ANAP GENEL BAŞKANI
SAYIN MESUT YILMAZ’IN ANAP GRUP KONUŞMASI

( 7 Kasım 2001)

Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

Hepinizin çok yakından bildiğiniz gibi, içinde yaşadığınız, devamlı izlediğiniz gibi, Türkiye, günümüzde maalesef yaşadığı ekonomik, sosyal ve siyasî kaynaklı sorunların ağırlığı altında ezilmektedir. Aslında, bugün yaşadığımız gibi, kriz dönemleri, benim daha önce çeşitli konuşmalarda hep vurguladığım gibi, ülkelerin geleceği açısından fırsat dönemleridir. Normal zamanda yapamadığımız birçok değişimi, krizin zorlamasıyla, kriz şartlarının zorlamasıyla yapmanız mümkündür. Bizim yakın tarihimizde de bunun örnekleri vardır. Eğer, Türkiye, 1970’li yılların ikinci yarısında çok ağır bir ekonomik kriz yaşamamış olsaydı, 24 Ocak kararlarıyla başlayan, Anavatan İktidarıyla devam eden süreçte Türkiye’nin serbest piyasa ekonomisine geçmesi mümkün olmazdı. Çünkü, kafaları, doğuştan beri hep devletçi felsefe yönünde çalışan insanlar, bu değişimi engellerlerdi. Ama, 1970’lerde, 1970’lerin sonunda Türkiye o kadar ağır bir ekonomik kriz yaşamıştır, bunun bedelini o kadar pahalı ödemiştir ki, 1980’lerin başında bu direnişi kırabilecek dinamizmi kazanmıştır.

Şimdi, bugün, yine ağır bir kriz yaşıyoruz. Bu kriz de bizim için bir fırsat olabilir. Türkiye’de, 1980’li yıllarda başladığımız serbest piyasa ekonomisine geçişi, bu kriz sayesinde tamamlayabiliriz. Eğer Avrupa Birliğine gerçekten girmek istiyorsak, eğer dünyayla bütünleşmek istiyorsak, çağdaş ekonomiye, çağdaş devlete, çağdaş demokrasiye ulaşmak istiyorsak, o zaman bu krizden böyle bir sonuç çıkarmak zorundayız.

Benim gördüğüm, bugün geldiğimiz noktada, artık hiç kimse, niçin ortaya çıktığını, suçlusunun kim veya kimler olduğunu dinlemek istemiyor. Tespitler ve teşhisler ne kadar haklı olursa olsun, artık hiç kimseyi tatmin etmiyor. İnsanımız, bugün bir tek şey istiyor, o da, yaşadığı sorunlara bir an önce çözüm getirilmesi. Hem de bu çözümleri hemen görmek ve sonuçlarını da en kısa zamanda günlük hayatında hissetmek istiyor.

Değerli arkadaşlarım, halkımız, bu isteklerinde sonuna kadar haklıdır. Esasen, siyaset kurumunun görevi, insanımızın bu isteklerini bir program haline dönüştürmek ve icraata geçirmektir. Meclis, bu işin yasama yönüyle, kanun yapma yönüyle sorumludur. Hükümet de, yürütme boyutuyla sorumludur. Türkiye’de bugün bütün ağırlığıyla yaşanan sorunların müsebbibi, bu hükümet değildir; ama, bugünkü sorunların hepsini çözme sorumluluğu bu hükümete aittir.

Esasen, kabul etmek lazım ki, karşılaşılan, burada da, bu kürsüden de, bizim Partimizin çeşitli platformlarından da ifade edilen çeşitli aksaklıklara rağmen, hükümet, bu sorunları çözme konusunda samimidir. Ancak, samimiyet yeterli olmamaktadır. Hükümet içerisindeki görev ve sorumluluklar, koalisyon yapısının bir gereği olarak, partiler arasında dağıtılmış durumdadır. Aslında, normal zamanlarda herhangi bir sorun yaratmayan görev ve yetkilerin bu şekilde partiler arasında dağıtıldığı yapılar, yani koalisyon hükümetleri, kriz dönemlerinde acele karar alınmasının ve hayata geçirilmesinin önünde büyük bir engel oluşturmaktadır. Bu iş ve görevlerin paylaştırıldığı yapı, devlet yapısındaki genel dağınıklık ve maalesef hantallıkla birleşince bürokrasiyi de etkilemekte ve hükümetin hareket alanı giderek daralmaktadır.

Koalisyon partileri arasında çeşitli konularda görüş farklılıkları olması, birtakım öncelik farklılıkları olması son derece doğaldır. Bu farklılıklar, bu hükümet döneminde de olmuştur; ancak, yine kabul etmek lazım ki, bu hükümet, bu farklı görüşlere, her zaman ortak bir çözüm bulabilmiştir. Ancak, bu çözüm süreci, hızlı karar almayı ve olayların gerektirdiği çabuk şekilde icraata geçmeyi maalesef engellemektedir. Bu da, yönetim birimlerinde isteksizliğe ve çekingenliğe, icraatta zaman kaybına, toplumda da sabırsızlığa yol açmaktadır.

Kim ne derse desin, Türk siyasetinin mevcut yapısı, sorunların çözümü konusunda maalesef, bugün bu hükümetten daha iyi bir alternatif ortaya koyamamaktadır. Erken seçimin Türkiye’nin bu gün yaşadığı sorunların çözümü konusunda daha güçlü, daha tutarlı bir yapıyı ortaya çıkaracağına inansak, bu yola başvurmaktan da çekinmeyiz. Ama, bugünkü manzara, bir erken seçimin işlerin daha da kötüye gitmesine sebep olacağını göstermektedir. Dolayısıyla,  sorunları, bu yapı içinde; ama, yeni bir anlayışla, yeni bir organizasyonla, yeni bir heyecanla çözmek zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye çözümsüzlüğe mahkûm olamaz. Aslında, sorunlarımızın hiç birisi de çözümsüz değildir. Türk Milleti çözümsüzlüğü kabul edecek aciz bir toplum da değildir. Aldığı bütün yaralara, hareket alanının fevkalade kısıtlanmış olmasına rağmen, Türkiye’deki siyaset kurumu, bu sorunları çözebilecek birikime, kabiliyete ve reçetelere sahiptir. Türkiye’de, birçok ilkin sahibi olan Anavatan Partisi, bu alanda da ilk adımı atmıştır. Vizyonu, söylemi ve kadrolarıyla ülkenin en donanımlı partisi olan Anavatan Partisi, en sıkıntılı döneminde Türkiye’nin önüne radikal çözüm önerilerini getirmiştir.

Bize göre, bu hükümetin içinde olmak, sorunlara farklı teşhisler koymaya ve buna uygun farklı öneriler getirmeye engel değildir. Tam tersine, böyle bir yaklaşım, hem hükümeti hem de siyaset kurumunu içinde bulunduğu tıkanıklıktan kurtaracak yeni bir soluktur. Bu öneriler, insanlarımızın körelen umutlarını yeniden filizlendirecek birer can suyudur. Bunlar, toplumun geleceğine yeniden güvenle bakmasına yardımcı olacak birer penceredir.

Partimizin hazırladığı ekonomik ve siyasî önerilerin, başkaları tarafından da düşünülmüş veya konuşulmuş olması bizi ancak memnun eder. Getirdiğimiz önerilerin bir kısmının, bu hükümette de çeşitli platformlarda konuşulduğu doğrudur. Ama, biraz önce de ifade ettiğim gibi, konuşulmuş olması, düşünülmüş olması bir şey ifade etmemektedir, önemli olan bunların hayata geçirilmesidir. Anavatan Partisi, bu önerileri ortaya koymakla, aynı zamanda, bu önerileri hayata geçirecek iradeyi de zorlamayı amaçlamaktadır.

Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi, kurulduğu 1983 yılından beri, daima, Türkiye’nin önüne yeni ufuklar açmanın çabası içindedir. Statükoyu muhafaza gayretleriyle ülkenin ve toplumun önünü açma çabaları, birlikte yürümemektedir. Türkiye, bugüne kadar ne çektiyse, idarei maslahatçılık anlayışından çekmiştir. Sorunlar, bazen üzeri örtülerek, bazen geleceğe ertelenerek, bazen de kimi göstermelik değişikliklerle çözülmüş gibi gösterilerek geçiştirilmeye çalışılmıştır.

Türkiye, 1983 yılından 1991 yılına kadar geçen dönemde dünyanın en süratli ve en radikal değişikliklerini gerçekleştiren ülkedir. Bu döneme damgasını vuran Anavatan anlayışı, statükoyu yerle bir ederek, sorunlara köklü, yapısal ve çağdaş çözümler getirme esasına dayanmıştır. 1991 yılından sonra ise, statüko ve onun yeni bir şeyler üretme yerine mevcudu sömürme temeline dayanan anlayışı, siyasetten ekonomiye kadar her alanda maalesef ülkeye yenide egemen olmuştur. Bugün dahi, bu zihniyetin bir kurtarıcı edasıyla yaptığı inandırıcılıktan uzak çıkışlarla karşılaştığımız ortadadır.

Anavatan Partisi olarak, geçtiğimiz beş yılda, her fırsat bulduğumuzda, eldeki imkânlar ölçüsünde, ülkeyi bu anlayıştan kurtarma mücadelesini verdik. Türkiye’yi yeniden demokratik ve ekonomik atılımlar ülkesi haline getirme gayreti içerisinde olduk. Kalkınmanın iki ana unsuru olarak gördüğümüz demokrasi ve ekonomi konusundaki hassasiyetimiz yüzünden olmadık suçlamalarla, ithamlarla, saldırılarla karşılaştık. Demokrasimizin kesintiye uğramaması için yaptığımız fedakârlık, demokrasiye darbe vurma gibi gösterilmeye çalışıldı. Ekonominin batağa girmesini önlemek için gösterdiğimiz titizlik, bizi hükümetten düşürmenin bahanesi olarak kullanıldı. 1999 yılının kayıp ve batak bir yıl olmasının tek sebebi, Anavatan Partisine düşmanlık edenlerin sorumsuz ve hatta art niyetli dayatmalarıdır. Biz, ülkenin ve milletin esenliği için gösterdiğimiz ama arka planını insanımıza yeterince anlatamadığımız gayretlerimizin cezasını, 18 Nisanda hak etmediğimiz bir sonuçla ödedik.

1999 seçimlerinden itibaren, tarihi bir perspektiften, kapsamlı, siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik değerlendirmeler yaptık. Toplumsal ve siyasal özeleştiri niteliği de taşıyan bu değerlendirmelerimiz, kamuoyunda da ilgiyle karşılanmıştır. Ancak, Parlamento aritmetiğinin kendiliğinden getirdiği bir yapı olarak koalisyon şartları, bizim değerlendirmelerimizi hükümet politikası haline dönüştürmemizi her zaman mümkün kılmamaktadır. Yaşanan ekonomik, siyasî ve idari boyutlu krizin bu derece ağır ve uzun süreli olmasının bir sebebi de budur. Biz, her fırsatta kriz doğuran sorunlara ve bunlar konusunda alınması gereken önlemlere işaret ettik. Özellikle Meclis grubu toplantılarımızda, defalarca bu konuları gündeme getirdik, görüşlerimizi ortaya koyduk. Biz, kendi sorumluluğumuzdaki bakanlıklarımızda, bu doğrultuda elimizden geleni yaptık. Ama, maalesef, bu görüşler bir bütün olarak hükümet icraatına tamamen hakim olamadı. Sadece şartlar dayattığında ve artık yapacak başka bir şey kalmadığında, bu görüşlerin bir kısmı hayata geçirilmeye çalışıldı. Bilhassa, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinden sonra, siyasetin, Parlamentonun ve hükümetin normal seyri, sorunların çözüm sürecinin gerisinde kalmıştır. Kapsamlı ve derinlikli politikaların ortaya konulması, kararlılık ve süratle uygulanması gerekmektedir.

İfade ettiğim gibi, içinde bulunduğumuz şartlar, sorunların müsebbipleri ve kaynakları üzerinde uzun uzun durmamıza izin vermeyecek kadar ağırlaşmıştır. Gün, suçlu, sorumlu arama günü değildir. Gün, sorunlara acil ve radikal çözümler getirme günüdür.

Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi olarak biz, Kasım 2000’de yaşanan ilk kriz sonrası, Partili bakanlarımız, Meclis Grubumuz ve Parti Yönetimimizle konuyu enine boyuna değerlendirdik. Bütün gelişmeleri yakından takip ettik. Bu kürsüden defalarca ekonomiye, siyasete, devlet yapısında gördüğümüz eksikliklere, yanlışlara ilişkin görüşlerimizi dile getirdik, uyarılarımızı yaptık. Şubat krizi patlak verdiğinde Meclis Grubu olarak toplandık ve sabaha kadar ülkenin içinde bulunduğu durumu, buraya nasıl gelindiğini, ne tür önlemler alınabileceğini konuştuk, tartıştık. Büyük Kongremizden sonra, Abant ve Kartalkaya’da, il başkanlarımız, Merkez Karar Yönetim Kurulu üyelerimiz ve Meclis Grubumuzla yaptığımız toplantılarda konuyu yeniden değerlendirdik. Tüm bu süreçten süzülen görüş ve öneriler, arkadaşlarımız tarafından kurduğumuz çalışma grupları tarafından rapor haline getirildi ve nihayet geçtiğimiz hafta kamuoyuna açıklandı.

Siyaset, yönetim ve ekonomi konularındaki yaklaşımlarımızı ve somut önerilerimizi içeren çalışmalar, bir anda ortaya çıkmış görüşler değildir; bunlar, uzun bir sürecin sonucudur.

Anavatan Partisi, bu çalışmalarda yer alan siyaset kurumuna ve hükümete ilişkin değerlendirmelerin hiç birisinin dışında değildir. Yani, kendimizi, yaptığımız eleştirilerin hiç birisinin dışında tutmadık. Bizim, kimi zaman aleyhimize neticeler doğursa da, özeleştiri geleneği ve parti içi demokrasi sistemi en iyi işleyen parti olduğumuzu hiç kimse inkâr edemez. Kusurlardan ve hatalardan arınmış olmak, sadece Allah’a mahsus bir özelliktir. İnsanlar ve kurumlar, kusurları ve hatalarıyla vardır. Önemli olan, bu eksikleri zamanında tespit etmek, gerekli tedbirleri doğru ve yeterli bir şekilde alabilmektir.

Şimdi, Anavatan Partisi olarak biz diyoruz ki, gelin,  artık gizlenmesi, saklanması, kamufle edilmesi, örtülmesi mümkün olmayan eksiklerimizi açık yüreklilikle ortaya koyalım. Bu süreç, hiç şüpheniz olmasın ki, aynı zamanda çözümleri de beraberinde getirecektir. Nitekim, Anavatan Partisi olarak, bizim, kamu yönetiminden ekonomiye kadar temel sorun alanlarında ortaya koyduğumuz çözümlerin büyük bir bölümünün başka partiler tarafından da paylaşıldığını biliyoruz. Bizim, ülkenin ve milletin sorunlarının çözümüne ilişkin önerilerimiz konusunda hiçbir siyasî kıskançlığımız yoktur. Tam tersine, biz bu önerileri, üzerinde konuşulsun, tartışılsın, mutabakata varılsın ve en sonunda uygulamaya geçilsin, uygulamaya geçecek kıvama gelsin diye ortaya koyuyoruz. Bu önerileri paylaşan, onlara katkı sağlayan herkese huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, siyaset ve ekonomi, birbirinden bağımsız alanlar değildir. Ekonomik alanda ortaya çıkan sorunların kaynağı çoğu zaman siyasidir. Aynı şekilde, ekonomik sorunların ciddî siyasî yansımaları da ortaya çıkabilmektedir. Bunun için, siyaset ile ekonominin birlikte ele alınması, çözümün her iki alanda da birlikte aranması gerekir.

Partimizin hazırladığı siyasî ve ekonomik tedbirler paketi, birbirini tamamlar niteliktedir. Kamuoyuna açıklanan siyasî ve ekonomik tedbirler paketinde yer alan önerilerimizden bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum:

Merkezi yönetimin, yani hükümetin mahallî nitelik taşıyan tüm görev, yetki ve imkânları yerel yönetimlere devredilmelidir. (Alkışlar)

Yerel yönetimlerde karar ve icra birimleri birbirinden ayrılmalı ve birbirini kontrol eden mekanizmalar kurulmalıdır.

Bakanlıkların hükümet ortaklarına dağılımında sektörel ilgi ve ilişkileri ön planda tutan yeni bir yaklaşım benimsenmelidir.

Siyasî Partiler Yasası ve Seçim Yasasının yeniden ele alınarak, siyaset kurumunun yeniden yapılandırılması sağlanmalıdır.

Güvenin yeniden kazanılması için, yolsuzlukların önlenmesi ve sivil toplumun geliştirilmesi konusunda bu hükümet özel bir misyon yüklenmelidir.

Tüm yeniden yapılandırma, hükümet, siyaset, sistem, ekonomi girişimlerinin ruhunda var olacak anlayış, vatandaşa güvenin esas, kuşkunun istisnai olmasıdır.

Kamudaki gereksiz istihdama ayrılan kaynaktan çok, bu hantal ve verimsiz yapının üretimi engellemesinin topluma ödettiği alternatif sistem maliyeti önemlidir.

Seçim sistemi yeniden gözde geçirilmeli, daraltılmış seçim çevreleri getirilmelidir.

Belediye başkanlıkları seçimleri iki turlu olmalıdır.

Yeni vergi getirilmemeli, enflasyon muhasebesi sistemine geçilmelidir.

Sermayeye ve yatırımlara sağlanan kolaylıklar, yerli yabancı, yeşil kızıl ayrımı yapılmadan uygulanmalıdır.

Matrah, stok, servet, sicil affı gibi uygulamalarla yeni ve sağlam bir  başlangıcın temeli atılmalıdır.

Kayıt dışı varlık, iş, işlem ve istihdamın önüne geçilebilmek için vergi oranları makul düzeye çekilmelidir.

Ekonomiyi kayıt altında tutmayı kolaylaştırmak için, nakit para yerine kredi kartı ve çek gibi kaydi para kullanımı özendirilmelidir.

Teşvik mevzuatı ve uygulaması, verimlilik, araştırma geliştirmeyi özendirme gibi rasyonel yaklaşımlarla gözden geçirilmelidir.

İhracat işlemleri basitleştirilmeli, ihracatçıya verilen destek güçlendirilmelidir.

Şirketlerin iflas yoluyla yok olup gitmesi yerine, rehabilite edilip ekonomiye yeniden kazandırılmasını sağlayacak yöntemler getirilmelidir.

Yatırımları teşvik için karmaşık bürokratik işlemler kaldırılmalı, yatırımcılar tek bir bürokratik merciyle muhatap kılınmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, bu önerilerimizin çok daha detaylı şekli, yani 100’ü aşkın somut öneriyi içeren öneri paketimizi koalisyon ortaklarımıza önümüzdeki günlerde vereceğiz. Dün yaptığımız liderler toplantısında, 2002 bütçesinde alınması gereken bazı tedbirleri görüştük. Bunları ilke kararına bağladık. Önümüzdeki birkaç gün içerisinde acil alınacak önlemler kamuoyuna da açıklanacak ve yürürlüğe konulacaktır. Orada da göreceksiniz ki, bizim önerdiğimiz bazı hususlar, acil, çok kısa vadede uygulanmasını önerdiğimiz bazı hususlar, zaten hayata geçirilmiş olacaktır.

Ama, bizim söylediğimiz başka bir şey daha var; Türkiye eğer bu krizden çıkarken, ileride yeniden benzer krizlere yakalanmamak istiyorsa, yapısındaki zaafları da mutlaka gidermek zorundadır. Bunun için bir yeniden yapılanmaya ihtiyacımız var. Bu yeniden yapılanma işini yaparken, bu yenide yapılanmayı gerçekleştirirken, geçmişteki hatalara düşmemeliyiz. Bu konuda radikal olmalıyız, kararlı olmalıyız.

Hiç kimse, önümüzdeki yılın, 2002 yılının kolay bir yıl olacağını düşünmemelidir. 2002 yılı, krizden çıkış açısından hayatî bir yıl olacaktır, zor bir yıl olacaktır, büyük fedakârlık gerektiren bir yıl olacaktır. Ama, Türkiye’nin açmazı şuradadır ki: Türkiye’de devlet 2002 yılına girerken, vatandaşına dönüp ondan ek fedakârlık isteme imkânına sahip değildir. Çünkü vatandaşımızın bugünkü koşullarda yapabileceği herhangi bir fedakârlık kalmamıştır. Binaenaleyh, ek bütçe gelirleri, yeni vergiler mümkün değildir. Yapılacak olan şey, fedakârlığı vatandaşın yerine devletin yapmasıdır. Devletin yapacağı fedakârlık, devletin küçülmesi şeklinde olacaktır. Devlet nasıl küçülecektir: Bir kere, fonksiyonunu kaybetmiş olan bazı kurumlarını kapatacaktır. Bu araştırma sırasında ortaya çıkan bazı kurumlar var ki, ben Türkiye’de üç defa Başbakanlık yapmış biri olarak, devletle bu birimlerin olduğunu bilmiyorum. Yirmi sene önce, otuz sene önce kurulmuş olan bazı birimler, hâlâ fonksiyonlarını devam ettiriyorlar, hâlâ kadrolarını devam ettiriyorlar, devletten ödenek alıyorlar; ama, hiçbir işlevleri kalmamıştır. Bunlar tasfiye edilecek.

Kurumların yeniden yapılanmasında, mutlaka cesur davranmak zorundayız. Köy hizmetleri gibi, tamamen mahallî nitelik taşıyan, mahallî hizmet veren bir kurumunu Ankara’da olması, Ankara’daki bir bakanlığa bağlı olması, bölge müdürlükleri aracılığıyla çalışması, günümüz şartlarında kabul edilemez. Köy hizmetleri teşkilatını lağvettiğimiz, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünü lağvettiğimiz, bölge müdürlüklerini kapattığımız, Köy Hizmetlerinin bütün makine, ekipman ve personelini il idarelerine devrettiğimiz zaman, devletin bu işten 500 milyon dolarlık tasarrufu söz konusudur. (Alkışlar) Ama, daha önemlisi, hepimiz biliyoruz ki, eğer Köy Hizmetlerinin programları, bölge müdürlüklerinde, Ankara’daki genel müdürlükte, ilgili bakanlıkta onaylanmak yerine mahallinde yapılırsa, il özel idarelerinin kaynaklarıyla merkezden onlara tahsis edilecek olan ödenekler birleşirse, bugün yapılanın iki – üç katı hizmet  yapmak mümkün olabilecektir.

Dolayısıyla, ikinci atmamız gereken adım, merkezi hükümetin gasp ettiği yetkileri, çağdaş yönetim anlayışına uygun olarak mahallî idarelere terk etmektir. Bunun ilk örneği, en çarpıcı örneği, ilk önemli adımı Köy Hizmetleridir. Şu anda Mecliste İçişleri Komisyonunda olan Mahallî İdareler Yasası çıktığı zaman, bunu birçok devlet kurumu izleyecektir. Bugün bakanlıklar tarafından yürütülen birçok hizmetler, bu kanunla birlikte, zaman içerisinde, hem bütçeleri, hem kadrolarıyla birlikte mahallî idarelere devredilecektir.

Yine gözden geçirmemiz gereken diğer bir husus, devletin personel politikasıdır. Bugün devlette, sanıyorum 2 300 000’i memur, 450 000’i işçi olmak üzere, 2,5 milyonu aşan, 3 milyona yaklaşan insan çalışmaktadır. Bu kadar kalabalık bir devlet teşkilatını Türkiye’nin artık daha fazla taşıyabilmesi mümkün değildir. Bankalar, kredi vermek için şirketlerin verimli çalışmasına, faiz dışı kâr sağlamasına dikkat ederler, onu gözetirler; yani, işletme kârı yapmasına dikkat ederler. Bunun için de işletmelerin verimlilik artırmak için en başta başvuracakları yol, kendi bünyelerindeki gizli işsizliği önlemektir. Ama, ben buradan size itiraf ediyorum ki, Türkiye’deki en büyük gizli işsizlik kamudadır, devlettedir. Onun için, devletin yeni istihdam politikasını, gizli işsizliği önleyecek, istihdamda verimliliği sağlayacak şekilde mutlaka değiştirmemiz lazım. Bunun için de birtakım önlemleri bu hafta içerisinde alacağız, kamuoyuna açıklayacağız; ama, asıl 2002 yılını, bu alanda yeni bir yapılanma yılı olarak kabul etmek lazım.

Şimdi, önümüzde zor bir sene olduğunu söylüyorum. Ama, eğer bu seneyi, 2002 senesini, bütçe dengelerine sadık kalarak, bütçe hedefini yakalayarak değerlendirebilirsek, bunun aynı zamanda, Türkiye için, bu krizdeki son zor yıl olacağını söylüyorum. 2003 başından itibaren Türkiye yeni bir hamle yapabilir, yeniden önemli bir büyüme hızını yakalayabilir. Uluslar arası kuruluşlara göre, Türkiye bu krizden çıktığında, dünyadaki büyüme potansiyeli en yüksek olan ülke Türkiye’dir. Daha bu konuda dün, evvelsi gün yayınlanan raporlarda bu işaret edilmiştir.

Burada gözden kaçırmamamız gereken bir husus, 2002 sonu, yani önümüzdeki yılın sonu, Türk ekonomisinde bir dönüm noktasıdır. Çünkü, 2002 sonunda, Türkiye, ekonomik ve mali milat ilan etmiştir. 2003 başından itibaren Türkiye’de kayıtlı ekonomik sistem tümüyle işlemeye başlayacaktır. Biliyorsunuz bu daha önce çıkarılmış, 1998 yılında çıkarılmış olan kanunun öngördüğü bir husustu. Bunu sağlayabilmek için  o zaman bazı tedbirler uygulandı. Ama, maalesef o tedbirler istenilen sonucu sağlamadı, üstelik ekonomik krizlerle karşılaştık. Onun için, bu mali milat uygulamasını önümüzdeki yılın sonuna erteledik. 2002 yılında, böyle köklü bir değişimi gerçekleştirebilmek için, sene sonunda böyle köklü bir değişime geçebilmek için, yıl içerisinde mutlaka radikal bazı uygulamaları gerçekleştirmemiz lazım. Eğer bunları yapabilirsek, 2003 başından itibaren Türkiye’de, bizim öteden beri savunduğumuz vergi oranlarını aşağıya çekip vergi tabanını genişleterek, enflasyon muhasebesini gerçekleştirerek, Türkiye’de yeni bir büyümenin ivmesini sağlayabiliriz. Eğer, 2002 yılında bunları yapmazsak, bunları yeniden ihmal edersek, ertelersek, o zaman bu ekonomik dönüşümü hiçbir zaman yapamayız. Kayıtlı ekonomiye geçemeyen bir Türkiye’nin, bunun şartlarını hazırlamayan bir Türkiye’nin de Avrupa Birliğiyle, bırakınız  diğer zorlukları, ekonomik bütünleşmesini dahi sağlayabilmesi mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, bütün bunları gerçekleştirmek için, ekonomideki koordinasyon sorununu daha iyi bir çözüme bağlamak lazım. Burada ifade etmeye çalıştığım oldukça kapsamlı olan siyasî ve ekonomik tedbirler paketimizde yer alan konuların hepsi bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır ve bir sorunun çözümünü hedeflemektedir. Bu öneriler, aslında, sıkıntıları bizzat yaşayan çevrelerin de talep ve önerileriyle büyük ölçüde örtüşmektedir. Biz, bir anlamda siyaset kurumunun asli görevi olan toplum kesimlerinin talep ve isteklerini programlaştırma işlevini de bu şekilde yerine getirmiş oluyoruz. Binaenaleyh, bu davranışımızla doğru yaptığımıza inanıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye büyük ve güçlü bir ülkedir. Böyle olduğu için de, ne kadar kendi içine kapanırsa kapansın, ne kadar günlük sorunları içinde boğulursa boğulsun, kendisini dış dünyadaki gelişmelerden soyutlayabilmesi de mümkün değildir. Kıbrıs’tan Afganistan’a kadar ülkemizin çıkarlarını çok yakından ilgilendiren birçok girift dış politik gelişmeyle karşı karşıyayız. Türkiye, ekonomik kriz yaşıyor diye, bu gelişmeleri görmezlikten gelme hakkına sahip değiliz. İçeride yaşadığımız kriz ne kadar ağır olursa olsun, dış politikada vizyonumuzdan taviz veremeyiz. Rum kesiminin, Avrupa Birliği genişleme sürecinin ilk halkasına girmesiyle tırmanan Kıbrıs sorunu, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin de en kritik eşiklerinden birisidir. Aynı şekilde Afganistan odaklı gelişmelere, bölgeye asker göndermek suretiyle doğrudan müdahil olmamız, yeniden kurulan dünya dengelerindeki konumumuz bakımından fevkalade önemlidir. Dış politika alanında bugüne kadar verdiğimiz kararlar, attığımız adımlar, ülkemizin gelecekteki yerini belirleyecek, duruşumuzu yeniden biçimlendirecektir.

Parti olarak, bu gelişmeleri hem yakından izlemek hem de bu konudaki hükümetin ve Meclisimizin politikalarını yönlendirmek durumundayız. Görüşlerimizi ve önerilerimizi hükümete götürmek, bunlardan kabul görenlerin de devlet politikası haline gelmesi için gayret gösterme sorumluluğumuz vardır.  Anavatan Partisinin siyaset anlayışı ve sorumluluk bilinci bunu gerektirmektedir. Onun için, Sayın Kamran İnan’ın kapalı oturumda önerdiği, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Kıbrıs ağırlıklı olmak üzere dış politika konularının ele alınacağı bir genel görüşme yapılması önerisini desteklediğimiz ifade etmek istiyorum. Anavatan Partisi olarak buna önemli katkı sağlayabileceğimize inanıyorum. Parti Grubumuzda ve Yönetim organlarımızda görev alan bütün arkadaşlarımın, bütün partili arkadaşlarımın, bu konuları titizlikle takip etmelerini, görüşlerini, önerilerini bu konudaki ilgili arkadaşlarımıza iletmelerini istiyorum.

Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (Alkışlar)