- Anavatan
Partisi Genel Başkanı ve
Başbakan Yardımcısı
- Sayın
Mesut Yılmaz’ın
- ANAP
Meclis Grubu Toplantısında Yaptığı Konuşma
10 Nisan 2001
Değerli
arkadaşlarım,
Hepinizi
sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Halkımız
yaşanan ekonomik krizden dolayı derin bir huzursuzluk içindedir.
Borcunu
ödeyemeyen, çekini tahsil edemeyen, sigorta primini yatıramayan,
taksitini geciktiren, maaşını alamayan, işinden olan vatandaşımız
öfkelidir.
Öfkesini
de tepki göstererek ortaya koymaktadır.
Vatandaşımız
bu tepkisinde haklıdır.
Demokratik
bir ülkede vatandaşın, yasal ve meşru sınırlar içinde
kalmak şartıyla tepkisini göstermesi en tabii hakkıdır.
Ülkemiz,
aksi yöndeki tüm gayretlere ve niyetlere rağmen, Allah’a şükür,
demokratik bir ülkedir.
İşçimizin,
çiftçimizin, esnafımızın, memurumuzun çeşitli platformlarda
dile getirdikleri tepkileri parti olarak çok yakından takip
ediyoruz.
Vatandaşlarıma
şunu belirtmek isterim:
gecikme olduğu doğru olmakla birlikte Ankara uyumuyor.
Hükümet,
boş durmuyor.
Meclisimiz
görev başında.
Sanılmasın
ki sıkıntılara kulak tıkanıyor...
Ankara’nın
gözü de, kulağı da vatandaşındadır.
Sabırların
tükenmek üzere olduğunu gayet iyi biliyoruz.
Ama
hesapsız, kitapsız, alelacele atılacak adımların ülkeyi daha
da kötüye götüreceği açıktır.
Yıkmak
kolaydır.
Yıkılanı,
tahrip edileni yeniden yapmak ise zordur.
Biz,
yeni yıkımlara yol açmadan işleri düzeltmenin peşindeyiz.
Aynı
şekilde, vatandaşımız da tepkisini tahrip etmeden, kırmadan,
dökmeden, yıkmadan bu tepkisini ortaya koymalıdır.
Sağduyulu
olmalıyız.
Günümüz
kenetlenme günüdür
.
Devlet
vatandaşına sahip çıkmalıdır.
Toplum
da devletine sahip çıkmalıdır.
Çalışan
işyerine sahip çıkmalıdır.
İşveren
işçisine sahip çıkmalıdır.
Bugünler
sorumlulukla hareket edilmesi gereken günlerdir.
Hükümet
kendi sorumluluğunun bilincindedir.
Muhalefeti
de, yaşadığımız dönemin nezaketine uygun bir biçimde ,
kendi sorumluluğunun bilinci içerisinde görmek istiyoruz.
Yaşanan
sorun, kaynağı ve sonuçları itibariyle sadece koalisyon
partilerini ilgilendiren bir sorun değildir
.
Karşımızdaki
sorun, topyekün ülkeyi, milleti, devleti, demokrasiyi ve bu
arada siyaset kurumu ilgilendiren, derinlikli ve çok boyutlu bir
sorundur.
Her
dönemde olduğu gibi bugün de krizden ekonomik veya siyasal çıkar
sağlama peşinde olanlar vardır.
Önemli
olan toplumun ve kurumların genel tavrıdır.
Memnuniyetle
belirtmek isterim ki, bugüne kadar, üzüntü verici bir kaç
hadise dışında, tepkiler demokratik sınırlar içinde ortaya
konmuştur.
Muhalefet
partilerinin de, krizin aşılması için yürütülen çalışmalara,
meclis platformunda gerekli desteği vereceklerine inanıyorum.
Değerli
arkadaşlarım,
Esnafımız
gösterdiği tepkide haklıdır...
Bu
tepkisini demokratik ve yasal
eylemlerle göstermesi ise tabii hakkıdır.
Anavatan
Partisi olarak esnafımızın bu haklı tepkisinde ve eylemlerinde
yanındayız...
Hükümetteki
sorumluluğumuzun bir gereği olarak eldeki bütün imkanları
sonuna kadar kullanarak, esnafımızın acil sorunlarının çözümü
için gerekli bütün çabayı gösteriyoruz.
Hükümet
olarak en kısa zamanda çiftçi kesimine de kolaylıklar getirme
çabası içindeyiz. Çünkü demokratikleşmeyi de istikrarı da
orta sınıfın yada rahmetli Özal’ın tanımıyla orta direğin
ayakta tuttuğuna inanan bir partiyiz.
Çünkü
biz, bir ülkede yalnızca ekonomiyi değil, demokrasiyi ve
istikrarı da orta sınıfın, yani esnafın ayakta tuttuğuna yürekten
inanmış bir partiyiz.
Bu
ülkede esnafı ayakta tutmak, ekonomiyi de, demokrasiyi de,
istikrarı da, huzuru da ayakta tutmak demektir.
Bu
çerçevede hükümetimiz de esnafın sorunlarına karşı duyarlı
olduğunu aldığı kararlarla göstermiştir.
Esnafımız
da ülkemizin ve ekonomimizin içinde bulunduğu durumu gözönünde
bulundurarak sağduyuyla hareket etmelidir.
Kışkırtıcılara,
eylemleri saptırmak isteyenlere fırsat vermemelidir.
Çünkü,
eylemlerde sapmalar başladıkça ve ekonomiyle ilgisi olmayan başka
talepler ortaya konuldukça, bu eylemler esnafımıza ve
ekonomimize zarar verir hale gelmektedir.
Esnafımızdan
beklediğimiz sağduyuyu, işçilerimizden, memurlarımızdan, çiftçimizden,
emeklilerden, işverenlerimizden ve diğer bütün kesimlerden de
beklemekteyiz.
Değerli
arkadaşlarım,
Milletçe
en çok ihtiyaç duyduğumuz şey
sağduyulu davranmaktır.
Öfkeyi
ve duygusallığı bırakıp, davranışlarımıza aklı hakim kılmaktır.
Eğer
aklı hakim kılarsak, yaşadığımız sorunları daha az zararla
ve daha kısa bir sürede aşabiliriz.
Eğer
duygularımızla hareket edersek sonunda öfke galip gelir...
Öfkenin
hakim olduğu yerde
ise bütün problemler daha da ağırlaşıp içinden çıkılmaz
hale gelir.
Böyle
bir sonuçtan karlı çıkacak bu memlekette hiçbir kesim yoktur.
Şunu
hiç kimse unutmamalıdır; hükümet kazıkla koltuğa çakılmış
değildir.
Her
hükümetin miadını doldurunca yerini bir başka hükümete bırakmasından
daha tabii bir şey yoktur.
Aksini
düşünmek de savunmak mümkün değildir.
Ancak,
ekonomimiz ameliyata alınmış ve ameliyatta başka hastalıkları
ortaya çıkmış bir hasta gibidir.
Şu
anda ameliyata ara verilmiştir ve ameliyat sırasında ortaya çıkan
problem çözülerek yeniden ameliyata devam edilecektir.
Ameliyat
sırasında ortaya çıkan problemin bir an önce çözülmesi
konusunda iktidarıyla
muhalefetiyle, esnafıyla çiftçisiyle, işçisiyle işvereniyle
herkes fikir birliği içerisindedir.
Değerli
arkadaşlarım,
Hükümet
bunun için gecesini gündüzüne katarak çabalamaktadır.
Biz
Anavatan Partisi olarak, bu tedbirlerin hiç vakit geçirilmeden
bir an önce alınması konusundaki ısrarımızı sürdürüyoruz.
Bu
ısrarımızın da en kısa sürede netice vereceğine inanıyoruz.
Ekonomi
ameliyat masasında iken ülkeyi hükümetsiz bırakmanın
veya seçime gitmenin
sorumluluğunu kimsenin üstlenmesi mümkün değildir.
Anavatan
Partisi olarak biz böyle bir sorumluluğu üstlenmeyeceğimizi
bir defa daha açıklıyoruz.
Sevgili
arkadaşlarım,
Hiç
kimse vatandaşın gözünü boyamaya kalkmamalıdır.
Milletimize
böyle bir kötülüğü yapmaya kimsenin hakkı yoktur.
Bu
hükümetin yerinde kim olursa olsun aynı tedbirleri alacaktır.
Arjantin,
brezilya, güney Kore ve Endonezya da benzer sorunlar yaşamaktadır.
Hatta Japonya da finans krizi ile sarsılmaktadır.
Geçmişte
Rusya federasyonu ile bir çok Güney Asya ülkesi de aynı çalkantıları
yaşadı.
Bu
durumlarda krizden çıkış yolu hep aynıdır: çıkış yolu,
rekabetçi, dışa açık, serbest piyasa ekonomisi sistemini işler
kılmaktır.
Bu
sistem de ancak, demokrat, özgürlükçü, çoğulcu bir siyasi
yapı içinde yaşayıp gelişebilir.
Demokrasimizi
ve parlamentomuzu yaralamak, sorunlarımızı çözmez.
Aksine,
sorunlarımızı çözmenin yolu demokrasiyi güçlendirmekten,
siyasetin alanını genişletmekten, parlamentonun gücünü arttırmaktan
geçmektedir.
Değerli
arkadaşlarım,
Yaşanan
ekonomik kriz nedeniyle getirilen çözüm önerileri arasında
siyasi partiler yasasından seçim yasasına kadar bir çok alanda
değişiklik de bulunmaktadır.
Anavatan
Partisi olarak biz bu yasalardaki değişikliğin gündeme
gelmesinden aslında son derece memnunuz.
Çünkü
bu değişiklik önerilerinin pek çoğu bizim önerilerimizdir.
Bu
önerilerde yer alan değişikliklerin gerçekleşmesi için her türlü
desteği vermeye hazırız.
Nejat
Arseven arkadaşımın da ifade ettiği gibi önümüzdeki hafta
ulusal programda yer alan bazı anayasa değişikliklerini biran
önce meclis gündemine getirmek için ilgili bakan arkadaşlarımızla
meclis komisyonu arkadaşlarımızla ve uzlaşma komisyonundaki
muhalefet dahil, üyeler dahil, üyelerle hep birlikte toplantı
yapacağız. Zannediyorum şu krizin sıcaklığı geçer geçmez
Türkiye’nin en önemli gündemi AB’ye verdiğimiz Ulusal
Programdaki bu reformları gerçekleştirilmesi olacaktır.
Değerli
arkadaşlarım,
Hiç
şüphe yok ki yaşadığımız bu kriz, bir çok felaketlere yol
açmış, acılara sebebiyet vermiştir.
Ancak
geçen haftaki konuşmamda da dile getirdiğim gibi biz yaşadığımız
krizin bir fırsatı da beraberinde getirdiğine inanıyoruz.
Eğer
iyi kullanabilirsek bu fırsat
ülkemizde her alanda köklü bir değişime gidilmesi fırsatıdır.
Uzun
yıllardır sözünü ettiğimiz, ama bir türlü yeterli ilerleme
kaydedilmesini sağlayamadığımız yapısal reformların yeniden
ele alınması fırsatı şimdi önümüzdedir.
Bize
göre yaşadığımız kriz sonrasındaki Türkiye, 1983 yılında
Anavatan Partisi’nin ilk iktidara geldiği dönemdeki gibi büyük
bir dönüşüm sürecinin eşiğindedir.
Dileğimiz
bu değişime direnilmemesidir, daha fazla zorluk çıkarılmamasıdır,
Anavatan’ın başlattığı bu değişime artık takoz
konulmamasıdır.
Değerli
arkadaşlarım,
Bu
çerçevede öncelikli ve acil çözüm bekleyen sorun alanı
ekonomi olduğu için, evvela ekonomik kararlar alınmalı ve süratle
hayata geçirilmelidir.
Ekonominin
dengeleri yerli yerine oturtulduktan sonra, krizin asıl kaynağı
olan sorunların çözümüne geçilecektir.
Bu
çerçevede ağırlık ve öncelik devletin yeniden yapılandırılması
çalışmalarına verilmelidir.
Türkiye,
merkezi yönetimden mahalli idarelere, seçim sisteminden siyasi
partilerin işleyişine, hukuktan sağlığa, sosyal güvenlikten
eğitime kadar her alanda kendini 21’inci yüzyılın
standartlarına ulaştıracak reformları gerçekleştirmelidir.
Avrupa
birliği kriterlerine uyum ve özelleştirme gibi bir takım
konularda bugüne kadar yaşadığımız sıkıntıları da,
krizden elde edilen tecrübeler ışığında kısa zamanda aşacağımıza
inanıyorum.
Günümüzde;
ekonomide, siyasette ve toplum hayatında ferdi esas almayan,
insanın önünü açmayı, onun özgürlük alanını olabildiği
kadar genişletmeyi hedeflemeyen anlayışların geçerliliği
kalmamıştır.
Değerli
arkadaşlarım,
Yaşadığımız
bunca acı tecrübeye rağmen Türkiye’de devleti yönetenlerin
iki temel hatada ısrar ettiklerini görüyorum.
Birinci
temel hata ekonominin küçümsenmesidir.
Anavatan
partisi olarak 1983'ten bu yana gösterdiğimiz bütün gayrete rağmen
ekonominin önemi hala yeterince kavranılamamıştır.
Oysa
ekonomi her şeyin temelidir. Güçlü bir ekonomiye sahip olmadan
savunmadan dış politikaya kadar hiçbir alanda güçlü
olamayacağımızı artık öğrenmek zorundayız.
İkinci
temel hata ise insanların günlük yaşayış, inanç ve düşüncelerinde
serbest bırakılmamasıdır.
İnsanları
günlük yaşayış, inanç ve düşüncelerinde sıkmak, bu
alanlardaki özgürlüklerini daraltmak
huzursuzluğa, verimsizliğe yol açar.
Ekonomik
gelişmeyi ve özgürlük alanını genişletmeyi ihmal etmenin
faturası bir devlet için son derece ağır bir faturadır.
Dünya
tarihinde bu iki temel hatada ısrar edip de güçlenen tek bir
devleti göstermek mümkün değildir.
Bir
devletin güçlenmesinin ve vatandaşlarını mutlu kılmasının
yolu ekonomik refahı sağlamak, vatandaşını inanç ve yaşayışında
serbest bırakmaktır. Teşebbüsünde serbest bırakmaktır.
Değerli
arkadaşlarım,
Türkiye’yi
bu hale, insanı göz ardı edip kurumları, soyut endişeleri her
şeyin odağına yerleştiren zihniyet getirmiştir.
Batıda
bir tek formla yürüyen işlerin bizim ülkemizde yüzlerce belge
ve onaya bağlanmasının gerisinde, insanı hiçe sayan, ona güvenmeyen
anlayış ve bu anlayışın tezahürü olan sistem yatmaktadır.
Devletin
yeniden yapılandırılması dediğimiz, dönüşüm, değişim,
atılım, reform dediğimiz aslında bu çarpık sistemi düzeltmektir.
Amacımız,
devletle vatandaşımız arasındaki rolleri tersine çevirmektir.
Yani vatandaşın devlete değil, devletin vatandaşa hizmet edeceği
bir yapıyı kurmaktır.
Devlet
asıl o zaman büyük olacaktır, güçlü olacaktır, kutsal hale
gelecektir. Çünkü asli işini yerine getirmeye başlayacaktır.
Bugün
devlet diye karşımızda duran sistem, memurundan resmi taşıtlarına,
kamu bankalarından lojmanlarına, devasa büyüklükteki
arazilerinden fabrikalarına kadar dev bir gayya kuyusu gibidir.
İçine
atılan her şey kaybolup gitmektedir.
Bugün
sadece kamu bankalarının görev zararları için gereken para
ile Türkiye yarım kalan bütün yatırımlarının tamamlanması
mümkündür.
Finans
sistemindeki ve kamu kuruluşu niteliğindeki şirketlerin
zararlarının toplam rakamı ile, neredeyse bu Türkiye’nin yanına
bir Türkiye daha inşa edebiliriz.
Bu
çarpıklığı dünyanın en güçlü ülkesinin dahi taşıyabilmesi
mümkün değildir.
Türkiye
bugünlere kadar, muazzam potansiyelinin ciddi bir kısmını heba
etme pahasına gelebilmiştir.
Ama
yolun sonuna da gelinmiştir. Bir süredir yaşadıklarımız
aslanda bir yol ayrımının işaretidir.
Geldiğimiz
yol ayrımında önümüzde, dönüşüm programını hızla ve başarıyla
uygulayarak, kısa sürede dünyanın en gelişmiş 10 ülkesi
arasına girme imkanı vardır.
Ama
bu fırsatı kullanamaz ve dönüşüm programını aksatırsak, o
zaman da, ekonomiden demokrasiye kadar her alanda sefalet içinde
yüzen Afrika ve güney Amerika ülkeleri kategorisine düşme
tehlikemiz vardır.
Bunun
için, öncelikle siyasi partilerimizin kendilerini aşmaları, çıkarlarını,
hesaplarını, çekincelerini bir kenara bırakmaları
gerekmektedir.
Biz
Anavatan Partisi olarak bunu yapıyoruz. Hükümet içindeki varlığımız
dahi bunun bir göstergesidir.
Değerli
arkadaşlarım,
Ülke
ve millet olarak içinde bulunduğumuz krizden çıkabilmek ve
ifade ettiğim dönüşüm programını gerçekleştirebilmek için
öncelikle kendi içimizde bir uzlaşma sağlamalıyız.
Aslında
uzlaşmamız gereken konu bellidir. Türkiye’yi krizden çıkarmak,
sorunlarımıza köklü, kapsamlı, kalıcı çözümler bulmak ve
bunları süratle hayata geçirmek.
Biz,
ülkedeki her ferdin ve kurumun bu konuda uzlaşma içinde olduğuna
inanıyoruz. Çünkü aksini düşünmek ihanettir.
Ama
uzlaşma yetmez. Uyum da gerekiyor.
Devlet
milletle uyum içinde olmalıdır. Burada devletin millete uyması
gereklidir. Asıl olan millettir.
İktidar
muhalefetle uyum içinde olacaktır. Ülkenin sorunlarının çözümü
için meclis platformunda sağlanacak uyumlu bir çalışma, üstesinden
gelinmez gibi gözüken pek çok sorunun kısa sürede çözümünü
sağlayacaktır.
Bir
devlette kurumların kendi başlarına politika oluşturma ve buna
göre davranma imkanları yoktur. Genel politikayı millet adına
görev yapan kurumlar belirler. Diğer kurumlar bu doğrultuda üzerlerine
düşen görevleri yerine getirirler.
Ülkenin
ve toplumun çıkarları konusunda, kendi görev alanları doğrultusunda
hassas olan kurumlar da, dönüşüm programını hayata geçirecek
olan siyasi iradeye uymak zorundadırlar
Bu
uzlaşma temelinde, birbirleriyle ilişki içinde olan tüm toplum
kesimleri de kendi aralarında uyum tesis etmek zorundadır.
Türkiye’yi
tepeden tırnağa yenileyip dünyada
hak ettiğimiz yere ulaşabiliriz.
Türkiye
olarak bir yol ayrımındayız..
Yolun
bir tarafında rahmetli Özal’ın bize gösterdiği, bize hedef
olarak verdiği, daha önce büyük Atatürk’ün belirlediği
muasır medeniyet seviyesini yakalamak vardır. Dünyanın 16. Büyük
ekonomisine sahip olan Türkiye, bu hedefi yakalayacak potansiyele
de sahiptir. Ama bunun için yolun bu tarafından gitmemiz lazım.
Yolun bu tarafından gitmek cesaret ister. Yolun bu tarafından
gitmek bir takım alışkanlıkları kafamızdan söküp atmayı
gerektirir. Bir takım alışkanlıkların tutsaklığından
kurtulmayı gerektirir. Dirençlere karşı sağlam durmayı
gerektirir. Günlük sıkıntılardan paniklememeyi gerektirir,
kararlı olmayı gerektirir. Sabırlı olmayı, sağduyulu olmayı
gerektirir. Ama hiç şüpheniz olmasın ki bu yolun sonu Türkiye’nin
selametidir. Türkiye’nin kurtuluşudur.
Ama
bir de yolun öteki tarafı vardır... Eğer bu sıkıntılar karşısında
paniklersek, eğer bize kendi çözümlerini empoze etmek
isteyenler karşısında boyun eğersek, eğer milletin temsilcisi
olduğumuzu unutup, bizi başka türlü göstermek isteyenlere
yaranmaya kalkarsak, eğer değişimi gerçekleştirmekten vazgeçersek
o zaman yolun bu tarafına sapmış olacağız. Bu tarafa gidersek
bugünkü Türkiye’yi ararız. Orası kapalı Türkiye’dir.
Orası dünyadan kopan Türkiye’dir. Orası fakir, yoksul Afrika
ülkelerinin yanıdır. Şimdi bir karar vereceğiz. Ya bu yoldan
gideceğiz, ya diğer yoldan gideceğiz...”
Hepinize
saygılarımı sunuyorum. |