Anavatan Partisi Genel Başkanı Sayın Mesut Yılmaz’ın
ANAP Meclis Grubu Toplantısında Yaptığı Konuşma

Türk Siyasetinde Merkezin Sahibi
Anavatan Partisi’dir

7 Kasım 2000

Değerli arkadaşlarım,

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ülke olarak bir dönüm noktasındayız. Merhum Cemil Meriç'in tabiriyle "yeni bir dünyanın eşiğindeyiz"...

8 Kasım günü Avrupa Birliği Türkiye için öngördüğü katılım ortaklığı belgesini açıklayacaktır.

Bu belge, Avrupa Birliği’nce açıklandıktan sonra hükümetimiz tarafından ele alınıp değerlendirilecektir.

Daha önce deklare ettiğimiz şekilde, ülkemizin kabul edemeyeceği beyanların bulunmaması halinde, bu belge, hükümetimizce Avrupa Birliğine uyum çalışmalarımızda yol haritası kabul edilecektir.

Bundan hemen sonra da katılım ortaklığı belgesine paralel olarak hazırlamamız gereken, milli belgeyi oluşturma çalışmalarımız başlayacaktır.

Milli belgenin altyapısı, kısa süre önce faaliyete geçen Avrupa Birliği genel sekreterliğince hazırlanmaktadır.

Değerli arkadaşlarım,

Yeni bir dünyanın eşiğindeyken milletçe yaşadıklarımız, bizi asla ümitsizliğe sevketmemelidir.

Hepimiz bilmeliyiz ki, gerçekten bir geçiş dönemindeyiz.

Eşiğin bu tarafında yaşadığımız olumsuzlukların öbür tarafta da aynen devam etmesi mümkün değildir.

Avrupa’yla bütünleşme sürecinde de kimi sıkıntıların yaşanması mümkündür.

Ancak, önümüzdeki dönemde bu olumsuzlukların azalacağını şimdiden söyleyebilirim.

Çünkü, olumsuzlukları yaratan şartlar değişecektir.

Her şeyden önce sistem değişecektir; statüko değişecektir.

Statükonun değişmesi demek, ülkedeki bütün şartların değişmesi demektir. 

Siyasetten ekonomiye her şeyin kökten değişmesi demektir.

Değerli arkadaşlarım,

Anavatan Partisi, kurulduğu günden beri statükoya karşı değişimi ve yenilenmeyi temsil etmiştir. Bu, Anavatan Partisi’nin en önemli özelliğidir.

Bugün de değişimi ve gelişmeyi, Avrupa Birliği misyonunun içinde barındırarak temsil eden tek parti Anavatan Partisi’dir.

Bu noktada partimiz ,geleceğe ümitle bakmak isteyen insanımızın sığındığı tek kaledir.

Tek başına iktidar olduğu dönemde Anavatan Partisi statükoya ağır darbeler indirmişti.

Yaptığı icraatlarıyla statükonun milletimizi boğan, nefes almasına imkan tanımayan kollarını budamıştır.

Asırlara dayalı hakimiyetini yitirmekle karşı karşıya kalan satüko önce direnmiş, sonra da bütün gücüyle partimize karşı saldırıya geçmiştir.

Anavatan Partisine karşı, 1980'li yılların sonundan itibaren statükonun kuralsız ve acımasız bir savaşı sözkonusudur.

Bu savaş bugün de devam etmektedir.

Statükonun her saldırısı, Anavatan’la birlikte Türk siyasetinin hayat kaynağı durumundaki merkezi de zayıflatmıştır.

Bu süreçte, statükonun Anavatana indirdiği her darbe, yalnızca Anavatan'a ve merkeze zarar vermekle kalmamış, sivil siyasetin de güçsüzleşmesine yol açmıştır.

Son on üç yılda izlenen sistemli saldırı politikasıyla Türkiye'de siyasetin oturduğu merkez, her an yeni bir hücuma maruz bırakılmıştır.

Statükonun kullandığı aktörler ve araçlar değişmiş, ancak saldırı hiçbir zaman kesilmemiştir.

Statükonun Anavatan'la girdiği mücadelede kaybedenin yalnız Anavatan Partisi olmadığı, asıl kaybedenin ülke olduğu bugün ortaya çıkmıştır.

Değerli arkadaşlarım,

Statüko bilerek ve isteyerek merkezi zayıflatmış, ancak bütünüyle ortadan kaldıramamıştır.

Statüko bu noktada merkezin, özellikle Anavatan Partisinin direncini hesaba katmamıştır.

Kimi zaman aktif karşı koyma, kimi zaman pasif direnme politikaları herşeye rağmen Anavatan Partisi’nin ve merkezin ayakta kalmasını sağlamıştır.

Statükonun uyguladığı olumsuz politikaların yarattığı merkezkaç kuvvetin baskısıyla Anavatan Partisi’nden kaçan kimi çevreler kenar politikalarına mahkum olmuşlardır.

Satüko Anavatan Partisi’ne karşı zaman zaman farklı kesimlerle işbirliğine gitmiştir.

Ancak statüko, Anavatan Partisinden kopararak ona karşı kullandığı her kesimi, daha sonra insafsızca ezmiştir.

Statükonun zorlamasıyla Anavatan Partisinden ürkütülen kesimlerin gücünün kenardaki bir merkezde toplanmasından da rahatsız olan statüko, kendisine karşı bir güç temerküzüne hiçbir şekilde izin vermemiştir.

Arada yediği bütün darbelere rağmen merkezin bugün hala ayakta olmasından statüko son derece rahatsızdır.

Şimdi statükonun yeni bir oyunuyla karşı karşıyayız.

Statüko, hiçbir şekilde merkezde yer alamayacağını bildiği bazı siyasi yapıları bir illüzyon olarak merkezde gösterme gayreti içindedir.

Aynı statüko bir yandan da merkezde yeni bir oluşum için çaba sarf ediyor gözükmektedir.

Statükonun bundan maksadı ne kenardaki bir gücü merkeze oturtmak, ne de kendisini yıkacak bir merkez gücün ortaya çıkmasını sağlamak değildir.

Statükonun tek bir amacı vardır. O da kendi varlığının devamını sağlayacak aşırı parçalı bir siyasi yapıyı korumaktır.

Değerli arkadaşlarım,

Şunu hiç kimse unutmamalıdır.

Statükonun merkez aleyhine güçlendirdiği siyasi yapıların hiçbir zaman merkezi temsil etme şansları yoktur.

Onlara merkezi zayıflattıkları ölçüde bir rol biçilmektedir.

Merkez olabilmek için, gerçekten de herşeyiyle merkezde yer almak gerekir.

Bazı siyasi yapılar olsa olsa merkezcilik oynayabilirler.

Bu yapıların merkeze yaklaşmak için kullandıkları her argüman, şimdiye kadar ki yanlış konumlarının tesbiti ve Anavatan Partisi'nin politikalarının haklılığı anlamına gelecektir.

Değerli arkadaşlarım,

Merkezin sahibi vardır. O da bütün kesimleri aynı ölçüde kucaklayan Anavatan Partisi’dir. Herkesin hesabını buna göre yapması gerekir.

Statüko için ecel çanları çalmaya başlamıştır.

Bugün gelinen noktada bölücü terör durmuş, irtica etkin bir tehdit olmaktan çıkmış, mezhep kavgası çıkartma planları suya düşmüştür.

Her kesimden insanımızın etnik, mezhebi veya dini hassasiyetle hareket etmeyi bırakıp, başını önüne alıp düşünmesi için bir fırsat doğmuştur.

Sükunet ortamında ve normal şartlarda suların merkeze doğru aktığını herkes görmektedir.

Yaşadığımız olumsuzluklara, bir kısım medya organlarının olumsuz tutumuna rağmen bugün oylarını arttıran tek partinin Anavatan Partisi olduğunu siyasi rakiplerimiz açıklamaktadır.

Bazı araştırma kuruluşlarının ekim ayı sonunda yaptığı araştırmalarda, Anavatan Partisinin takip ettiği politikalara halkımızın verdiği destekte açık bir yükselme görülmektedir.

Aynı desteğin oya dönüşmeye başladığını da o araştırmalar göstermektedir.

Bu çerçevede bize düşen görev, öncelikle devleti baştan aşağı yeniden yapılandırma politikalarımızı geliştirmektir.

Bununla birlikte, insanımızı gerçek anlamda hak ve özgürlük sahibi bireyler haline getirecek merkez politikalar üzerinde yoğunlaşmaktır.

Bu politikalarımız farklı kesimlerin partimize teveccüh göstermesini sağlamakla kalmayacak, merkezi güçlendirerek siyasetin de tabii seyrine kavuşmasını sağlayacaktır.

Değerli arkadaşlarım,

Anavatan Partisi kurulduğu ilk günden bu yana hukuktan ve meşruiyetten yana bir parti olmuştur.

Esasında gücünü milletten ve hukuktan alan hiçbir siyasi partinin millet iradesine dayanmaktan ve hukukun üstünlüğüne güvenmekten başka bir çaresi yoktur.

Bu durum, demokrasinin var olmasının hem şartı, hem de varlığının zorunlu bir sonucudur.

Yalnız demokrasimizi değil, herşeyin temeli olan devlet varlığımızı da hukuk ve meşruiyet ölçülerine riayetle güçlendirebiliriz.

Çünkü devletleri tek başına ekonomik gücün veya silah gücünün yaşatması mümkün değildir.

Tarihteki sayısız örneğin gösterdiği gibi, devletleri asıl yaşatan etken hukuka bağlılık ve meşruiyettir.

Millet iradesine dayanmadan ve adalet duygusunu hayata hakim kılmadan uğruna sayısız şehitler verdiğimiz devletimizi ebed müddet yaşatmamız mümkün değildir.

İnsanımız, yeri geldiğinde devletimizi yaşatmak uğruna ölümü göze alma konusunda ortak bir bilince sahiptir.

Bununla birlikte kamuoyunda üzerine titrediğimiz devletimizin ancak adaletle ve millet iradesine saygıyla ayakta kalabileceği konusunda yeterli bir duyarlılığa sahip olunmadığı da açıktır.

Değerli arkadaşlarım,

Devleti devlet yapan en önemli husus, kendi koyduğu hukuka öncelikle kendisinin uymasıdır.

Devletin hukuka uyması demek, devlet görevlilerinin hukuka uyması demektir.

Bir devletin kendi koyduğu hukuka uymaması düşünülemez.

Hukuk hiçbir zaman devlete ayak bağı değildir.

Gerekli gördüğü durumlarda devlet ihtiyaçlar ölçüsünde hukukun aksayan yönlerini değiştirme imkanına sahiptir.

Yıldönümü vesilesiyle bir defa daha hatırladığımız susurluk olayı, devlet görevlilerinin hukuka bağlı kalmalarının devletimiz ve milletimiz için ne kadar hayati bir önem taşıdığını çok açık bir biçimde göstermiştir.

Kamuoyunda hala tartışılan susurluk olayından devlet ve millet olarak yeteri kadar ders çıkardığımızı zannediyorum.

Bu çerçevede, devlet adına mücadele eden kimi devlet görevlilerinin mücadele şartlarının da etkisiyle bazı yanlışlıklar yapmış olabileceklerini bilmemiz gerekir.

Ancak, bu yanlışları hiçbir zaman devlete mal etmemek gerekir. Yanlışı hangi kamu görevlisi yaptıysa ancak onu bağlar, devletimizi bağlamaz.

Yapılan mücadele sırasında zaten ortaya çıkması zor olan bu yanlışlara, ortaya çıktıktan sonra göz yumulmaması gerekir. Yanlışlıklara mücadele sonrasında bile göz yummak, devletin temeline konulan dinamite göz yummakla eş anlamlıdır.

Devletimize düşen yanlışa sahip çıkmamak, görevlilerinin yanlışını örtbas etmemektir.

Bir daha bu yanlışların olmaması için de gerekli tedbirleri yerinde ve zamanında almaktır.

Değerli arkadaşlarım,

Hukukun üstünlüğünün tartışmasız kabul edildiği Avrupa’yla bütünleşmenin eşiğindeyiz.

İdeal olan hukukun üstünlüğüne ulaşmaya çalışırken çıtanın en alt noktasının hukuk devleti ilkesini eksiksiz hayata geçirilmesi olduğunu bilmemiz gerekir.

Eğer hukuk devleti olmak iddiasında isek devlet idaresinin, her zaman hukuk çerçevesinde hareket etmek zorunda olduğunu bilmemiz gerekir.

Bu noktada idarenin bütün işlem ve eylemleri hukuka uygun olmak zorundadır.

Diğer yandan idarenin hukuk içerisinde hareket etmesini sağlamak için, idarenin hem siyasal hem de yargısal denetimi şarttır.

Bu iki denetimin yapılabilmesi için de hür basına ihtiyaç vardır.

Değerli arkadaşlarım,

Türk devletinin otoritesinin tartışılmazlığı, Türk milletinin genlerine işlemiştir.

Milletimiz devletin otoritesinin üzerinde bir otorite tanımamıştır.

Devlet otoritesini temsil eden bazı görevlilerin bu otoriteyi haksız bir biçimde bizzat halka karşı kullanmasında bile durum değişmemiştir.

Tarihimiz boyunca Türk devletinin otoritesine meydan okuyan pek çok eşkıya, isyancı ve çapulcu çıkmıştır.

Devletin ve milletin zaafa uğramasından istifade ederek devlete meydan okumaya, milleti haraca kesmeye çalışan bütün eşkiyaların akıbeti aynı olmuştur.

Son günlerde yaşadığımız ve devlet otoritesini en kuvvetli olması gereken hapishanede bile tartışmaya açacak türdeki olaylar milletimizi rahatsız etmektedir.

Değerli arkadaşlarım,

Organize suç çeteleriyle devletin mücadelesi için gerekli donanımın eksikliğini 55'nci hükümet zamanında Anavatan Partisi olarak biz gördük.

Bu eksikliğin giderilmesi için gerekli yapıların kurulmasını biz sağladık.

Bu hususta gösterdiğimiz kararlılığın ve kurulan sistemin işlemeye başlamasının sonuçlarını 55'nci Hükümet zamanında aldık.

Şimdi bizim kurduğumuz sistemin işlemesi sonucu organize suç örgütlerine karşı son derece başarılı sonuçlar almaktayız.

Bu noktada yasadışı oluşumların ve banka soygunlarının üzerine kararlılıkla giden güvenlik güçlerimizin ardında olduğumuzu bir defa daha belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım,

Son olaylarla birlikte, hapishanelerde devlet otoritesinin zayıf olduğu gözler önüne serilmiştir.

Bu olayların geniş halk kesimlerinde affa karşı bir tavrın ortaya çıkmasına sebep olduğu gözlerden kaçırılmamalıdır.

Değerli arkadaşlarım,

Yapılması gereken aşırı şiddet görüntüleriyle otorite sağlamak değildir.

Bu yolun yanlışlığı ve netice vermediği daha önce defalarca görülmüştür.

Aslında bu hususta yapılacak olanlar bellidir.

Yapımına başlanan F tipi hapishaneler bir an evvel bitirilmeli ve en kısa sürede F tipi cezaevi uygulamasına geçilmelidir.

Cezaevlerimiz sistem bütünlüğü içerisinde ele alınmalıdır. İnfaz sistemimizle birlikte ceza yasamız tümden değiştirilmelidir.

Bu çerçevede önümüzdeki günlerde gerekli tedbirlerin kararlılıkla alınacağına inanıyorum.

Hepinize saygılarımı sunuyorum.