Anavatan Partisi Genel Başkanı
Sayın Mesut Yılmaz’ın
ANAP Meclis Grubu Toplantısında Yaptığı Konuşma

14 Haziran 2000

Değerli arkadaşlarım, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

2000 yılına girerken, bu kürsüden yaptığım çeşitli konuşmalarda, Türkiye'nin geleceğinin şekillendiği bir dönemden geçtiğini söylemiştim ve bu dönemin, çalkantılarla dolu bir dönem olacağını dikkatinizi çekmiştim. Bugün burada, o gün size o konuşmalarda yaptığım uyarıyı, bir defa daha tekrarlamak zorundayım. Türkiye, geleceğinin şekillendiği son derece hassas bir dönemden geçmektedir. Türkiye, ya içine kapanıp iç sorunlarıyla boğuşan bir üçüncü dünya ülkesi olacaktır ya da çağdaş dünyayla bütünleşip, bölgesinde istikrarı sağlayan bir lider ülke olacaktır. Bunu da belirleyecek olan, Hükümetiyle ve Parlamentosuyla siyaset kurumu ve onun gücü olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, mevcut yapısıyla Türk siyaseti, Türkiye'nin gelecekteki yönünü belirlemek gücünden mahrumdur. Ama, bu durum, kalıcı değil, geçicidir. Geçicidir; çünkü, siyasetin zayıflığı, onun dağınıklığından kaynaklanmaktadır. Tabiatta olduğu gibi, siyasette de hiçbir şey devamlı değildir. Aksine, siyasetteki her unsur ve her alan gibi, her durum da sürekli değişime tabidir. Bu nedenle, Türk siyasetindeki dağınıklığın sürekli ve yapısal olması söz konusu değildir. Siyasetin toparlanması kaçınılmazdır.

Değerli arkadaşlarım, millet ve devlet olarak, tarih içerisindeki yolculuğumuz boyunca, pek çok defa yolların çatallaştığı noktalarda tercihte bulunduk ve yeni yollara geçtik, yeni yollarda yürüdük. Bu tercihlerimizin en önemlileri, cumhuriyeti kurmada, çok partili siyasî hayata geçmede ve serbest piyasa ekonomisini benimsemede ortaya çıktı. Şimdi de, yeni bir tercihin, yeni bir yolun, daha doğrusu yeni bir yol ayrımının, yeni bir dünyanın eşiğindeyiz. Ülke ve millet olarak, önümüzdeki tercih, Avrupa ile bütünleşme ya da Orta Doğuya eklemlenme tercihidir. Önünde olduğumuz eşik, Avrupa Birliğine tam üyelik eşiğidir. Avrupa ile bütünleşebilmek için bu eşiği mutlaka aşmak zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'deki değişimin yönü, en fazla 10 yıla kadar biçimlenmiş olacaktır. İçinde bulunduğumuz bu birkaç yıllık dönemin, geleceğimizin belirlenmesinde çok büyük önemi var. Bu nedenle, biz bütün hesaplarımızı ve siyaset planlamamızı, bu değerlendirmeler çerçevesinde yapmak zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, önümüzdeki dönem, Anavatan Partisinin toparlandığı bir dönem olursa, Türk siyasetinin ve sonuçta da Türkiye'nin toparlandığı bir dönem olacaktır. Kendisini toparlayan bir Anavatan, Türkiye'de siyasetin güç ve imkân alanını da genişleten bir siyasî toparlanmaya yol açacaktır. Kendisini toparlayan, gücü artan ve alanı genişleyen siyaset, Türkiye'yi çağdaş dünya ile bütünleştiren yola getirecektir. Çağdaş dünya ile bütünleşen Türkiye ise, vatandaşına refah, huzur, güven ve mutluluk getirecektir. Çevresine ise barış ve istikrar getirecektir. Bizim çalışmalarımızın hedefi ve amacı bundan ibarettir. Türkiye'yi bu hedeften uzak tutmak isteyenler, Türk siyasetinin güçsüzleşmesi ve dağınıklaşması yönünde çaba harcamaktadırlar. Bu yöndeki çabalarda ilk ve tek hedef ise, Anavatan Partisidir.

Değerli arkadaşlarım, tüm Anavatanlılar, kendilerine yöneltilen saldırılara, her şeyden önce bu gözle bakmak durumundadır. Anavatana yapılan her saldırı, Türk siyasetini güçsüzleştirmeye ve sonuçta Türk Devletinin rotasını, yönelmemesi gereken istikametlere çevirmeye yöneliktir. Anavatana yapılan saldırıları bu çerçevede ele almayan her tahlil, her yaklaşım eksik ve hatta yanlıştır. Anavatan Partisine ve onun temsilcilerine yapılan her saldırı, aslında Anavatanın bugününe değil, gelecekteki misyonuna ve fonksiyonunadır. Bu saldırılar, bugüne kadar Anavatanı yıkamamıştır; ama, zayıflatmıştır. Anavatanın zayıflaması ise, siyasî alanda karmaşa ve kaostan başka bir şey getirmemiştir. Sonuçta da kaybeden hep Türkiye olmuştur.

Anavatan Partisi, kendine yöneltilen saldırılar karşısında, yalnız kendisi için değil, ülkemizin ve demokrasimizin geleceği için de dimdik ayakta durmak zorundadır. Anavatan Partisi, yalnız kendisine oy verenler için değil, tüm vatandaşlarımız için, hatta hatta Türkiye'nin geleceğine umut bağlayan kardeş milletler için de ayakta durmak zorundadır. Herkes bilmelidir ki, Türk siyasetindeki dağınıklığı giderecek olan da, Türk siyasetine sahip olması gereken güç ve kudreti kazandıracak olan da, Türkiye'yi Avrupa ile ve çağdaş dünya ile bütünleştirecek olan da, sadece ve sadece Anavatan Partisidir.

Bütün olumsuzluklara göğüs germek pahasına da olsa, Türkiye'yi bu güzel geleceğe taşımak için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz. Ayağımıza takılan çelmelere, yolumuza dikilen taşlara aldırmadan, bu hedefe doğru yürümeliyiz.

Değerli arkadaşlarım, bu Hükümetin ne kuruluşunda ne sonrasında ortaklarımızdan hiçbir zaman bir aklanma talebimiz filan olmamıştır. Bugün de böyle bir talebimiz yoktur; ancak, ortaklarımızdan, hukuk ve vicdan ölçüleri içerisinde hareket etmelerini beklemek de bizim en tabiî hakkımızdır. (Alkışlar)

Biz, bu Hükümette yeni sorumluluk üstlenen ortağımızdan, eski dönemin yükünü taşımasını elbette ki talep etmiyoruz. Ancak, siyasî kan davası saikiyle bu soruşturmaları açtırmış bulunanların tarafında bulunmalarını da kabul etmemiz mümkün değildir. (Alkışlar) Bu soruşturmalarda, siyasî taraf olma neticesini doğuracak bir tavrı, doğrusu ortaklık hukukuyla da bağdaştıramıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, kimsenin kimseyi aklamak gibi bir görevi olmadığı gibi, aynı şekilde, kimsenin kimseyi karalamak gibi bir görevinin olmadığını da herkesin bilmesi gerekir. (Alkışlar) “Herkes kirli ben temizim” diyebilmek için, birilerini karalamak, aslında başlı başına kirli bir yoldur. (Alkışlar)Bir kere bu yola girerseniz, kirliliği azaltmazsınız, aksine kirliliği daha da yaygınlaştırırsınız. Böyle bir yola gidilmesi, amacın yolsuzluklarla mücadele olmadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Değerli arkadaşlarım, soruşturma komisyonlarında hakkımda Yüce Divana sevk kararı verilen her iki dosyada da suç sayılabilecek, kanunlarımızın suç saydığı herhangi bir fiil yoktur. Kamu zararı asla söz konusu değildir. Her ikisinde de, Başbakan olarak benim tek başıma yaptığım bir iş veya tek başıma attığım bir imza söz konusu değildir. Ortada, tüm bakanlar tarafından imzalanmış kararlar vardır, Bakanlar Kurulu kararları vardır. Eğer soruşturma komisyonunda kalkıp birisi dese ki: “Başbakan olarak siz şu fiilinizle Bakanlar Kurulunu yanılttınız. Bakanlar Kurulunun iradesini ifsat ettiniz, Bakanlar Kurulunu aldattınız. İşte, Komisyon olarak biz bunu delilleriyle ortaya koyuyoruz.” Değerli arkadaşlarım, böyle bir durumda hiçbirinizin zerre kadar şüphesi olmasın ki, bir gün dahi durmaz, milletvekilliği dahil, bütün görevlerimden istifa ederim. (Alkışlar) Ama böyle yapılmayıp da, suç sayılan fiille hakkında soruşturma yürütülen kişi arasında, yani benim aramda, herhangi bir illiyet bağı kurulmaya çalışılmazsa, ortada hukuk dışı ve vicdan dışı bir tasarruf var demektir.

Soruşturma komisyonlarında, Bakanlar Kurulu kararlarına imza atmaktan ibaret olan fiiller için, o imza sahiplerinin bir tanesinin veya iki tanesinin seçilip de Yüce Divana sevk kararı alınması, aslında bir hukuk ayıbıdır. Yüce Divana sevk kararı verilen iki soruşturmaya konu olan olayda da, dönemin Başbakanı olarak Mesut Yılmaz’ın ayrıca verdiği herhangi bir talimat, yaptığı şahsi bir tasarruf söz konusu değildir. Yalnız ve yalnız, alınan Bakanlar Kurulu kararları vardır. Bakanlar Kurulu kararlarının altında da, başta Sayın Ecevit olmak üzere, tüm bakanların imzası vardır. Dolayısıyla geçmişten beri birlikteliğimiz devam eden ortağımızdan da, soruşturma konusu yapılan müşterek siyasî kararları, öncelikle hukukî açıdan savunmalarını bekliyorum.

Açıktır ki, Bakanlar Kurulu kararlarına imza atanlardan, yalnız Mesut Yılmaz’ı veya onun yanında bir bakanı sorumlu gibi ortaya koymak, tamamıyla siyasî bir tezgâhtır. Bu siyasî tezgâh, zamanında Cumhuriyet Halk Partisi, Doğru Yol Partisi ve Fazilet Partisi tarafından kurulmuştur; şimdi de anlaşılmaz bir şekilde, ortağımız olan bir partinin milletvekilleri de bu tezgâha düşmüşlerdir. (Alkışlar)

Şimdi, ben bu kararı alanlara, onaylayanlara sesleniyorum: Eğer Bakanlar Kurulu kararıyla suç işlendiği gibi bir hukuk mantığına sahipseniz, yani aslında hukukun temel ilkelerine aykırı olan bir mantığa sahipseniz, o zaman yalnız beni değil, tüm Bakanlar Kurulunu Yüce Divana sevk etmeniz gerekir. (Alkışlar)

Ve yine soruyorum: Şayet her iki Bakanlar Kurulu kararıyla da suç işlendiği iddiasının sahibiyseniz, o zaman söz konusu kararlara imza atan bakanların yarıdan fazlasının oluşturduğu bugünkü kabinede bulunmayı hangi ahlakî gerekçeyle izah ediyorsunuz?! (Alkışlar)

Şimdiki kabinenin, bugünkü Hükümetin, başta Başbakan olmak üzere, yarısından fazlasının o Bakanlar Kurulu kararlarında imzası olduğu gerçeğini gözardı etmek, hukukî bakımdan da, ahlakî bakımdan da tutarlı bir davranış olamaz.

Değerli arkadaşlarım, burada bütün mesele, çamur at izi kalsın mantığıyla hareket edilmesinden ibarettir. Çamuru başkaları atmış, siyasî saiklerle onu sıvamaya çalışmak da başkalarına düşmüştür. Aslında her şey, Anavatan Partisini ve onun Genel Başkanını, gayri hukukî işlerin içerisinde gösterip, siyaseten “Biz temiziz, onlar kirli” imajını vermeye çalışmaktan ibarettir. Biraz önce söylediğim gibi de, bu, aslında kirli bir oyundur. Tüm kamuoyunun gözleri önünde cereyan eden bu olayı, en iyi şekilde değerlendireceğine inanıyorum.

Değerli arkadaşlarım, işin doğrusu, halkımız yolsuzluklardan da, yolsuzluk söylentilerinden de artık bıkmıştır. Meclis soruşturma komisyonlarının çalışmalarını da şüpheyle izlemektedir. Halkımızın yolsuzluklardan bıktığını ve Meclis soruşturma komisyonlarına şüpheyle baktığını gören kimi siyasiler, şimdi halkın bu duyarlılığını istismar etmeye yönelmişlerdir. Onların amacı, ne yolsuzlukları önlemektir ne de komisyonların gerektiği şekilde çalışmasını sağlamaktır. Onların amacı, bu karmaşada kendi siyasî hesaplarını tutturmaktır.

Değerli arkadaşlarım, soruşturma komisyonlarının işleyiş şeklinden kaynaklanan zaaf, yolsuzluklarla mücadelede bugün en önemli engellerden birini oluşturmaktadır. Gerçek suçluların üstüne gidilmesini sağlayamayan soruşturma sistemimiz, suçsuzları da koruma güç ve kabiliyetinden yoksundur. Bu durum, soruşturma müessesesinin siyaseten istismarına zemin hazırlamıştır. Bugünkü yapı, kendi soruşturmalarını gözlerden saklamak isteyenlere ve rakiplerini de kendileri gibi göstermek isteyenlere, inanılmaz imkânlar sağlayan bir yapıdır. Yüce Divanda yargılanmanın, bizatihi kendisinin bile bir cezalandırma olduğu veya cezalandırma gibi algılandığı göz önünde bulundurulursa, Yüce Divanlık dosya sahiplerinin rakiplerini, suçsuz olsalar bile, aynı silahla tehdit etmelerini hiç kimse küçümsememelidir.

Tamamen suçsuz bile olsa, bir bakan, bir başbakan, bir gün en olmadık sebeplerden dolayı Yüce Divana çıkarılma tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu yönüyle sistem, hem adaletsiz hem de her türlü istismara açıktır. Hukuk sistemimiz, herhangi bir vatandaşımızın bile hiç yoktan suçlanarak mahkeme önüne çıkarılmasını önleyen önlemler getirmiştir; ancak aynı hukuk sistemimiz, siyasî sorumluluk üstlenen bakan veya başbakanların, hukukî hiçbir mesnet olmadan Yüce Divana sevkini önleyememektedir. Bu, hukuk sistemi adına çok önemli bir zaaftır.

Aynı şekilde, hukukî açıdan Yüce Divana sevklik dosyaların konu açıklığa kavuşturulmadan kapatılması da, bir başka zaaf oluşturmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bizim Yüce Divanda veya bir başka yerde hesabımızı vermekten yana hiçbir endişemiz yoktur. Endişemiz, hesap verememe endişesi değildir. Endişemiz, bu müessesenin siyaseten istismar edilmesidir. Bunun, bürokrasi üzerinde yarattığı olumsuz etkileri, daha bugünden görmeye başladığınızı zannediyorum.

Geçen konuşmamda da söylediğim gibi, aslında yapılması gereken, soruşturma sistemini değiştirmektir. Meclis soruşturmasının Yüce Meclisin bir yargısal faaliyeti olduğu, sadece hukuk kitaplarında yazılıp geçilen bir husus olmamalıdır. Meclis soruşturmaları, gerçek anlamda bir yargısal faaliyete dönüştürülmelidir. Bunun gerçekleştirilmesi için de, mutlaka ön komisyon müessesesi getirilmesi lazımdır. Ön komisyonların yapısı, yeni dönemdeki ve 1961 Anayasasındaki uygulamalardan ders alınarak yeniden oluşturmalıdır. Bunun için de, ön komisyonların teşkilinde siyasî ağırlıktan çok, hukukî ağırlıklı bir yapı oluşturmalıyız. Bu konunun enine boyuna tartışılmasında büyük fayda görüyorum. Bizim teklifimiz, ön komisyonun üyelerinin yarısının Yargıtay hakim ve savcılarından oluşmasıdır. Diğer yarısının ise, Meclisin Anayasa Komisyonu üyelerinden oluşmasıdır. Böylece, soruşturma komisyonu çalışma ve kararları, yargısal bir zemine oturacaktır.

Ön komisyon, soruşturma açılmasına gerek olup olmadığını hukukî açıdan inceleyecek ve kararını hukuk ölçüleri içinde verecektir. Böyle bir yapıdaki ön komisyonun hazırlayacağı rapor, Meclis Genel Kurulu için de yol gösterici olacaktır. Meclis, isterse, rapor doğrultusunda karar verebileceği gibi, isterse aksi yönde de karar verebilecektir. Ancak, yargı zemininde faaliyet gösteren böyle bir komisyonun, “soruşturmaya gerek yoktur” şeklindeki kararı, kamu vicdanını tatmin edecektir. Ön komisyonun, soruşturma açılması yönündeki kararına, Meclisin uyması ve soruşturma açılmasına Genel Kurulca karar verilmesi halinde de, kamu vicdanı gene rahat olacaktır. Ön komisyonun raporuna aykırı kararlar ise, kamuoyu tarafından bilinecek ve ortada siyasî bir değerlendirmenin olduğu açıkça görülecektir. Bu durumda, böyle bir kararı alanlar, bunun siyasî sonuçlarına da katlanmak zorunda kalacaklardır.

Değerli arkadaşlarım, hangi oyunun unsuru olduğunu bilmediğimiz ve bizi de işin içine haksız olarak katan son gelişmelerin olumsuzluğundan kurtularak, ülkemizin ve Hükümetin normal gündemine dönmesini istiyorum. Türk ekonomisi, uzun yıllar sonra, ilk defa, uygulamaya konulan ekonomik istikrar programına uygun bir gelişme trendi içindedir; ancak, sürekli vurguladığım gibi, ekonomik istikrarın temeli siyasî istikrardır. Arkasında kararlı siyasî irade bulunmayan bir ekonomik istikrar programının başarılı olması ya da başarısını sürdürmesi mümkün değildir. Anavatan Partisi olarak, siyasî istikrar ve koalisyondaki uyum konusunda gösterdiğimiz hassasiyetin sebebi de budur. Anavatan Partisinin, sorumlu ve ülkenin geleceğini kurtarmaya ve kurmaya yönelik ufuk açıcı tavrı, Hükümet icraatı bakımından da ortadadır. Her türlü sıkıntıya rağmen, özelleştirme uygulamalarını tavizsiz bir şekilde yürütmenin sorumluluğunu biz üstlendik. Ekonomik istikrar programının, tavizsiz ve gereken reformlarla birlikte uygulanmasında hep ısrarlı davrandık. Sosyal güvenlik reformunu, ne büyük zorluklara göğüs gererek Meclise götürdüğümüzü, nasıl yasalaşmasını sağladığımızı hepiniz biliyorsunuz. Avrupa ile bütünleşme hedefinden sapma tehlikesinin bertaraf edilmesinde, Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyelik yolundaki Helsinki Kararının kabulünde nasıl olumlu bir rol oynadığımızı da hatırlatmak isterim. Anavatan Partisi olarak, Türkiye'nin geleceğinin belirlendiği bu dönemde, yönlendirici rolünü devam ettirmemizin gerekliliğine bir defa daha işaret etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, ülke olarak şu an yürürlükte olan ekonomik istikrar programını başarıya ulaştırmaktan başka şansımız bulunmamaktadır. Bu programın başarılı olabilmesi için, siyasî istikrar gereklidir ve Hükümetin devamı da bu bakımdan önemlidir. Biz, Anavatan Partisine yönelik saldırıların hiçbirisinin altında kalacak değiliz; ancak, içinde bulunduğumuz dönem gereği, bu bunalımları tırmandırmakta, ülkemiz açısından herhangi bir yarar görmüyoruz.

Bu çerçevede, önemle üzerinde durduğum hususlardan birisi, Parlamentonun performansının yeniden, geçtiğimiz yılki düzeyine çıkarılmasıdır. Gerek IMF’ye sunulan Niyet Mektubu çerçevesinde taahhüdümüz olan gerek Avrupa Birliği üyeliğine hazırlık için üstlendiğimiz yükümlülüklerin gereği olan ve gerekse de Hükümet Programı doğrultusunda yapmamız gereken çok sayıda yasal düzenleme söz konusudur. Bunların önemli bir bölümü, hazırlıkları yapılarak Meclis safhasına getirilmiş bulunmaktadır. Bu çalışmaların, komisyonlarda ve Genel Kurulda görüşülerek, süratle hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Öte yanda, bilhassa Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz ve ekonomik istikrar programının uygulanması, ciddî bir koordinasyon ihtiyacıyla karşı karşıyadır. Bütün bunlar, arkasında kararlı bir siyasî irade olmadan, iyi bir koordinasyon sağlanmadan, belirlenen çalışma takvimine titizlikle bağlı kalınmadan sonuçlandırılamayacak nitelikte konulardır.

Değerli arkadaşlarım, ekonomik alandaki gelişmeler, bu saydığım bütün arızî sorunlara rağmen, aslında sevindiricidir. Ülkemizde son yıllarda beş ayrı enflasyonla mücadele programı uygulamaya konmuş; ama, bunlardan hiçbiri, enflasyon sorununu çözmekte başarılı olamamıştır. Bizim 55 inci Hükümet döneminde başlattığımız ve 1998 yılında başarıyla uygulanan program, aslında bütün bu ekonomik istikrar programları içerisinde örnek bir programdı; ancak, bu program 55 inci Hükümetin düşürülmesiyle başlayan siyasî dalgalanma ve 1999 yılındaki seçimler sebebiyle maalesef sürdürülemedi. 57 nci Hükümetin ekonomik istikrar programı, 55 inci Hükümet döneminde IMF ile imzaladığımız Yakın İzleme Anlaşmasında ortaya konan çerçevede yürütülmektedir. Yapılan Stand-By Anlaşması ve sunulan Niyet Mektubu ile IMF’nin desteğini de alan bu programın, şimdiye kadar kesinleşen sonuçları fevkalade umut vericidir.

Şu ana kadar elde edilen sonuçlar, ekonomik istikrar programımızın hedeflerine uygun, hatta birçok alanda hedeflediğimizden de daha iyi bir şekilde yürüdüğünü ortaya koymaktadır.

Değerli arkadaşlarım, şu ana kadar elde edilen başarıların kalıcı olabilmesi için, bazı hususlara son derece dikkat gösterilmesi zorunludur. Bunları burada çok kısa belirtmek istiyorum.

İlk yapılması gereken, ekonomik istikrar programının yürütülmesinde siyasî koordinasyon eksikliğine bir an evvel son vermektir.

İkinci olarak, Türk Lirasının değerlenme ihtimali göz önünde tutularak, ihracatta daralmaya yol açılmaması için, ihracatı teşvik yönünde acil, yeni tedbirler alınmalı ve uygulanmalıdır. Turizmin teşviki için daha önce alınmış olan kararlar da, artık eksiksiz hayata geçirilmelidir.

Üçüncü olarak, enflasyonun düşüşüyle birlikte, üretimde bir düşüşün yaşanmaması ve üretimde yükselen canlılığın devamını sağlamak için teşvik mevzuatıyla KOBİ mevzuatında gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.

Dördüncü olarak, yabancı sermaye girişini kolaylaştıracak yasal düzenlemeler bir an önce getirilmelidir ve nihayet, son olarak, ekonomik istikrar tedbirlerinin bir bütün olduğu gözden uzak tutulmamalı ve eksik kalan tedbirler, kararlı bir şekilde hayata geçirilmelidir.

İnanıyorum ki, bu hususlara riayet edildiği takdirde, bu ekonomik program hedefine ulaşacaktır ve bu ekonomik programın hedefine ulaşması, Türkiye'nin önünde asıl hedeflerine yönelmesi için çok daha uygun bir zemin yaratacaktır. Anavatan Partisi olarak, varlık nedenimiz, en önemli görevimiz, bu sürece katkıda bulunmaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)