ANAP GENEL BAŞKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MESUT YILMAZ'IN ANAP GRUP KONUŞMASI

01 Mayıs 2001

Değerli arkadaşlarım, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Yaklaşık dört aydan beri Türkiye'nin gündeminde önemli bir yer tutan Beyaz Enerji Operasyonu, nihayet geçtiğimiz hafta mahkemeye intikal etmiştir. Bildiğiniz gibi, geçen hafta sonuna doğru açıklanan Savcılık İddianamesinde, Enerji Bakanımız Sayın Cumhur Ersümer’e yönelik herhangi bir suçlama veya bir ceza talebi söz konusu değildir. Buna rağmen, Sayın Ersümer, hukukî, ahlakî ve siyasî hiçbir sorumluluğu olmamasına rağmen, Bakanlık görevinden istifa etmiştir. Bütün arkadaşlarımın bilmesi gerekir ki, bu istifanın amacı, kişisel korunma değildir. Bu istifanın bir tek amacı vardır, o da siyaset kurumuna, Hükümete ve partimize yönelik saldırıların önünü kesmektir. Sayın Ersümer, suyu bulandırarak kendi amaçlarını gerçekleştirmek için belirsizlik ortamı yaratmaya çalışanlara fırsat vermemek gayesiyle istifa etmiştir. Sayın Ersümer’in 1997 Temmuzunda başlayan ve 1999’un ilk 5 ayı bir ana bırakılırsa, bugüne kadar devam eden bakanlık süresi, Türkiye'de cumhuriyetten bu yana görev yapan Enerji Bakanları veya enerjiyle ilgili bakanlar içerisinde en parlak bakanlık dönemi olmuştur. Başka hiçbir Enerji Bakanının döneminde Türkiye bu kadar büyük enerji üretimi sağlayacak yatırımları gerçekleştirmemiştir. Geçmişte hiçbir başka dönemde, Türkiye'nin doğalgaz şebekesi bu kadar hızlı bir gelişme kaydetmemiştir. İnşallah bu sene içerisinde doğalgaz boru hattını İzmir’e, Ege Bölgesine de ulaştırıyoruz. Öbür yanda, Doğu Beyazıt’tan başlayan, Erzurum-Sıvas-Kırıkkale-Kayseri- Konya hattını tamamlıyoruz. Önümüzdeki sene inşallah Gaziantep’e ulaşacağız. Velhasıl, Türkiye'nin bütün bölgelerini dünyanın en ekonomik, en verimli enerji kaynağı olan doğalgazla donatmak için bu dönemde, Sayın Ersümer’in bakanlığı döneminde çok büyük bir atılım gerçekleştirilmiştir.

Ben, burada, sizlerin de yakından izlediğiniz, şahidi olduğunuz bütün bu bakanlık süresince yaptığı değerli hizmetler için ve istifa suretiyle partimize ve siyaset kurumuna karşı ortaya koyduğu özverili tutum için Cumhur Ersümer’e teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi, bu olayla ilk defa bu tür iftiralara, bu tür saldırılara, bu tür tertiplere maruz kalıyor değildir. Biz, ülkeye ve millete hizmet için attığımız her adımda, gerçekleştirdiğimiz her çalışmada benzer engellerle karşılaştık. Bu engellerin bazıları anında bertaraf edilmiştir, bazıları Mecliste soruşturma aşamasında çözülmüştür, bazıları da yargı süreci sonunda çözülmüştür. Ama, her defasında haklılığımızı, doğruluğumuzu ve bize karşı atılan bu suçlamaların iftira olduğunu tescil ettirip, alnımızın akıyla milletimizin huzuruna çıktık.

Son aylarda Enerji Bakanlığında yürütülen operasyonlar aracılığıyla karşılaştığımız durum, aslında partimize karşı yöneltilen saldırıların yeni bir versiyonundan başka bir şey değildir.

Değerli arkadaşlarım, bu operasyonlar çerçevesinde ortaya çıkan bazı uygulamaları ve gelişmeleri doğru değerlendirmek zorundayız. Her şeyden önce soruşturma usulü olarak kullanılmaya başlayan yeni bir yöntem olduğunu unutmayalım. Bu yöntem, 1999 yılında bu Meclis tarafından çıkarılan 4422 sayılı Yasayla getirilen yöntemdir. Bu yasayla, olağanüstü bir soruşturma yöntemi getirilmiştir. Bu yasa kapsamındaki suçlar, Devlet Güvenlik Mahkemesi kapsamına alınmıştır.

Ayrıca, hepinizin bildiği gibi, bu kanunla getirilen yöntem, savcılara telefon dinleme, gizli görevli, yani ajan kullanma, bütün yazılı, sesli, görüntülü, elektromanyetik kayıtlara el koyma imkânını getirmektedir. Ayrıca, suçtan doğan bütün değerleri ve ürünleri müsadere etme yetkisi verilmiştir. Bu suç kapsamında mahkûm olanlar, şartlı salıvermeden yararlanamamakta, ayrıca tutukluluk sürelerini ve cezalarını da özel cezaevlerinde geçirmektedirler.

Ayrıca, bu kanun kapsamında verilen cezalar, tecil edilememekte ve para cezasına da çevrilememektedir.

Şimdi, hepimizin hatırlaması gereken bir şey var; biz bu kanunu neden çıkardık, 4422 sayılı Kanunu niçin çıkardık? Bu kanunu çıkarmamızın bir tek amacı vardı, o da: Mafya ile daha etkin mücadele yapmaktı. Bildiğiniz gibi, Türkiye yıllarca mafyadan çok çekmiş bir ülkedir. Mafyayla mücadelede istenilen neticeye ulaşılamamasına sebep olarak, geçmişte eldeki hukukî imkanların kısıtlı olması gösterilmiştir. İşte, bu yetersizliği ortadan kaldırabilmek için 55 inci Hükümet döneminde ciddî birtakım çalışmalar yapılmıştır. Bizim Hükümetimiz döneminde başlatılan bu çalışmaların bir ürünü olarak da, şimdiki 57 nci Hükümet döneminde 30 Temmuz 1999 tarihinde Çıkar Amaçlı Suç Örgütleri ile Mücadele Kanunu çıkarılmıştır. Tekrar söylüyorum: Bu Yasanın esas amacı, mafyaya karşı daha etkili mücadele edilmesinin sağlanması, bu yoldan mafyanın kökünün kazınmasıdır.

Mafyanın elindeki en önemli gücün, sindirme, bastırma ve yıldırma gücü olduğu herkesin malumudur. Bütün dünyada mafya, bu gücü kullanarak, işlediği suçların ortaya çıkmasını ve adaletin tecellisini engelleyebilmektedir. Bunu bildiğimiz içindir ki, mafyanın sindirme, bastırma ve yıldırma gücünün üstesinden gelebilecek olağanüstü yöntemler, tıpkı diğer uygar ülkelerde olduğu gibi, bu yasayla bizim sistemimize de getirilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu olağanüstü soruşturma yöntemleri, olağanüstü bir örgütlenmeyle mafyanın çökertilmesi için getirilmiştir. Bunun dışındaki olağan suç ve durumlarda, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunundaki olağan hükümler uygulanacaktır. Kanun koyucu, olağanüstü yöntemin uygulama alanının sınırlarını da açıkça kanunda ortaya koymuştur. Bugün bu operasyon dolayısıyla üzülerek, ama açıkça ifade ediyorum ki, kanundaki bu sınırlar zorlanmış, mafya için getirilen olağanüstü yöntemlerin, olağan suçlar için de kullanılması gibi bir eğilim ortaya çıkmıştır. Aksi takdirde, Ankara’nın göbeğindeki Enerji Bakanlığındaki bir rüşvet olayının jandarma tarafından soruşturulmasının hiçbir izahı yoktur.

Aslında, denilebilir ki, olağan bir suç için, bir rüşvet suçu için bu kanunun getirdiği olağanüstü soruşturma yönteminin bir defalık kullanılmasında önemli bir sakınca olmayabilir. Netice itibariyle mesele mahkemeye gidecektir, mahkeme sürecinde de, yargı sürecinde de, mahkeme bu hususa ilişkin nihai kararını verecektir. Yani, bu suç 4422’ye girer mi girmez mi, bundan dolayı devlet güvenlik mahkemesi mi yetkilidir, normal mahkeme mi yetkilidir; buna neticede mahkeme karar verecektir. Yani, ortada bir yanlışlık yapılmışsa, bu ileride düzeltilebilir, böyle düşünülebilir. Ama, olağan durumlar için geçerli olan Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunundaki yöntemin bir kenara bırakılıp, olağanüstü soruşturma yönteminin yasaya aykırı olarak kullanılmasının yaygınlaştırılması, korkarım ki Türkiye'de kötü bir çığır açacaktır. Soruşturmaların 4422 sayılı Yasa kapsamında başlatılıp, yani olağan bir suçun soruşturmasında bunu zorla 4422’ye sokup, kanunun getirdiği olağanüstü bazı yetkileri, o olağan suçun takibinde kullanıp, ondan sonra da mahkeme safhasına gelindiğinde, kanundaki başka bir maddeden suç isnadı yapılabilecektir. Bu ne demektir? Bu, her zaman, herkesin, herhangi bir suçtan dolayı bu kanunun özel olarak mafya için getirdiği, telefonlarının dinlenmesi, ajanla takip edilmesi imkânlarına maruz kalması demektir. Böyle bir durum, devlet ve toplum için son derece tehlikeli sonuçlar doğurabilecektir. Böyle bir durumda, hukuk devleti olmaktan çıkıp, bir gestapo, bir polis devleti mi olmaya doğru gidiyoruz endişesi doğacaktır. Bu endişe ortamının doğup yerleşmesinin toplum üzerindeki etkileri de, zannedildiğinden çok daha yıkıcı olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bu söylediklerimi hiç kimse, sadece Beyaz Enerji Operasyonu ile ilişkili düşünmemelidir, öyle değerlendirmemelidir. Unutmayın ki, dün basın toplantısında da söyledim, bu soruşturmada yapılan bütün usul hatalarına rağmen, kanuna karşı yapılan bütün zorlamalara rağmen, soruşturmanın kesintisiz sonuna kadar devam ettirilmesini, Liderler Zirvesinde savunan, isteyen benim. Ama, bizim bu operasyon çerçevesindeki talebimiz, iddiaların, suç isnatların, Sayın Bakanla ilgili, partimizle ilgili, benimle ilgili bazı sanıkların yaptıkları suç isnatlarının hiç değilse çok kaba bir elemesinin yapılması ve hiçbir hukukî değer taşımadığı açıkça ortada olan iddiaların ayıklanmasıydı. Bu nedenle, hangi yöntemle olursa olsun, sonuna kadar gidilmesini savunan biz olduk. Ama huzurunuzda açıkça ifade ediyorum ki, bu yapılmamıştır. Soruşturma, hukukî bir soruşturma değil, siyasî bir soruşturma olarak yürütülmüştür. İddianame, hukukî bir belge olarak değil, siyasî bir belge olarak ortaya konmuştur. Aksi takdirde, bizim savcıdan beklediğimiz, bizim hakkımızdaki, Bakanımız hakkındaki iddiaların doğruluğunu araştırmasıydı. Bu konuda savcı, iddianamesinde hiçbir hususa yer vermemiştir. Bunu doğrulayan hiçbir delil bulamadığı halde, bu ifadeleri doğrulayan, yani Sayın Bakanla şu veya bu şekilde niza içerisinde olan, ihtilaf halinde olan kişilerin ifadelerini doğrulayan hiçbir delil olmadığına iddianamesinde yer vermemiştir. Ama, başka bir şey de yapmamıştır: İçişleri Bakanımızın makamında, Enerji Bakanımızın, İçişleri Bakanımızın, savcının ve jandarma yetkililerinin katıldığı bir toplantıda, Sayın Bakanlarımıza da okunan, sanıkların kendi aralarındaki, Sayın Bakanı bu rüşvet olayında bir engel olarak gördüklerini ifade eden telefon konuşmalarının deşifrelerine de iddianamede yer verilmemiştir. Aslında, onlar Sayın Bakana yöneltilen iddiaların doğru olmadığının en açık delilidir. Onun için diyorum ki, bu iddianame hukukî değil, siyasî bir iddianamedir.

Değerli arkadaşlarım, bizim 4422 sayılı Yasanın amacı dışında uygulanmasının doğuracağı sonuçlara ilişkin endişemiz, aslında kendimiz için değil toplum içindir. Amacımız, yanlış bir çığır açılıp, ülkedeki havanın bir kesim için veya bazı toplum kesimleri için solunamaz hale gelmesini önlemektir. Biz bugüne kadar bu ülke insanları biraz daha özgür olsunlar, özgürlük alanı bir adım daha genişlesin diye mücadele veren bir partiyiz. Böyle bir amaç peşinde olan bir siyasî kadronun, ülkenin bir polis cumhuriyetine dönüşme eğilimine kayıtsız kalması mümkün değildir.

Belki bugün burada söylediklerimizi, bizim Bakanımızla ilgili, bizimle ilgili bir olay sebebiyle söylenmiş sözler olarak düşünenler olacaktır. Ama, unutmasınlar ki, yarın eğer bir gazete idarehanesi, öbürgün bir ticaret şirketi, bir başka gün bir işçi sendikası, diğer bir gün bir vakıf, öteki gün bir muhalefet partisi, telefonları dinlenerek izlenirse, jandarma tarafından basılırsa, bizim ne demek istediğimiz çok daha iyi anlaşılacaktır; ama, korkarım ki, o zaman vakit geçmiş olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, illa da bir suç bulup çıkarma ve bu suçu da gidip bir yerlere dayandırma mantığıyla işe girişilmesi ve bunun için bütün usul hükümlerinin zorlanması, son derece yanlış olmuştur. Böyle bir durumda, hukuk, adaletin ve hakkın tecellisine yarayan bir araç olmaktan çıkmış, aksine istenilen amaca ulaşmak için adaleti katleden bir araç haline gelmiştir. Hele istenilen esas amaç, milletin kaderine yön veren siyaset kurumunu milletten kopararak yeniden ve millete karşı şekillendirmekse, durum çok daha vahim demektir. Hukuk, böyle bir araç için kullanılamaz; hukuk, böyle bir araç için kullanılmamalıdır. Siyaseti şekillendirecek olan, milletten ve milletin iradesinden başka hiçbir şey olamaz. (Alkışlar) Millete rağmen hiç kimse, hiçbir kurum, hiçbir parti ayakta duramaz.

Değerli arkadaşlarım, usul hükümlerinin konulmasının en önemli nedeni, kişilerin hak ve hukukunun korunmasıdır. Korunan hak ve hukuku zorlayarak,usul hükümleri üzerinden çiğnemenin çok ağır sonuçları vardır. Yapılan her zorlama, bu ülkeyi hukuk devleti yapan değerleri çiğneyip ezmek demektir. Zorlamalar sonucunda yeni ve kötü çığırlar açılmakta, yargı dahil, bütün kurumlar bundan yara almaktadır. İhtilaller ve büyük siyasî değişimler sonunda ortaya çıkan devrisabık yaratma anlayışı, hiçbir şekilde kabul edilmese bile, neticede belki anlaşılabilir bir şeydir; ama, ihtilal dönemlerinde kullanılabilecek metotları sivil yönetim döneminde kullanılarak, bir siyasî kadroyu tasfiye etmeye çalışırsanız, bunun ne kabul edilebilir ne de anlaşılabilir hiçbir tarafı yoktur. Eğer söz konusu metotla sonuç alınacak olursa, bu ülkede hiçbir sivil iktidarı ayakta tutmak mümkün olmayacaktır. Bunu, bütün Meclise, muhalefet başta olmak üzere, diğer siyasî partilere, tüm milletvekillerine ve sivil toplum örgütlerimize bir defa daha hatırlatmakta fayda görüyorum.

Değerli arkadaşlarım, kötülüğü, sırf kötülük olsun diye, kötülükten zevk alarak yapmak çok nadir bir durumdur; bunun adına sadizm denir. Kötü bir işin temelinde, aslında daima bir amaç vardır, bir muhakeme vardır; yani, bu kötü işle ulaşılmak istenen bir hedef vardır. Türkiye'de statüko, yani mevcut durumu korumak isteyenler, siyaseti kendi istek ve amaçlarına göre yeniden şekillendirmek arzusundadırlar. Statüko, bu amacını gerçekleştirmek için her kuralı çiğnemekten, her usulsüzlüğe başvurmaktan da çekinmemektedir. Aslında, statüko, ülkemize büyük kötülük yapmaktadır. Bunun temelinde ise, büyük bir muhakeme yanlışı vardır, muhakeme hatası vardır. Her demokratik ülkenin siyaseti, kendi tabiî şartları ve tarihî gelişimi içinde şekillenir. Dışarıdan birtakım müdahalelerle siyasî yapıyı şekillendirip, siyasî istikrarı yakalamış dünyada bir tek ülke bile yoktur. Tekrar ediyorum ki: Bu ülkede siyaseti şekillendirecek olan, milletten ve onun iradesinden başka hiçbir şey olamaz.

Siyasî tarihimizde attıkları birkaç adımda başarılı olduklarını zanneden pek çok toplum ve siyaset mühendisinin, neticede hep kaybettiklerini gösteren birçok ibret tablosu vardır. Sistem demokrasi olduktan sonra, sonunda hakim olan da hep milletin iradesi olmuştur. Türkiye'de siyasetin yapısından dolayı bir kriz doğmuş filan değildir; aksine, siyasete müdahale edilerek, onun yönlendirilmeye ve vesayet altına alınmaya çalışılmasından doğan sorunlarımız vardır. Yeni müdahalelerle bu sorunlar maalesef daha da derinleşmektedir. Türkiye, sadece kronik krizler, hukukun yaralandığı operasyonlar, istikrarsızlıklar ve polemikler ülkesi olmamalıdır. Türkiye'de birçok olumlu gelişmeler de yaşanmaktadır. Özellikle, Hükümetin Anavatan Partisi kanadı olarak,bizim sorumlu olduğumuz alanlarda son derece önemli ve geleceğimizi yakından ilgilendiren icraatlar yapılmıştır. Açıkça ve altını çizerek belirtmek isterim ki, Anavatan Partisi, bu Hükümette sorumluluk üstlendiği tüm bakanlıklarda koalisyon şartları ve kendi çizgisi doğrultusunda fevkalade başarılı olmuştur.

Örneğin, Avrupa Birliğine üyelik sürecinde Katılım Ortaklığı Belgesi, Çerçeve Yönetmelik ve Ulusal Program gibi fevkalade önemli aşamalar başarıyla sonuçlandırılmıştır. Bu alandaki hedefimiz, en geç üç yıl içerisinde tam üyelik müzakerelerine başlayabilecek düzeye gelmektir.

Son birkaç yıldan beri yaşanan talihsizliklerin ardından, Türk turizmi tarihinin en büyük atılımını gerçekleştirmektedir. İlk veriler, bu sene, geçtiğimiz yılki turist sayısı ve geliri bakımından ulaşılan rakamları önemli ölçüde geçeceğimizi göstermektedir. Bütün zorlamalara ve direnmelere rağmen, özelleştirme konusunda kararlı adımlar atılmaya devam edilmektedir. Aynı şekilde, çok eski ve dağınık olan gümrük mevzuatımız tümüyle yenilenmiş, uygulamada çok önemli mesafeler kat edilmiştir. İç güvenlik konusunda Türkiye,dünyanın örnek ülkeleri düzeyine gelme aşamasındadır. Geçmişin faili meçhul cinayetleri birer birer aydınlığa kavuşturulmaktadır.

Enerji alanında yaptıklarımızı biraz önce kısaca ifade ettim. Sosyal güvenlik alanında bu dönemde yapılanlar, bütün Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yapılmamış icraatlardır.

Netice itibariyle, Anavatan Partisi, Hükümet içindeki tüm sorumluluk alanlarında başarılı çalışmalar gerçekleştirmiştir.

Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi, Türkiye'de gelişmenin,kalkınmanın, değişimin, dışa açılmanın, ekonomiden demokrasiye, her alanda ilerlemenin simgesidir. 1983 yılından beri gerçekleştirdiğimiz icraatlar, ortaya koyduğumuz hizmetler, bunun en açık ispatıdır. Anavatan Partisi, bundan sonra da icraatlarıyla, misyonunu yerine getirmeye devam edecektir. Bunu da, hiç kimseden korkmadan ve yalnızca millete hesap vererek yapacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)