- ANAVATAN
PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE
- BAŞBAKAN
YARDIMCISI SAYIN MESUT YILMAZ’IN
- ANAP
MECLİS GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA
-
- 21 Kasım 2000
Değerli
arkadaşlarım,
Hepinizi
sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Ülke
olarak tarihi günler yaşıyoruz.
Yaşadığımız
günler, yalnız cumhuriyet tarihimiz bakımından
değil, son 200 yıldır devam eden batılılaşma
tarihimiz açısından da kritik
günlerdir.
Çünkü,
Türkiye Avrupa Birliğine üyelik sürecinde yeni bir noktaya
gelmiştir.
Bu
dönemi kritik hale getiren husus, Türkiye’nin yalnızca yeni
bir uluslararası oluşuma girip girmemesi değildir.
Bu
dönemin önemi, Türkiye’nin tarihi yürüyüşüne devam ettiği
yolla ilgilidir.
Türkiye’nin
200 yıl önce başlattığı batılılaşma gayretlerinin nihai
bir sonuca ulaştırılmasıyla ilgilidir.
Değerli
arkadaşlarım,
Türkiye
iki asır önce tarihi tercihini yapmış ve yüzünü batıya çevirmiştir.
Bunu
yaparken de Avrupa’ya sormamış, ondan izin almamıştır.
İki
asırdır verdiği mücadele sırasında da batı dünyasını çoğu
zaman yanında görmemiştir.
Esasen,
Türkiye’nin batılılaşma mücadelesi sürecinde batı dünyasıyla
olan ilişkileri iki
tarzda cereyan etmiştir.
Birinci
tarz, batıya rağmen ve hatta batıya karşı savaşarak batılılaşma
politikasının uygulanmasıdır.
Bunun
en çarpıcı örneğini de büyük
Atatürk vermiştir.
Atatürk,
batının bizi boğmak istediği bir dönemde Türk milletini
arkasına alarak batıya karşı kurtuluş mücadelesi vermiştir.
Bu
mücadeleden başarıyla çıkan Atatürk, batıya kapılarını
kapatmamıştır.
Aksine
batının bir parçası olabilmek için yeni ve daha büyük bir mücadeleye
girişmiştir.
Değerli
arkadaşlarım,
Türkiye’nin
batılılaşma yönündeki tercihi mutlaktır.
Başlangıçta
devlete ait olan bu tercih, artık millete aittir.
Ne
içeride ne de dışarıda bu tercihi değiştirebilecek bir güç
yoktur.
Bu
mutlak tercihin gereklerinin yerine getirilmesini başta
devletimiz istiyordu.
Şimdi
ise milletimiz istemektedir.
Nedir
bu gerekler?
Bunlar;
İnsan
hak ve hürriyetlerinin dokunulmazlığıdır.
Halkın
iradesinin üzerinde hiçbir
iradenin bulunmamasıdır.
İnsanın
her şeyin merkezine oturtulmasıdır.
Devletin,
vatandaşlarına insanca bir yaşam için üstün hizmet sunan bir
yapıya kavuşturulmasıdır.
Ekonominin
disipline edilmesidir.
Devletin
ekonomiden çekilmesidir.
Milletimiz,
bunları sırf batılılaşalım diye değil, onlara ihtiyacı
olduğu için istiyor.
Bu
gereklere uyan milletlerin refah, huzur ve mutluluğu yakaladığını
gördüğü için istiyor.
Değerli
arkadaşlarım,
Anavatan
Partisi olarak 1987 yılından bu yana Avrupa Birliği konusuna
neden bu kadar çok önem veriyoruz?
Niçin
1980 yılından itibaren adeta unutulmuş ve rafa kaldırılmış
bu konuyu yeniden devletimizin, milletimizin ve Avrupa’nın gündemine
soktuk?
Şimdi
de bize getireceği bütün sıkıntılara ve zorluklara rağmen
neden Avrupa Birliğine girelim diye çaba gösteriyoruz?
Çünkü,
Avrupa Birliğinin devletimizi ve milletimizi geleceğe doğru
ayakta tutabileceğimiz en kuvvetli zemin olan batılılaşma
zeminini sağlamlaştıracağını görüyoruz.
Biz
Avrupa Birliği içerisinde yer alacak bir Türkiye’de hiçbir
zaman etnik bölünmenin ya da laiklik noktasında bir rejim bunalımının
yaşanmayacağına inanıyoruz.
Avrupa
Birliğine giriş için önümüze konulan iç bünyemizle ilgili
kriterlerin milletimizi rahatlatacağına inanıyoruz.
Bu
sürecin milletimizin devletle arasındaki soğukluğu kaldıracağına
ve böylece devletimizin daha da güçleneceğine inanıyoruz.
Değerli
arkadaşlarım,
Anavatan
Partisi olarak bizim tercihimiz, batıya rağmen batılılaşmak,
Avrupa’ya rağmen Avrupa birliğine girmek değildir.
Bizim
tercihimiz, 200 yıldır yürüdüğümüz ve son noktasına geldiğimiz
batılılaşma mücadelemize batıyla birlikte devam etmektir.
Biz,
bugüne kadar bunu savunduk. Bundan sonra da bunu savunmaya devam
edeceğiz.
Bu
sayede kısa zamanda çok büyük mesafeler alınabileceğine,
amacımıza daha çabuk ulaşabileceğimize inanıyoruz.
Rahmetli
Menderes’ten merhum Özal’a uzanan çizginin tercihi budur.
Biz bu tercihin sahibiyiz.
En
zor zamanlarda dahi bu tercihin sahipliğini yapmaya kararlıyız.
Çünkü bu işin zorluklarını baştan biliyoruz.
Bu
noktada batı dünyasının bize çoğu zaman engel çıkaracağının
da bilincindeyiz.
Batı
dünyasına da, duygusallıktan uzak bir biçimde kendi çıkarlarının
da bu yolda olduğunu göstermeliyiz.
Değerli
arkadaşlarım,
Avrupa
Birliği bize hiçbir zaman kabul edemeyeceğimizi deklare ettiğimiz
şartları dayatmaktan vazgeçmelidir.
Şayet
Avrupa bize, milli çıkarlarımıza aykırı ve başka aday ülkelere
şart koşulmayan hususları dayatma konusunda ısrarcı olursa,
biz de kendi yolumuzu çizeriz.
Avrupa
Birliğini dikkate almadan batıyı batı yapan kriterlere ulaşma
hedefi doğrultusunda yolumuza devam ederiz.
Devleti
yeniden yapılandırma, özgürlük alanını genişletme, insan
haklarını geliştirme, ekonomiyi liberalleştirme politikalarımıza,
güçlüklere rağmen devam ederiz.
Çünkü
bunları gerçekleştirince insanımızı refaha, mutluluğa ve
huzura kavuşturacağımıza, devletimizi de güçlendireceğimize
inanıyoruz.
Halkımız
bu standartları görmüş, tanımış ve kendini yönetenlerden
bunları talep etmeye başlamıştır.
Bu
talebe cevap vermenin yolu o politikaları hayata aktarmaktan geçmektedir.
Değerli
arkadaşlarım,
Haziran
ayından beri yaptığım konuşmalarda Avrupa Birliği hedefimiz
önündeki iç ve dış engellerden bahsettiğimi hatırlayacaksınız.
Gerçekten
de Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyeliğinin önünde tek
bir engel söz konusu değildir.
Bunun
önünde çok ciddi bir biçimde hem iç hem de dış engeller
vardır.
Engeller
sadece iç bünyemizden, ya da sadece dışarıdan kaynaklansa
çözmemiz zor değildir.
Hatta
iç ve dış engeller birbirini etkilemeyen iki bağlantısız
alanda cereyan etse, yine o kadar önemli değildir.
Ancak
bugün yakından baktığımızda, iç ve dış engellerin hem
birbirini beslediğini, hem de birinin diğerini otomatik olarak
harekete geçirdiğini görmekteyiz.
Gerek
iç ve gerekse dış engelleri önümüze çıkartanların kurduğu
bir denklem vardır.
Dıştakiler
“Türkiye nasıl olsa koyduğumuz şartları yerine getiremez”
demektedirler.
İçeridekiler
ise “Avrupa Birliği nasıl olsa bizi almaz” diye düşünmektedirler.
Katılım
ortaklığı belgesi açıklanıp, biz ülke olarak bu şartları
yerine getirebileceğimizi açıklayınca dış engelleyiciler ürkmüşlerdir.
Önce
Yunanistan aracılığıyla Kıbrıs şartını dikte etmeye çalışmışlardır.
Türkiye’nin
bu şartı dışta bırakan bir tutumla yola devam kararı karşısında
yeni arayışlara girmişlerdir.
Bu
defa yine Yunanistan’ı kullanarak sınır ihtilafı konusunu
belgeye sokmaya kalkmışlardır.
Bu
teşebbüsleriyle Türkiye’nin içindeki engelleyici
mekanizmaları otomatik olarak harekete geçirebileceklerini
hesaplamışlardır.
Değerli
arkadaşlarım,
Avrupa’daki
Türkiye düşmanı çevrelerin Türkiye'nin Helsinki Zirvesinde
genişleme halkasına dahil edilmesini hazmedemediklerine ta o
zamandan işaret etmiştim.
Avrupa’daki
bazı çevreler, Türkiye'nin Avrupa Birliğine uyum sürecini,
bin yıllık bir
hesaplaşmanın son rövanşı haline dönüştürmek
istemektedirler.
Bu
çevreler Avrupa Birliği platformlarını adeta tarih
mahkemesinin salonlarına
çevirmenin gayreti içindedirler.
Onların
oyunlarını da 5 ay öncesinden haber vermiştim.
Türkiye'ye
karşı önyargılı bu gelişme; batıyı batı yapan
tüm insani değerlerin, Avrupa'nın geleceğe dönük
ideallerinin ve Avrupa'nın temel çıkarlarının kökten
dinamitlenmesidir.
Onun
için bu çevreler, ırkçılıkla ve Hıristiyanlık taassubuyla
suçlanmamak için Türkiye'nin kendisine Avrupa birliğini
reddettirmek istemektedirler.
Çağdaş
bir modernleşme projesi olan Avrupa Birliğine kökten karşı
olanlara bir diyeceğimiz yok ama, Atatürk’ün batılılaşma
hedefine samimi olarak sahip çıkanların bu oyuna düşmemeleri
gerekmektedir.
Değerli
arkadaşlarım,
Avrupa
Birliğine karşıtlık bahanesiyle milletimizin birliği ve ülkemizin
bütünlüğü açısından fevkalade mahzurlu yaklaşımlar
ortaya konmaktadır.
Öncelikle
şunu belirtmek gerekir ki, kendi vatandaşının dilinden, kıyafetinden
ve inancından korkan, bu yüzden yasakçılığı savunan bir
anlayışı kabul etmek mümkün değildir.
Bu
anlayışın bir terör havası estirerek kendisine karşı çıkanları
vatan hainliğiyle suçlamasını kabul etmek de asla mümkün
değildir.
Bu anlayışın sahipleri, her şeyden önce insanlığın
evrensel değerlerinin bugünkü boyutunu kavrayamamışlardır.
Bunun
da ötesinde, bu anlayışın insanımızın aynı devlet çatısı
altında yaşama istek ve arzusunu da dinamitlediğini görmek
istememektedirler.
Türk
devletinin ayakta kalması, Türkiye'nin birliğini ve bütünlüğünü
sağlamaktan geçer.
Türkiye'nin
birliğini ve bütünlüğünü sağlamının yolu ise, insanlarımızı
sevgi ve yumuşaklıkla bir arada tutmaktan geçer.
Onların
refah, huzur ve mutluluğunu ancak Türkiye Cumhuriyetinin sağlayabileceğini
göstermekten geçer.
İnsanımızın
bütününü hiçbir ayrım yapmadan kucaklamaktan geçer.
İnsanımızın
değerlerine, hassasiyetlerine saygı göstermekten geçer.
Böyle
bir ortamda da kötü
niyetli olanlar çıkabilir.
Birlikte yaşamamızı dinamitlemek isteyenler olabilir.
Ama
bunların bir tesir icra etme güç ve imkanları olmayacaktır.
Devletimiz
insanını kendisine bağlayan
sevgi bağını kopartmadıkça ve bozgunculara karşı gücünü
muhafaza ettikçe kötü niyetlilerin çıkışları her zaman başarısızlığa
mahkum olacaktır.
Çünkü
bunlara ilk karşı çıkan vatandaşımızın kendisi
olacaktır.
Değerli
arkadaşlarım,
Türkiye,
binlerce yıllık bir devlet geleneğinin mirasçısıdır.
Dünyanın
en köklü medeniyetlerinin kesişim noktasında bulunmaktadır.
Bugün
de, jeopolitik bakımdan dünyanın en önemli ülkelerinden biri
durumundadır.
Günlük
koşuşturmalar, ardı arkası kesilmeyen sorunlar ve hiç
bitmeyecekmiş gibi görünen sıkıntılar yüzünden gerçek
konumumuzu göremiyoruz.
Biz
çoğunlukla gerçek gücümüzü göremiyor, siyasi ve coğrafi
konumumuzun farkında bulunmuyor olabiliriz.
Ancak
bizim dışımızdakiler bu durumun bilincindedirler.
Son
günlerde yeni örnekleriyle karşılaştığımız ülkemize yönelik
olumsuz yaklaşımların sebebi budur.
Elbette
dışarıda Türkiye hakkında söylenenler önemlidir. Sonuçları
itibarıyla çıkarlarımızı zedeleyecek her türlü gelişmeyi
hassasiyetle takip etmeliyiz. Tepkilerimizi yerinde ve ölçüsünde
ortaya koymalıyız.
Bunları
yaparken, kendimizi olayların akışına çok da fazla kaptırmamız
gerekmektedir.
Çünkü
bu gelişmeler, genellikle, diplomatik yollarla müdahale edilmesi
icap eden ve o şekilde çözülebilecek
türden hadiselerdir.
Karşımızdaki
muhatap Avrupa birliği de olsa, Amerika da olsa bu böyledir.
Değerli
arkadaşlarım,
Öncelikle
şu gerçeği toplum ve kurumlar olarak açıkça görmeli ve
kabul etmeliyiz.
Türkiye’nin,
ekonomiden kamu yönetimine kadar her alanda sorunları vardır.
Bu
sorunların çözümü uzun yıllar ertelenmiştir.
Ancak,
geldiğimiz nokta itibariyle, artık bu sorunlar, ertelenmez, çözümü
zamana bırakılamaz boyutlara ulaşmıştır.
Bu
coğrafyadaki bin yıllık varlığımız da, 77 yıllık
cumhuriyet birikimimiz de tehlike altına girmiştir.
Ülke
ve millet olarak varlığımızı sürdürebilmemiz için sorunlarımızı
çözmemiz şart olmuştur.
Bu
süreç, diğer faktörlerin yanı sıra tarihin, şartların ve
halkın dayatmasıyla şekillenmiş, bugünkü halini almıştır.
Türkiye’nin
enflasyon sorununu çözmek istemesi tamamen kendi ihtiyacının
ürünüdür.
Türkiye’nin
vatandaşlarının özgürlük alanlarına genişletmek istemesi
tamamen kendi iradesidir.
Türkiye’nin
kamu yönetimini yeniden yapılandırmak istemesi, mevcut sistemin
köhnediğini, Türk insanına hizmet veremez hale geldiğini gördüğü
içindir.
Bu
eğitimde de böyledir, sağlıkta da böyledir, sosyal güvenlikte
de böyledir.
Gelişmek,
kalkınmak, her alanda dünyanın en ileri ülkelerinden biri
haline gelmeyi hedefliyoruz.
Eğer
bizim bu hedefe ulaşmamıza Avrupa Birliğine üyelik yardımcı
olacaksa, o üyeliği isteriz.
Eğer
bizim bu hedefe ulaşmamıza Amerika ile veya bir başka ülke ile
ilişkilerimizi daha da geliştirmek yardımcı olacaksa, onu da
yaparız.
Önemli
olan Türkiye’nin kalkınmasıdır; Türk insanının zenginliğe,
mutluluğa ulaşmasıdır.
Değerli
arkadaşlarım,
Gelişmelere
bir de bu açıdan baktığımız zaman, ilk bakışta olumsuz
gibi gözüken bir takım hususların, Türkiye için o kadar önemli
olmadığını görürüz.
Hedefte
herhangi bir sapma yoktur.
Nedir
hedef?
Enflasyon
düşecek,
Bütçe
dengeleri yerli yerine oturacak,
Ekonomi
rayına girecek,
Demokraside
ve özgürlüklerde ihtiyacımız olan açılımlar yapılacak,
Devlet
yeniden yapılandırılacaktır.
Dolayısıyla,
sıkıntı amaçta değil araçlardadır.
Açıkça
ifade ediyorum; bu süreçte bize yardımcı olacak araçların o
kadar da ehemmiyeti yoktur.
Çünkü
biz biliyoruz ki, Türkiye, içinde bulunduğu kuruluşlara, işbirliği
yaptığı ülkelere, aldığından daha fazlasını verebilecek
potansiyele sahiptir.
Bugüne
kadar Türkiye ile müttefik olup da, Türkiye’yi bünyesine
dahil edip de bundan zarar görmüş hiçbir ülke ve kurum
yoktur.
Elbette
Türkiye’de müttefiklerinden ve üyesi olduğu kuruluşlardan
zarar görmemiştir. Gelişmesinde, kalkınmasında bu yapılardan
faydalanmıştır.
Ama
asla bu faydalanma tek taraflı olmamıştır.
Bugün
Avrupa birliği, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde kendisine Türkiye
kadar katkı sağlayamayacak bir çok ülkeyi adeta gözü kapalı
üyeliğe kabul etmiştir veya etmek üzeredir.
Halbuki,
kendisine orta ve uzun vadede büyük katkılar sağlayabilecek
olan Türkiye’yi, üyelik konusunda adeta akıntıya karşı yüzmeye
zorlamaktadır.
Türkiye,
gerekiyorsa akıntıya karşı yüzmekten çekinmez. Nitekim geçmişte
bunun örnekleri de görülmüştür.
Ama
bu durumda Türkiye’nin katlandığı sıkıntıların elde
edeceği sonuçlara değmesi gerekmektedir.
Halbuki,
bugün Avrupa Birliği bizden sadece talep eden taraf durumundadır.
Avrupa
Birliğinin Türkiye’ye verdiği henüz hiçbir şey yoktur.
Türkiye,
ekonomi programını yürütürken Avrupa Birliğinden bugüne
kadar hiçbir destek almamıştır.
Yine
birer birer hayata geçirmeye başladığımız yapısal reformlar
konusunda da Avrupa Birliğinin herhangi bir katkısı olmamıştır.
Yani
aslında biz, tek taraflı olarak Avrupa Birliğinin ekonomik ve
yapısal kriterlerine uyum sağlama gayretindeyiz.
Buna
karşılık, henüz hiçbir desteğini görmediğimiz Avrupa Birliği,
en hassas olduğumuz, maddi değerlerle ölçemeyeceğimiz konuları,
çok da kaba bir tarzda önümüze getiriyor.
Avrupalı
dostlarımız Türkiye’nin bu tür hoyratlıkları kabul
edemeyecek bir ülke olduğunu bilmelidir.
Artık
Avrupalıların da şu gerçeği kabul etmeleri gerekmektedir.
Türkiye’nin
Avrupa Birliğine üyeliği, her iki taraf için de ihtiyari bir
seçenek değildir.
Bu
birliktelik, tarihi, coğrafi ve siyasi bir zorunluluktur.
Türkiye’siz
bir Avrupa Birliği, 21’inci yüzyıl vizyonunu hayata geçiremez.
Avrupa
Birliği’nin dışında kalan bir Türkiye ise sadece
hedeflerine ulaşmakta bir parça zorlanır.
Avrupa’nın
Türkiye’nin yerine ikame edebileceği hiçbir alternatifi
yoktur.
Türkiye
ise, batıya rağmen batılılaşmaya her zaman devam
edebilir.
Şunu
samimiyetle ifade etmek isterim ki, biz Türkiye-Avrupa Birliği
ilişkilerinin hiçbir zaman bu şekilde çetrefilli bir yola
girmesini istemeyiz.
Çünkü
biz Avrupa’yı coğrafi bakımdan doğal parçamız, ekonomik
bakımdan en önemli partnerimiz ve kültürel bakımdan da en yakınımız
olarak görüyoruz.
Bu
durumun tabii bir sonucu olarak kabul ettiğimiz için de Avrupa
Birliğine üye olmayı istiyoruz.
Bu
vesileyle, Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyeliğinin
belirsiz bir tarihe ertelenmesini kabul etmeyeceğini de belirtmek
isterim.
Değerli
arkadaşlarım,
Hadiseyi
bu şekilde görüp, kabul ettikten sonra, gelişmelere daha bir
soğukkanlı yaklaşabileceğimize inanıyorum.
Biz,
ekonomi programımızı devam ettireceğiz.
Demokrasi,
özgürlükler ve insan hakları konusundaki açılımlarımızı
süratlendireceğiz.
Devleti
yeniden yapılandırma projelerimizi kararlılıkla uygulamayı sürdüreceğiz.
Barışın,
huzurun, kalkınmanın, gelişmenin devamı için gereken her adımı
atacak, her fedakarlığı yapacağız.
Bunlar,
Avrupa Birliğinin temel kriterlerini karşılayan hususlardır.
Üniter
yapımız gibi, Kıbrıs gibi, Ermeni meselesi gibi konular Türkiye’nin
milli sorunlarıdır.
Bunların
hiçbiri de Avrupa Birliğinin temel kriterleriyle çatışmamaktadır.
Avrupa
Birliği, eninde sonunda Türkiye’yi üyeliğe kabul edecektir.
Çünkü bu tarihi bir zorunluluktur.
Hem
de üniter yapımıza ve Kıbrıs Türklerinin haklarına saygı göstererek,
Ermeni konusunu tarihçilere bırakarak Türkiye’yi üyeliğe
kabul edecektir.
Belki
bu süreç biraz uzayabilir.
Bizim
için önemli olan sürecin uzamasından ziyade, ekonomi,
demokrasi ve devletin yeniden yapılanması konularındaki atılımlarımızı
sonuçlandırmamızdır.
Türk
milleti, bugüne kadar batılılaşmanın hep külfetini çekmiştir.
Avrupa
Birliğine tam üyelik süreciyle ilk defa batılılaşmanın
nimetinden faydalanma fırsatını yakalamıştır.
Bugüne
kadar Avrupa Avrupa diyerek milletimize her türlü külfeti yükleyenlerin,
milletimizin Avrupa kriterlerini istemesi karşısında paniğe
kapıldıklarını görüyoruz...
Aynı
paniğin bir benzerinin Avrupa’daki Türk düşmanı
çevrelerde de yaşanması manidardır... O çevrelerin de
Türkiye’nin yakaladığı fırsattan rahatsızlıkları ortadadır.
Türk
siyasetçisine düşen görev, yakalanan bu fırsatın, heba
edilmesini önlemektir.
Bizim
yapmaya çalıştığımız da budur.
Hepinize
saygılarımı sunuyorum.
|