ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI
SAYIN MESUT YILMAZ’IN
ANAP MECLİS GRUBU KONUŞMASI

28 Haziran 2000

Değerli arkadaşlarım,

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum...

Bilimin sınırları hergün genişliyor. Bilim artık sınır tanımıyor.İnsan geninin sırları bile çözülüyor.

Dün, gazetelerde okudunuz... Televizyonlarda izlediniz...

Bilimin insan geninin çözümünde ulaştığı netice muazzamdır.

İnsan geninin karmaşık yapısı ortaya çıkmıştır.

Bütün insanlık, şu ana kadar başa çıkılamayan bazı amansız hastalıkların tedavisi için yeni umutlar yakalamanın sevincini yaşamaktadır.

İnsan ömrünün uzaması için büyük umutlar doğmuştur.

Değerli arkadaşlarım,

İnsan geninin sırları bile çözülürken, biz hala kendi insanımızı her alanda geri kalmışlığa iten büyük devlet sırlarını çözmekte zorlanıyoruz.

Asırlardır millet olarak bizi birbirimize düşman eden toplumsal genlerimizin sırrını kim çözecek, onu da bilmiyoruz?

Devlet ve toplum olarak, insan haklarından ekonomiye kadar uzanan bütün alanlardaki hastalıklarımızı tedavi etmeye niyetimiz var mı?

Ondan bile emin değiliz...

Değerli arkadaşlarım,

Büyük Azeri şairi Sabir’in millet olarak genlerimizde taşıdığımızı belirttiği “kendi insanına, kendi kültürüne, kendi dinine, hatta bizzat kendine düşmanlık” şeklindeki hastalığımızın sırrını ise herhalde hiç çözemeyeceğiz...

Değerli arkadaşlarım,

Kamuoyunda ve çeşitli kurumlar arasında Kopenhag kriterleri konusunda hiç yapılmaması gereken bir tartışma yapılıyor.

Türkiye Helsinki kararına bu kriterlere uymak zorunda olduğunu bilerek imza atmıştır.

Bu kriterlere uyan ülkelerden hiçbirisinin ulusal güvenliği tehlikeye düşmemiştir. Hiçbir ülke de bu ilkelerin bir kısmını benim için değiştirin dememiştir.

Helsinki kriterleri konusunda kimse kimseyi kandırmamıştır... Ama üzülerek görüyoruz ki bugün Helsinki kriterlerine hiç beklenmedik bir karşı çıkışı yaşıyoruz...

Helsinki kriterlerine uyarsak Türkiye parçalanır gibi bir hava yaratılmak isteniyor... Böyle bir havanın yaratılmak istenmesinin nedeni de milli çıkarlar üzerindeki hassasiyet gibi gösterilmek isteniyor...

Bunları hiçbir şekilde kabul etmemiz mümkün değildir. Türkiye'nin bütünlüğünü herşeyin üzerinde tuttuğumuzu herkesin bilmesini istiyoruz... Ancak herkesin bilmesi gereken diğer bir önemli husus da, insanımızın çağdaş dünyanın nimetlerinden istifade etmesinin devlet ve millet olarak bizim birbirimizle kaynaşmamızı arttıracağıdır. Aksi davranışlar ise milli bütünlüğümüzü yaralamaktan başka bir sonuç vermeyecektir.

Değerli arkadaşlarım,

Kopenhag zirvesinde tam üyeliğe kabulün ön şartı olarak belirlenen siyasi kriter nedir?

Siyasi kriter; tam üyeliğe kabulü, aday ülkelerin tüm organlarıyla demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını korunmasını garanti altına alacak bir yapıya sahip olmalarına bağlamaktadır.

Avrupa Birliği Komisyonu’nun 1998 yılı raporunda, Türkiye’nin siyasi kriterlerin hiçbirini yerine getirmediği hususu yer almaktadır.

İnsan hakları konusunda ise, komisyon, Türkiye’nin geçen yıl hazırlanan raporda belirtilen konumuna göre pek bir ilerleme kaydetmediğini belirtmektedir.

Komisyon Türkiye’nin özellikle insan hakları hususlarında zayıf kaldığının altını çizmektedir.

Komisyon, ayrıca Türkiye’de siyasi olmayan kuruluşların siyasi alan üzerindeki etkisine dikkat çekmektedir.

Ancak, tüm bu olumsuz tablonun yanında siyasi kriterlere uyum yolunda bazı yasal düzenlemelerin de hazırlandığı da özellikle belirtilmektedir.

Sonuç itibariyle, komisyon, aday ülkelerin siyasi kriterlere uyum yolunda doğru adımlar attığını bunun tek istisnasının ise Türkiye olduğunu belirtmiştir.

Ekonomik kriterlere gelince;

Avrupa Birliğine aday ülkelerin tam üyeliğe kabul yolundaki durumlarını inceleyen komisyon raporundaki ekonomik kriterlere uyumla ilgili değerlendirmeler de önemlidir.

Tüm iktisadi verilerin yanı sıra ekonomik kriterler açısından en önemli husus, Avrupa Birliği’nin aday ülkelerin en büyük ticaret ortağı konumunda olmasıdır.

Rapordaki tespitlere göre, 1993 ve 1998 yılları arasında birlik ile aday ülkeler arasındaki toplam ticaret hacmi tam iki katına çıkarak 180 milyar ecu’ye ulaşmıştır.

Mevcut durumda onüç aday ülke, Avrupa Birliği’nin toplam ticareti içerisinde ABD’nin % 20’lik payından sonra % 10 payla ikinci sıradadır.

Avrupa Birliği’nin 1998 yılında aday ülkelerle arasındaki ticaret fazlası 33 milyar ecu civarındadır.

Bu miktarın % 35’i Polonya, % 25’i ise Türkiye ile yapılan ticaretten kaynaklanmaktadır.

Komisyon, birliğin dünyanın geri kalanıyla arasındaki mevcut 13 milyar dolarlık ticaret açığının aday ülkelerle arasında mevcut olan ticari ilişkilerle kapatıldığını ve hatta artıya geçtiğini belirtmektedir.

Komisyon’un yorumuna göre Türkiye’nin bu hususta Gümrük Birliği’nden kaynaklanan büyük bir avantajı bulunmaktadır.

Avrupa Birliği, işler durumda bir pazar ekonomisine sahip olmayı şu temel faktörlere bağlı olarak değerlendirmektedir:

  • Arz ve talep arasındaki dengenin pazar güçlerinin özgür davranışları neticesinde sağlanması; fiyatların ve ticaretin serbestleşmesi,
  • Pazara girişlerin -yeni şirketlerin kurulması- ve pazarın terk edilmesinin –iflasların- önünde hiçbir engelin bulunmaması,
  • Hukuki sistemlerin ve özellikle de mülkiyet haklarına yönelik mevzuatın işler durumda olması; kanunların ve sözleşmelerin uygulanabilir olması,
  • Makro-ekonomik istikrarın, özellikle fiyat istikrarının tesis edilmiş olması,
  • Temel ekonomi politikalarının belirlenmiş ve istikrarlı olması.

Değerli arkadaşlarım,

Dışarıdan bakılınca özetle durum bundan ibarettir. İçeriden bakılınca da durum farklı değildir.

Eğer Türkiye Avrupa'yla bütünleşmek istiyorsa yapması gerekenler bellidir.

Bu noktada ülke olarak üzerimize düşen görevleri yerine getirmeden Avrupa'nın kapısını tam üyelik için çalamayacağımız ortadadır.

Bunun için ülke olarak çok çalışmamız gerekmektedir. Bunu görmeyenler varsa artık görmelidirler.

Değerli arkadaşlarım,

Siyaset, kişisel husumetlerin aracı değildir. Siyasetin amacı ülkeye ve millete hizmettir; öyle olmalıdır.

Biz, ülkeye ve millete en iyi hizmeti ne şekilde getirebiliyorsak öyle davranacağız.

Duygularımızla değil mantığımızla hareket edeceğiz.

Yerimizi başkalarının senaryolarına göre değil, kendi duruşumuza göre belirleyeceğiz...

Anavatan Partisi olarak biz 18 nisan seçimlerinden sonra tespit ettiğimiz politika çerçevesinde, gerek soruşturmalar, gerek siyasi mücadelenin yöntemi ve gerekse diğer partilerle ilişkiler bakımından yeni bir defter açtık.

Bizim hiçbir partiye karşı bir husumetimiz ve kinimiz yoktur... Hiçbir gruba, kuruma ya da şahsa karşıda bir husumetimiz ve kinimiz olmamıştır... Bundan sonra da olmayacaktır...

Daha önce de CHP örneğinde de ifade ettiğim gibi başkalarının bizimle husumeti varsa bu onların bileceği bir iştir. Bu husumetlerin şahıslarımıza değil, düşüncemize ve icraatlarımıza olduğunun da farkındayız... Herkeste bilsin ki, Anavatan Partisi başkalarının husumetinden çekindiği için görüşlerini değiştirecek, kendi bildiği yoldan sapacak bir parti değildir.

Bizim yolumuz 1983’te çizilmiştir. Parti programımız son derece açık ve nettir. Biz; sivil, demokrat ve özgürlükçü çizgide yolumuza devam edeceğiz... Hoşgörülü ve uzlaşmacı kimliğimizi hiçbir şeye değişmeyeceğiz...

Değerli arkadaşlarım,

Soruşturma komisyonlarının raporlarının oluşması ve bu raporların meclis genel kurulunda oylanması sırasında yaşananlardan hareketle, partimizin bundan sonraki çalışmalarda duygusal davranacağı iddia edilmektedir...

Burada açıkça belirtiyorum... Ne hükümetteki çalışmalarımızda ne de parlamento çalışmalarımızda ülkemizin içinde bulunduğu şartları ağırlaştıracak hiçbir tutum içerisinde olmayacağımızın bilinmesini isterim.

Bizim hükümet çalışmalarında duygusal davranmamız asla sözkonusu değildir... Biz tüm bu çalışmalarda iki hususa dikkat edeceğiz.

Birincisi, hükümet programına ve koalisyon protokolüne uyum konusudur.

İkincisi de Avrupa Birliği'ne uyum yolunda aldığımız ekonomik istikrar programı tedbirlerinin eksiksiz hayata geçirilmesi ve yine bu çerçevede siyasal alandaki kriterlere uyum çalışmalarının hiçbir önyargı ve hesaba dayanmadan süratle tamamlanmasıdır.

Ortaklarımızdan bundan başka bir beklentimiz yoktur... Kimsenin de bizden başka bir davranış beklememesi gerekir...

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye’de son haftalarda yaşanan olaylar hiç kimseye pirim kazandırmamıştır.

Türk siyaseti ve meclisimiz de yıpranmıştır.

Siyasi amaçlara alet edilmeye çalışılması, toplumun denetim mekanizmalarına ve hukuka güvenini de sarsmıştır.

Son dönemde yaşadıklarımızdan anavatanlılar olarak gereken dersleri çıkardığımızın bilinmesini isterim.

Bu çerçevede soruşturma komisyonlarının siyaseten çalışmalarını önlemenin bir zaruret olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu durumu düzeltmek üzere anayasamızın 100’ncü maddesinde bir değişiklik yapılmasına ilişkin teklifimizi ortaya koyduk.

Soruşturma faaliyetinin meclisin bir yargısal faaliyeti olduğunu sözden fiiliyata geçirmek için önsoruşturma komisyonu kurulması gerektiğine inanmaktayız.

Önsoruşturma komisyonunun yapısının partilerin meclisteki siyasi güçlerine göre değil de yargıç ve hukukçu ağırlıklı olarak teşkil edilmesini istemekteyiz.

Diğer yandan yolsuzluklarla gereğince mücadele edebilmek için milletvekili dokunulmazlığının mutlak sınırlandırılması gerektiğine inanıyoruz. Bu amaçla anayasamızın 83’ncü maddesindeki değişikliğe ilişkin geçen dönemki teklifimizi yeniledik. Bizim amacımız kürsü dokunulmazlığı dışında milletvekili dokunulmazlığının tamamen kaldırılmasıdır.

Değerli arkadaşlarım,

21. Yüzyıla girmiş olmamıza rağmen, Türk siyasetinin geçtiğimiz yüzyıldaki alışkanlıklarından henüz kurtulamadığını görüyoruz.

Halbuki Türkiye 18 nisan seçimlerinden sonra uzlaşmanın ve umudun hakim olduğu bir siyasal iklime girmişti.

Topluma işlerin düzelmeye, sorunların çözülmeye başladığını kanaati hakim olmaya başlamıştı.

Siyasi kararlılık, yapısal düzenlemeler ve kamuoyu desteği ile hükümetimiz hedeflerine ulaşma yönünde hızla ilerliyordu.

IMF ve Dünya Bankası başta olmak üzere, uluslararası finans ve değerlendirme kuruluşları, uyguladığımız programa, giderek artan bir destek veriyordu.

Bütçe uygulama sonuçları başta olmak üzere, tüm göstergeler istikrar programının başarısına işaret ediyordu.

Toplum, sosyal güvenlik reformu gibi milyonlarca insanın geleceğini ilgilendiren çetrefilli bir konuda dahi, hükümetimizden desteğini eksik etmemiştir.

Soruşturma komisyonlarının raporlarının açıklanmasıyla girilen cendere Türk siyasetinin hareket alanını sınırlamıştır.

Türkiye’nin, uygulanan istikrar programı açısından çok değerli 6 ayı, önce cumhurbaşkanlığı seçimi, sonra da soruşturma komisyonları raporlarıyla heba edilmiştir.

Hadiselerin bu yönde şekillenmesinde ANAP olarak hiçbir dahlimiz, hiçbir menfaatimiz, hiçbir rolümüz yoktur.

Böyle olduğu halde, son altı aydır en çok sıkıntıyı çeken parti olmamız da ayrı bir husustur.

Değerli arkadaşlarım,

Kolayca çözülebilecek sorunların içinden çıkılmaz labirentler haline dönüştürülmesini anlamakta zorluk çekiyoruz.

Ülke olarak, tempomuzu hızlandırmak yerine, sürekli ayaklarımıza yeni bağlar dolaştırma konusunda sanki özel bir gayret içindeyiz.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde de, soruşturma komisyonlarında da aynı şey olmuştur.

Türkiye’nin istikrarı, 6 aylık, bir yıllık periyotlara bağlı olmamalıdır.

77 yıllık cumhuriyet döneminde 57 hükümete sahip olmuşuz. Ortalama hükümet ömürleri 1.5 yılın bile altındadır.

Oysa, gelişmiş ülkelerde, en güç şartlarda kurulan koalisyon hükümetlerinin bile seçim dönemi sonuna kadar işbaşında kalabilmektedirler.

Biz, samimi olarak, bugünkü koalisyon hükümetinin de gelişmiş ülkelerdeki örneklerine benzer bir performans sergileyeceğini ümit ediyorduk.

Yaşadığımız son olaylar bizi üzmüşse de, bu konudaki ümidimizi hala muhafaza etmek istiyoruz.

Türkiye’nin istikrara ve icraata ihtiyacı vardır.

Toplumun her kesiminden feryatlar yükselmektedir.

Bu talepleri ucuz siyasi manevralarla değil, tutarlı, süratli, akılcı politikaları hayata geçirerek durdurabiliriz.

Bilhassa iktidarlar açısından siyasette zayıflık popülizmi, popülizm de tavizi getirir.

Artık Türkiye’nin ve Türk halkının verecek tavizi kalmamıştır.

Sorunlarının çözümü için uygulanacak politikalar tercih olmaktan çıkmış, zorunluluk halini almıştır.

Dileğimiz, başta ekonomik istikrar programı olmak üzere uygulamak zorunda olduğumuz tedbirlerin yarıda kalmamasıdır...

Bu hususta elimizden gelenin yapılacağını belirtir, hepinize saygılar sunarım...