ANAVATAN
PARTİSİ GENEL BAŞKANI SAYIN MESUT YILMAZ’IN ANAP GRUP
TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
5
HAZİRAN 2001 SALI
Değerli
arkadaşlarım, hepiniz saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Bildiğiniz
gibi, Türkiye, geçtiğimiz Kasım ayından bu yana, içinde
bulunduğu kriz ortamından çıkmak için çaba harcamaktadır.
Bu krizden çıkma yolunda, bugüne kadar ümit verici bazı gelişmeler
yaşanmıştır; ama, kabul etmek lazım ki, henüz daha tatmin
edici sonuçlara ulaşılamamıştır.
Hükümet
olarak, bu krizi atlatmak için aldığımız tedbirler, mutlaka
alınması gereken elzem tedbirlerdir; ama, yine kabul etmek lazım
ki, fevkalade sıkıntılı tedbirlerdir.
Bir
yandan bu yaşadığımız krizin veya krizlerin asıl sebebi olan
yapısal sorunlara ilişkin tedbirler alınırken, diğer yandan
da, geniş toplum kesimlerinin bu yapısal tedbirlerden zarar görmemesine
çalışılmaktadır. Burada, bir ikilem olduğu açıktır. Bu
ikilemin bir örneğini, biraz önce Grubumuzun kapalı toplantısında
tartıştığımız Tütün Kanununda hepimiz gördük. Türkiye,
bir yandan tütünde
serbest piyasa şartlarına geçmek durumundadır, bu konuda bir
yapısal reformu gerçekleştirmek zorundadır ve bunu yapmakta
gecikmiştir; ama, maalesef, öbür yanda, tütün üreticilerinin,
sayıları 2 milyonu aşan, 3 milyona yaklaşan tütün üreticilerinin
bu yapısal değişimden zarar görmemesi için de gerekli
tedbirleri almak zorundadır.
Aslında,
bunu, birçok yaptığımız yapısal reformlarda görmek mümkündür.
Bu, zor bir denklemdir; ama, Türkiye, bu denklemi mutlaka kurmak
zorundadır.
Bugün
yaşadığımız sıkıntıların, daha önce de burada ifade ettiğim
gibi, altında yatan en önemli sebep, 1991 yılından bu yana,
yani Anavatan Partisinin tek başına iktidardan ayrılışından
bu yana yaşanan gelişmeler, izlenen yanlış politikalar ve o
zaman getirilmesi gereken çözümlerin devamlı ertelenmiş olması
yatmaktadır.
Biz,
Anavatan Partisi olarak, bu sorun alanlarını çok önceden gördük.
1997 Temmuzundan beri de, yani 55 inci hükümette sorumluluk aldığımız
dönemden beri de, bu sorunları çözmek, bu sıkıntılara çare
getirebilmek için gerekli adımları atmaya çalışıyoruz. Ama,
en başta siyasî istikrarsızlık olmak üzere, maalesef çeşitli
nedenlerle başlattığımız programları sonuna kadar uygulama
imkanını bulamadık.
Hepinizin
bildiği gibi, 1998’de uygulamaya koyduğumuz ekonomik istikrar
programı, aslında üç yıllık bir program olduğu halde, bizim
tarafımızdan ancak birinci yılı tamamlanabilmiştir. Bu
program, 55 inci Hükümetin düşürülmesi ve seçim ortamı
sebebiyle kesintiye uğradığı gibi, maalesef bu bir yıl zarfında,
uygulandığı bir yıl zarfında sağlanan bütün ilerlemeler de
heba olmuştur.
Aslında,
1999’da Türkiye olarak yaşadığımız ekonomik sıkıntının
temelinde bu gelişme yatmaktadır. Diğer bir önemli sebep de,
hepinizin bildiği, art arda gelen deprem afetleridir.
2000
yılında, yeni bir program uygulamaya konulduğunda, Türkiye,
son derece hassas, son derece kritik bir noktaya gelmişti. Yapısal
reformlardaki gecikmenin para piyasaları ve malî piyasalar üzerindeki
baskısı, artık daha fazla tahammül edilemeyecek bir boyuta
gelmişti. Üç yıllık bir programın birkaç ayda uygulanması
ve sonuçlarının da derhal alınması mümkün olmadığı için,
Türkiye, bir krizler zincirine girmiştir. Finans sektörünün
zaten sağlıksız olan yapısı, zincirin ilk kırılan halkası
olmuştur, yani Türkiye’de bugün hâlâ atlatmaya çalıştığımız
krizin temelinde, Türkiye’deki malî sektörün, finans sektörünün
fevkalade sağlıksız olan yapısı yatmaktadır. İşin doğrusu,
Kasım ve Şubat krizlerinde, devletin denetlemesi ve yönlendirmesi
gereken ekonomik enstrümanlara hakim olamaması önemli bir faktör
olmuştur. Maalesef,
bugün dahi, Türkiye’de ekonomi yönetimi, hala, bu enstrümanlara
yeterli ölçüde hakim değildir. Yapısal reformlarla, işte bu
enstrümanlara hakim olabilmek için gerekli altyapı oluşturulmaya
çalışılmaktadır.
Türkiye,
Anavatan iktidarlarından bu yana, ilk defa, ekonomide yapısal
nitelikli bir değişim yaşamaktadır. Bu çalışmaların sonuçlanmasından,
herhangi bir kişi veya grup değil; ama, netice itibariyle bütün
Türkiye karlı çıkacaktır.
Onun
için, bütün arkadaşlarımın olaya bu çerçevede bakmasını
ve ona göre tavır almasını istiyorum.
Aslına
bakarsanız, Türkiye’de devlet büyüdükçe, devletin kontrol
gücü de zayıflamıştır. Öyle duruma gelinmiştir ki,
devletin her ay maaş verdiği memurların ve işçilerin çoğunun
nerede, ne yaptığını dahi tam olarak bildiğini sanmıyorum.
Bu, görünüşte, şeklen devasa; ama, iç kof yapı, siyasetin yönetim
alanını sınırlama çabalarının da en büyük güç kaynağı
olmuştur.
Yapısal
reform çalışmaları dolayısıyla, hangi alana el atılsa, altından
şaşkınlık ve hatta dehşet verici düzeyde çarpık manzaralar
çıkmaktadır. Doğru diye bilinen nice bilgi uygulamada yanlış
çıkmakta, güçlü diye bilinen nice yapının aslında çürük
olduğu görülmektedir. Daha da kötüsü, her bir çarpıklık,
toplumun bir kesimiyle, zayıf da olsa, irtibatlandırılmış
durumdadır. Çarpık yapının ürettiği rantın asıl kaymağını
yiyenler, kendilerine dokunulduğu zaman gerideki büyük toplum
kesimini öne sürmektedirler. Yani, aslında, büyük toplum
kesimleri, küçük çıkar gruplarınca, bir nevi kalkan olarak
kullanılmaktadır. Topluma gerçekleri anlatmakla, doğruları göstermekle
yükümlü olan siyaset kurumu ise, oluşturulan güvensizlik
ortamı nedeniyle devredışı bırakılma tehlikesiyle karşı
karşıyadır.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye, 1992 yılından beri, sadece yapısal
tahriplere, ekonomik krizlere maruz kalmamıştır. Bu
olumsuzluklarla birlikte, Türk siyaseti, dağınıklık ve zayıflatılma
sürecine itilmiştir. Siyaset zayıfladıkça sorunların çözümü
daha da zorlaşmış, sorunların çözümü zorlaştıkça
siyaset daha da zayıflamıştır. Maalesef, Türkiye’yi bugüne
getiren esas hadise bu kısır döngüdür.
Türkiye,
artık denge politikalarıyla, yani sorunların üstünü örterek
çözümlere erteleyerek daha fazla yoluna devam edemez. Türkiye,
ekonomide mutlaka cesur olmak, radikal kararlar almak ve bu
radikal kararları süratle uygulamak zorundadır.
Tabiî
ki, bu şekilde bir ekonomi politikası uyguladığınız zaman,
bazı riskleri de göze almanız gerekir. Ama, şunu arkadaşlarımın
unutmamalarını, hiç hatırdan çıkarmamalarını istiyorum ki,
Türkiye’de bugün en büyük risk, risk almamaktır. Yani,
durumu kurtarmak, 1991’de Anavatan İktidarından sonra yıllarca
Türkiye’de uygulanan çözümleri ertelemek, sorunların üstünü
örtmek, zamanı geçiştirmek, aslında Türkiye için en büyük
risktir.
Maalesef,
bugün, ülkemizde, sağlıklı çalışan çok az mekanizma vardır.
İşlerin çağdaş standartlarda yürüdüğünü de söylemek mümkün
değildir. Mesela, yine Cengiz Altınkaya arkadaşımın kapalı
oturumda dile getirdiği gibi, bugün belediyelerimizin durumu
fevkalade acıklıdır. Büyük ümitlerle, büyük beklentilerle
işbaşına gelen belediye başkanları, bugün, sistemdeki çarpıklık
yüzünden iş yapamaz duruma gelmişlerdir. Özellikle kendi
gelirlerini kendileri yaratma imkanı olmayan küçük ve orta büyüklükteki
yerleşim birimlerinde belediye hizmetleri neredeyse durma noktasındadır.
Bu belediyelerde, bırakınız altyapı yatırımı yapmayı, şehri
geliştirmek için gerekli çalışmaları yürütmeyi, personelin
ücreti dahi aylarca ödenememektedir. Bütçe uygulamaları
sebebiyle, yani bütçede uyguladığımız tasarruf politikası
nedeniyle, belediyelerin sıkıntılarından doğan hizmet eksikliklerini, merkezi idareyle bağlı başka birimler
tarafından da ikame etme imkanı yoktur.
Ekonominin
dinamosu durumunda olan sanayi ve ticaret sektöründe de aslında
bundan farklı olmayan bir durum görünmektedir. Gerileyen üretim
ve daralan istihdam, kalkınma hızını frenlemektedir. Büyüme,
yatırım, istihdam, ihracat, millî gelir artışı gibi
hedefler, kriz dönemiyle birlikte yerini en az hasarla atlatma çabasına
bırakmıştır.
Velhasıl,
bu saydığım örnekleri her alana yaymak mümkündür. Ekonomik
krizlerin ülkemizde yol açtığı asıl büyük tahribat,
kurumlar ve sektörler arasındaki güveni zedelemiş olmasıdır.
Bugün, Türkiye’de reel sektör, yani asıl üreten sektör,
finans kesimine, yani malî sektöre büyük bir güvensizlik
beslemektedir. Yapısal reformların muhatabı olan kesimler,
ilgili kurumların uygulamalarını, bu yapmak istediğimiz
reformları, tereddütle, zaman zaman tepkiyle karşılamaktadırlar.
Bununla
birlikte, genel olarak, eskiden beri sorunlu olan, toplumla devlet
arasındaki güven mesafesinin de giderek açıldığını gözlüyoruz.
Halbuki, her konuda olduğu gibi, ekonomide de psikolojik faktörler
en az maddi unsurlar kadar önem taşır. Türkiye, eğer kriz
ortamından çıkacaksa, bunu toplumun ve kurumların karşılıklı
dayanışması ve güveniyle başaracaktır. Bu güven ortamını
zedeleyecek her türlü söz, tavır ve davranış, kriz ortamının
derinleşmesinden başka hiçbir işe yaramayacaktır. Özellikle,
sorunları çözme veya sorunların çözümüne katkıda bulunma
mevkiinde olanların, yani hükümette olanların, bu konuda özellikle
dikkatli olmaları gerekir. Sorunları çözme durumunda olanlar,
kendileri sorun kaynağı olmamalıdırlar, sorunlara katkıda
bulunmamalıdırlar.
Koalisyon
yapısı içinde görüş farklılıklarının nasıl çözüleceği
bellidir. Bu hükümet, şimdiye kadarki bütün koalisyon hükümetleri
içerisinde, uzlaşma anlayışının, yani farklı görüşlerden,
çeşitli konulardaki farklı görüşlerden ortak sonuçlar çıkarma
konusunda en yüksek yeteneğe sahip olduğunu kanıtlamış bir hükümettir.
57 nci Hükümet, kurulduğu günden bu yana, uyum açısından,
uzlaşma açısından örnek bir tavır ortaya koymuştur. Bunun dışında,
sınırlı alanlarda sorumluluk üstlenenlerin kendi başlarına hükümet
politikalarını doğrudan etkileyecek spekülasyonlara sebebiyet
vermelerini kabul etmek mümkün değildir.
Anavatan
Partisi, bu konuda özellikle dikkatli olmak zorundadır. Çünkü,
bugün uygulanan ekonomik program, kaynağını, Anavatan
Partisinin kuruluş dönemindeki felsefesinden, kuruluş dönemindeki
temel görüşlerinden almaktadır. Elbette ki bu programı, bir
koalisyon hükümeti içerisinde uygulamamızdan kaynaklanan
zorluklarımız vardır. Bu programın bütün unsurlarını aynı ahenk, aynı
uyum içerisinde hayata geçirmekte, bir koalisyon hükümet
olmaktan kaynaklanan çeşitli zorluklarımız vardır. Ama, buna
rağmen, arkadaşlarım, ekonomi politikasının toplumla karşılıklı
dayanışma içerisinde, kararlı bir biçimde, mutlaka başarıya
ulaştırılmasının en büyük sorumluluğunun da Anavatan
Partisinde olduğunu hatırdan çıkarmamalıdırlar.
Değerli
arkadaşlarım, yaklaşık, hatta tam iki ay sonra, 4 – 5 Ağustos
tarihinde Partimizin Yedinci Olağan Büyük Kongresini toplamak
kararı aldık. Şu anda, Türkiye genelinde ilçe kongrelerimiz
tamamlanmak üzeredir, zannediyorum 10 kadar ilçemiz kalmıştır,
diğer bütün ilçe kongrelerimiz bitmiştir. İl kongrelerimizin
de yarıdan fazlası tamamlanmıştır. Haziran ayı sonuna kadar,
bütün Türkiye genelinde Anavatan Partisi il kongreleri bitmiş
olacaktır.
Hepinizin
yakından bildiği gibi, Anavatan Partisi olarak, bu büyük
kongremizi, yani Yedinci Olağan Kongremizi, biraz önce anlattığım,
Türkiye’nin köklü bir değişim ve yeniden yapılanma ihtiyacı
içinde olduğu bir dönemde gerçekleştireceğiz. Anavatan
Partisinin Büyük Kongresi, sadece Partinin yönetim, denetim
organlarının seçileceği bir kongre olmamalıdır. Anavatan
Partisinin Büyük Kongresi, aynı zamanda Türkiye’nin ihtiyaç
duyduğu, maalesef Anavatansız yıllarda özlemini çektiği büyük
değişim projelerinin tartışıldığı, ülkeyi geleceğe taşıyacak
olan fikirlerin, görüşlerin ortaya konulduğu bir platform
olmalıdır.
Tekrar
ifade ediyorum ki, halihazırdaki hükümet uygulamaları,
Anavatan Partisinin tek başına uyguladığı bir program değil,
netice itibariyle bir koalisyon mutabakatının ürünleridir. Aslında,
karşılaştığımız birçok sıkıntının temelinde, yaşadığımız
birçok yetersizliğin gerisinde, Partimizin programını bir bütün
olarak hükümet icraatlarına yansıtma imkanımızın olmaması
yatmaktadır.
Önümüzdeki
Büyük Kongreyi, Anavatanın gelecekte uygulayacağı programın
ana hatlarının ortaya konulduğu bir büyük buluşma haline
getirmeliyiz. Büyük Kongremizi, demokrat, özgürlükçü,
sivil, icraatçı, geleceği kucaklayan çizgimizi vurguladığımız
bir fikir şölenine çevirmeliyiz.
Anavatanın gerilemesinden, sıkıntıya düşmesinden çıkar
umanların heveslerini kursaklarında bırakmak için, bu kongre sürecimizi
mutlaka birlik ve beraberlik içerisinde tamamlamalıyız. (Alkışlar)
4
– 5 Ağustosta yapacağımız Yedinci Olağan Kongremizde, bütün
arkadaşlarımın bu anlayış içerisinde katkıda bulunmalarını
bekliyorum. Kongremizin, Partimize, milletimize hayırlı olmasını
diliyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
|