partilerinin genel başkanlarının ve milletvekillerinin imzalayarak Meclis Başkanlığına verdikleri önerge, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngörmektedir. Aynı maddeyle ilgili bizim verdiğimiz önerge ise, Meclis tarafından seçilecek Cumhurbaşkanının süresini yeniden düzenleyen ve ikinci defa seçilme imkânını sağlayan bir önergedir.

Şimdi, gazetelerde yazılıp çiziliyor, televizyonlarda söyleniyor. Muhalefet partileri de bu meseleyi sözcüleri aracılığıyla gündeme getiriyorlar. Benim bu konudaki samimiyetim tartışmaya açılıyor. Ben hayatımda inanmadığım hiçbir şeyi söylemedim. Söylediğim her şeyin de arkasında durdum. Ben bu meselede böyle düşünüyorum, bazı arkadaşlarım benden farklı düşünebilirler, onu da biliyorum. Ama değerli arkadaşlarım, bizim samimiyetimizi tartışmaya açanların, evvela kendi samimiyetlerini göstermeleri gerekir. (Alkışlar)

Şimdi, her iki muhalefet partisinin yaptığı şeye bir bakalım: Bir önergeye imza veriyorlar, diyorlar ki: “Bu önerge Mecliste kabul edilmez” Ee, kabul edilmeyeceğini bile bile niye gündeme getiriyorsunuz?! Diyorlar ki: “Biz aslında Hükümetin bu konudaki önerisine destek veriyoruz” Ee, destek veriyorsanız niye imza vermiyorsunuz?! Bizim bir hafta önce imzaladığımız önerge, yani Sayın Ecevit’le Sayın Bahçeli’yle bir hafta önce imzaladığımız önerge, bir haftadan beri Doğru Yol Partisi ve Fazilet Partisi genel başkanlarının imzasını beklemektedir.

Şimdi, muhalefet partileri eğer bu meselede samimi iseler yapacakları şey çok basittir. Yarını beklemeden, bugün, zaten Meclisten çıkmayacağını bildikleri, bunu da kamuoyuna ifade ettikleri o Anayasa değişikliği önergesini komisyondan geri çekerler. Gelirler bizim önergemize destek verirler, ondan sonra bu mesele Meclisin takdirine sunulur. Eğer olursa, zaten Türkiye Cumhurbaşkanlığı meselesini aşmış demektir. Bana göre, ondan sonraki seçim bir formalitedir. Çünkü, Sayın Cumhurbaşkanının süresinin uzatılmasıyla bu Anayasa değişikliği birbiriyle özdeşleşmiştir. Anayasa değişikliği gerçekleşirse, arkasından seçim de, muhtemelen aynı yönde tecelli edecektir veyahut da buna oy veren milletvekilleri, aynı zamanda o çözümü de benimsemiş olarak destek vermiş olacaklardır.

Ha, eğer bütün liderlerin mutabakatına rağmen, bu Anayasa değişikliği Mecliste yeterli çoğunluğu sağlayamazsa, o zaman yine istikrarı sağlayacak bir çözümü bulmak, yine bizim görevimizdir. Benim söylediğim, bugüne kadar bölük pörçük basına yansıyan, içindeki bazı unsurların öbürlerinden ayrılıp, ayrı anlamlara gelecek şekilde büyütüldüğü, bütün açıklamaların özeti budur.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda bu hafta içerisinde bazı partiler arası temaslar yapılacaktır. Muhtemelen yine hafta sonuna kadar veya hafta sonunda, koalisyon ortağı partilerin başkanları olarak bir araya geleceğiz, bu meseledeki son durumu değerlendireceğiz. Ben, bütün bu gelişmeleri, önümüzdeki hafta yapılacak olan Grup toplantısında sizlere aktaracağım. Ondan sonra da bir daha Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar sizinle bu konuda hiç konuşmayacağım. (Alkışlar)

Ama tekrar vurgulamak istediğim husus şudur: Bu mesele, kişisel bir mesele değildir, Ali’nin Veli’nin meselesi değildir. Şahsi husumet ve şahsi duygularla götürülecek bir mesele değildir. Bu mesele, aslında önemli bir mesele de değildir. Seçilecek makam önemlidir ama, bu tartışma, bu mesele, Türkiye'nin gündeminde bugün yaşanan diğer olaylarla karşılaştırıldığında böyle öne çıkarılacak, onları gölgeleyecek bir mesele değildir.

Bakın değerli arkadaşlarım, Türkiye'de çok önemli şeyler yaşanıyor. Belki olayların sıcaklığı içerisinde bunların tam olarak farkında değiliz. Türkiye'de bizim hep savunduğumuz, özgürlüklerin genişletilmesi, temel hak ve özgürlüklerin alanının genişletilmesi, bireyin öne çıkarılması, devleti bireylere karşı, devleti kendi vatandaşlarına karşı koruyan değil, insanı devlete karşı, vatandaşı devlete karşı koruyan düzenlemelerin, devletin bütün kurumlarında, bütün yasalarında, Anayasasında ön plana çıkması meselesini kolaylaştıracak, destekleyecek olan çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Daha önce söylemiştim, bunlardan çok önemli birisi, bölücü terör belasının geniş ölçüde ortadan kalkmış olmasıdır.

Bizim savunduğumuz o özgürlükçü demokrasinin alanının genişletilmesinin en önemli ayak bağlarından biri ortadan kalkmıştır. Ama bir ikinci olay daha yaşanıyor: Hizbullah olayı yaşanıyor. Bu da, aslında birçoğumuzun farkında olmadığımız, Yüce Dinimizi istismar ederek, aynı PKK gibi terör eylemlerine tevessül edenlerin ne kadar büyük bir tehlike olduğunu, ne boyutlara varmış olduğunu hergün biraz daha net biçimde milletimize gösteriyor.

Şimdi, bu iki gelişmeyi bir arada düşünürseniz, son seçimlerde de, ondan önceki seçimlerde de vatandaşımızın merkezdeki partilere değil de, daha çok radikal partilere yönelmesine yol açan faktörlerin de birer birer ortadan kalktığını görürsünüz. Bu tehditler ortadan kalktıkça, hiç şüpheniz olmasın ki iki şey öne çıkacaktır, vatandaşımızın iki talebi öne çıkacaktır: Birisi, daha iyi yaşama talebidir, refah talebidir, hizmet talebidir. Buna cevap verecek olan tek parti biziz, Anavatan Partisidir. (Alkışlar)

İkinci talebi, daha güvenli yaşamaktır, daha hür yaşamaktır, daha özgür yaşamaktır. Buna cevap verecek olan yine biziz. O zaman değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin önü açılmaktadır. Türkiye'nin önünün açılması, Anavatan Partisinin de önünü açmaktadır. Eğer bugün Türkiye'nin bundan 10 sene önce olduğu gibi, hergün 10 vilayetinde 50, 100 insanımız öldürülseydi, faile meçhul cinayetlere kurban gitseydi, benim burada size her hafta söylediğim o sivil açılımların, demokratik açılımların, bireyi devletin önüne çıkaran açılımların hiçbir kıymeti harbiyesi olmazdı, hiç kimse bunları duymazdı. Bugün bunlar eğer duyulabiliyorsa, anlaşılabiliyorsa, ortam değiştiği içindir. Vatandaşın bunları görecek mecali olduğu içindir, terör belası engellendiği içindir, Hizbullah’ın gerçek yüzü ortaya çıkarıldığı içindir. Türkiye'de PKK terörünün de, sözde irtica tehdidinin de en yoğun olduğu günlerde dahi, çizgimizin doğruluğundan, Anavatan Partisinin Türkiye'ye önerdiği projenin gerçekliğinden en ufak bir şüphem olmadı.

Bakın, İran’da 10 yılı aşkın bir dönemden sonra, insanlar, geçen hafta sonu yapılan seçimlerde, yeniden dünya ile bütünleşme yönünde oy kullandılar. O Molla rejiminin bütün baskılarına, bütün yönlendirmelerine, her şeyi kontrol altında tutan gücüne rağmen, insanlar değişimden yana, reformdan yana, dünya ile bütünleşmekten yana oy kullandılar. Hem de ezici bir çoğunlukla. Demek ki, öyle 10 yıllık, 20 yıllık sürelerde, hatta Sovyetler örneğinde olduğu gibi, 50 yıllık bir sürede dahi, bütün güçle, bütün baskıyla dahi, insanların doğal eğilimlerini değiştirebilmek mümkün değil.

Bize düşen görev, önümüze çıkan güçlüklere rağmen, vatandaşlarımızı doğal eğilimleri doğrultusunda refaha ulaştırmaktır, daha fazla özgürlüğe ulaştırmaktır, bunun için çalışmaktır. Anavatan Partisi olarak, tekrar söylüyorum, Türkiye'de yaşanan gelişmeler de, dünyada yaşanan gelişmeler de haklılığımızı biraz daha ortaya koymaktadır, önümüzü biraz daha açmaktadır. Bize düşen bir tek görev var, önümüzü kendi elimizle kapatmayalım. Kısır tartışmaların içine girip, asıl hedefimizi gözden kaçırmayalım.

Bakın, geçen hafta bir eğitim semineri yaptık. Biz aslında 1994 yılında Abant’ta, 1995 yılında Pamukkale’de iki benzer faaliyeti gerçekleştirmiştik. Bununla yapmak istediğimiz, değişen dünya şartları karşısında, dünyanın değişen konjonktürü karşısında Anavatan Partisi olarak kendi politikalarımızda hangi yeniden düzenlemeleri yapmaya ihtiyaç vardır? Tabiî ki ana fikirlerimizden sapmadan, bunlardan hiç taviz vermeden; ama günlük politikalarda kendimize nasıl bir yön çizmemiz lazım; bu maksatla 1994 ve 1995’te iki önemli toplantı yapmıştık. O toplantılardan sonra partimizin bu konudaki politikalarını yansıtan belgeleri yayınlamıştık. Şimdi, seçimden beri, evvela bu çalışmaya altyapı oluşturacak kapsamlı bir araştırma faaliyetini yürütüyoruz. Bütün Türkiye'yi temsilen 4 tur yaptık, 4 geniş kamuoyu araştırması yaptık. Vatandaşımız acaba bu konulara nasıl bakıyor? Vatandaşımızın gözlemleri nedir? Onları tespit ettik. Bize nasıl bakıldığını gördük. Şimdi, o araştırmaların ışığında bir sürekli eğitim çalışması başlattık. Yani, Abant’ta, Pamukkale’de yaptığımız şeyi, bundan sonra artık sürekli hale getiriyoruz. Mustafa Beyin biraz önce söylediği, şu anda Türkiye geneline yaymak üzere olduğumuz bilgisayar ağımız, bu konuda bize çok önemli bir kolaylık sağlamaktadır. Geçen hafta bütün Türkiye'deki illerden 100 küsur temsilci arkadaşımızı Ankara'ya davet ettik, onlarla burada Bilkent Otelinde iki günlük bir seminer yaptık. Hem Anavatan Partisinin 1983’teki programında belirlenen ve bugün hâlâ aynı ölçüde geçerliliğini taşıyan temel ilkelerini, temel görüşlerini hem de zaman içerisindeki gelişmelere uygun olarak politikalarında yaptığı yeni düzenlemeleri arkadaşlarımıza aktardık, onlarla bu konuları tartıştık, onların bu konudaki görüşlerini de alarak şimdi bu programı geliştireceğiz ve sürekli hale getireceğiz. Zannediyorum Bayramdan sonraki hafta il başkanlarımızı buraya davet edeceğiz, onlarla da üç günlük böyle bir faaliyet yapacağız. Daha sonra bütün bölgelerde, Türkiye'de bölge toplantıları şeklinde bütün ülke sathında bu faaliyetimizi devam ettireceğiz. Bu, bundan sonra hiç kesilmeyecek sürekli bir faaliyet olacak. Yani, burada hangi konuları görüşüyorsak, hangi konularda karar alıyorsak, onları teşkilatlarımıza gerekçeleriyle birlikte aktarmayı hedefliyoruz. Teşkilatlarımızdan da bu konuda kendi politikalarımızla ilgili tepkilerini almayı amaçlıyoruz. Böyle bir interaktif, karşılıklı süreç içerisinde, Anavatan Partisinin önümüzdeki dönemde sorumluluğunu yerine getirmesi için gerekli çabayı göstereceğiz.

Değerli arkadaşlarım, bu haftadan itibaren Meclis çalışmalarında da oldukça yoğun bir döneme gireceğiz. Bu yasaların bir kısmı şu anda komisyonlarda veya Hükümette nihai aşamadadır. Bunların içerisinde, biraz önce söylediğim Anayasa değişikliğine ilaveten, İçtüzük değişikliği var. Zannediyorum Anayasa Komisyonu sonuçlandırmak üzeredir. Meclis çalışmalarının daha da verimli olabilmesi için çok önem taşıyan bir düzenlemedir. Yine bizim parti olarak çok önem verdiğimiz mahallî idareler yasası var. Maliye Bakanlığımızla İçişleri Bakanlığımız, iki haftadan beri bu konuda bir ortak çalışma yapıyorlar. Bizim 1998 yılında Meclise getirdiğimiz yasa tasarısını esas alan, ama özellikle belediyelerin gelirleri yönünden onu daha da ileriye götüren bir düzenlemeyi, zannediyorum bir hafta içerisinde Hükümet Meclise sevk edecektir. Ondan sonra Mecliste bunu daha da geliştirmeyi amaçlıyoruz.

Belediye başkanı arkadaşlarımızın sıkıntıları, şikayetleri son zamanlarda dayanılmaz boyutlara varmıştır. Özellikle deprem afetinden sonra, depreme uğrayan belediyeler, ağırlıklı olarak çıkarılan Afet Kararnamesi,diğer belediyelerin normal gelirlerinin önemli ölçüde düşmesine yol açmıştır. Birçok belediyemiz, şu anda geçen sene bu zamanda aldığından daha az ödenekle yönetilmek durumundadır. Maliye Bakanlığımızın bu konuda yardımcı olabilme imkânları sınırlıdır. IMF’ye yaptığımız taahhütler, bütçe dengeleri bu konuda belediyelerimize yeterli desteği vermemizi engellemektedir. Ama bu mahallî idareler yasası çıktığı zaman belediyelere birtakım ek gelir imkânları verilecektir; hem bütçeden aldıkları paylar artırılacaktır, belki önümüzdeki yılbaşından itibaren yürürlüğe girmek üzere artırılacaktır hem de aynı zamanda belediyelere yeni ek kaynaklar yaratılacaktır. Dolayısıyla bizim çok önem verdiğimiz, bizden başka da kimsenin yeteri kadar öneminin farkında olmadığı bir düzenleme söz konusudur. Mahallî idareler yasası, önümüzdeki dönemde bu Meclisin en önemli tasarruflarından birisi olacaktır. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi olarak, Parti Grubu olarak, gerek geçmiş birikimlerimizle gerek uzmanlık tecrübenizle biz Meclisin bir anlamda çekici gücü konumundayız. Onun için, önümüzdeki dönemde ve tekrar söylüyorum: Bu Hükümetin başarısının en büyük dayanağı Meclistir, Meclisteki gücüdür. Meclisin bugüne kadar gerçekleştirmiş olduğu çalışmalardır. Önümüzdeki dönemde de, bütün arkadaşlarımın, gerek komisyonlarda gerekse Genel Kurulda bu katkılarını mutlaka sağlamalarını bekliyorum. Bu anlayış içerisinde arkadaşlarıma saygılar sunuyorum. (Alkışlar)