ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI SAYIN MESUT YILMAZ’IN
ANAP MECLİS GRUBU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA

(6 ŞUBAT 2001)

Değerli arkadaşlarım,

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, geçtiğimiz hafta müessif bir olay sonunda kaybettiğimiz Şanlıurfa Milletvekili Sayın Fevzi Şıhanlıoğlu’na Cenabı Allah’tan rahmet, ailesine ve arkadaşlarına başsağlığı diliyorum.

Bu vesileyle 9 yıl önce bugünlerde kaybettiğimiz Adnan Kahveci arkadaşımızı da rahmetle anıyorum.

Geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaşananlar hiç yaşanmaması gereken üzücü olaylardır.

Bu üzücü olayların, siyasetin ve parlamentonun konumunun güçlendirilmesi gereğine vurgu yaptığımız bir dönemde gerçekleşmesi büyük talihsizlik olmuştur.

Yaşanan olaylar, siyaseti ve meclisi karalamak, toplumun gözünde küçük düşürmek, bu kurumların hareket alanlarını kısıtlamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmüştür.

Meclisi daha etkin, verimli ve hızlı çalıştırmak için getirilmeye çalışılan bir düzenlemenin, böylesi üzüntü verici sonuçlara yol açması, hiç kimsenin arzu edeceği bir durum değildir.

Bu yüzden, hadisenin bir tür kan davası haline dönüştürülmemesi, kendi boyutları içerisinde  tutulması gereği vardır.

İktidarıyla, muhalefetiyle tüm siyasi partiler olarak, diyalog ve uzlaşma yollarını sonuna kadar açarak, ülkeyi bu kaos ortamından çıkarmak zorundayız.

Türkiye’nin yeni gerilimlere, kavgalara, çekişmelere, kutuplaşmalara ihtiyacı yoktur.  Zaten bu tür olumsuzluklar  fazlasıyla mevcuttur.

Türkiye’nin bugün geldiği nokta, hiçbir partiye, sadece siyasal çıkar hesabıyla hareket etme lüksü vermemektedir.

Ülkenin sorunlarının yegane çözüm mercii olan Meclis’in çalışma kalitesini, hem nitelik, hem de nicelik bakımından yükseltmek mecburiyetindeyiz.

Bugün Meclis organları, bekleyen yasa tasarı ve önerileri ve diğer gündem maddeleri sebebiyle, adeta tıkanmış durumdadır.

Avrupa Birliği müktesebatına uyum çalışmaları çerçevesinde çıkması gereken çok sayıda düzenleme vardır.

Mevcut tıkanmışlık hali, Meclis’i hızlı bir şekilde işletme imkanı vermemektedir.

Yaşanan tıkanıklığı aşmamızı sağlayacak orta yolu bulmalı ve süratle hayata geçirmeliyiz.

Ama bunu, çoğulcu demokrasinin gereklerine ve özellikle de muhalefetin konumuna halel getirmeyecek bir yöntemle yapmalıyız.

Demokrasi uzlaşma rejimidir. Uzlaşmayla, ülkenin ve toplumun ihtiyaçlarını en ideal şartlarda karşılayacak ortamı tesis etmeliyiz.

Anavatan Partisi olarak, hadiseyi bu açıdan değerlendiriyoruz. Sorunun çözümü için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz.

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye'yle ilgili içeride ve dışarıda hayati önemde olaylar cereyan etmektedir.

Gelişmelerin bugünümüzden daha çok geleceğimizle alakalı olduğuna dair pek çok işaret vardır.

Ülkemizi Avrupa Birliğinden dışlama çabalarıyla sözde ermeni soykırım iddialarını yasalaştırma gayretleri atbaşı gitmektedir.

Bu gelişmeler, içimizdeki Avrupa Birliği karşıtı havayı güçlendirmektedir. 

Bütün bunların sonucunda savunma içgüdüsüyle içe kapanma refleksinin harekete geçmesini bekleyenler bulunmaktadır.

Ancak, bütün bu olumsuzluklar karşısında ümitli olmamızı sağlayacak olumlu hususlar da vardır.

Her şeyden önce parçalı siyasi yapıya rağmen güçlü bir hükümet işbaşındadır.

Mevcut hükümetin temel meselelerde uzlaşma ve işbirliğini sağlama kabiliyetine sahip olması da önemli bir avantajdır.

Ortam olarak,  bölücü terörün durduğu bir huzur ve sükun ortamı da uzun yıllardır yakalayamadığımız ciddi bir avantajdır.

Demokrasi ve insan hakları başta olmak üzere, hayatın her alanında standartları yükseltecek olan Avrupa Birliği konusu uzun yıllardan sonra nihayet Türkiye'nin vizyonuna girmiştir.

Diğer yandan, meclisteki ve kamuoyundaki güçlü desteğin verdiği güven ve huzur  ortamının  yardımıyla, hükümetimiz ekonomi alanındaki yaraya neşter atmaya karar vermiştir.

Yıllardır devam eden kronik yüksek enflasyonu düşürmek için ciddi bir ekonomik istikrar programı yürürlüğe sokulmuştur.

Yaşanan sıkıntılara rağmen bu programın birinci aşaması başarıyla tamamlanmış ve ikinci aşamasına geçilmiştir.

Biz inanıyoruz ki terörle mücadelenin ardından enflasyonla mücadele de başarıyla sonuçlanacaktır.

Bölücü terörü durdurmuş ve ekonomisini  güçlendirmiş bir Türkiye içte ve dışta geleceğini belirleyecek olaylara çok daha sağlıklı bakabilecektir.

Değerli arkadaşlarım,

Geçtiğimiz günlerde açıklanan enflasyon rakamlarını, Türkiye’nin yeni bir döneme girdiğinin göstergelerinden biri olarak görüyorum.

Ocak ayı rakamları itibariyle, Türkiye son 14 yılın en düşük enflasyon oranlarına ulaşmıştır.

Toptan eşya fiyatları endeksine göre enflasyon yüzde 28.3 olarak gerçekleşerek, yüzde 30’un altına inmiştir.

İnşallah 2001 yılı içinde Türkiye yüzde 20’nin altındaki enflasyon oranlarını da görecektir.

Önümüzdeki bir kaç ayın enflasyon sonuçları, programın geleceği ve mücadelenin sonuca ulaşması bakımından fevkalade önemlidir.

Son bir kaç aydır yaşanan sıkıntılar, enflasyonla mücadele başta olmak üzere, ekonomik istikrar programının uygulamalarını ve başarılı sonuçlarını gölgelemiştir.

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum: bu programı, zayıf yönlerini güçlendirerek, eksiklerini gidererek, piyasanın ihtiyaçları ve talepleri doğrultusunda gerekli düzeltmeleri yaparak sürdürmek kararındayız.

Öte yandan, şu hususun da gözden kaçırılmaması gerektiğine inanıyoruz.

Dünyada, Türkiye gibi yüksek enflasyon sorunu yaşayan ve bu çerçevede bir istikrar programı uygulayan pek çok ülke vardır.

Bu ülkelerin enflasyonla mücadele programlarının topluma maliyeti epeyce yüksek olmuştur.

Bizim uyguladığımız programın, ekonomiye ve topluma olumsuz etkileri, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında en az düzeydedir.

Türkiye’nin potansiyeli ve Türk toplumunun dinamizmi ile programın enstrümanlarının doğru seçilmiş olması, uygulamadaki kararlılıkla birleşince ortaya bu sonuç çıkmıştır.

Geçtiğimiz yılın son aylarında mali sektörde yaşanan dalgalanmaların yol açtığı olumsuzluklar önemli ölçüde giderilmiştir.

Özellikle küçük esnafın üzerindeki yükü hafifletmek için, vergi borçlarının daha düşük faizle ve taksitle ödenmesine imkan sağlanmıştır.

Bir kaç ay önce yüzde 100’lere ulaşmış bulunan faizler yarı yarıya azalmıştır. Önümüzdeki aylarda faizlerle uyguladığımız programın hedefleri arasındaki denge yeniden kurulmuş olacaktır.

İç ve dış piyasalarda programa güvenin kökleşmesi, yatırımlarda da canlanmaya yol açacak görünmektedir. Nitekim, geçtiğimiz yıl çıkartılan yatırım teşviklerinin sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 12’den fazla artmıştır. Söz konusu yatırımlar bu yıl hayata geçirilmeye başlanacaktır.

Geçen yıl 1,5 milyar dolara ulaşan yabancı sermaye yatırımlarının bu yıl daha da artması beklenmektedir.

Euro’nun dolar karşısında toparlanması ve petrol fiyatlarındaki artışın durması, hem dış ticaret, hem de cari işlemler dengesi üzerinde olumlu etki yapacaktır.

Turizm sektöründeki yaşanan olumlu gelişmeler de, bir çok sektörde zincirleme etki yapacaktır.

Tüm bu gelişmeler, ekonomik istikrar programının dengeli bir şekilde sürdürüldüğünün işaretleridir.

Yine bu gelişmelerin bir başka sonucu da, döviz politikasının sonucu olan Türk Lirasının değerlenmesi sorununun, programın esasına ilişkin herhangi bir müdahaleye gerek kalmadan, ekonomide küçülme yaşanmadan kendiliğinden çözüm yoluna girecek olmasıdır.

Çünkü kur politikasına dayalı ekonomik istikrar programı, bir çok ülkede uygulanan bir modeldir. Türkiye de, bu modeli başarıyla uygulayan bir ülkedir.

Türkiye’nin bu durumu, uluslararası kuruluşlarca da yakından izlenmekte ve takdirle karşılanmaktadır. OECD’nin son raporunda bu çerçevede bizim açımızdan oldukça olumlu değerlendirmelere yer verilmiştir.

Değerli arkadaşlarım,

Gelinen nokta itibariyle artık bürokrasiden iş dünyasına, ücretliden çiftçiye kadar toplumun her kesiminin şu gerçeği görmesi, kabul etmesi ve ona göre davranması mecburiyeti vardır.

Biz, hükümet ve koalisyonu oluşturan partiler olarak, programın siyasi riskini, sıkıntısını ve muhtemel sonuçlarını peşinen kabullenerek bu işe girdik.

Bu programın her kesime yüklediği sıkıntılar vardır; bu sıkıntılar giderek daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Hepsini biliyor ve görüyoruz.

Ama 2001 yılı uygulamalarının başlamasından itibaren, bu programdan dönüşün faturası, programın sonuçlarından kat be kat ağır olacaktır.

Dengeler fevkalade hassaslaşmıştır. Bu hassas dengeleri üzerinde sonuca ulaşmak önümüzdeki tek çıkar yoldur.

Dengelerin bozulması, Türkiye’yi, Cumhuriyet tarihinin en ağır bunalımıyla karşı karşıya bırakacaktır.

Bunun için, herkese hesabını, programın kendi payına düşen sıkıntısı açısından değil, programın akamete uğramasının yol açacağı sonuçlar bakımından yapmasını tavsiye ediyoruz.

Programın 2001 yılı hedefleri  ve uygulama esasları bellidir. 2002 yılına ilişkin makro hedefleri de bellidir.

Ekonominin tüm aktörlerine stratejilerini geçmişe değil, geleceğe bakarak belirlemelerini tavsiye ediyoruz.

Uyguladığımız programın hedefleri doğrultusunda belirlenecek stratejilerin riskinin, geçmişi esas alan stratejilerin riskinden çok daha az olduğunu belirtmek isterim.

Kendimize ve ülkeyi yönetme sorumluluğu verdiğimiz insanlara güvenmeliyiz.

Sadece güvenmekle kalmamalı, verilen sözleri, girilen taahhütleri, başlatılan uygulamaları ısrarla takip etmeliyiz. Uygulamacılara yardımcı olmalı, gerektiğinde de hesap sormalıyız. 

Değerli arkadaşlarım,

Kim ne derse desin bu ülkenin geleceği parlaktır.

Biz devletimizin ve milletimizin parlak geleceğine iman derecesinde inanıyoruz.

İyi bir yönetimle geleceğimize istediğimiz şekli verebileceğimize güveniyoruz.

Bunun içindir ki geleceği yönetmek kavramını siyasete ve ülke gündemine taşıyoruz.

Bize düşen milletimizin ve devletimizin bu parlak geleceği bir an önce yakalamasını sağlamaktır.

Bunun için çalışırken de yoldaki engellere takılıp kalmamaktır.

Hepimiz biliyoruz ki, değişimden korkanların ilk saldırdıkları adresin statükoyu değiştirmeye çalışanlar olması değişmez bir kuraldır.

Anavatan partisi olarak statükoyu her zorladığımızda şiddetli  bir saldırıyla karşılaşmaya biz alıştık.

Türkiye'de değişimi isteyen, çağdaş dünyanın normlarını yakalamak isteyen her kimse ortalığı kaplayan toza dumana aldırmamalıdır.

Dikkat edilmesi gereken şey, ne yapılmak istendiğinin baştan görülmesidir.

Bize karşı karalama kampanyasında  birleşenlerin kimliği bile ne yapılmak istendiği konusunda fikir verebilir.

Hiçbir zaman bir araya gelmesi mümkün olmayan en soldaki ve en sağdaki  fabrikasyon senaryo üreticilerinin bile bize karşı yürütülen kampanyada bir araya getirilmiş olmaları manidardır.

İşleri güçleri fabrikasyon senaryo üretmek olanların ANAP düşmanlığına soyunmalarıyla her gün piyasaya yeni bir senaryo sürülmeye başlanmıştır.

Bu fabrikasyon üretimi senaryoların ve tuzakların hepsi boş çıkacaktır.

Çünkü olmayan veriler üzerine karanlıkta yazılan senaryoların gün ışığında ve  hakikatlerin karşısında tutunması mümkün  değildir.

Bize tuzak kuranların kendi tuzaklarına kendilerinin düşmeleri ve senaryolarındaki düzmece kurguların altında kalmaları  kaçınılmazdır.

Hepinize saygılar sunuyorum.