ANAVATAN PARTİSİ
GENEL BAŞKANI SAYIN MESUT YILMAZ'IN ANAP TBMM GRUP KONUŞMASI
17.10.2001
Değerli
arkadaşlarım, ben de hepinizi ve bugün aramızda misafir bulunan, başta
İçel olmak üzere, aramızda misafir bulunan bütün partili arkadaşlarımı
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, sivil siyasetin alanının daraldığı, siyasî merkezin
zayıfladığı, siyasî parçalanmanın giderek arttığı, âdeta yapısal hale
geldiği son derece sarsıntılı bir siyasî dönemden geçiyoruz.
Böylesine muhataralı bir dönemde
Anavatan Partisi
olarak siyasî gücümüzün çok üstünde büyük sorumluluklar üstlendik.
Üstlendiğimiz misyon, sivil siyasetin alanının genişletilmesi, siyaset
kurumunun güçlendirilmesi, hak ve özgürlüklerin üzerindeki baskıların
kaldırılması ve Türkiye'nin çağdaş dünya ile Avrupa Birliği ile
bütünleştirilmesi misyonudur. Ve bütün bunları da, ortağı olduğumuz
bir Koalisyon Hükümeti içerisinde gerçekleştirmek gibi daha zor bir
görevle karşı karşıyayız.
Partimiz,
üstlendiği bu misyonu,bu saydığım görevlerini, her şeyden önce Meclis
Grubu eliyle, yani siz milletvekili arkadaşlarımız aracılığıyla yerine
getirecektir. Bunun anlamı, bugünkü ortamda Meclis Grubumuzun bir
ateşten gömlek giymesidir. Gerçekten de bu Meclis Grubumuz, son iki
dönemdir çok ağır şartlarda büyük bir sorumluluk duygusu içerisinde
çalışmıştır. Aslında bu durum, sadece bizim partimiz açısından değil,
bütün siyaset kurumu adına övünülecek bir durumdur. Ama, zaman
içerisinde bu ağır şartları kaldıramayan bazı arkadaşlarımızın
nefesleri tükenmiştir. Bunu kabullenmesek bile, anlayışla karşılamak
zorundayız. Herkesin bu ağır yükü taşıyamayacağını anlayışla
karşılamalı ve kimseyi suçlamamalıyız. Partimizin iflah olmaz yeminli
kimi muarızlarının bu durumu, sanki
Anavatan Partisinde
bir dağılma varmış gibi takdim etmelerine de kızmamalıyız. Çünkü
onlar, büyük bir karışıklık bekledikleri 7 nci Olağan Büyük
Kongremizden parti olarak tam tersine güçlenerek çıkmış olmamızı, hâlâ
hazmedebilmiş değillerdir. Aylarca kamuoyuna pompaladıkları bazı
öngörülerin hiçbirisi doğru çıkmayınca, şimdi tamamen şahsi
nedenlerden kaynaklanan bazı istifaları kendi öngörülerinin bir
parçası olarak ileri sürmelerinden daha tabiî bir şey olamaz.
Herkese buradan
açıkça söylemekte yarar var: Dağılan,
Anavatan Partisi
filan değildir; tam tersine, dağılan, Anavatan Partisinin üzerinde
yıllardır gezen kara bulutlardır. (Alkışlar)Bu konuda, bu aşamada daha
geniş konuşmak istemiyorum; ama, zannediyorum önümüzdeki haftadan
başlayarak,arkadaşlarım ne demek istediğimi açıkça göreceklerdir.
Değerli
arkadaşlarım, Meclisimizin Anayasamızın 34 maddesini değiştiren
düzenlemesi, Türkiye'de sivil siyaset eliyle gerçekleştirilen en
kapsamlı, en ileri Anayasa değişikliğiydi. Avrupa Birliği üyeliğimiz
bakımından da hayatî önem taşıyan bu Anayasa değişikliği, maalesef
milletvekillerinin özlük haklarını düzenleyen bir maddenin, bir tek
maddenin gölgesi altında kalmıştır. Aslında, milletvekillerinin özlük
haklarını düzenleyen böyle bir hükme Anayasada yer verilmesi, Anayasa
Mahkemesi kararlarının yerine getirilmesi bakımından gerekliydi.
Çünkü, Anayasa Mahkemesi, bundan önce verdiği birçok iptal
kararlarında bu konuda bir Anayasa düzenlemesi yapılmasını şart
koşmuştur. Onun için diyorum ki, bu konunun Anayasa değişikliğinde
düzenlenmesi, son derece isabetli olmuştur, doğru olmuştur. Ancak,
maalesef düzenleme şekli konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Gönül isterdi ki, bu madde Uzlaşma Komisyonundan geldiği şekilde
çıksaydı. Ama, bu mümkün olmamış ve Meclisin iradesi bu şekilde
tecelli etmiştir.
Yapılan düzenleme,
kamuoyunda büyük tepki almıştır. Meclisimiz, bu konuda yapılan
uyarıları ve kamuoyunun tepkilerini dikkate almış ve konuyla ilgili
bir yasa çıkararak, maaş artışını önleyecek bir düzenleme yapmıştır.
Bu gelişmelere rağmen, konuyla ilgili düzenlemenin Cumhurbaşkanınca
referanduma götürülmek istenmesini anlamak mümkün değildir. Eğer
burada amaç tasarruf ise, halk oylaması milletvekili maaşlarındaki
artıştan çok daha fazla maliyet getirecektir. Eğer amaç, daha sonra
doğması muhtemel hukukî yanlışlıkları önlemek ise, bunun yolu da
referanduma gidilmesi değildir. Bunun yolu, yeniden görüşülmek üzere
Anayasa değişikliğinin Meclise iade edilmesidir. O zaman Türk
kamuoyunun Cumhurbaşkanının bu davranışın ardında başka birtakım
siyasî amaçlar araması kaçınılmazdır. Çünkü değerli arkadaşlarım,
referanduma gidilmesiyle doğacak olan sonuçlar ortadadır. Referanduma
gidilmesiyle milletvekili maaşlarıyla kıyaslanamayacak ölçüde bir kamu
harcaması doğacaktır. Ekonomik kriz içerisindeki Türkiye'ye böyle bir
yük yüklemeye kimsenin hakkı yoktur. Eğer referandumda “Hayır” oyları
çok çıkarsa, bu konu Yüce Meclisi ve tümüyle sivil siyaseti
itibarsızlaştırmak isteyenlerin elinde yeni bir istismar malzemesi
olacaktır. Buna mukabil, referandumda “Evet” oyları fazla çıkarsa, bu
da, eğer varsa yapılmış olan hukukî yanlışın düzeltilmesine
yaramayacaktır. Sonuçta, halkla Meclisi karşı karşıya getirmek
isteyenlere, sivil siyaseti boğmak isteyenlere gün doğacaktır.
Demokrasimizin
selameti ve devletimizin dengelerinin korunması bakımından bu oyunun
yine Yüce Meclis tarafından mutlaka bozulması gerekmektedir. Kaldı ki,
Cumhurbaşkanı tarafından yapılan işlemin hukuken çok daha başka
sakıncaları söz konusudur. Cumhurbaşkanı, Başbakanlığa yazdığı yazıda:
Bu Anayasa değişikliklerinden bir tanesinin, 27 nci maddeyle ilgili
değişikliğin paketten ayrılarak, halk oylamasına götürülmesini, bunun
dışındaki bütün maddelerin yayınlanarak yürürlüğe sokulmasını
istemiştir. Mecliste Anayasal çoğunlukla kabul edilen –halk
oylamasıyla ilgili maddede, son maddesinde- “Eğer bu Anayasa
değişikliklerinde referanduma gidilirse, bu ancak tümü üzerinde
yapılabilir” diye hüküm vardır. Yani, Cumhurbaşkanı bu maddenin de
yayınlanmasını istemiştir, bu maddenin de yürürlüğe girmesini
istemiştir. Bunu yürürlüğe sokup, arkasından bu maddeye ters olarak,
sadece bir madde için halk oylamasına gidilmesiyle ilgili işlemi
yapmak, bir Anayasa suçu oluşturacaktır. Yani, Başbakanlık
Cumhurbaşkanının bu talebine uyarsa, Meclis iradesine değil sadece,
Meclisin 400 küsur milletvekiliyle ortaya koyduğu iradeye değil, aynı
zamanda Anayasa hükmü haline gelen bu hükme de aykırı işlem yapmış
olacaktır.
Değerli
arkadaşlarım, burada artık takdir Meclisindir. Meclis isterse yeni bir
düzenleme yaparak bu referandum ihtiyacını ortadan kaldırabilir. Hatta
bu konuda nasıl hayırdan şer doğarsa, belki bu değişikliğe başkaları
ilave edilip bazı üzerinde mutabakat sağlanan başka Anayasa
değişiklikleri de bu paketin içinde Meclisten geçirilebilir. Ama
isterse Yüce Meclis, hiçbir düzenleme yapmaz, referanduma gidilir.
Burada
Anavatan Partisi
olarak, bizim referanduma gidilmesini önlemek gibi veya mutlaka
referandum yapılmasını sağlamak gibi herhangi bir özel misyonumuz
olduğuna inanmıyorum. Burada hareket, tümüyle Yüce Meclise karşı
girişilmiş bir harekettir. Buna karşı, kendi itibarını koruyacak olan,
kendi iradesini, kendi duvarında yazan, hakimiyetin kayıtsız şartsız
milletin olduğu ve milletin bu iradesini seçtiği temsilcileri eliyle
kullanacağına ilişkin Anayasa ilkesini hayata geçirecek olan Yüce
Meclistir. Onun için, şimdi bu konuda sanıyorum Meclis Başkanımız
siyasî partilerle temaslar yapacaktır. Biz, burada oluşacak Meclis
iradesine, bu ilkeler çerçevesinde, bugüne kadar tüm baskılara rağmen
hiç taviz vermediğimiz bu ilkeler çerçevesinde katkıda bulunacağız.
Değeli
arkadaşlarım, bu vesileyle şunu söylemek istiyorum: Türkiye, İsveç
gibi, Norveç gibi, Danimarka gibi bir ülke değildir. Yani, bu saydığım
ülkelerin demokrasilerinin sahip olduğu lükslere Türk demokrasisi
maalesef sahip değildir. Bugün sırada bekleyen çok daha acil
sorunlarımız vardır. Eğer bu ülkede illa bir referandum yapılacaksa,
bu referandum, Avrupa Birliğine girelim mi girmeyelim mi diye
yapılmalıdır. Eğer bu ülkede bir referandum yapılacaksa, bu
referandum, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerini genişletelim mi
genişletmeyelim mi diye yapılmalıdır. (Alkışlar)
Ama etrafımızda
savaş rüzgârlarının estiği, ekonomiye neşter atıldığı, ekonominin
ameliyat masasında olduğu bir dönemde ülkeyi milletvekillerinin
maaşları gibi bir konu için referanduma götürmeye hiç kimsenin hakkı
yoktur.
Değerli
arkadaşlarım, 2002 yılı bütçesinin çerçevesi, bu hafta, önce Yüksek
Planlama Kurulu toplantısında, daha sonra da dün yapılan Bakanlar
Kurulu toplantısında kesinleştirilmiştir. 98 katrilyon lira
büyüklüğündeki 2002 bütçesinin, 62,6 katrilyon lirası transfer
harcamalarına, 21,9 katrilyon lirası personel harcamalarına, 7,8
katrilyon lirası cari harcamalara ve 5,7 katrilyon lirası da yatırım
harcamalarına ayrılmıştır.
Burada dikkatinizi
çekmek istediğim iki rakam, 98, yani yaklaşık 100 katrilyonluk bütçede
yatırıma ayırabildiğimiz rakam, ancak 5,7 katrilyondur. Bütçemizin
ancak yüzde 5 küsurunu yatırıma ayırabiliyoruz. Buna mukabil,
bütçemizin yüzde 60’ından fazlasını transfer harcamalarına, yani büyük
kısmıyla faiz ödemelerine ayırmak zorundayız.
Bütçe, 27
katrilyon liralık bir açıkla bağlanmıştır. Ancak, bütçenin faizdışı
harcamalarında 16 katrilyon liralık bir tasarruf söz konusudur. Yani,
bütün zorluklara rağmen yapılan bu bütçeyle, hep sözü edilen, ama
maalesef bugüne kadar hiç gerçekleştirilemeyen devletin küçültülmesi
ve bütçenin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması yolunda mütevazı da
olsa, doğru yolda bir adım atılmıştır. Olağanüstü gelişmeler olmadığı
ve bütçe hedeflendiği şekilde sonuçlandırıldığı takdirde, kamu
maliyesinin sağlıklı bir zemine oturtulması yolunda önemli ilerleme
sağlanmış olacaktır. Nitekim, 2002 bütçesi rakamlarına ilişkin
ekonomik kamuoyundaki değerlendirmeler de bunu doğrulamaktadır.
Bütçeyle ilgili
önümüzdeki hafta Sayın Maliye Bakanımız Gruba daha geniş bilgi
verecektir. Ama, bu bütçeyle ilgili olarak benim arkadaşlara
söyleyeceğim en önemli husus şudur: Bu bütçe, ne Maliye Bakanımızın ne
Hükümetimizin ne benim gönlümüzden geçen bütçe değildir. Bu bütçe,
Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu şartların bize empoze ettiği, dikte
ettiği bir bütçedir. Bu bütçeden dolayı hepimizin sıkıntısı olacaktır.
Yatırım taleplerini karşılamakta sıkıntımız olacaktır, diğer cari
harcamaların karşılanmasında sıkıntılarımız olacaktır; ama, bu
sıkıntılara katlanmadan,bunlara göğüs germeden bu bütçenin hedeflediği
sonuçlara ulaşmadan da Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu, biraz önce
Sayın Pakdemirli’nin sebeplerini burada bir nebze ifade ettiği
ekonomik çöküntüden çıkabilmesi mümkün değildir.
Değerli
arkadaşlarım, Afganistan’daki sıcak çatışmaların bu ülke toprakları
dışına taşmaması, özellikle de bizim komşularımızı içine almaması
halinde, ülkemizin ekonomik krizden kurtulma şansı
doğmuştur.İhracattaki gelişmeler reel sektörü yavaş yavaş
canlandırmaya başlamıştır. Özellikle tekstil sektöründe umut verici
gelişmeler söz konusudur. Birçok tekstil firması, geçtiğimiz haftadan
itibaren yeniden işçi alımına başlamıştır. Turizmde de önümüze yeni
fırsatlar çıkmıştır. Asya’ya uçuş yapan birçok havayolu şirketi,
aktarma merkezi olarak Türkiye'yi seçmişlerdir. Doğu Akdeniz’deki
turizm merkezlerinden kaçan turistler için ilk adres Türkiye’dir.
Bildiğiniz gibi,
uzun zamandan beri reel sektörü canlandırmaya yönelik tedbirler
üzerinde çalışılmaktadır. Bu konudaki hazırlıklar son aşamasına
gelmiştir. 2002 bütçesinin sağladığı dar olanaklar, sonuna kadar
zorlanarak, sektör temsilcileriyle ekonomi yöneticileri arasında
yapılan, ama bugüne kadar sadece üzerinde mutabakat sağlamakla
yetinilen tedbirler, önümüzdeki günlerde uygulamaya geçirilecektir.
Referandum konusu,
olumlu yönde seyreden bu gelişmelerin önünü kesmediği veya onları
geciktirmediği takdirde, Türkiye'nin ekonomik krizden çıkışının ışığı
görünmüştür.
Değerli
arkadaşlarım, teröre karşı yapılan uluslararası mücadele ve bu
mücadelede Türkiye'nin rolü hakkında hiç kimse acele hükümler
vermemelidir. Hükümetimiz, bütün gelişmeleri izlemekte ve her bir
gelişmeyi dikkatle değerlendirmektedir. Her türlü ihtimale karşı her
türlü tedbir alınmaktadır. Bu konuda kamuoyunu heyecana sevk etmenin
gereği ve anlamı yoktur. Gerektiği zaman, gerektiği yerde, gerekenler
yapılacak, kamuoyuna da bu hususta bilgi verilecektir.
Bu vesileyle bir
şeyin daha altını çizmek istiyorum. Kader çizgisi, ülkemizin önüne
yeni imkânlar açmış, ama aynı zamanda ağır görevler ve büyük
sorumluluklar yüklemiştir. Bugün Türkiye'de yaşayan herkes bilmelidir
ki, Türkiye'nin üzerindeki sorumluluk, geçen yüzyılın başındaki
sorumluluktan daha fazladır. Çünkü, bugünkü sorumluluğumuz iki
yönlüdür; hem İslam âlemine karşı hem çağdaş dünyaya karşı sorumluluk
taşıyoruz. Biz, hem İslam dünyası için umut ülkeyiz, ama biz aynı
zamanda çağdaş dünyanın ayrılmaz parçası olan bir ülkeyiz. Türkiye,
bugün İslamın ve bir bütün olarak İslam dünyasının izzet ve şerefini
korumak sorumluluğuyla karşı karşıyadır. (Alkışlar) İslam Dininin
gelişmeye engel olmadığını bütün dünyaya göstermek, kanıtlamak
göreviyle karşı karşıyadır; ama, Türkiye, diğer yandan da çağdaş
dünyanın değerlerini ayakta tutmak, onları yakalamak ve çağdaş
dünyanın da vicdanı olmak zorundadır. Hükümete, bütün partilere ve tüm
kamuoyumuza, tüm milletimize düşen görev, bu sorumluluklarımızı yerine
getirmektir.
Anavatan Partisi,
bu sorumluluklarını yerine getirmekte, bugüne kadar gösterdiği
gayrete, bugüne kadar yüklendiği sorumluluğa, bundan sonra da aynen
devam edecektir.
Hepinize
saygılar, sevgiler sunuyorum. (Alkışlar) |