Anavatan Partisi Genel Başkanı
Sayın Mesut Yılmaz’ın
ANAP Meclis Grubu Toplantısında Yaptığı Konuşma

7 Haziran 2000

 

Değerli arkadaşlarım,

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bugün sizlerle, meclis soruşturma komisyonlarının işleyişini, son gelişmeler de dahil ele almak, bu çerçevede geçmişten bugüne bu konunun kısa bir değerlendirmesini yapmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım,

Anayasal kurumlarımızın her biri, bir ihtiyaca binaen getirilmiştir. Her birisinin görevi ve fonksiyonu ayrıdır. Meclis soruşturması da, yüce divan da birbirini tamamlayan, ancak farklı ihtiyaçları karşılayan birbirinden ayrı yapılardır.

Hukuki temelden yoksun ihtilafları ve iddiaları yüce divan öncesinde elemeden geçirecek bir sisteme hemen her ülkede ihtiyaç duyulmuştur.

Yüce Divana sevkine gerek olmadığı kararı vererek sona erdirebileceğiniz hukuki temelden yoksun isnatları mahkemeye göndermek, hukuk düşüncesinin bizatihi kendisine aykırıdır.

Önünüze gelen her dosyayı yüce divana gönderirseniz, bakan ve başbakanları iş yapamaz, devlet ve millet için gerekli kararları korkudan alamaz hale getirirsiniz.

Meclis komisyonlarının görevi, önlerine gelen iddiaları bu mantık içinde elemektir. Bu hususta meclis genel kuruluna yol göstermektir. Yargı önüne götürülmesini değer gördüklerinin dışındaki politik amaçlı veya kişisel husumet ürünü hukuk dışı iddiaları ayıklamaktır.

Komisyonların yüce divana sevke gerek olduğu ya da olmadığı yolundaki raporlarının değeri budur.

Değerli arkadaşlarım,

Bir müessesenin kimi zaman çeşitli saiklerle yanlış çalıştırılması, o müessesenin varlığını gereksiz kılmaz. Hata, müessesede değil, onu işletenlerde ya da işletilme yöntemindedir. Dolayısıyla, hatalı da işlese, sonuçta komisyon kararlarının hukuki bir değeri vardır.

Bu bakımdan, meclis komisyonlarının önlerine gelen iddiaları ayıklaması gerekmez düşüncesi hukuka da, ahlaka da aykırıdır. Soruşturma komisyonunun ve sonuçta da genel kurulun vereceği yüce divana sevk etme ya da etmeme kararında yegane ölçü hukuk olmalıdır.

Nasıl ki bir savcı önüne gelen her iddiayı, ihbar ve şikayeti hukuk terazisinde değerlendirerek bir ayıklama yapmak zorundaysa, meclis komisyonları da aynı konumdadır.

Değerli arkadaşlarım,

Meclis soruşturma komisyonlarının görevi temelde yargısaldır. Komisyon çalışmaları, idari karar veya yasama işlemi konumunda olmadığı gibi, asla siyasal bir görev de değildir.

Anayasa ve Meclis İç Tüzüğü soruşturma komisyonlarının görevini iki bölüme ayırmaktadır:

Komisyonların ilk görevi, ortada suç sayılan bir fiilin olup olmadığını, bu fiille, hakkında soruşturma yürütülen bakan veya başbakan arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığını tespit etmektir.

İkinci görevi ise, bu tespitten hareketle söz konusu bakan veya başbakanın Yüce Divana sevkine gerek olup olmadığını kararlaştırmaktır.

Komisyonun nihai kararı, yaptığı tespitlere uygunsa, bu karara vicdani bakımdan hiç kimsenin söyleyecek sözü olamaz.

Yani, ortada suç sayılan bir fiil varsa ve bu fiille hakkında soruşturma yapılan kişi arasında illiyet bağı kurulmuşsa, o komisyonun yüce divana sevk kararına vicdani ve ahlaki bakımdan hiç kimsenin bir diyeceği bulunmaması gerekir.

Bu nitelikteki bir karar, siyasi mülahazalar dışı bir karardır. Karardan memnun olmayanlar bulunabilirse de, böyle bir karara vicdanen herkes saygı duyar.

Ancak, bir komisyonun yaptığı tespitlerle aldığı karar arasında bir çelişki varsa, bu karar belki kimilerinin siyasi çıkarlarına uygun düşebilir ama vicdanları derin bir şekilde yaralar.

Değerli arkadaşlarım,

Bizim eleştirimiz komisyonda aleyhimizde bir sonuç çıkmasına değildir. Bizim eleştirimiz, komisyonun tespit ve bulgularıyla vardığı karar arasında, 180 derece ters bir aykırılığın bulunmasıdır.

Eğer komisyon, araştırmaları sırasında bir suç işlendiğini tespit etse ve bu suçla soruşturulan kişi arasında illiyet bağı olduğunu gösteren deliller bulsaydı bu karara diyecek bir şeyimiz olmazdı.

Ortağı olduğumuz partiye mensup komisyon üyelerinin yüce divana sevk yönündeki tercihlerine de saygı duyardık. Ancak, maalesef hadise böyle cereyan etmemiştir.

Değerli arkadaşlarım,

Komisyonun soruşturma sırasında neler tespit ettiği dosyasında vardır.

Komisyon, araştırmaları sonunda, bir kamu arazisinin, 2000 işçi çalıştıracak, yılda asgari 700 milyon dolarlık ihracat yapacak, 550 milyon dolarlık yabancı sermaye girişi sağlayacak bir otomotiv fabrikasının kurulması için belli edimler karşılığında şartlı olarak bir firmaya tahsis edildiğini bulmuştur.

Bu tahsisin de yüksek planlama kurulu ve bakanlar kurulu tarafından alınan kararlarla yapıldığını bulmuştur. Bakanlar kurulunun diğer üyelerinin yanısıra, başbakan sıfatıyla benim de imzamın bulunduğunu tespit etmiştir.

Komisyonun bunun dışında herhangi bir tespiti ya da bulgusu yoktur.

Şimdi burada projenin revize edilmesi dolayısıyla komisyonun dikkate almadığı bazı hususları da ilave etmek istiyorum.

Örneğin sözkonusu projenin yatırım tutarı 650 milyon dolara çıkartılmıştır. Bunun 300 milyon doları da harcanmıştır. 2001 yılının aralık ayında üretime geçecek fabrikanın istihdam kapasitesi 4 bin kişiye yükselmiştir. Üretiminin yüzde 95’i Avrupa’ya ihraç edilecek fabrikanın yıllık ihracat geliri de 1 milyar doları bulacak.

Ayrıca, firma meslek yüksek okulu ve Anadolu lisesi inşası taahhütlerini tamamlayarak ilgili kurumlara teslim etmiştir. Deprem dolayısıyla yeri değişen tıp fakültesi tanı merkezinin inşası için arsa teslimi bekleniyor. Bugüne kadar ki eğitim yatırımları için 4 milyon dolar harcandı. Yatırımlar tamamlandığında bu rakam 10.5 milyon dolara, yani aşağı yukarı arsa bedeline ulaşacak.

Değerli arkadaşlarım,

Yargısal bir faaliyette bulunan, dolayısıyla siyasi saiklerle davranmaması icap eden bir komisyonun, bu bulgular sonunda yapması gereken iki değerlendirme vardı.

Birincisi, şartlı arazi tahsis işleminin suç olup olmadığını tespit etmekti. İkinci olarak da, hakkında soruşturma yürüttüğü kişinin ilgili kararlara attığı imzanın suç teşkil edip etmediğini tespit etmekti.

Halbuki bu olayda, ceza hukuku bakımından suç sayılabilecek hiçbir yön yoktur. Alınan kararlar, cezai değil, siyasi sorumluluk boyutuna sahiptir.

Kaldı ki, bakanlar kurulu kararlarının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yargıya gitmek mümkündür. Bu olayda da SEKA arazisinin şartlı devrine ilişkin bakanlar kurulu kararı aleyhine Danıştay’da yürütmenin durdurulması talebiyle dava açılmış, ancak hem Danıştay’ın ilgili dairesi hem de Danıştay genel kurulu bu talebi reddetmişlerdir.

Bizim anayasal sistemimize göre bakanlar kurulu kararları, müşterek siyasi kararlardır ve yalnızca siyasal sonuç doğururlar.

Bakanlar kurulu kararlarına imza atmanın cezai sorumluluk doğurduğunu ihtilal yönetimleri bile iddia etmemişlerdir.

Zaten ortada ülkemize yabancı sermaye girişini, yatırımı, üretimi, ihracatı, istihdamı, teknolojik gelişmeyi teşvik için alınan siyasi bir karar vardır. Bu kararı da siyasi bir organ olan bakanlar kurulu almıştır.

Siyasal görüşünüz bakımından serbest piyasa ekonomisinden yanaysanız bu kararı alan bakanlar kurulunu alkışlayabilirsiniz. Eğer ekonomide devletçi bir kafa yapısına sahipseniz, en hassas damarınıza basıldığı için kan beyninize sıçrayabilir ve o hükümeti eleştiri bombardımanına tutabilirsiniz.

Bu iki tepki de normaldir. Çünkü bu tepkiler farklı siyasi anlayışların tezahürüdür. Yanlışlık ve sakatlık, bakanlar kurulu kararına imza atmanın cezai sonuç doğurduğunu iddia etmektedir. Bu iddiayı ancak hukuku bilmeyen veya tanımayanlar öne sürebilir.

Değerli arkadaşlarım,

Bütün problem burada çıkmaktadır. Bu konuda meclis soruşturması açılmasını isteyen DYP, FP ve CHP, bakanlar kurulu kararının varlığını bilerek, bunun da cezai sorumluluk doğurmadığının farkında olarak, başka hesaplarla hareket etmişlerdir.

FP’li ve DYP’li üyeler, komisyon oylamasında da aynı doğrultuda davranmışlardır. Bunları anlamak mümkündür. Ancak, aynı hesap ve davranışın koalisyon ortağı olduğumuz bir partiye mensup komisyon üyelerinde de tezahürünü görmek bizim için son derece üzücü olmuştur.

Bizim bu konuda büyük alınganlık gösterdiğimiz söyleniyor. Doğrudur. Alınmakta haksız olduğumuzu sanmıyorum. Alınganlığımızın birkaç sebebi var.

Birincisi, böyle bir hareketi şu ana kadar uyum ve uzlaşma içerisinde ortak hükümet ettiğimiz bir ortağımıza mensup komisyon üyelerinden beklemiyorduk.

Çünkü bu milletvekillerinden hiçbirisi bu soruşturmaları kan davası mantığıyla açtıranlar arasında değildi. Dolayısıyla bu dosyalara hukuk ve vicdan mantığı içerisinde bakabilecek imkana sahiptiler.

Esasen başlangıçta da böyle davranılmıştır. Ancak, daha sonraki aşamalarda kendilerine yöneltilen aklama eleştirileri karşısında kimi milletvekillerinin bunaldıklarını görmekteyiz.

MHP’li kimi komisyon üyelerinin bu sıkıntısını anlamak bir şekilde mümkündür. Çünkü hiçbir partinin başka bir partiyi veya bir lideri sırtında taşıma gibi görevi yoktur. Her parti öncelikle çıkarlarını gözetmek zorundadır.

Ancak, dış tazyikler bir kenara bırakıldığında, MHP’li üyeleri gerçek anlamda böyle bir bunalıma, sıkıntıya itecek bir durum komisyonlarda yaşanmamıştır.

Değerli arkadaşlarım,

Şu ana kadar hiçbir komisyon çalışmasında hukuki anlamda şahsımı ilzam edici suç veya soruşturulan kişiyle aradaki illiyet bağını ortaya koyabilecek bir kanıt çıkmamıştır. Çıkmaz, çıkamaz da. Çünkü yoktur. Buna hiçbir şeyden emin olmadığımız kadar eminiz.

Bu anlamda, dürüstlük kavramına ve olgusuna verdikleri değeri yakınen bildiğim hükümetteki iki siyasi lider arkadaşımı sıkıntıya sokacak tek bir husus dahi soruşturma dosyalarında yoktur.

Biz bu bakımdan rahatız. Ortaklarımızdan tek isteğimiz bu dosyalara hukuk ve vicdan çerçevesinde bakmalarıdır.

Elbette hükümet ortaklarımız kendi açılarından bu dosyalar içerisinde siyasal olarak eleştirilebilecek, rahatsızlık duyulabilecek hususlar bulabilirler.

Bu olayların tamamı halkımızın gözü önünde cereyan etmiştir. Şayet biz devlet ve millet çıkarlarını korumak için çaba gösterirken biçimsel bazı yanlışlıklar yapmışsak, bunların faturasını zaten siyaseten ödemişizdir.

Ancak, şurası açıktır ki meclis soruşturma komisyonları, siyasal eleştiri ya da siyasal etik komisyonları değildir.

İfade ettiğim gibi, bu komisyonlar yargısal faaliyette bulunan komisyonlardır. Çalışmalarını ilgili yasalarda belirtilen usul hükümleri çerçevesinde yaparlar. Değerlendirmelerini de tamamıyla hukuk ölçüleri içerisinde yapmak durumundadırlar.

Ortaklarımız bu dosyalarda, psikolojik baskıların etkisiyle, hukuki açıdan ilzam edici bir yanı olmayan, ancak kendi siyasal yaklaşımları bakımından eleştirilebilecek yönler bulabilirlerdi.

Siyasal çizgilerindeki farklılığı göstermek için hukuki yönünü teslim etmekle birlikte, bu bakımdan kimi eleştiriler yapabilirlerdi.

Biz bunu anlayışla karşılardık. Böyle eleştirel yaklaşımlar yerine, illa da hukuki bir sonuç çıkarma çabasına girilmesini anlamakta büyük zorluk çekiyoruz.

Değerli arkadaşlarım,

Konusu hiçbir şekilde suç teşkil etmeyen, atmış olduğum imzanın cezai sorumluluk doğurmadığı açık olan bir konudan dolayı hakkımızda yüce divana sevk kararının çıkması, bizi bu kararda siyasi amaçlar aramak zorunda bırakmıştır.

Basın ve kamuoyu, ısrarla, bir başka dosya yerine bu dosyadan, hem de blok halinde yüce divana sevk yönünde oy kullanılmasını, kararın siyasi saiklerle alındığının kanıtı olarak değerlendirmiştir.

Bu değerlendirmeyi, çekincemiz olmakla birlikte önemli buluyoruz. Dikkat ederseniz bu karar, hukuki bakımdan hiçbir sorumluluk doğurmayan, ancak belki yönetim anlayışı bakımından eleştirilebilecek bir dosyadan verilmemiştir.

Yüce Divan kararı, ne hukuki bakımdan, ne de siyasi etik bakımından eleştirilemeyecek seka dosyasından çıkmıştır. Yüce divana sevk kararını, işte bu sebeple hiçbir şekilde hukuk ve vicdan ölçütlerine sığdıramıyoruz.

Değerli arkadaşlarım,

Koalisyon ortağımızın meclisin denetim faaliyetini ayrı, hükümet faaliyetlerini ayrı tutan yaklaşımına aynen katılıyoruz.

Aynı şekilde hükümet ortaklarının ancak ve ancak hükümet protokolü ile bağlı olduklarını da tartışmasız kabul ediyoruz.

Bu hususlarda her iki hükümet ortağımızın göstermiş olduğu hassasiyeti aynen paylaşıyoruz.

Ancak, kabul edemediğimiz, hükümetteki bir ortağımızın üyelerinin, hukuki hiçbir haklılık taşımayan ve aleyhimize ağır siyasi sonuçlar doğuracak bir kararı, bilinçli ve hatta kasıtlı olduğu imajını vererek almasıdır.

Değerli arkadaşlarım,

Koalisyon ortaklıkları demokrat parlamenter sistemin zorunlu bir parçasıdır. Koalisyon ortaklığı siyasal olarak gerçekten son derece zordur.

Bu zorluk, ortakların karşılıklı hukuklarının her alanda korunmasıyla aşılabilir. Biz bu anlamda hükümet ortaklarımızın hukukuna son derece riayetkarız.

Açık yüreklilikle söylemeliyim ki her iki hükümet ortağımızı da, son hadiseye kadar bize karşı benzer bir tutum içerisinde bulduk. Biz de koalisyon hükümetinin üzerine titredik. Her konuda hükümete gerekli desteği verdik.

Eğer biz yüce divanda yargılanmaya değer bir fiilin sahibi isek, hem yüce divana sevk edilmemiz şarttır, hem de bizimle böyle bir ortaklığa devam edilmemesi gerekir.

Hem ortaklığa devam edilmesini ve hem de beraatle sonuçlanacağı bilinerek hukuk dışı saiklerle yüce divana yol açabilecek karara imza atılmasını anlamakta zorluğumuz vardır.

Değerli arkadaşlarım,

Meclis soruşturması konusunda, yakın tarihimizdeki gelişmeleri kendi tutumumuzla birlikte bir defa daha değerlendirmek zorundayız.

1983 yılında TBMM’ye çoğunluk Partisi olarak girdiğimizde, önümüze ilk gelen hususlardan biri de bu konuydu. Soruşturma dosyaları, 1974 affından sonra birike birike tüm dünya parlamentolarındaki en kabarık sayıya ulaşmıştı.

Hatta bu dosyalardan bir kişiye ait olanların sayısının 50’nin üzerindeki rakamlarla ifade edildiğini çoğunuz hatırlarsınız.

Bu dosyaların tamamı, hiçbir ayrıma tabi tutulmadan, alınan bir kararla ortadan kaldırılmıştır.

Bu konuyla ilgili bir başka örnek de, İnönü’den sonra ikinci defa olmak üzere, rahmetli Özal’ın kendi bakanıyla ilgili soruşturma açıp onu yüce divana göndermiş olmasıdır.

1991 seçimleri öncesinde yüce divan silahının bir siyasal mücadele aracı olarak devreye sokulduğuna ve Anavatan’ı yıkmak için kullanıldığına şahit olduk.

Seçimler sonrasında ise anavatan Partisi iktidarları döneminde bakanlık sorumluluğunu üstlenmiş arkadaşlarımızın yüce divana sevkini sağlamak için özel bir sistem kuruldu ve acımasız bir biçimde işletildi.

Koskotas dosyaları denilerek başlatılan müfettiş soruşturmalarıyla 137 dosya gündeme getirildi. Dosyalarda ismi geçen bürokratlarla ilgili ceza davaları açıldı.

Bu dosyalarla ilgili olarak bir çok bakan arkadaşımız hakkında çok sayıda soruşturma başlatıldı. Bunlardan otoyollar dosyası, nasıl olsa birşeyler çıkar mantığıyla yüce divana sevk edildi.

34 duruşma ve birbuçuk yıl süren yargılamadan sonra safa giray ve Cengiz Altınkaya arkadaşlarımız beraat ettiler. Bu dava süresince partimize yapılan ağır saldırı ve hakaretleri hiç unutmadık.

Davanın beraatle sonuçlanmasından sonra hiç kimse gelip ne arkadaşlarımızdan, ne de Anavatan Partisi’nden özür dilemek zahmetine katlanmadı. Beraat kararı sonrasında söylenen sözleri de unutmadık.

Değerli arkadaşlarım,

1995 seçimleri sonrasında DYP ile kurduğumuz ortaklığı bozmak isteyen bir siyasi partinin soruşturmayı bir manivela olarak kullanmasına engel olamadık.

Önergeleri veren başka bir parti olmasına rağmen, kendimizi de bir anda olayın içinde bir taraf olarak bulduk. Kaçınılmaz olarak hükümetin de bozulması gündeme geldi. Anayasa mahkemesinin kararıyla da hükümet kendiliğinden bozulmuş oldu.

Bir siyasi parti lideri hakkında soruşturma önergeleri verip, bu önergelerin hukuki sonuçlarını kendisiyle hükümet kurulması şartına bağlamak ve bütün bunları gerçekleştirmek gibi bir modeli de, Türkiye olarak dünya siyasi tarihine hediye ettik.

Soruşturmaların hukuki sonuç doğurmamasının sağlanması, Türkiye’yi 28 şubatın eşiğine getiren zaaf görüntülerinin doğmasına yol açan süreci başlatmıştır. O dönemdeki gücümüz ve imkanlarımız, maalesef bu oyunu önlemeye ve bozmaya yetmedi.

Sivil siyasetin ağır yara aldığı bir dönemde, tamamıyla ülke şartlarını normalleştirme gayesiyle, parlamento çoğunluğuna dayanmayan 55’nci Hükümeti kurduk.

Mecliste sayısal üstünlüğü olmayan 55’nci Hükümeti kurmak bizim için her anlamıyla ateşten bir gömlekti. Biz ateşten gömleği ülkemiz ve demokrasimiz için bilerek ve isteyerek giydik.

Mecliste sayısal üstünlüğe sahip olan siyasi rakiplerimiz, o günkü gergin siyasal ortamda, parmak çoğunluğunun kendi yanlarında olmasını fırsat bilerek inanılmaz bir intikam hırsıyla bizi soruşturma cenderesine aldılar.

Şunu rahatlıkla söylemeliyim ki, her gün artarak devam eden bu cendereyi anavatan Partisinden başka göze alabilecek bir parti yoktur.

Anavatan Partisi’nin genel başkanı ve 55’nci Hükümetin Başbakanı olarak soruşturma cenderesine girmeyi hiç tereddütsüz göze aldım.

Çünkü soruşturma açılan konuların tamamı dahil olmak üzere, yaptığımız her şeyi, bütün icraatımızı milletin çıkarları doğrultusunda ve hukuka uygun olarak yaptık. Hesabını veremeyeceğimiz hiçbir icraatta bulunmadık. Hal böyle olunca hiçbir soruşturmadan da çekinmedik.

Değerli arkadaşlarım,

Olaylar bu şekilde cereyan ederken 18 Nisan 1999 seçimlerinden önce hadise tamamen çığırından çıktı. Burada o dönemde yaşanan bir olaya da açıklık getirmek isterim.

Herkesin bilmesini isterim ki, o dönem de malvarlığı ile ilgili iki komisyon kurulması, siyasette egemen olmak isteyen kimi güçlerin iştahını inanılmaz bir şekilde kabartmıştır.

Seçimler öncesinde karşılıklı tahriklerle iki komisyondan da yüce divana sevk kararı çıkmasını iple çekenler olmuştur. Siyaseti yeniden dizayn etmek için bu iki komisyon olgusunu kullanmaya niyetlenenler vardı.

Amaçlanan, seçimlere her iki liderin de yüce divan da, hem de mal varlığından yargılanıyor olarak girmeleriydi. Seçim döneminde yüce divanda hesap veriyor olmak, bizatihi bir cezalandırma olarak düşünülüyordu. Hatta “ikisini de bir kayığa bindirdik gönderiyoruz” sözleri ediliyordu.

Kimseyi ilzam etmek için söylemiyorum; malvarlığım da dahil olmak üzere hukuki bakımdan veremeyeceğim hiçbir hesabım yoktur.

Buna rağmen, sadece siyaset alanının yeniden düzenlemek isteyen hegemonyacıların oyununu bozmak amacıyla yüce divana gitme yolunu seçmedim.

Değerli arkadaşlarım,

Bütün meclis soruşturmaları bugünkü yapısı itibariyle demokratik sistemimizin en hastalıklı bölümünü oluşturmaktadır. Bugünkü yapısıyla meclis soruşturması müessesesi anayasal sistemimizdeki konuluş amacına hizmet etmemektedir.

Bu komisyonlarda, Özdağlar olayı sonrasında alınan hemen hiçbir karar kamuoyunu tatmin etmemiştir.

Yüce Divana sevk etmeme yönünde alınan kararlar aklama olarak adlandırılmış ve her kesimce eleştirilmiştir. Yüce divana sevk yolunda alınan tek karar da, beraatle neticelenen otoyollarla dosyası olmuştur.

Bu kararın bürokrasi ve siyasiler üzerindeki olumsuz etkilerini ve doğurduğu zararları ise hep birlikte yaşıyoruz. Bugün eğer iş yapmak, hizmet üretmek ve kalıcı icraat yapmak, kimi kesimlerce başı belaya sokmak olarak algılanıyorsa sebebi sözkonusu olaydır.

Tamamen dejenere olmuş bulunan meclis soruşturması müessesesini yeniden düzenlemek zorundayız.

Değerli arkadaşlarım,

Bu hususta hem siyasi sorumluluk üstlenenlerin hizmet yapmasını engellemeyecek, hem de soruşturmalarda iddiaların hukuk süzgecinden geçirilmesini sağlayacak yeni bir modelin uygulanmasının zamanı gelmiştir.

Bu konuda parlamentomuzun dönem dönem yaşadığı farklı sıkıntıların ve bütün bunlar sonucunda kazandığı tecrübelerini değerlendirmek zorundayız.

Bu konudaki düşüncem, meclis soruşturması için 1961 Anayasası döneminde geçerli olan sistemin revize edilerek yeniden yürürlüğe konmasıdır.

Bilhassa iddialar arasında hukuki açıdan değer taşımayanların hukuki yaklaşımla ayıklanmasını sağlamak için ön komisyonun içine milletvekillerinin dışında yargıçların da alınmasını sağlamaktır. Diğer bir tercih de bu komisyonun tamamının yargıçlardan oluşmasını sağlamaktır.

Her iki halde de iddiaların hukuki bakımdan soruşturma açmaya değer olup olmadığı yargısal bakımdan incelenebilecektir.

Bunun için, Anayasamızın 83 ve 100’ncü maddelerinde gerekli değişiklikler yapılmalıdır.

Değerli arkadaşlarım,

Sonuç olarak, bu meselede bizim ortaklarımızdan tek beklentimiz hukuku ön planda tutmalarıydı. Muhaliflerimizin ve bazı çizerlerin oyununa gelmemeleriydi. Burukluğumuz hukukun gözardı edilmesindendir. Yoksa ne yaptığımız işlerin doğruluğundan şüphemiz vardır, ne de Yüce Divana gitmekten korkumuz vardır.

Bu ülkeye hizmet etmenin bedel ödemeyi gerektirdiğini kendi tecrübesiyle en iyi bilen partiyiz. Ne kadar mağdur olsak da ülkeye zarar verecek bir sorumsuzluk içinde olmayız.

Ama bugün bize lazım olan hukuku gözardı edenler bir gün kendilerine de lazım olacağını hiç unutmamalıdırlar.