- ANAVATAN
PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE
- BAŞBAKAN
YARDIMCISI SAYIN MESUT YILMAZ’IN
- ANAP MECLİS
GRUBU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
(27 ŞUBAT 2001)
Değerli
arkadaşlarım,
Hepinizi
sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Ülkemiz,
10 gündür, son üç ayın ikinci büyük krizini yaşadığımız
bir süreçten geçiyor..
Geçtiğimiz
yılın kasım ayında başlayan kriz, finans kesiminde ortaya çıkmıştı
ve şok dalgası halinde diğer sektörleri de etkisi altına almıştı.
Son kriz
ise, siyasi mahreçli olarak başlamış, ancak asıl ağır sonuçlarını
ekonomi üzerinde göstermiştir.
Ekonomik
istikrar programıyla ilgili iki hususa anavatan partisi olarak
bundan önce sayısız defalar dikkat çekmiştik.
Hükümetin, ekonomi bürokrasisinin ve
kamuoyunun dikkatini çektiğimiz birinci husus siyasi istikrar
idi... İkincisi de programın uygulamasındaki aksaklıklardı...
Ekonomik
istikrar programı yürürlüğe girdiği sırada ve uygulaması
devam ederken sürekli olarak programın başarıya ulaşmasının
ön şartının siyasi istikrar olduğunu vurguladım.
Geçen yıl,
1 şubat 2000 tarihli grup toplantımızda şu uyarıyı yapmıştım:
"Türkiye’nin
en önemli meselesi, bugün yaşanan, bugün yakalanan huzur ve
istikrar ortamının korunmasıdır. Ekonomik alanda başlatılan
hamlenin başarıya ulaşmasının şartı budur. "
Aradan
geçen iki hafta sonunda yani 15 şubat 2000 tarihli grup toplantısında
bu uyarımı tekrar etmiştim:
"En
fazla önem vermemiz gereken şey siyasî istikrarın devamıdır.
Geçmişe baktığımız zaman, ekonomik programların başarılı
olamamasının, devamlı olamamasının altında hep siyasî
istikrarın bozulması yatmaktadır.”
Siyasi
istikrar tehlikeye girme ihtimali belirdiğinde 9 mayıs 2000 günü
yaptığım uyarıda da şunları söyledim:
"Ekonominin
nezaketi, küçük siyasi hesaplarla istikrarın sürekli tehdit
altında tutulmasını kaldıramayacak düzeydedir."
Uygulamanın
başarıya ulaşmasının ön şartının siyasi istikrar olduğunu
vurgulayarak yaptığımız bu uyarıların ardından dikkat çektiğimiz
ikinci ve en önemli husus ise uygulamadaki aksaklıklardı...
Ekonomik
istikrar programının uygulamasına ilişkin ilk sonuçlar gözükmeye
başlayınca 14 haziran 2000 tarihli grup konuşmamda şu ikazda
bulundum:
"ekonomik
istikrar programının, şimdiye kadar kesinleşen sonuçları
umut vericidir.
Şu ana
kadar elde edilen başarıların kalıcı olabilmesi için, bazı
hususlara son derece dikkat gösterilmesi zorunludur.
İlk yapılması
gereken, ekonomik istikrar programının yürütülmesinde siyasî
koordinasyon eksikliğine bir an evvel son vermektir.
İkinci
olarak, Türk Lirasının değerlenme ihtimali göz önünde
tutularak, ihracatta daralmaya yol açılmaması için, ihracatı
teşvik yönünde acil, yeni tedbirler alınmalı ve uygulanmalıdır.
Turizmin teşviki için daha önce alınmış olan kararlar da,
artık eksiksiz hayata geçirilmelidir.
Üçüncü
olarak, enflasyonun düşüşüyle birlikte, üretimde bir düşüşün
yaşanmaması ve üretimde yükselen canlılığın devamını sağlamak
için teşvik mevzuatıyla KOBİ mevzuatında gerekli düzenlemeler
yapılmalıdır.
Dördüncü
olarak, yabancı sermaye girişini kolaylaştıracak yasal düzenlemeler
bir an önce getirilmelidir ve nihayet, son olarak, ekonomik
istikrar tedbirlerinin bir bütün olduğu gözden uzak tutulmamalı
ve eksik kalan tedbirler, kararlı bir şekilde hayata geçirilmelidir."
Gördüğünüz
gibi bu ikazlarımızı sürekli tekrarladık...
Değerli
arkadaşlarım,
Biz her
defasında demiştik ki, istikrarsızlık ekonomik istikrar
programının can düşmanıdır. Şimdiye kadar uygulamaya
konulan istikrar programlarında başarılı olamamamızın başta
gelen nedeni siyasi istikrarsızlıktır.
Yine
anlatamadığımız bir hususta programın uygulaması sırasında
ortaya çıkan aksaklıkların bir an evvel giderilmesine ilişkindi...
Diğer
bir husus ise alınan ve alınacak tüm tedbirlerin serbest piyasa
ekonomisinin ruhuna uygun olmasıydı. Serbest piyasa ekonomisinin
gereklerinden uzaklaşılmasının kabul edilemezliğini her zaman
vurguladık.
Ama
koalisyon yapısı içinde sürekli ikazda
bulunmaktan daha fazlasını yapma imkanımız yoktu...
İçinde
bulunduğumuz şu sıkıntılı günlerin yaşanmaması için daha
önce yaptığımız gibi bugünden sonra benzer sıkıntılar yaşanmaması
için ikaz görevimizi yapmayı sürdüreceğiz...
Değerli
arkadaşlarım,
Siyasi
istikrarı bozucu gelişmeler ve yapısal sorunların
giderilmesine ilişkin adımlar atılmasa da, program genel hatları
itibariyle 19 şubat tarihine kadar her şey olumlu ilerliyordu.
Aksaklıklar da düzeltilebilecek nitelikteydi.
Bildiğiniz
gibi, kur çıpası sistemi temmuz ayı başında sona erecekti.
O tarihe
kadar programın 2001 yılı uygulamalarının sonuçları da
ortaya çıkmaya başlamış olacaktı.
Bu
ortamda yapılacak bir revizyon, programın hedeflerinden sapmasına
meydan vermeyecekti.
Ancak,
19 Şubat’ta yaşanan talihsiz hadise, ülke yönetimindeki
istikrar görüntüsünü bozmuş, bir anda tüm sektörlerde
birden dalgalanmaya yol açmış ve bütün hesapları alt-üst
etmiştir.
Hem Türk
lirası, hem de dövizde yaşanan likidite sıkıntısı bankacılık
sistemini tam anlamıyla kilitlemiştir.
Global
ekonomik sistem içinde yer alan ve burada oldukça da önemli bir
konuma sahip bulunan Türkiye’nin içine düştüğü sıkıntı,
bir anda geniş bir bölgeyi ciddi bir krizin eşiğine getirmiştir.
Bu
ortamda, kur çıpasında ve enflasyonun yüzde 10’lu rakamlara
inmesini hedef alan uygulamalarda köklü değişiklik yapılması şart olmuştur.
Geçtiğimiz
haftanın son günleri, bu belirsizlik ortamından kaynaklanan bir
panik havası içinde geçmiştir.
Borsa,
dalgalanmaya bırakılan döviz kurları, faizler ve diğer tüm
ekonomik enstrümanlar adeta türbülansa girmiştir.
Bu hafta
başından itibaren Türkiye bu türbülanstan çıkmaya başlamıştır.
Döviz
kuru ve faizler başta olmak üzere, endazeden çıkan ekonomik
enstrümanlar asıl mecralarına oturmaya başlamıştır.
Hasarın
boyutlarını ve derinliğini henüz tam olarak bilemiyoruz.
Ancak,
maliyetin hem ülke ve hem de millet için ağır olduğu açıktır.
Değerli
arkadaşlarım,
Kendimizi
kandırmayalım.
Olup
bitenleri doğru görmeye çalışalım.
Yaşadığımız
son olayla Türkiye’nin, kronikleşmiş siyasal ve ekonomik
krizler ülkesi olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.
İktidarda
hangi siyasi parti olursa olsun, hangi ekonomik model uygulanırsa
uygulansın, yapısal sorunlarını çözmedikçe Türkiye’nin
krizden kurtuluşu mümkün değildir.
Bugün
muhalefette bulunanların da iktidarları döneminde ülkemizi
hangi ekonomik ve siyasal krizlerin içine düşürdüklerini
unutmuş değiliz.
Onun için,
muhalefetin öncelikle söyleminde ölçülü ve tutarlı olması
lazım.
Bu bakımdan
hadisenin günlük siyasetle ilgili boyutunu çok fazla önemsemiyoruz.
Ancak
hadisenin ülkemiz ve milletimizle ilgili boyutu hepimizi
ilgilendirmektedir.
Yaşanan
krizlerin elbette bir mali faturası vardır.
Ancak,
asıl büyük fatura, vatandaşımızın devlete ve sisteme olan
inanç ve güveninin sarsılması olmuştur.
Açık yüreklilikle
ortaya koymak gerekir ki,
Devlet
olarak, hükümetler olarak yıllardır Türk insanına bir takım
taahhütlerde bulunduk, hedefler gösterdik.
Ama,
hemen her defasında bu taahhütlerin çoğunluğu yerine
getirilemedi, hedeflerin çoğuna ulaşılamadı.
Örneğin,
55. Hükümet döneminde iddialı hedeflerle ve her kesimin
takdirini toplayan tutarlı bir ekonomik programla yola çıkmıştık.
Tam
programın olumlu sonuçlarına ulaşmaya başlamıştık ki, hükümetimiz
düşürüldü.
Daha
sonra yaşananlar hepinizin malumu.
1999 seçimlerine
hangi şartlar altında gittiğimizi, seçim sonrası durumun
hangi şartlara rağmen toparlanmaya çalışıldığını burada
yeniden anlatmaya gerek duymuyorum.
Değerli
arkadaşlarım,
57. Hükümeti
oluşturan partiler olarak kendimize hakikaten çok ciddi, çok
iddialı hedefler belirledik.
Hedeflerimize
nasıl ulaşacağımıza ilişkin kapsamlı bir yol haritası
ortaya koyduk.
Şunu
kati şekilde belirteyim ki; yaşanan gelişmelere rağmen
hedeflerimizden hiçbir şekilde vazgeçmiş değiliz.
Ama,
hedefimize ulaşmak için çizdiğimiz yol haritasında önemli
bir takım değişiklik yapmak zorunluluğu doğmuştur.
Daha doğrusu,
ileriki tarihlerde ve tedricen yapılması gereken bir takım değişiklikleri
öne almak ve bir anda gerçekleştirmek zorunda kaldık.
Üç yıllık
bir süreyi kapsayan ekonomik istikrar programının nihai
hedeflerinin halen arkasındayız.
Yani Türkiye,
2002 yılı sonunda enflasyonunu tek haneli rakamlara indirmiş,
ödemeler dengesini sağlıklı bir yapıya kavuşturmuş, gelişmesinin,
kalkınmasının önündeki tüm engelleri kaldırmış bir ülke
haline gelecektir.
57. Hükümet
olarak 1999 yılı sonunda bu sözü vermiştik ve bu sözün
halen arkasındayız.
Ama
kabul etmelisiniz ki bunları Türkiye gerçeklerinden soyutlanmış
bir şekilde, adeta bir laboratuar ortamında, bir tür fanus içinde
yapma imkanımız da yoktur.
Bunları,
Türkiye’nin siyasal, ekonomik, sosyal ve idari yapısı içinde
gerçekleştireceğiz.
Bu süreçte
önümüze, önceden öngöremediğimiz, fark ettiğimizde de önüne
geçme imkanı bulamadığımız krizler, sıkıntılar çıkacaktır.
Nitekim çıkmaktadır da.
Bugüne
kadar yaşadıklarımızın ve belki bundan sonra da yaşayacaklarımızın
anlamı budur.
Değerli
arkadaşlarım,
Bir defa
daha altını çizerek ifade etmek istiyorum.
Yapısal
sorunlarını çözmeyen Türkiye, kronik krizler ülkesi olmaktan
kurtulamaz.
Sadece
son 10 yıla baktığımızda dahi bu durum tüm çıplaklığıyla
karşımıza çıkmaktadır:
1991 yılında
gerçekleştirmek istediğimiz köklü ekonomik reformlar için
arkamızda geniş bir halk desteğine ihtiyacımız vardı.
Nitekim bu desteği sağlamak için erken seçime gitmek durumunda
kalmıştık.
Ancak,
sonuç arzu ettiğimiz gibi çıkmadı. Bizden sonra gelen hükümette
ekonomiyi yozlaştırmak için gereken ne ise onu yaptı...
Maalesef
1991 erken seçiminden sonra hiçbir şey istenildiği ve
beklenildiği gibi olmadı.
Krizler
ülkenin yakasına yapıştı.
1992 yılında
cumhurbaşkanı-başbakan çekişmesi krizi,
1993 yılında
cumhurbaşkanı seçimi ve yeni hükümet oluşumu krizi,
1994 yılında
ekonomik kriz,
1995 yılında
erken seçim krizi,
1996 yılında
hükümet krizi,
1997 yılında
rejim krizi ve 28 şubat,
1998 yılında
global ekonomik krizin ilk yansımaları ve yine bir hükümet
krizi,
1999 yılında
erken seçim krizi ve 17 ağustos deprem felaketi
Tam işler
düzelmeye başlamışken,
2000 yılında
finans krizi,
Ve
nihayet son kriz...
Sevgili
arkadaşlar,
Görüyorsunuz
ki, ülke olarak hemen her yıl bir kriz yaşayarak gelmişiz bu günlere...
Geçtiğimiz
10 yıl boyunca 10 değişik hükümet ve 5 değişik başbakan işbaşında
bulunmuş.
Ama
sorun sadece hükümet değişikliği ve başbakanlık sorunu
olmadığı için bu krizlerden kurtulamamışız. Eğer sorun
sadece bir hükümet veya bir lider sorunu olsa idi, karşımıza
böyle bir zincirleme kriz tablosu çıkmazdı.
Değerli
arkadaşlarım,
Sorun kişilerle
ilgili değildir.
Sorun
yapısaldır.
Hem
siyasette, hem ekonomide, hem yönetimde ve hatta hemen tüm
alanlarda sorun vardır.
57. Hükümet
olarak hedefimiz, Türkiye’yi krizlerle yaşamak gibi talihsiz süreçten
kurtarmaktır. Üç yıllık zamana yayılan istikrar programı ve
bu arada gelişen Avrupa Birliği’ne üyelik süreciyle yapmak
istediğimiz, işte bu yapısal sorunları çözmektir.
Bilindiği
gibi Avrupa Birliği organları, üyelik sürecinin mali hükümlerini
içeren çerçeve yönetmeliğini kabul etmiştir.
Milli güvenlik
kurulu bildirisinde de belirtildiği gibi üzerinde uzlaşmaya varılan
ulusal program sonuçlanma aşamasına gelmiştir.
Biz bu
konuda üzerimize düşen görevi son derece yapıcı bir tarzda
yerine getirdik...
Çıkması
muhtemel krizlere izin vermedik.
Farklı
görüşleri uzlaştırmaya, bir noktaya toplamaya çalıştık...
Amacımız
ipin kopmaması ve hukuki sürecin kazasız belasız tamamlanmasıydı.
İçeride
ve dışarıda ipler kopmadan ulusal program ve çerçeve yönetmelikte
son noktaya gelinmiştir.
Bunlar tüm
bu karmaşa içinde dikkatleri çekmeyen, ama ülkenin geleceği
bakımından fevkalade büyük öneme
sahip gelişmelerdir.
Türkiye,
demokratik, ekonomik ve devlet yönetimine ilişkin sorunlarının
çözümü için tarihi bir fırsat yakalamıştır.
Bu fırsatı
iyi değerlendirmek zorundayız. Avrupa birliğine uyum çalışmaları
konusunda top artık Türkiye’nin sahasındadır. Her şey bizim
atacağımız adımlara bağlıdır.
Son gelişmeler,
bu bakımdan ümit vericidir.
Bu fırsatı
iyi kullanmak zorundayız. Uyum yasalarını birbiri ardına
meclise taşımalıyız...
Eğer bu
fırsatı kullanamazsak ne olur?
Olacak
şudur:
Bugüne
kadar olduğu gibi bundan sonra da çözmek istediğimiz sorunlar,
sürekli önümüze engel, ayaklarımıza bağ, sırtımıza yük
olarak karşımıza çıkmaya devam eder.
Yani Türkiye’ye
yazık olur.
Değerli
arkadaşlarım,
Sizlerin
de yakından izlediğiniz gibi; içinde bulunduğumuz sıkıntılı
dönemden kendilerine pay çıkartmaya çalışan siyaset
profesyonelleri var.
Bu
siyaset profesyonelleri geçimlerini dalgalanmalardan, krizlerden,
kaoslardan, kargaşadan sağlarlar.
Bunlar
varlıklarını felaketli ortamlara borçludurlar.
Son
krizle birlikte bu siyaset profesyonellerinin yeniden piyasaya çıktıklarına
tanık oluyoruz.
Bu kişiler
televizyon stüdyoları ve gazete bürolarına ziyaretlerini sıklaştırdılar.
Ülkenin
karşılaştığı felaketten kendilerine menfaat sağlamanın
gayreti içindeler.
Bunlar,
Türkiye’nin geleceğine ilişkin felaket haberleri yaymaya çalışıyorlar.
Halbuki
Türkiye demokrasi yolunda ilerlediği yıllarda derin tecrübelerden
geçti.
Bu süreçte
son derece deneyimli kadrolara sahip oldu.
Sorumluluğunu
müdrik insanlar olaylara soğukkanlılıkla yaklaşmalarına karşın,
bunlar yangına körükle giden felaket tellalı gibi ortalıkta
dolaşıyorlar.
Bu
siyaset profesyonelleri fırsattan istifade, parlamenter rejimin
saygınlığını ayaklar altına alma pahasına kriz tellallığına
soyundular.
Son
krizi fırsat bilerek gerçek yüzlerini de ortaya serdiler.
Kötüyü
söylemek kolaydır. Ama iyiyi yapmak zordur.
Bu ülke
bizim ve biz ülkemiz için en iyi olanı yapmaya çalışıyoruz.
Türkiye
gibi geniş bir sorumluluk sahasına sahip ülkelerde yılların
birikimi olan bozuk dengeleri oturtmak kolay olmuyor.
Küresel
ekonomi içinde sermaye hareketleri öylesine hızlanmıştır ki,
bu hareketliliği önlemek artık mümkün değildir.
Nasıl
ki, gemiler dalgasız limanlarda uzun süreli demirliyorlarsa,
para da istikrar bulduğu, kazanç sağladığı ülkede kalmayı
tercih ediyor.
Biz yapısal
değişiklikten bahsederken ülkemizi yatırım yapılabilir,
kazanç temin edilebilir hale getirmek istediğimizi ifade
ediyoruz.
Olmazsa
olmaz şart olarak öne sürdüğümüz yapısal değişiklikleri
yapmadan dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında yer almamızın
imkanı yoktur.
Değerli
arkadaşlarım,
Bugüne
kadar, karşımıza çıkan sorunlarla mücadele etmek yerine kıyısından
köşesinden dolaşmayı tercih ettiğimiz için bir türlü
mesafe kat edemedik.
Ne yazık
ki Türkiye 10 yıl önce de enflasyon sorunuyla uğraşıyordu;
bugün de uğraşıyor.
Türkiye
10 yıl önce de demokrasi, özgürlükler, insan hakları gibi
alanlardaki sorunlarıyla uğraşıyordu; bugün de uğraşıyor.
Türkiye
10 yıl önce sağlıktan sosyal güvenliğe her alanda devletin işleyişindeki
aksaklıkları çözmeye çalışmakla uğraşıyordu; bugün de uğraşıyor.
Demek ki
10 yıldır patinaj yapıyoruz; tüm gücümüzü, kuvvetimizi,
imkanımızı kullanıyoruz ama hareket edemiyoruz, mesafe alamıyoruz.
Biz
diyoruz ki bu defa aynı hataya düşmeyelim.
Karşımıza
bir kriz çıktı diye hedeflerimizden vazgeçmeyelim.
Karşımızdaki
sorunla ve o sorunun arkasındaki güçlerle mücadele edelim.
Onlara teslim olmayalım.
Bugüne
kadar katlandığımız sıkıntıların, ortaya koyduğumuz
performansın, harcadığımız kaynakların, milletçe yaptığımız
fedakarlıkların heba olmasına izin vermeyelim.
Kadro değiştirerek,
yöntem değiştirerek, daha çok çalışarak, daha büyük
riskleri göze alarak, daha sert rüzgarları göğüsleyerek
hedefimize yürümeyi sürdürelim.
Türkiye’nin
bir 10 yılını daha heba etmesine göz yummayalım.
Siyasi
kriterlerini, ekonomik kriterlerini, yapısal kriterlerini yerine
getirerek, müktesebat uyumunu gerçekleştirerek Avrupa Birliği’ne
üyelik çalışmalarını hızlandıralım.
Türkiye’yi
kronik krizler ülkesi olmaktan çıkaralım...
Bu arada
elbette büyük sıkıntılar çekeceğiz. Suçlamalara,
ithamlara, tehditlere, tacizlere, saldırılara maruz kalacağız.
Ama çocuklarımız
için, bizden sonraki nesiller için bu sıkıntılara katlanmak
zorundayız.
Çünkü
bugün biz bu sıkıntılara katlanmazsak, bunların hepsi daha da
ağırlaşarak yarınlara taşınacak.
Dün küçük
gibi görünen sorunlar ip yumağı gibi bugün karşımıza büyümüş
olarak çıktı.
Eğer
biz bugün yol verirsek bu sorunlar yarınlara daha da ağırlaşmış
olarak devredilecektir.
Değerli
arkadaşlarım,
Yıllardır
yaşanan bu kısırdöngünün artık kırılma vakti gelmiştir.
Enflasyon
lobisinin hayat damarları nihai olarak kesilmelidir.
Üstlendiğimiz
görev riskli ama tarihidir.
Zor ama
şerefli bir görevdir.
Sıkıntılı
ama Türkiye’yi düzlüğe çıkartacak bir görevdir.
Hepinize
saygılar sunuyorum.
|