GENEL BAŞKAN MESUT YILMAZ'IN
TBMM ANAP GRUP TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
 
29 Şubat 2000

Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Geçen haftaki Grup toplantısında, bu hafta için sizlere Anayasa değişikliği konusunda yapacağımız liderler toplantısı hakkında bilgi vereceğimi, yine bu Anayasa değişiklikleriyle ilgili olarak, Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili Anayasa değişikliği konusunda son defa Grupta düşüncelerimi ifade edeceğimi söylemiştim. Bugün, bu hususlarda size görüşlerimi aktaracağım; ancak, geçen bir hafta içerisindeki bazı gelişmelere de değinmeden geçemiyorum.

Değerli arkadaşlarım, son haftalar içerisindeki Anavatan Partisinde meydana gelen bazı iç gelişmeler, bazıları tarafından Anavatan Partisi Genel Başkanı açısından bir liderlik zaafı gibi takdim edilmeye çalışılmıştır. Aslında, bana göre, benim için bir zaaf gibi gösterilen bu husus, Anavatan Partisinin bu Meclisteki tek demokratik parti olduğunun tescilidir. (Şiddetli Alkışlar) Ve huzurunuzda açıkça ifade ediyorum ki, Anavatan Partisinin Genel Başkanı olarak, ben bundan gurur duyuyorum.

Anavatan Partisi, her konuda, netice itibariyle uyum sağlamasını bilen bir partidir; ama, herkesin şuna dikkat etmesi lazım: Acaba, uyum, konuşmadan mı sağlanıyor, sessizlik içerisinde mi sağlanıyor; yoksa, konuşarak, tartışarak mı sağlanıyor? (Alkışlar)

Demokrasinin bugün dünyada en geçerli yönetim biçimi olduğunda herkes mutabıktır. Zaten, dünyadaki gelişmeler de bunun ispatıdır; ama, en geçerli yönetim biçimi olduğunu söylediğimiz demokrasinin siyasî parti bünyesinden dışlanmasını anlamak da, anlatmak da, savunmak da mümkün değildir. (Alkışlar)

Anavatan Partisi, bazıları anlamakta zorluk çekse de, bazıları eleştirmeye devam etse de, bu anlayışla yoluna devam edecektir; çünkü, bizim Parti anlayışımız, bizim parti uygulamamız, çağdaş düşünceye, çağdaş demokrasiye en uygun olan anlayıştır.

Benim, burada, her meselede, ister gizli oya tabi olsun, ister açık oya tabi olsun, Türkiye’yi ilgilendiren her meselede hiç istisnasız uyguladığım yöntem şudur: Ben, arkadaşlarıma hiçbir şekilde baskı yapmam, hiçbir şekilde arkadaşlarıma belli bir düşünceyi empoze etmek için çalışmam. Ben, onlara, muhtemelen bazıları kendilerinde olmayan, bende olan bilgileri aktarırım. Ne biliyorsam söylerim, düşüncelerimi söylerim. Arkadaşlarım, en aykırı düşüncelerini bile bu kürsüden dile getirirler. Bu kürsü onun için yapılmıştır. Bu kürsü, sadece Genel Başkanın çıkıp haftada bir defa burada size vaaz vermesi için yapılmadı. Aykırı görüşlerin dile getirilmesi, tartışılması için yapıldı. Anavatan Partisi, bunu en geniş şekilde kullanan partidir.

Ha, sonuç itibariyle bazı konularda, bütün bu tartışmaların sonunda, herkesi içine alan bir uzlaşma mümkün olmayabilir. Aksi, zaten istisnadır. Ha, eğer, o konuda mevzuat imkân veriyorsa, çoğunluğun temayülünü belirlemek için grup kararı alırız. O noktadan itibaren parti disiplini işler. Arkadaşlarım, o grup kararına uymak mecburiyetindedirler. Uymayanlar hakkında disiplin hükümleri uygulanır. Ama, Grup kararı alınıncaya kadar, tekrar söylüyorum, burada her görüş tartışılır, en aykırı görüşler dile getirilir. Sonunda, parti disiplini, tıpkı demokrasilerde genel kural gibi, azınlıkta kalan düşünceye sahip olanların, çoğunluğun düşüncesine sahip olmalarını gerekli kılar. Grup kararı onun için alınır, parti disiplini onun için işletilir.

Ha, şimdi, açık oylamaya tabi olmayan, grup kararı alınamayan bir konuda, eğer parti içinde bir uzlaşma sağlanması gerekiyorsa, burada da parti içerisindeki farklı görüşlerin dile getirilmesini engellemek geçerli yol değildir. Arkadaşlarım, baştan itibaren bu konuda çok farklı görüşler dile getirmişlerdir. Bunlardan hiçbir zaman endişe duymadım, bunu Parti açısından bir zaaf olarak da görmedim. Çünkü, geçmiş örneklerinden biliyorum ki, Anavatan Partisi tartışa tartışa sonunda ülke için en geçerli uzlaşmayı sağlayabilecek yetenekte, nitelikte bir Partidir.

Şimdi değerli arkadaşlarım, geçen hafta burada size görüşlerimi söyledim. Grup toplantımızdan iki gün sonra, Perşembe günü liderler toplantısı için koalisyon ortağı partilerin genel başkanlarıyla bir araya geldik. Anladığım kadarıyla, benim daha önce kamuoyuna ifade ettiğim bazı endişeleri, Sayın Başbakan da geçerli görmüş olacak ki, çok önem verdiği bu Anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi için bize iki yeni öneri getirdi. Sayın Başbakanın önerdiği bu iki Anayasa değişikliğinden bir tanesi, Anayasanın 69 uncu maddesini değiştirmeyi öngören bir düzenlemedir. Diğeri ise, Anayasanın 86 ncı maddesini değiştirmeyi öngören bir öneridir. 69 uncu maddeyle ilgili önerilen husus şudur: Biliyorsunuz, biz, geçen sene, Siyasî Partiler Yasasında değişiklik yaptık. Siyasî Partiler Yasasında yaptığımız değişiklik, mahkeme kararıyla kapatılacak olan siyasî partilerin, kapatılabilmesi için, yasada belirtilen fiillere odak olmasını yeniden düzenleyen bir değişikliktir. Yani, kapatılacak siyasî partinin belli fiillerin odağı olup olmadığını, sadece Anayasa Mahkemesinin takdirine bırakmayan, bu konuda yetkili bir mahkemenin karar vermesini zorunlu kılan bir değişikliktir. Biz, bunu, Siyasî Partiler Kanununda kabul ettik ve bu kanun şu anda yürürlükte. Ama, bu kanunun, Siyasî Partiler Kanununda yapılan bu değişikliğin Anayasadaki muadili yapılmamıştır. Anayasanın 69 uncu maddesi,sanki Siyasî Partiler Kanunu değişmemiş gibi, bu konuyu eski şekliyle, yani doğrudan doğruya Anayasa Mahkemesine yetki tanıyan bir şekilde düzenlemiştir. Bu açıdan getirilen öneri yerindedir. Bu önerinin benimsenmesi gerekir. Bu tutarlılığımızın gereğidir. Geçen sene, o Siyasî partiler Kanunu değişikliğine oy vermişsek, ona destek vermişsek, şimdi Anayasada da, ona uygun düzenlemeyi yapmamız lazımdır.

Burada, altını çizmek istediğim konu şudur: Getirilen değişiklikle, siyasî partilerin kapatılması önlenmemektedir. Yine kanundaki fiilleri işleyen, bu fiillere odak haline gelmiş olan siyasî partiler, Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılabilecektir. Ancak, bu kapatmada, araya bir merci sokulmaktadır, bir yetkili mahkeme girmektedir. Bu yetkili mahkeme, o şahısların işledikleri fiillerin partiye mal edilip edilemeyeceğini, yani partinin, hakikaten bu fiiller için bir odak haline gelip gelmediğini belirleyecektir. Yetkili mahkemenin bu kararı üzerine, Anayasa Mahkemesi, eğer bunu benimsiyorsa, mahkeme kararını uygun görüyorsa kapatma yoluna gidebilecektir. Kısacası, biz, kapatmayı önlemiyoruz, sadece kapatmayı zorlaştırıyoruz. Kapatmanın, parti kapatmanın, artık çağdaş demokrasilerde tartışılan, sorgulanan önemli bir olay olduğunu bilerek, bunun ancak kesinlik kazanmış, bu süreç içerisinde, bu yargı süreci içerisinde sabit olmuş fiiller ve partiler için söz uygulanması esasını getiriyoruz. Dolayısıyla, bu önerinin karşı çıkılacak bir yönünün olmadığını değerlendiriyorum.

İkinci değişiklik, Sayın Başbakanın bize önerdiği ikinci Anayasa değişikliği, Anayasanın 86 ncı maddesinde yapılması öngörülen bir değişikliktir. Biliyorsunuz, bir süre önce Mecliste kabul edilen, kamuoyunda çok tartışılan, medyada her gün yalan yanlış eleştirilen, milletvekillerinin emeklilik haklarını düzenleyen bir yasa söz konusudur, 4505 sayılı yasa. Bu yasayla getirilen, aslında, Sayın Meclis Başkanımızın da, Sayın Cumhurbaşkanımızın da, komisyon başkanımızın da, çeşitli sözcülerin de ifade ettikleri gibi, milletvekillerine daha önce var olmayan herhangi bir avantaj değildir, herhangi bir ilave hak değildir. Burada yapılan, sadece, milletvekilleri de dahil olmak üzere, belli kamu görevlilerine, emekliliklerinde bir temsil tazminatı adı altında, diğer emeklilere oranla, bir ayrıcalık söz konusudur; ama, tekrar söylüyorum, bu milletvekillerine özgü değildir, milletvekilleriyle sınırlı değildir. Belli derecedeki bütün kamu görevlileri için söz konusudur, birinci derecedeki bütün kamu görevlileri için söz konusudur, birinci derecedeki bütün hakimler için söz konusudur, belli bir derecenin üstündeki, özellikle seçimle gelmiş olan, yani sadece atamayla değil aynı zamanda seçimle gelmiş olan yüksek mahkeme üyeleri için söz konusudur vesaire. Dolayısıyla, bu düzenleme, yani milletvekillerinin emeklilik hakları konusunda yapılan bu düzenleme, biliyorsunuz geçmişte 8 veya 9 defa Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin bütün bu iptal kararlarındaki gerekçesi, bunun Anayasal mesnedinin olmamasıdır; yani, Anayasada bu konuda bir düzenleme yapma yetkisinin Meclise verilmemiş olmasıdır. Anayasanın 86 ncı maddesi, milletvekillerinin ödenek ve yolluklarının kanunla düzenleneceğini öngörmüştür; ama, bunun tavanını da koymuştur. Bu, en yüksek devlet memurunun aldığı maaşı geçemez diye, aldığı miktarı geçemez diye, yolluk miktarı da onun yarısını geçemez diye Anayasada hüküm vardır, şu anda 86 ncı maddede. Şimdi getirilen husus, Anayasa Mahkemesinin 8 defa iptal kararının gerekçesi olan emeklilik haklarının da kanunla düzenleneceğini Anayasaya koymaktan ibarettir, yapılan sadece budur.

Şimdi, 86 ncı madde değişikliği, Sayın Başbakanın önerdiği bu değişiklik Mecliste kabul görürse, o zaman milletvekillerinin şu anda yazılı olduğu gibi ödenek ve yolluklarına ilaveten emeklilik haklarının da kanunla düzenleneceği ilave edilecektir. Ayrıca, milletvekillerinin emekliliklerinin Emekli Sandığıyla ilişkilendirileceği ilave edilecektir. Bunun dışında da, herhangi bir husus söz konusu değildir. Yapılan bu değişiklik de, biraz önce söylediğim gibi, bundan bir ay önce –bir ay önce mi, iki ay önce mi- Mecliste kabul edilen 4505 sayılı Yasaya göre Anayasada yapılması zorunlu olan bir değişikliktir. Bir nevi bir uyum yasasıdır.

Şimdi değerli arkadaşlarım, Cuma günü, Başkanlık Divanımızda, dün, Pazartesi günü hem Başkanlık Divanımızda, hem de Grup yönetim Kurulumuzda, bu üç Anayasa değişikliğini, arkadaşlarımla birlikte değerlendirdik. Benim ve arkadaşlarımın ortak görüşü, her iki Anayasa değişikliğinde de, karşı çıkmamızı gerektirecek herhangi bir sakıncanın olmadığıdır. Gerek Cumhurbaşkanının görev süresini yedi seneden beş seneye indiren ve ikinci defa seçilme imkânı getiren, gerekse Anayasanın 69 uncu maddesinde değişiklik yaparak siyasî parti kapatılmasını, Siyasî Partiler Kanununda daha önce kabul edilen düzenlemeye uyduran ve gerekse 86 ncı madde değişikliğiyle, yine daha önce çıkan bir kanunla Anayasadaki bir eksiği gideren bu değişikliklere karşı çıkmamız için herhangi bir sebep yoktur, bilakis bunları desteklemek, daha önce bu konudaki düzenlemelere destek vermiş bir parti olarak tutarlılık gereğidir.

Burada, arkadaşlarımın bir hassasiyetini koalisyon ortaklarımıza ilettim. O da şudur: Bunlar gündeme geldiği günden beri, geçen hafta ortasından beri, bazı köşe yazarları, bazı medya organları sanki Anayasa değişikliğinin bir pazarlık sonucu, bir rüşvet karşılığı Meclise getirileceği şeklinde bir imaj yaratmaya çalışmaktadırlar. Bu, hem devletin en yüksek makamına, şu anda seçim söz konusu olan Cumhurbaşkanlığı makamına, hem hepimizin çok duyarlılık göstermemiz gereken Meclisin itibarına gölge düşürebilecek olan bir gelişmedir. Onun için, bu üç Anayasa değişikliğinin birlikte değil de, ayrı ayrı Meclise getirilmesi konusunu ortaklarımıza iletmeyi kararlaştırdık. Ben inanıyorum ki, bu şekilde gelmesi, daha da isabetli olacaktır. Bu şekilde, bu konuda yaratılan spekülasyonlara da engel olma imkânı doğacaktır. Eğer bunlar birlikte gelirse, hele hele tek bir oylamaya tabi olursa, korkarım ki bu spekülasyonlar, bu eleştirile sadece bu dönemde değil, önümüzdeki dönemde de devam edecektir. Bu Mecliste görev yapan milletvekillerini, o milletvekillerinin oyuyla seçilmiş Cumhurbaşkanını da rahatsız edecektir. Dolayısıyla, bu konudaki duyarlılığımızı koalisyon ortaklarımıza ilettim. Ama, yine de, eğer bu değişiklikler birlikte, tek bir paket halinde de gelse, bu konuda bizim eğilimimizin bunları desteklemek şeklinde olacağını ve bu konuda milletvekili arkadaşlarıma da tavsiyede bulunacağımı ifade ettim. Şimdi size bunu ifade ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, daha önce de bu kürsüde söyledim, tabiî ki, Cumhurbaşkanlığı seçimi önemli bir seçimdir. Tabiî ki, bu konuda arkadaşlarım farklı görüşlere sahip olabilirler, farklı tercihler içinde olabilirler; ama, tekrar söylüyorum ki, bütün bunların hepsinden daha önemli olan husus, Türkiye’nin şu anda yakalamış olduğu istikrar ortamının korunmasıdır. Türkiye’nin ekonomik zorluklarını aşabilmesinin de, bu başlattığı ekonomi programını başarıya ulaştırabilmesinin de, Avrupa Birliğiyle uyum sürecini, Avrupa Birliğiyle üyelik sürecini başarıyla sürdürebilmesinin de hepsinin ön koşulu ülkedeki siyasî istikrarın korunmasıdır. Ha, burada bazı arkadaşlarım diyebilirler ki, kişi bazında, Anayasa değişikliği yapılması demokrasiler için olağan bir durum değildir. Bu görüşlerinde haklıdırlar; ama, kabul edin ki, maalesef Türkiye’de istikrar da olağan dışı bir durumdur. İstikrar, bizim yıllarca peşinde koştuğumuz, geçen dönem tam yakaladık derken, bir partinin sabotajına uğrayan, bu nedenle birbuçuk sene kaybettiğimiz, ama bugün milletin büyük çoğunluğunun seçimde desteğinin almış partilerin bir araya gelmesiyle, üstelik farklı görüşlere sahip partilerin bir araya gelmesiyle, belki siyasî tarihimizde ilk defa olarak, çok sağlam bir fikri temele dayalı, bir uzlaşmaya dayalı bir istikrar ortamını yakaladık. On aydan beri, bu Meclis, kendinden önceki bütün Meclislere oranla çok daha verimli bir çalışma temposunu gerçekleştirdi. Hükümet, Avrupa Birliğiyle ilişkilerde, IMF ile ilişkilerde çok önemli adımları gerçekleştirdi ve bütün bunları, cumhuriyet tarihimizin ard arda gelen en büyük doğal afetlerine rağmen başardı.

Onun için, tekrar altını çizerek söylüyorum, şekli unsurlara takılıp işin özünü gözden kaçırmayalım. Önemli olan ülkenin istikrarının korunmasıdır. İstikrarın korunması, hükümet içerisindeki uyumun, uzlaşmanın sürdürülmesine bağlıdır. Anavatan Partisi, Türkiye açısından bir şans olan, Türkiye açısından çok zor sağlanan, sağlanmasında kendisinin de önemli ölçüde katkıda bulunduğu bu hükümet uyumunun, hükümet uzlaşmasının bozulmasına neden olan parti olmayacaktır, olmamalıdır. Anavatan Partisi, bu uyumun, bu uzlaşmanın, bu istikrarın devamını sağlayan, buna katkıda bulunan, bunu kendi sorumluluğu olarak gören parti olmak durumundadır.

Getirilen Anayasa değişikliğinde, Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili konuda, diğer konuda, şu veya bu nedenle bunu içine sindiremeyen arkadaşlarım olabilir, bunun için haklı nedeni olan arkadaşlarım da olabilir; ama, unutmayın ki, burası, kişisel duygularla, kişisel düşüncelerle görev yapılacak bir yer değildir. Burası, bütün bunları aşıp, ülkenin geleceği için, ülkenin iyiliği için gerektiğinde özveride bulunulması gereken bir yerdir.

İlk defa bu konuyu size getirdiğim zaman söylediğim şeyi, son defa bu konuyu size getirdiğim zaman tekrarlamak istiyorum, burada önemli olan, şu veya bu şahsın Cumhurbaşkanı olması değildir, burada önemli olan Türkiye’nin bugün yakaladığı istikrar ortamının devam ettirilmesidir, önemli olan hükümetin uyumunun devam ettirilmesidir. Sadece belli bir kişinin Cumhurbaşkanı olmasıyla bunlar sağlanabilir düşüncesi doğru değildir. Ama, doğru olan şudur ki, Hükümet içerisinde en kolay sağlanabilecek uzlaşma, Sayın Cumhurbaşkanının şahsında ortaya çıkmıştır. Koalisyon ortaklarımızın bu konudaki tercihleri böyle bir uzlaşmayı en geçerli, en kolay sağlanabilecek uzlaşma olarak önümüze getirmiştir. Anavatan Partisi de, demin söylediğim çerçevede, bu uzlaşmayı bozan taraf olmamalıdır.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa değişikliği gizli oylamaya tabidir. Bu konuda bir grup kararı almamız, parti disiplinini işletmemiz mümkün değildir. Burada yapacağımız şey, arkadaşlarımızın sağduyularıyla, sorumluluk duygularıyla, bu konuda, demin söylediğim gibi şahsî duygularını da aşarak, en doğru kararı vermelerini sağlamaktır. Bu konuda, bütün arkadaşlara tavsiyem, bunları ön planda tutarak, o geçmişin kavgalarını, şahsî duygularını filan bir yana bırakarak, ülkenin geleceğini düşünerek, bugünkü uyumu, istikrarı devam ettirecek yönde oy kullanmalarıdır. Hiçbir arkadaşımıza, daha önce söylediğim gibi, bu konuda bir dayatma olmayacaktır, bir baskı olmayacaktır. Arkadaşlarımız, Anayasa değişikliğini imzaya açmışlardır, isteyen arkadaşım imzalayacaktır, istemeyen arkadaşım imzalamayacaktır. Hiç kimseye baskı yapılmayacaktır. Ama, ben inanıyorum ki, netice itibariyle, Anavatan Partisi, en demokratik yöntemleri uygulayarak, bu sınavdan da başarıyla çıkacaktır.

Değerli arkadaşlarım, iki gün önce,28 Şubat kararlarının üçüncü yıldönümüydü. Yani, 28 Şubat 1997'de alınan, Millî Güvenlik Kurulunda alınan 28 Şubat kararlarının üzerinden üç yıl geçmiştir. Aradan üç yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün hala Türkiye’de 28 Şubat sürecinin devam edip etmediği, bitip bitmediği tartışılmaktadır. Burada, size,kendi görüşümü açıkça ifade ediyorum. Eğer, 28 Şubat sürecinden kastedilen, Türkiye’nin –bizim de içinde yaşadığımız yakın geçmişindeki- olağandışı bir dönemse, 28 Şubat süreci bitmiştir. Bundan sonra bu tür olağandışılara ümit ediyorum ki gerek kalmayacaktır. Ama, 28 Şubat sürecinden kastedilen, Türkiye’deki rejimin laik karakterine karşı devlet kurumlarının hassasiyeti, duyarlılığıyla, bu süreç hiçbir zaman bitmeyecektir, hiçbir zaman da bitmemelidir. Avrupa Birliğiyle bütünleşme yoluna giren, Avrupa Birliğine üye adayı olan bir Türkiye, laiklik ilkesinden hiçbir zaman vazgeçemez. Tam tersine, bugün yapmamız gereken şey, laikliği daha da güçlendirmektir.

Burada, bir değişikliğe ihtiyacımız var, bir anlayış değişikliğine ihtiyacımız var. Bundan sonra yapmamız gereken şey, laikliği korumak değildir, laikliği güçlendirmektir. Korumak dediğiniz zaman, herkesin aklına birtakım yasaklar gelir, birtakım kısıtlamalar gelir. Geçmişte, Cumhuriyet Halk Partisi, tek parti iktidarı döneminde, neredeyse din toplum hayatıyla bütün irtibatları kesilir hale getirilmişti. İşte, o dönemden kalma bir anlayışla, vatandaşlarımızın bir kısmının gözünde, laiklik ile dinsizlik âdeta eşit hale gelmiştir, aynı şey haline gelmiştir. Ama, bugün, aradan geçen zaman zarfında yaşanan gelişmeler, vatandaşlarımıza, laikliğin hiç de korkulacak bir şey olmadığını, laik rejim içerisinde bilakis kendi inanç ve din özgürlüklerini daha rahat, daha serbestçe yerine getirebileceklerini, laikliğin bunları önleyen bir husus değil, tam tersine bunları koruyan bir kalkan olduğunu vatandaşlarımıza göstermiştir. Bu yaşanan Hizbullah vahşeti de, bunun anlaşılmasını kolaylaştırmıştır.

Bundan sonra yapmamız gereken şey, vatandaşlarımızın laikliği yaşayarak benimsemelerini sağlamaktır. Onlara, tepeden inme, onların, özellikle mütedeyyin vatandaşlarımızın yanlış algılamalarına, rencide olmalarına, hatta mağdur olmalarına sebebiyet verecek şekilde baskıcı bir laiklik anlayışı değil, tam tersine, özgürlükçü, serbest bir ortamda laikliğin gerçek faydasını her vatandaşımızın görmesini sağlayacak, anlamasını sağlayacak olan bir uygulamaya geçmektir. Bundan sonra yapmamız gereken budur. Baskıyla, zorla, dayatmayla, bugüne kadar, tarihte hiçbir rejim başarılı olamamıştır, hiçbir diktatör sürekli olamamıştır. Almanya’da Hitler’in Nazizmi de yıkılmıştır, İtalya’da Mussolini’nin Faşizmi de yıkılmıştır, Sovyetler Birliğinde Komünist diktatörlük de yıkılmıştır ve yirmi seneden beri İran’daki mollalar rejimi de çatırdamıştır. Yarın o da yıkılacaktır.

İnsanın doğası, her zaman daha fazla özgürlükten yanadır, daha fazla hak ve hürriyetten yanadır. Türkiye, Batının yüzyıllar boyu içerisinde yaşamış olduğu, çok kurban verdiği çok kan döktüğü birtakım gelişmeleri, son kırk, elli yıl içerisinde yaşamak durumunda kalmıştır. İkiyüz yıla, üçyüz yıla yayılmış gelişmeyi otuz yıla, elli yıla sıkıştırırsanız, bunun birtakım sıkıntılarının yaşanması doğaldır.

Ama değerli arkadaşlarım, bugün geldiğimiz noktada, inanıyorum ki, olayların da yardımıyla, geçirdiği tecrübenin de yardımıyla, Türkiye, bu süreci artık tamamlama noktasına yaklaşmıştır. Eğer Avrupa Birliğine üye olmak istiyorsak, laiklik ilkesinden vazgeçmeyeceğiz, laikliği daha da güçlendireceğiz; ama, bunu yasaklarla, kısıtlamalarla, baskıyla değil, özgürlük ortamında yapacağız, Avrupa Birliği normlarına uygun olarak yapacağız.

Bir şey daha ilave etmek istiyorum. 28 Şubat kararları, o günkü konjonktürde alınmış olan kararlardır. Bu kararların bir kısmı uygulanmıştır, bir kısmı uygulanmamıştır. Bugün, bu kararların hangilerinin hala geçerliliğini koruduğu da yeniden sorgulanmalıdır. Eğer, zaman içerisinde anlamını kaybeden bazı kararlar varsa bunlar gündemden kaldırılmalıdır, eğer geçerliliğini koruyanlar varsa, bunlar uygulanmalıdır. Ama, uygulanacak olanların da, mutlaka hedef aldığımız Avrupa Birliği ölçülerine, normlarına uygun şekilde uygulanması gerekir.

Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi olarak çok önem verdiğimiz bir düzenleme, Mahallî İdareler Yasasında yapılacak bir değişikliktir. 1997 yılında 55 inci Hükümet olarak hazırladığımız, Meclise getirdiğimiz, ama o günkü Meclis kompozisyonu içerisinde çıkaramadığımız bu düzenlemeyi, bu hükümet döneminde gerçekleştirmek için Koalisyon Protokolüne madde koydurduk. Bunu da bir yıl içerisinde gerçekleştirmeyi Koalisyon Protokolüne yazmıştık. Şimdi, aşağı yukarı bir yıl dolmak üzeredir. Önümüzde iki ay vardır. Biliyorsunuz, 15 – 20 gün önceki liderler toplantısında, Şubat ayı sonunda bu tasarının Meclise geleceği ifade edilmişti. Bu son yaşanan gelişmeler nedeniyle belki birkaç günlük bir sarkma olacaktır, Mart ayının ilk haftasına kalacaktır. İçişleri Bakanlığımız ile Maliye Bakanlığımız, bir aydan beri bu konuda bir iyileştirme çalışması yürütmüşlerdir. Mehmet Keçeciler arkadaşımız da bu çalışmaları koordine etmiştir. Şu anda, üzerinde mutabakat sağlanan, bakanlıklar arasında mutabakat sağlanan bir metin ortaya çıkmıştır. Gazetelerde de bölük pörçük bununla ilgili bazı haberler çıkıyor. Ama, varılan mutabakat, bizim istediğimiz şekilde, özellikle kaynak yönünde, mahallî idareler açısından bir reform niteliğindedir. Yetki devri yönünden, şu aşamada bazı sıkıntılar vardır, siyasî nedenlerden kaynaklanan sıkıntılar vardır; ama, zaman içerisinde bu konuda da Bakanlar Kuruluna yetki verilmek suretiyle bir iyileştirmeye, bir düzelmeye gidilecektir. Dolayısıyla, size söylemek istediğim, zannediyorum bir hafta, on gün içerisinde mahallî idareler yasa değişikliği Hükümet tarafından Meclise gönderilecektir. Ondan sonra da Meclisteki süresi başlayacaktır. Böylece, daha önce varılan mutabakat çerçevesinde, bir yıl içerisinde bu değişikliğin gerçekleşmesi sağlanmış olacaktır.

Arkadaşlarımdan, özellikle önümüzdeki haftadan itibaren, gerek Mahallî İdareler Yasasındaki değişiklik, gerekse Anayasa değişiklikleri nedeniyle, çok yoğunlaşacak olana, çok önem taşıyan Meclis çalışmalarına mutlaka ve tam olarak – komisyonuyla, Genel Kuruluyla tam olarak- katılmalarını rica ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.