- Anavatan Partisi Genel Başkanı
- Sayın Mesut Yılmaz’ın
- ANAP Meclis Grubu Toplantısında
Yaptığı Konuşma
14 Haziran 2000
Değerli arkadaşlarım, hepinizi sevgi ve saygılarımla
selamlıyorum.
2000
yılına girerken, bu kürsüden yaptığım çeşitli konuşmalarda,
Türkiye'nin geleceğinin şekillendiği bir dönemden geçtiğini söylemiştim
ve bu dönemin, çalkantılarla dolu bir dönem olacağını
dikkatinizi çekmiştim. Bugün burada, o gün size o konuşmalarda
yaptığım uyarıyı, bir defa daha tekrarlamak zorundayım. Türkiye,
geleceğinin şekillendiği son derece hassas bir dönemden geçmektedir.
Türkiye, ya içine kapanıp iç sorunlarıyla boğuşan bir üçüncü
dünya ülkesi olacaktır ya da çağdaş dünyayla bütünleşip, bölgesinde
istikrarı sağlayan bir lider ülke olacaktır. Bunu da
belirleyecek olan, Hükümetiyle ve Parlamentosuyla siyaset kurumu
ve onun gücü olacaktır.
Değerli
arkadaşlarım, mevcut yapısıyla Türk siyaseti, Türkiye'nin
gelecekteki yönünü belirlemek gücünden mahrumdur. Ama, bu
durum, kalıcı değil, geçicidir. Geçicidir; çünkü, siyasetin
zayıflığı, onun dağınıklığından kaynaklanmaktadır.
Tabiatta olduğu gibi, siyasette de hiçbir şey devamlı değildir.
Aksine, siyasetteki her unsur ve her alan gibi, her durum da sürekli
değişime tabidir. Bu nedenle, Türk siyasetindeki dağınıklığın
sürekli ve yapısal olması söz konusu değildir. Siyasetin
toparlanması kaçınılmazdır.
Değerli
arkadaşlarım, millet ve devlet olarak, tarih içerisindeki yolculuğumuz
boyunca, pek çok defa yolların çatallaştığı noktalarda
tercihte bulunduk ve yeni yollara geçtik, yeni yollarda yürüdük.
Bu tercihlerimizin en önemlileri, cumhuriyeti kurmada, çok partili
siyasî hayata geçmede ve serbest piyasa ekonomisini benimsemede
ortaya çıktı. Şimdi de, yeni bir tercihin, yeni bir yolun, daha
doğrusu yeni bir yol ayrımının, yeni bir dünyanın eşiğindeyiz.
Ülke ve millet olarak, önümüzdeki tercih, Avrupa ile bütünleşme
ya da Orta Doğuya eklemlenme tercihidir. Önünde olduğumuz eşik,
Avrupa Birliğine tam üyelik eşiğidir. Avrupa ile bütünleşebilmek
için bu eşiği mutlaka aşmak zorundayız.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye'deki değişimin yönü, en fazla 10 yıla
kadar biçimlenmiş olacaktır. İçinde bulunduğumuz bu birkaç yıllık
dönemin, geleceğimizin belirlenmesinde çok büyük önemi var. Bu
nedenle, biz bütün hesaplarımızı ve siyaset planlamamızı, bu
değerlendirmeler çerçevesinde yapmak zorundayız.
Değerli
arkadaşlarım, önümüzdeki dönem, Anavatan Partisinin toparlandığı
bir dönem olursa, Türk siyasetinin ve sonuçta da Türkiye'nin
toparlandığı bir dönem olacaktır. Kendisini toparlayan bir
Anavatan, Türkiye'de siyasetin güç ve imkân alanını da genişleten
bir siyasî toparlanmaya yol açacaktır. Kendisini toparlayan, gücü
artan ve alanı genişleyen siyaset, Türkiye'yi çağdaş dünya
ile bütünleştiren yola getirecektir. Çağdaş dünya ile bütünleşen
Türkiye ise, vatandaşına refah, huzur, güven ve mutluluk
getirecektir. Çevresine ise barış ve istikrar getirecektir. Bizim
çalışmalarımızın hedefi ve amacı bundan ibarettir. Türkiye'yi
bu hedeften uzak tutmak isteyenler, Türk siyasetinin güçsüzleşmesi
ve dağınıklaşması yönünde çaba harcamaktadırlar. Bu yöndeki
çabalarda ilk ve tek hedef ise, Anavatan Partisidir.
Değerli
arkadaşlarım, tüm Anavatanlılar, kendilerine yöneltilen saldırılara,
her şeyden önce bu gözle bakmak durumundadır. Anavatana yapılan
her saldırı, Türk siyasetini güçsüzleştirmeye ve sonuçta Türk
Devletinin rotasını, yönelmemesi gereken istikametlere çevirmeye
yöneliktir. Anavatana yapılan saldırıları bu çerçevede ele
almayan her tahlil, her yaklaşım eksik ve hatta yanlıştır.
Anavatan Partisine ve onun temsilcilerine yapılan her saldırı,
aslında Anavatanın bugününe değil, gelecekteki misyonuna ve
fonksiyonunadır. Bu saldırılar, bugüne kadar Anavatanı yıkamamıştır;
ama, zayıflatmıştır. Anavatanın zayıflaması ise, siyasî
alanda karmaşa ve kaostan başka bir şey getirmemiştir. Sonuçta
da kaybeden hep Türkiye olmuştur.
Anavatan
Partisi, kendine yöneltilen saldırılar karşısında, yalnız
kendisi için değil, ülkemizin ve demokrasimizin geleceği için
de dimdik ayakta durmak zorundadır. Anavatan Partisi, yalnız
kendisine oy verenler için değil, tüm vatandaşlarımız için,
hatta hatta Türkiye'nin geleceğine umut bağlayan kardeş
milletler için de ayakta durmak zorundadır. Herkes bilmelidir ki,
Türk siyasetindeki dağınıklığı giderecek olan da, Türk
siyasetine sahip olması gereken güç ve kudreti kazandıracak olan
da, Türkiye'yi Avrupa ile ve çağdaş dünya ile bütünleştirecek
olan da, sadece ve sadece Anavatan Partisidir.
Bütün
olumsuzluklara göğüs germek pahasına da olsa, Türkiye'yi bu güzel
geleceğe taşımak için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz.
Ayağımıza takılan çelmelere, yolumuza dikilen taşlara aldırmadan,
bu hedefe doğru yürümeliyiz.
Değerli
arkadaşlarım, bu Hükümetin ne kuruluşunda ne sonrasında
ortaklarımızdan hiçbir zaman bir aklanma talebimiz filan olmamıştır.
Bugün de böyle bir talebimiz yoktur; ancak, ortaklarımızdan,
hukuk ve vicdan ölçüleri içerisinde hareket etmelerini beklemek
de bizim en tabiî hakkımızdır. (Alkışlar)
Biz,
bu Hükümette yeni sorumluluk üstlenen ortağımızdan, eski dönemin
yükünü taşımasını elbette ki talep etmiyoruz. Ancak, siyasî
kan davası saikiyle bu soruşturmaları açtırmış bulunanların
tarafında bulunmalarını da kabul etmemiz mümkün değildir. (Alkışlar)
Bu soruşturmalarda, siyasî taraf olma neticesini doğuracak bir
tavrı, doğrusu ortaklık hukukuyla da bağdaştıramıyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, kimsenin kimseyi aklamak gibi bir görevi olmadığı
gibi, aynı şekilde, kimsenin kimseyi karalamak gibi bir görevinin
olmadığını da herkesin bilmesi gerekir. (Alkışlar) “Herkes
kirli ben temizim” diyebilmek için, birilerini karalamak, aslında
başlı başına kirli bir yoldur. (Alkışlar)Bir kere bu yola
girerseniz, kirliliği azaltmazsınız, aksine kirliliği daha da
yaygınlaştırırsınız. Böyle bir yola gidilmesi, amacın
yolsuzluklarla mücadele olmadığını açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, soruşturma komisyonlarında hakkımda Yüce Divana
sevk kararı verilen her iki dosyada da suç sayılabilecek,
kanunlarımızın suç saydığı herhangi bir fiil yoktur. Kamu
zararı asla söz konusu değildir. Her ikisinde de, Başbakan
olarak benim tek başıma yaptığım bir iş veya tek başıma attığım
bir imza söz konusu değildir. Ortada, tüm bakanlar tarafından
imzalanmış kararlar vardır, Bakanlar Kurulu kararları vardır. Eğer
soruşturma komisyonunda kalkıp birisi dese ki: “Başbakan olarak
siz şu fiilinizle Bakanlar Kurulunu yanılttınız. Bakanlar
Kurulunun iradesini ifsat ettiniz, Bakanlar Kurulunu aldattınız.
İşte, Komisyon olarak biz bunu delilleriyle ortaya koyuyoruz.”
Değerli arkadaşlarım, böyle bir durumda hiçbirinizin zerre
kadar şüphesi olmasın ki, bir gün dahi durmaz, milletvekilliği
dahil, bütün görevlerimden istifa ederim. (Alkışlar) Ama böyle
yapılmayıp da, suç sayılan fiille hakkında soruşturma yürütülen
kişi arasında, yani benim aramda, herhangi bir illiyet bağı
kurulmaya çalışılmazsa, ortada hukuk dışı ve vicdan dışı
bir tasarruf var demektir.
Soruşturma
komisyonlarında, Bakanlar Kurulu kararlarına imza atmaktan ibaret
olan fiiller için, o imza sahiplerinin bir tanesinin veya iki
tanesinin seçilip de Yüce Divana sevk kararı alınması, aslında
bir hukuk ayıbıdır. Yüce Divana sevk kararı verilen iki soruşturmaya
konu olan olayda da, dönemin Başbakanı olarak Mesut Yılmaz’ın
ayrıca verdiği herhangi bir talimat, yaptığı şahsi bir
tasarruf söz konusu değildir. Yalnız ve yalnız, alınan Bakanlar
Kurulu kararları vardır. Bakanlar Kurulu kararlarının altında
da, başta Sayın Ecevit olmak üzere, tüm bakanların imzası vardır.
Dolayısıyla geçmişten beri birlikteliğimiz devam eden ortağımızdan
da, soruşturma konusu yapılan müşterek siyasî kararları, öncelikle
hukukî açıdan savunmalarını bekliyorum.
Açıktır
ki, Bakanlar Kurulu kararlarına imza atanlardan, yalnız Mesut Yılmaz’ı
veya onun yanında bir bakanı sorumlu gibi ortaya koymak, tamamıyla
siyasî bir tezgâhtır. Bu siyasî tezgâh, zamanında Cumhuriyet
Halk Partisi, Doğru Yol Partisi ve Fazilet Partisi tarafından
kurulmuştur; şimdi de anlaşılmaz bir şekilde, ortağımız olan
bir partinin milletvekilleri de bu tezgâha düşmüşlerdir. (Alkışlar)
Şimdi,
ben bu kararı alanlara, onaylayanlara sesleniyorum: Eğer Bakanlar
Kurulu kararıyla suç işlendiği gibi bir hukuk mantığına
sahipseniz, yani aslında hukukun temel ilkelerine aykırı olan bir
mantığa sahipseniz, o zaman yalnız beni değil, tüm Bakanlar
Kurulunu Yüce Divana sevk etmeniz gerekir. (Alkışlar)
Ve
yine soruyorum: Şayet her iki Bakanlar Kurulu kararıyla da suç işlendiği
iddiasının sahibiyseniz, o zaman söz konusu kararlara imza atan
bakanların yarıdan fazlasının oluşturduğu bugünkü kabinede
bulunmayı hangi ahlakî gerekçeyle izah ediyorsunuz?! (Alkışlar)
Şimdiki
kabinenin, bugünkü Hükümetin, başta Başbakan olmak üzere, yarısından
fazlasının o Bakanlar Kurulu kararlarında imzası olduğu gerçeğini
gözardı etmek, hukukî bakımdan da, ahlakî bakımdan da tutarlı
bir davranış olamaz.
Değerli
arkadaşlarım, burada bütün mesele, çamur at izi kalsın mantığıyla
hareket edilmesinden ibarettir. Çamuru başkaları atmış, siyasî
saiklerle onu sıvamaya çalışmak da başkalarına düşmüştür.
Aslında her şey, Anavatan Partisini ve onun Genel Başkanını,
gayri hukukî işlerin içerisinde gösterip, siyaseten “Biz
temiziz, onlar kirli” imajını vermeye çalışmaktan ibarettir.
Biraz önce söylediğim gibi de, bu, aslında kirli bir oyundur. Tüm
kamuoyunun gözleri önünde cereyan eden bu olayı, en iyi şekilde
değerlendireceğine inanıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, işin doğrusu, halkımız yolsuzluklardan da,
yolsuzluk söylentilerinden de artık bıkmıştır. Meclis soruşturma
komisyonlarının çalışmalarını da şüpheyle izlemektedir.
Halkımızın yolsuzluklardan bıktığını ve Meclis soruşturma
komisyonlarına şüpheyle baktığını gören kimi siyasiler, şimdi
halkın bu duyarlılığını istismar etmeye yönelmişlerdir.
Onların amacı, ne yolsuzlukları önlemektir ne de komisyonların
gerektiği şekilde çalışmasını sağlamaktır. Onların amacı,
bu karmaşada kendi siyasî hesaplarını tutturmaktır.
Değerli
arkadaşlarım, soruşturma komisyonlarının işleyiş şeklinden
kaynaklanan zaaf, yolsuzluklarla mücadelede bugün en önemli
engellerden birini oluşturmaktadır. Gerçek suçluların üstüne
gidilmesini sağlayamayan soruşturma sistemimiz, suçsuzları da
koruma güç ve kabiliyetinden yoksundur. Bu durum, soruşturma müessesesinin
siyaseten istismarına zemin hazırlamıştır. Bugünkü yapı,
kendi soruşturmalarını gözlerden saklamak isteyenlere ve
rakiplerini de kendileri gibi göstermek isteyenlere, inanılmaz imkânlar
sağlayan bir yapıdır. Yüce Divanda yargılanmanın, bizatihi
kendisinin bile bir cezalandırma olduğu veya cezalandırma gibi
algılandığı göz önünde bulundurulursa, Yüce Divanlık dosya
sahiplerinin rakiplerini, suçsuz olsalar bile, aynı silahla tehdit
etmelerini hiç kimse küçümsememelidir.
Tamamen
suçsuz bile olsa, bir bakan, bir başbakan, bir gün en olmadık
sebeplerden dolayı Yüce Divana çıkarılma tehdidiyle karşı karşıyadır.
Bu yönüyle sistem, hem adaletsiz hem de her türlü istismara açıktır.
Hukuk sistemimiz, herhangi bir vatandaşımızın bile hiç yoktan
suçlanarak mahkeme önüne çıkarılmasını önleyen önlemler
getirmiştir; ancak aynı hukuk sistemimiz, siyasî sorumluluk üstlenen
bakan veya başbakanların, hukukî hiçbir mesnet olmadan Yüce
Divana sevkini önleyememektedir. Bu, hukuk sistemi adına çok önemli
bir zaaftır.
Aynı
şekilde, hukukî açıdan Yüce Divana sevklik dosyaların konu açıklığa
kavuşturulmadan kapatılması da, bir başka zaaf oluşturmaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, bizim Yüce Divanda veya bir başka yerde hesabımızı
vermekten yana hiçbir endişemiz yoktur. Endişemiz, hesap verememe
endişesi değildir. Endişemiz, bu müessesenin siyaseten istismar
edilmesidir. Bunun, bürokrasi üzerinde yarattığı olumsuz
etkileri, daha bugünden görmeye başladığınızı zannediyorum.
Geçen
konuşmamda da söylediğim gibi, aslında yapılması gereken, soruşturma
sistemini değiştirmektir. Meclis soruşturmasının Yüce Meclisin
bir yargısal faaliyeti olduğu, sadece hukuk kitaplarında yazılıp
geçilen bir husus olmamalıdır. Meclis soruşturmaları, gerçek
anlamda bir yargısal faaliyete dönüştürülmelidir. Bunun gerçekleştirilmesi
için de, mutlaka ön komisyon müessesesi getirilmesi lazımdır.
Ön komisyonların yapısı, yeni dönemdeki ve 1961 Anayasasındaki
uygulamalardan ders alınarak yeniden oluşturmalıdır. Bunun için
de, ön komisyonların teşkilinde siyasî ağırlıktan çok, hukukî
ağırlıklı bir yapı oluşturmalıyız. Bu konunun enine boyuna
tartışılmasında büyük fayda görüyorum. Bizim teklifimiz, ön
komisyonun üyelerinin yarısının Yargıtay hakim ve savcılarından
oluşmasıdır. Diğer yarısının ise, Meclisin Anayasa Komisyonu
üyelerinden oluşmasıdır. Böylece, soruşturma komisyonu çalışma
ve kararları, yargısal bir zemine oturacaktır.
Ön
komisyon, soruşturma açılmasına gerek olup olmadığını hukukî
açıdan inceleyecek ve kararını hukuk ölçüleri içinde
verecektir. Böyle bir yapıdaki ön komisyonun hazırlayacağı
rapor, Meclis Genel Kurulu için de yol gösterici olacaktır.
Meclis, isterse, rapor doğrultusunda karar verebileceği gibi,
isterse aksi yönde de karar verebilecektir. Ancak, yargı zemininde
faaliyet gösteren böyle bir komisyonun, “soruşturmaya gerek
yoktur” şeklindeki kararı, kamu vicdanını tatmin edecektir. Ön
komisyonun, soruşturma açılması yönündeki kararına, Meclisin
uyması ve soruşturma açılmasına Genel Kurulca karar verilmesi
halinde de, kamu vicdanı gene rahat olacaktır. Ön komisyonun
raporuna aykırı kararlar ise, kamuoyu tarafından bilinecek ve
ortada siyasî bir değerlendirmenin olduğu açıkça görülecektir.
Bu durumda, böyle bir kararı alanlar, bunun siyasî sonuçlarına
da katlanmak zorunda kalacaklardır.
Değerli
arkadaşlarım, hangi oyunun unsuru olduğunu bilmediğimiz ve bizi
de işin içine haksız olarak katan son gelişmelerin olumsuzluğundan
kurtularak, ülkemizin ve Hükümetin normal gündemine dönmesini
istiyorum. Türk ekonomisi, uzun yıllar sonra, ilk defa, uygulamaya
konulan ekonomik istikrar programına uygun bir gelişme trendi içindedir;
ancak, sürekli vurguladığım gibi, ekonomik istikrarın temeli
siyasî istikrardır. Arkasında kararlı siyasî irade bulunmayan
bir ekonomik istikrar programının başarılı olması ya da başarısını
sürdürmesi mümkün değildir. Anavatan Partisi olarak, siyasî
istikrar ve koalisyondaki uyum konusunda gösterdiğimiz
hassasiyetin sebebi de budur. Anavatan Partisinin, sorumlu ve ülkenin
geleceğini kurtarmaya ve kurmaya yönelik ufuk açıcı tavrı, Hükümet
icraatı bakımından da ortadadır. Her türlü sıkıntıya rağmen,
özelleştirme uygulamalarını tavizsiz bir şekilde yürütmenin
sorumluluğunu biz üstlendik. Ekonomik istikrar programının,
tavizsiz ve gereken reformlarla birlikte uygulanmasında hep ısrarlı
davrandık. Sosyal güvenlik reformunu, ne büyük zorluklara göğüs
gererek Meclise götürdüğümüzü, nasıl yasalaşmasını sağladığımızı
hepiniz biliyorsunuz. Avrupa ile bütünleşme hedefinden sapma
tehlikesinin bertaraf edilmesinde, Türkiye'nin Avrupa Birliğine
tam üyelik yolundaki Helsinki Kararının kabulünde nasıl olumlu
bir rol oynadığımızı da hatırlatmak isterim. Anavatan Partisi
olarak, Türkiye'nin geleceğinin belirlendiği bu dönemde, yönlendirici
rolünü devam ettirmemizin gerekliliğine bir defa daha işaret
etmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, ülke olarak şu an yürürlükte olan ekonomik
istikrar programını başarıya ulaştırmaktan başka şansımız
bulunmamaktadır. Bu programın başarılı olabilmesi için, siyasî
istikrar gereklidir ve Hükümetin devamı da bu bakımdan önemlidir.
Biz, Anavatan Partisine yönelik saldırıların hiçbirisinin altında
kalacak değiliz; ancak, içinde bulunduğumuz dönem gereği, bu
bunalımları tırmandırmakta, ülkemiz açısından herhangi bir
yarar görmüyoruz.
Bu
çerçevede, önemle üzerinde durduğum hususlardan birisi,
Parlamentonun performansının yeniden, geçtiğimiz yılki düzeyine
çıkarılmasıdır. Gerek IMF’ye sunulan Niyet Mektubu çerçevesinde
taahhüdümüz olan gerek Avrupa Birliği üyeliğine hazırlık için
üstlendiğimiz yükümlülüklerin gereği olan ve gerekse de Hükümet
Programı doğrultusunda yapmamız gereken çok sayıda yasal düzenleme
söz konusudur. Bunların önemli bir bölümü, hazırlıkları yapılarak
Meclis safhasına getirilmiş bulunmaktadır. Bu çalışmaların,
komisyonlarda ve Genel Kurulda görüşülerek, süratle hayata geçirilmesi
gerekmektedir.
Öte
yanda, bilhassa Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz ve ekonomik
istikrar programının uygulanması, ciddî bir koordinasyon ihtiyacıyla
karşı karşıyadır. Bütün bunlar, arkasında kararlı bir siyasî
irade olmadan, iyi bir koordinasyon sağlanmadan, belirlenen çalışma
takvimine titizlikle bağlı kalınmadan sonuçlandırılamayacak
nitelikte konulardır.
Değerli
arkadaşlarım, ekonomik alandaki gelişmeler, bu saydığım bütün
arızî sorunlara rağmen, aslında sevindiricidir. Ülkemizde son yıllarda
beş ayrı enflasyonla mücadele programı uygulamaya konmuş; ama,
bunlardan hiçbiri, enflasyon sorununu çözmekte başarılı olamamıştır.
Bizim 55 inci Hükümet döneminde başlattığımız ve 1998 yılında
başarıyla uygulanan program, aslında bütün bu ekonomik istikrar
programları içerisinde örnek bir programdı; ancak, bu program 55
inci Hükümetin düşürülmesiyle başlayan siyasî dalgalanma ve
1999 yılındaki seçimler sebebiyle maalesef sürdürülemedi. 57
nci Hükümetin ekonomik istikrar programı, 55 inci Hükümet döneminde
IMF ile imzaladığımız Yakın İzleme Anlaşmasında ortaya konan
çerçevede yürütülmektedir. Yapılan Stand-By Anlaşması ve
sunulan Niyet Mektubu ile IMF’nin desteğini de alan bu programın,
şimdiye kadar kesinleşen sonuçları fevkalade umut vericidir.
Şu
ana kadar elde edilen sonuçlar, ekonomik istikrar programımızın
hedeflerine uygun, hatta birçok alanda hedeflediğimizden de daha
iyi bir şekilde yürüdüğünü ortaya koymaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, şu ana kadar elde edilen başarıların kalıcı
olabilmesi için, bazı hususlara son derece dikkat gösterilmesi
zorunludur. Bunları burada çok kısa belirtmek istiyorum.
İlk
yapılması gereken, ekonomik istikrar programının yürütülmesinde
siyasî koordinasyon eksikliğine bir an evvel son vermektir.
İkinci
olarak, Türk Lirasının değerlenme ihtimali göz önünde
tutularak, ihracatta daralmaya yol açılmaması için, ihracatı teşvik
yönünde acil, yeni tedbirler alınmalı ve uygulanmalıdır.
Turizmin teşviki için daha önce alınmış olan kararlar da, artık
eksiksiz hayata geçirilmelidir.
Üçüncü
olarak, enflasyonun düşüşüyle birlikte, üretimde bir düşüşün
yaşanmaması ve üretimde yükselen canlılığın devamını sağlamak
için teşvik mevzuatıyla KOBİ mevzuatında gerekli düzenlemeler
yapılmalıdır.
Dördüncü
olarak, yabancı sermaye girişini kolaylaştıracak yasal düzenlemeler
bir an önce getirilmelidir ve nihayet, son olarak, ekonomik
istikrar tedbirlerinin bir bütün olduğu gözden uzak tutulmamalı
ve eksik kalan tedbirler, kararlı bir şekilde hayata geçirilmelidir.
İnanıyorum
ki, bu hususlara riayet edildiği takdirde, bu ekonomik program
hedefine ulaşacaktır ve bu ekonomik programın hedefine ulaşması,
Türkiye'nin önünde asıl hedeflerine yönelmesi için çok daha
uygun bir zemin yaratacaktır. Anavatan Partisi olarak, varlık
nedenimiz, en önemli görevimiz, bu sürece katkıda bulunmaktır.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (Alkışlar) |