Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı
Sayın Mesut Yılmaz’ın
ANAP Meclis Grubu Toplantısında Yaptığı Konuşma
 
31 Ekim 2001

Değerli arkadaşlarım,

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bu hafta, Cumhuriyetimizin 78. Kuruluş yıldönümünü kutladık.

Cumhuriyet Bayramı bir defa daha göstermiştir ki, Türkiye Cumhuriyeti, dünya üzerindeki tek Müslüman, demokrat, laik, çağdaş devlet örneğidir.

Türk milleti de, medeniyetler arasında tehlikeli bir gerilimin oluşturulmaya çalışıldığı şu dönemde, İslam’la çağdaş değerlerin bir arada yaşanabileceğini, bu birlikteliğin tüm güzellikleri ve zenginlikleriyle ortaya  koyabilen bir millettir.

Bu vesileyle, Cumhuriyetimizi  kurarak, ülke ve millet olarak kader çizgimizin yönünü  belirleyen büyük Atatürk ile silah ve dava arkadaşlarını ve tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye, dünyanın en güçlü ülkelerini dahi çaresizlik içinde bırakan sorunların çözümü konusunda, Türk dünyasına ve İslam alemine  model olacak bir ülkedir.

Ekonomik, siyasal ve sosyal sorunlarımızı çözerek, çağdaş dünyanın ayrılmaz bir parçası haline gelmemiz, sadece kendi insanımız için değil, 21. Yüzyılı biçimlendirecek global siyasi gelişmeler bakımından da hayati öneme sahiptir.

Günlük sıkıntıların karmaşası içinde, ülkemizin ve toplumumuzun bu önemli konumunun yeterince kavranabildiğini söyleyebilmek mümkün değildir.

Halbuki Türkiye yeni bir dünyanın eşiğindedir.

Türkiye, devletlerin ve milletlerin  önüne belki yüzyılda bir defa gelecek bir fırsat ve aynı ağırlıktaki bir sorumlulukla karşı karşıyadır.

Amerika’da gerçekleşen 11 eylül saldırılarından sonra ciddi ciddi tartışılmaya başlanan medeniyetler çatışması tehlikesinin önüne geçebilecek yegane modele sahip ülke Türkiye’dir.

Tüm dünyanın ve özellikle Avrupa Birliği'nin bu gerçeğin bir an önce farkına varması ve Türkiye’ye yönelik tavrını ona göre belirlemesi gerekmektedir.

Türkiye’nin bu konudaki tespitlerine, ülke içinden bir kısım çevrelerin gösterdikleri tepki, sadece bizim haklılığımızın teyididir.

Ülkenin geçtiğimiz beş yılda yaşadığı acı tecrübelerden ve kendi başlarına gelenlerden gerekli dersleri çıkarmayanlar olduğu görülmektedir.

Bunlar, medeniyetler çatışması tezinin, Türkiye içindeki, kimi gizli, kimi açık destekçileridir.

Halbuki bizim bütün gücümüzü, enerjimizi ve maddi-manevi birikimimizi, milletimize, dindaşlarımıza, soydaşlarımıza ve tüm insanlığa daha iyi bir gelecek hazırlamak için kullanmamız gerekmektedir.

Ekonomik ve siyasal sorunlarımızı çözme konusunda, sadece kendi insanımıza değil,  çevremizdeki ülke ve insanlara karşı da sorumluyuz.

Biz anavatan partisi olarak, ülkemizin  bu önemli sorumluluğunun bilincindeyiz.

Bunun için, kısır çekişmelere girmeden, basit siyasi ve şahsi hesaplar peşine düşmeden, bütün gücümüzü ve birikimimizi, ülkede istikrarın sağlanması, sorunların uzlaşmayla çözümü doğrultusunda kullanmanın gayreti içindeyiz.

Değerli arkadaşlarım,

Şartların ağırlaştığı, zorlukların arttığı, sıkıntıların büyüdüğü dönemlerde toplumların düştüğü en büyük hata,  bütün bu sorunları aşmaya çalışan ehliyet ve liyakat sahipleriyle sahte kurtarıcıların  birbirine karıştırılmasıdır...

Tarih, böyle ortamların toplumları şaşkınlaştırdığını, ne yapacağını bilemez bir hale getirdiğini sayısız örnekleriyle ortaya koymuştur.

Yine tarihin ortaya koyduğu bir başka gerçek, bir takım çıkarcıların en çok bu dönemlerde ortaya çıkıp, sahte Mesihliğe soyunduğudur.

Milletimiz, ekonomi alanında yaşanan kriz ortamından istifade etmeye kalkışan kimi uyanıklara, kerameti kendinden menkul bu  sahte Mesihlere  karşı dikkatli olmalıdır.

Değerli arkadaşlarım,

Ekonomiyi kurtarmaya talip olan herkese milletimiz çıkıp açıkça ehliyet ve liyakatını sormalıdır.

Bu kişilerin geçmiş uygulama ve tecrübelerini tek tek süzgeçten geçirmelidir.

Bu kişilerin ekonomimizi bu hale getirmenin sorumluluğunu taşıyıp taşımadığına bakmalıdır.

Bütün bunlardan sonra da sorunların çözümü için neler yapacağı, elindeki formülün ne olduğu sorulmalıdır.

Bu dört soru sahte Mesihleri açığa çıkartacak iyot sorulardır.

Bu sorulara cevap vermekten kaçınanları yanlış ve kaçamak cevap verenleri  milletimiz bir daha değerlendirmeye almamak üzere eleyecektir.

Değerli arkadaşlarım,

Ekonomik krizden çıkış için tek bir çözüm önerisi olmayanların, bu konuda hiçbir siyasal ve düşünsel katkısı bulunmayanların laf kalabalığına hiç kimse pabuç bırakacak değildir.

Kriz halindeki ekonomimizi ve demokrasimizi bunların eline teslim etmek, ekonominin, demokrasimizin ve  sivil siyasetin  taammüden katline göz yummakla eş anlamlıdır.

Anavatan partisi böyle bir cinayete izin vermeyecek, böyle bir günaha  ortak olmayacaktır.

Ayrıca bu toplumda olmayacak böyle bir duaya amin diyecek kimse de  yoktur.

Gerekli hiçbir şartı oluşmamış azınlık hükümeti çağrıları da, hiçbir mesnede dayanmayan ben bu işi çözerim iddiaları da boş bir darı ambarı düşünden  başka bir şey değildir.

Milletimizi boş iddialarla oyalamaya kimsenin hakkı yoktur.

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye’nin bugün yaşadığı sorunlar bir boyutuyla ekonomi temelli, diğer boyutuyla da yapısal kaynaklıdır.

Türkiye, geleceğe ilişkin büyük hedeflerine ulaşmanın  önünde bir set gibi duran ekonomik krizi, hem somut ve hem de psikolojik unsurlarıyla aşmak zorundadır.

Bunun için biz, bir yandan yapısal reformlar ve ekonomik programlar gibi konularda fevkalade titiz davranıyor, diğer yandan da güven ortamını zedeleyecek söz ve davranışlardan uzak durmaya gayret gösteriyoruz.

Bu çerçevede ekonomideki her gelişmeyi yakından izliyoruz. Yapısal reformların hazırlanması ve hayata geçiş sürecini de aynı şekilde dikkatle takip ediyoruz.

Ancak, her iki konuda da müdahale alanımızın, koalisyon şartları ile sınırlı olduğunu biliyor ve buna göre davranıyoruz.

Bu sınırın ise oldukça dar olduğunu hatırlatmama gerek yoktur sanırım.

Yaşanan sorunun boyutları, kimi zaman bizi şartları zorlama durumuyla karşı karşıya bırakmaktadır.

Ekonomiyi yakından izleyen arkadaşlarımız, bir süredir, parti teşkilatımız ve siz milletvekillerimizle yaptığımız toplantılarda alınan kararlar doğrultusunda bir çalışma yürütmektedirler.

Değerli arkadaşlarım,

Bugüne kadar ekonomi konusunda her türlü eleştiriye kulak verdik...

Krizden çıkış için getirilen her türlü teklifi değerlendirdik...

Bunların içinden uygulanabilecek olanları titiz bir şekilde eledik...

Birkaç gün içinde  bu önerileri bir rapor halinde kamuoyuyla paylaşacak ve koalisyon ortaklarımıza götüreceğiz.

Açıklanınca görülecektir ki bu öneriler, bağcı dövme önerileri değil, ekonomik krizden çıkış için samimi düşüncelerimizdir.

Getirdiğimiz önerilerin hayata geçmesi için, gerekli her türlü çabayı göstermeye ve bunun için gerekli  fedakarlıkları  yapmaya hazır olduğumuzu ifade ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım,

Kamuoyu, anavatan partisinin geçmişteki müktesebatını ve başarılarını bildiği için, bizim ekonomiye ilişkin görüş ve tekliflerimize fevkalade önem vermektedir.

Biz, her fırsatta ekonomik gidişata ilişkin değerlendirmelerimizi ve tekliflerimizi, kimi zaman sadece koalisyon ortaklarımızla, kimi zaman da onlarla birlikte kamuoyuyla paylaştık.

Bizim önerilerimizden uygulananlar oldu, uygulanmayanlar oldu.

Bütüncül bir yaklaşımla hayata geçirilmeyince, lokal uygulamalarla, bilhassa ekonomide sonuç almanın mümkün olmadığını biliyoruz.

Onun için, önümüzdeki günlerde açıklayacağımız önerilerimizin odağında, ekonomi yönetiminin tek elde toplanması teklifi yer almaktadır.

Koalisyonun oluşumu sırasında, bütün ortakların ekonomide söz sahibi olmasını sağlamak amacıyla, farklı partilerin sorumluluğundaki birimler arasında hızlı ve etkin bir  koordinasyon sağlanamaması, krizin çözümünü güçleştirmektedir.

Hazine, dış ticaret, maliye, özelleştirme, DPT gibi kurumların tek çatı altında toplanması ve özerk kurum ve kurullarla koordinasyon içinde çalışması şarttır.

Bu konuda partimize görev verilirse sorumluluk almaktan kaçınmayız. Ancak böyle bir şartımız da yoktur.

Esas olan koalisyon ortağı partilerin iradesidir. Bu irade ne şekilde oluşursa oluşsun, biz elimizden gelen desteği vermek kararındayız.

Değerli arkadaşlarım,

Koordinasyon sorununun çözümü yanında, ekonominin canlanması için alınması gereken acil önlemler vardır.

Bu konuda da çeşitli önerilerimiz bulunmaktadır. Bugün burada bunlara hakim olan anlayışa   değinmek istiyorum.

Bu önerilerin mantığı, üretim ve rekabet gücü iyice düşen piyasaların önünü açmak, ana sektörlere kriz ortamında nispeten geniş bir hareket alanı oluşturmak üzerine kuruludur.

Bunun için bir takım vergilerin geçici sürelerle oranlarının düşürülmesi veya tahsilatlarının ertelenmesi yoluna gidilebilir.

Bu yöntemin iki türlü fayda sağlayacağına inanıyoruz.

İlki, piyasaların likidite sınırlarını genişletecek, rekabet gücünü artıracaktır. Maliyetler düşeceği için, mal ve hizmetlerin daha ucuza tüketicilere sunulması imkanı doğacaktır.

İkincisi, ülkede varolduğunu bildiğimiz, ama kriz psikolojisi sebebiyle bir türlü ekonomiye girmeyen, atıl durumda bekleyen kaynakların, cazip şartlar karşısında, en azından bir bölümünün piyasalara dönmesini sağlayacaktır.

Bu yöntem ilk anda vergi kaybına yol açacak gibi görünüyor olabilir.

Ancak, 2001 yılının ilk 9 ayında, konsolide bütçe gelirlerinin tahakkuk/tahsilat oranı, bir önceki yıla göre zaten yüzde 3.3 azalmıştır.

Dolayısıyla, oldukça düşen tahakkuk/tahsilat oranlarına bakıldığında, toplanamayan yüksek oranlı vergidense, toplanabilen düşük oranlı ve geniş tabanlı vergi daha makbul ve mantıklı görünmektedir.

Yine bu çerçevede, ekonominin genel rakamları içinde önemsiz sayılabilecek kaynaklarla sorunları çözülebilecek küçük ve orta ölçekli işletmeler ile esnaf ve sanatkarların sorunlarına çözümler getirilmesi gerekmektedir.

Seslerini, geçtiğimiz günlerde gazetelere çarşaf çarşaf ilanlar vererek duyurmaya çalışan esnaf ve sanatkarlarımız ile, her platformda dertlerini dile getirmenin gayreti içinde olan küçük ve orta ölçekli işletmelerimizin sıkıntılarını görmezden gelemeyiz.

Bunlar, bizim orta direk diye ifade ettiğimiz kesimi, yani Türk toplumunun omurgasını teşkil etmektedirler. Bu omurga zarar görürse, topyekün yapının ayakta kalması imkansızlaşır.

Bunun için, 98 katrilyonluk bütçe rakamının yanında fevkalade küçük olan bir kaç katrilyonluk bir kaynağı, ne yapıp edip bulmamız ve söz konusu kesimleri içinde bulundukları bataktan kurtarmamız gerekmektedir.

Değerli arkadaşlarım,

Türk ekonomisinin son yıllarda maruz kaldığı sıkıntılardan biri de, doğru işlerin, yanlış yöntem ve zamanlamalarla yapılmaya çalışılması olmuştur.

Bunlardan biri de, bir türlü hayata geçirilemeyen, ancak sözü bile piyasaları ürkütmeye yeten mali milat uygulamasıdır.

Bu, esasında doğru ve gerekli bir düzenlemedir. Ama, Türk ekonomisinin yapısı ve içinden geçtiğimiz sürecin, bu düzenlemenin hayata geçirilmesi için hiç uygun bir süreç olmadığı ortaya çıkmıştır.

Konuyla ilgili tartışmalardan süzülen görüşler, 1998 yılında hazırlanan mali milat düzenlemesinin hazırlanış mantığı ve yaklaşımında da sorunlar olduğu yönündedir.

Mali milat kanunundaki tanımların, denetim yöntemlerinin ve hedeflerin gözden geçirilerek, amaca uygun ama piyasaları da ürkütmeyecek yeni bir yapının kurulmasında fayda olduğu görülmektedir.

Yatırımcıları ürkütmekle, üretim ve istihdam imkanlarının önünü tıkamakla Türkiye’nin değil  gelişmesi, krizi atlatması da mümkün olmadığına göre, doğru olan yol, budur.

Bu açık gerçek karşısında hiçbir mülahaza ve değerlendirmenin önemi yoktur.

Bizim sorumluluk anlayışımız, istenmeyen neticelerin doğduğunun görülmesine rağmen yanlışta ısrarı değil, doğrunun peşinden gitmeyi gerektirmektedir.

Ülkenin ve milletin yaşadığı sıkıntıların çözümü için doğru olan ne ise, gereğini yerine getirmeye  devam edeceğiz.

Hepinize saygılar sunuyorum...