ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI SAYIN MESUT YILMAZ’IN
ANAP MECLİS GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA
5 Aralık 2000

Değerli arkadaşlarım,

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, geçtiğimiz yıl yapılan Helsinki zirvesi ile tarihinin en ileri ve olumlu düzeyine ulaşmıştır.

Ancak, katılım ortaklığı belgesinin açıklanması ve sonrasında yaşanan sıkıntılara rağmen, bu olumlu süreç şu anda devam etmektedir.

8 Aralık’ta Nice’te yapılacak zirvenin de olumlu süreci güçlendirecek kararlarla sonuçlanacağını umuyoruz.

Esasen, zaman zaman ortaya çıkacak olumsuz gelişmeler önceden öngördüğümüz ve kamuoyunu da ikaz etmeye çalıştığımız hususlardır.

Türkiye, kendisini Avrupa’dan dışlamak isteyenlerin oyunlarına gelmeyecektir.

Nitekim, katılım ortaklığı belgesi konusundaki sorun, dün Brüksel’de yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında aşılmıştır.

Buna rağmen, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde attığımız her adımda bu tür sorunların çıkabileceğini bilmemiz gerekmektedir.

Buna hazırlıklı olmalıyız.

Daha önce de ifade ettiğim gibi, diplomasinin yöntemleri ile çözülmesi gereken sorunları iç siyasetin üslubuyla değerlendirme yanlışına düşmemeliyiz.

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye, Avrupa Birliği konusunda fazlasıyla soğukkanlı olmayı öğrenmek zorundadır.

Avrupa Birliği üyeliği yolunda önümüze konulan engelleri, iç politikanın duygusal malzemesi haline getirmenin ülkemize bu süreçte zarar vereceğini görmeliyiz..

Avrupa Birliği’ne giriş süreci bütün ülkeler için çok uzun bir süreçtir.

Merhum Özal’ın bu süreci, “uzun ince bir yol” olarak nitelendirmesi boşuna değildir.

Çünkü, Avrupa Birliği’nin yapısı gereği hemen her konuda bir pazarlık süreci işlemektedir.

Kararlar bu pazarlık sürecinde şekillenmektedir.

Hatta Avrupa Birliğinin bir zirvesinde alınan kararlar yapılan pazarlıklar sonucunda bir sonraki zirvede değişebilmektedir.

Türkiye, üyelik süreci boyunca bu hususa azami dikkat göstermek zorundadır.

Eğer biz, Avrupa Birliği üyeliğinin çok uzun bir pazarlıklar süreci olduğunu fark edip, soğukkanlı davranmazsak işimiz son derece zordur.

Türkiye duygusal tepki vererek belki bir defa kazanabilir, ama duygusal tepkinin sonuçta kaybettireceğini gözardı etmemeliyiz.

Hele iç politikanın bir aracı olarak duygusal tepkiler ortaya koyarsak bu süreci çıkmaza sokarız.

Her aşamada tavrımızı açık ve kararlı bir şekilde ortaya koyup, kararın şekillenmesine katkıda bulunmalıyız.

Biz, Avrupa Birliğine üyelik konusunda Helsinki’de mutabakata varılan çerçeve doğrultusunda çalışmalarımızı sürdürmeliyiz.

Bundan sonra vaktimizi ve enerjimizi ulusal programımıza yönlendirmeliyiz.

Katılım ortaklığı belgesinde yer alan iç bünyemize ilişkin hususları tartışmanın kimseye bir faydası yoktur.

Avrupa Birliği’ne girecek olan ülkeler Avrupa Birliği’nin normlarına uymak zorundadır.

Eğer Avrupa Birliği bir kulüp ise bu kulübe onların herkes için koyduğu kurallara uyarak üye olunacağının bilinmesi gerekir.

Türkiye’nin sorunlarını Avrupa Birliğine taşıyarak üye olması mümkün değildir.

Türkiye sorunlarını çözerek Avrupa Birliğine üye olacaktır.

Değerli arkadaşlarım,

Avrupa birliğinin Kopenhag ve Maastrich başta olmak üzere, bilinen ve tüm ülkeler için geçerli olan kriterlerini yerine getirmek konusunda kararlıyız.

Sıkıntımız, bizim için, bu kriterlerin dışında şartlar icat etmeye yönelik gayretlerdir.

Kıbrıs Rum kesimi ve Yunanistan, sorunu çözümsüzlükte bırakarak Kıbrıs Rum kesiminin tek başına Avrupa Birliğine alınacağı hayalinden vazgeçmelidirler.

Hele sorunun Türk tarafının tek taraflı taviziyle çözüleceği düşüncesini akıllarından bile geçirmemelidirler.

Kıbrıs sorunu çözülmeden ne bir bütün olarak adanın, ne de Rum kesiminin Avrupa Birliği’ne girmesi mümkün değildir.

Avrupa ülkeleri bu gerçeği Kıbrıs Rum kesimine artık söylemek durumundadırlar.

Kıbrıs’ta bir çözüme varılması için bu düşüncenin kabulü zorunludur.

Değerli arkadaşlarım,

Hem ülkemizde, hem de Avrupa’da Türkiye’nin birliğe üyeliğini istemeyen çevreler vardır.

Üstelik bunlar oldukça etkili konumlarda bulunmaktadırlar.

İşte bu çevreler, her fırsattan istifadeyle konumları kullanarak Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini çıkmaza sokma gayreti içindedirler.

Son günlerde bu gayretlerin yoğunlaştığı görülmektedir.

Milli değerlerimiz ve üniter yapımız konusundaki hassasiyetimizi rencide etmeye yönelik çıkışların amacı, Avrupa Birliğinden kendi irademizle uzaklaşmamızı sağlamaktır.

Türkiye olarak bu oyuna gelmemeliyiz.

Ne çıkarlarımızdan ve onurumuzdan taviz vermeli, ne de hedeflerimizden uzaklaşmalıyız.

Bu ikisini birlikte yürütebilecek güce, iradeye ve kararlılığa sahip olduğumuza inanıyorum.

Bizim için Avrupa Birliğine üyelik bir mecburiyet veya mahkumiyet değil, yürüdüğümüz yolda bize avantaj sağlayacak bir yardımcıdır.

Hadiseye bu açıdan baktığımız zaman önümüze konan ve konacak olan engelleri aşmamız daha kolaylaşacaktır.

Değerli arkadaşlarım,

Ekonomide yaşanan en küçük bir sıkıntının bile hayatın bütün alanlarındaki sıkıntıları artırdığı hepimizin bildiği bir gerçektir.

Bu nedenle Anavatan Partisi olarak her zaman ekonomiye büyük önem verdik.

Bugün ekonomi yönetimi bizim kontrolümüzde değildir.

Ekonomi, koalisyon yapısının dengeleri içinde yönetilmektedir.

Anavatan Partisi olarak bu yılın ocak ayından itibaren, ekonomi yönetimine ilişkin görüşlerimizi pek çok defa dile getirdik.

Koordinasyon sorununun çözülmesi ve uygulanan programın zayıf halkalarının güçlendirilmesi gereği üzerinde durduk.

Ekonomi yönetiminin reel unsurları yanında, en az bunun kadar önemli bir boyutu da psikolojik yönüdür.

Türk ekonomisi, son bir kaç haftadır, daha ziyade psikolojik hususlardan kaynaklanan bir çalkantı içindedir.

Psikolojik temelde başlayan çalkantıyı önlemek, somut unsurlara dayanan çalkantıları önlemekten daha zordur.

Nitekim, gerekli önlemler alındığı halde, olumsuz psikolojinin ekonomiye sirayet etmesinin önüne geçilememiştir.

Değerli arkadaşlarım,

Türk ekonomisi dinamizmi olan bir ekonomidir.

Uygulanan ekonomik istikrar programı da iç ve dış piyasaların güvenini baştan sağlamış bir programdır.

Yaşanan sıkıntı mutlaka aşılacaktır.

Geçen yıl art arda yaşadığımız iki depreme bile dayanan Türk ekonomisi bu çalkantıya da dayanabilecek güçtedir.

Bu vesileyle bir hususu bilmeyenlere veya bilmezlikten gelenlere hatırlatmakta yarar görüyorum.

Ekonomik istikrar politikası, bu hükümetin temel bir tercihidir.

Böylesine büyük önem verdiğimiz ve risk üstlendiğimiz istikrar programının, başarısızlığa uğramasına yol açabilecek hiçbir olumsuzluğa hükümetin izin vermesi mümkün değildir.

Ekonomik işleyişin içerisinde yer alan herkes bunu böyle bilmeli ve ona göre hareket etmelidir.

Ekonomik istikrar programının kararlı bir biçimde uygulanmasına devam edilecektir.

Bu kararlılık hükümeti oluşturan tüm partilerde de vardır.

Bu konuda iç ve dış ekonomi çevrelerinin güçlü desteği aynen devam etmektedir.

Değerli arkadaşlarım,

Ekonomi binlerce çarkın iç içe çalıştığı dev bir makina gibidir. Sistemin işleyebilmesi için belirli şartların oluşması gerekmektedir.

Ekonomide köklü değişiklik yapmak, bu dev makinanın içindeki çarkların çalışma sistemini değiştirmek anlamını taşımaktadır.

Bütün bu değişiklikleri doğru zamanda, doğru araçlarla ve belirli bir plan dahilinde yapmak zorunluluğu vardır.

Bugün Türk ekonomisi böyle bir süreçten geçmektedir.

Uyguladığımız istikrar programının ve buna bağlı olarak gerçekleştirilen diğer çalışmaların gayesi, Türk ekonomisinin müzminleşmiş sorunlarını çözmektir.

Bunların başında enflasyon gelmektedir. Faizler ile döviz hareketlerinin kontrol altına alınarak bütçe dengelerinin kurulması bir başka önemli hedeftir.

Serbest piyasa ilkelerinden taviz vermeden sürdürmenin çabası içinde olduğumuz bu program, 2000 yılı başından beri yürürlüktedir.

2003 yılı başında enflasyonuyla, faiz oranlarıyla, bütçesinin gelir-gider dengesiyle Avrupa Birliği standartlarına ulaşmış bir ekonomi hedefliyoruz.

Yani ekonomide sistemi değiştirme operasyonu yılbaşından beri sürüyor. Bu operasyonun en önemli araçları faiz ve döviz politikaları ile bütçe dengesidir.

Bu süreçte, sistemin işleyişini bozan, deforme olmuş unsurlar da birer birer temizlenmektedir. Bankalar operasyonunun bir yönü de budur.

Türk ekonomisindeki yapısal değişim ekonominin hastalıklarından beslenenleri rahatsız etmektedir.

Program işledikçe, ekonomi rayına girdikçe, işler düzeldikçe bunların hayat alanları daralmaktadır.

Yaşanan çalkantı, bir bakıma, ekonominin hastalıklarından beslenenlerin çırpınışlarıdır.

Değerli arkadaşlarım,

Biz siyasetçiler olarak hedefi koymak, sistemi harekete geçirmek ve işleyişi gözetmekle yükümlüyüz.

Siyasetçinin ekonomik işleyişin içine gözetim fonksiyonunun ötesinde girmesine taraftar değiliz.

Sistemin aktörleri görevlerini layıkıyla yerine getirdikleri, kurallara uydukları sürece böyle bir ihtiyaç doğmaz.

Ancak güven duygusunu yıkmaya yönelik ihlallere göz yummamız söz konusu değildir.

Spekülasyona girişenlerin bundan zararlı çıktıkları görülecektir.

Uyguladığımız politikalarda, ulaşmak istediğimiz hedeflerde ve belirlediğimiz takvimde kararlıyız. Bu konuda en küçük bir tavizimiz yok.

Biz ANAP olarak tüm varlığımızla ve gücümüzle ekonomik istikrar programının arkasındayız.

Bu çerçevede, programın işleyişinde yaşanan sıkıntıların bir an evvel giderilmesi için elimizden gelen bütün gayreti gösteriyoruz.

Yaşanan tecrübelerden hareketle programın zayıf yönlerini güçlendiriyoruz.

2001 bütçesi ile birlikte programın ikinci safhasına geçilmektedir.

Bir kez daha ifade ediyorum. Hükümet olarak bu programı sonuna kadar uygulamak kararındayız.

Herkes kendini buna göre hazırlasın.