- Anavatan Partisi Genel Başkanı
- Sayın Mesut Yılmaz’ın
- ANAP Meclis Grubu Toplantısında
Yaptığı Konuşma
9 Ocak 2001
Değerli
arkadaşlarım, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)
Fethiye’den, Göcek’ten bugün aramıza
katılan bütün arkadaşlarımıza hoş geldiniz diyorum.
Biraz
önce Anavatan Partisine katılan Göçek Belediye Başkanına,
belediye meclisi üyesi arkadaşlarımıza, bütün Anavatan Camiası
adına aramıza hoş geldiniz diyorum. İnşallah bundan sonra, hep
birlikte, Türkiye’nin gözbebeği olan bu beldeye hizmet etmeye
devam edeceğiz. (Alkışlar)
Bugün, bu
sevindirici olayın yanında bir de üzücü olay yaşadık. Bu sabah
ebediyete intikal eden, Partimize milletvekili ve bakan olarak hizmet
etmiş olan Yusuf Bozkurt Özal arkadaşıma Allah’tan rahmet
diliyorum. Ailesine, bütün Anavatanlılara başsağlığı
diliyorum.
Değerli
arkadaşlarım, uzun bir bayram ve yılbaşı tatilinden sonra, yoğun
bir çalışma dönemine girmiş bulunuyoruz. Bu vesileyle, 2001 yılının
milletimize ve Partimize hayırlı olmasını, Türkiye’nin her
alandaki sorunlarının çözümüne katkıda bulunmasını diliyorum.
2001 yılı,
Türkiye’nin geleceği açısından büyük önem taşıyan bir yıldır;
ama, özellikle 2001 yılının ilk aylarının bu açıdan daha da önemli
olduğuna hepinizin dikkatini çekmek isterim. Dün yaptığım basın
toplantısında, bu konudaki görüşlerimi, bu çerçevedeki düşüncelerimi
ayrıntılı olarak kamuoyuyla paylaştım. Bugün, burada, diğer
konulara ilave olarak, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz konusundaki
gelişmeler üzerinde duracağım.
Değerli
arkadaşlarım, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz konusunda, her şeyden
önce, herkesin şunu iyi bilmesi lazımdır: Bizim, Avrupa Birliği
ilişkilerimizin bugün gelmiş olduğu nokta, çok sancılı geçen,
çok zorlu geçen gelişmelerin sonucunda gelinmiştir. Yani, Avrupa
Birliği, Türkiye’yi, kırmızı mühürlü mektupla davet etmiş
falan değildir. Bilakis, Türkiye, ta başlangıçtan beri, Avrupa
Birliği kapısını âdeta zorlamıştır. Türkiye’ye adaylık
statüsünün verilmesi, yani Helsinki Zirvesinde alınan karar,
Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde bir dönüm noktasıdır.
Helsinki’de Türkiye’ye verilen adaylık statüsü, gerek bu kararın
öncesinde, gerek sonrasında Avrupa’da ciddî biçimde tartışılmıştır.
Bu tartışmalar, bugün hâlâ devam etmektedir.
Aslında, Türkiye’ye
adaylık kapısının açılmasını sağlayan Avrupa’daki ve dünyadaki
dengeler olmuştur. Ayrıca, Türkiye’nin bu konuda Lüksemburg
sonrasında takındığı tavır ve nihayet Avrupa’daki o tarihteki
siyasî iktidarların yapısı da, bize adaylık statüsü verilmesini
kolaylaştıran unsurlar olmuştur.
Maalesef, özellikle
Helsinki sonrasında, Avrupa’daki bazı çevrelerin Türkiye’ye
karşı olan olumsuz tutumlarında, çok ciddî bir artış gözlenmektedir.
Avrupa Birliği içerisinde yer alan Türkiye karşıtı bazı çevreler,
kimileri açıktan, kimileri de örtülü biçimde Türkiye’nin üyeliğini
engellemenin hesabı ve çabası içindedirler. Türkiye’nin üyeliğiyle
ilgili süreçte karşımıza olmadık engeller çıkarılmasının
esas nedeni burada yatmaktadır.
Aslında, Türkiye’yle
ilgili, son zamanlarda, bazı Avrupalı şahsiyetlerin, mesela
Almanya’da Başbakanlık yapmış olan Helmut Şchimit’in
Fransa’da devlet başkanlığı yapmış olan Jiskar Desten’in, çok
itici, çok kırıcı bir üslup kullanmalarının altında, çok ince
bir hesap yatmaktadır. Buna, hepinizin dikkatini çekmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi olmasına, kendi
çıkarları açısından karşı çıkanlar var. Türkiye’yi
Avrupa’da istemeyenler var. Bunlar, bir kısmı doğrudan doğruya Türkiye’yi
istemediklerini söylüyorlar. Ama, bir kısmı, daha ince bir yol
izliyorlar. Bizim Avrupa Birliğini reddetmemizi sağlamaya çalışıyorlar.
Yani, bunu bize söyletmek istiyorlar.
Aslında, Türkiye’yi,
Avrupa Birliği içerisine, şu veya bu nedenlerle, daha çok
stratejik nedenlerle Avrupa Birliği içerisinde olmasını isteyenler
dahi, bunun kısa vadede olmasını arzulamıyorlar; yani, Türkiye,
65 milyonluk nüfusuyla eğer yarın Avrupa Birliği içerisinde yer
alırsa, bunun kendileri açısından, özellikle ekonomik bakımdan
doğuracağı sakıncaları biliyorlar. Onun için, mümkün olduğu
kadar Türkiye’nin üyeliğini ertelemeye çalışıyorlar.
Dolayısıyla,
şu anda Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizde mevcut olan statü,
yani Türkiye’nin iki arada bir derede, Avrupa Birliğine üye
olmadan, Avrupa Birliğinin hemen kapısının önünde adaylık statüsü
içerisinde beklemesi hepsinin işine geliyor. Ama, bu durumdan, bu
belirsizlikten, bu durumun yarattığı belirsizlikten asıl rahatsız
olması gereken Türkiye’dir, asıl rahatsız olması gereken biziz.
Dolayısıyla, bugünkü durumu değiştirmesi gereken, Türkiye’nin
bir an önce Avrupa Birliği kriterlerini gerçekleştirmesini ve
Avrupa Birliğine üyeliğin kapısını zorlaması gereken biziz, sağlaması
gereken biziz. Avrupa’ya bırakırsanız, bugünkü durumun
ilanihaye sürmesinde, elli sene sürmesinde onların hiçbir itirazı
olmaz, belki onların tercihi de budur. Ama, bizim bir şeyler yapmamız
lazım, bizim bu durumu değiştirmemiz lazım. Bizim, gelecek kuşaklara
olan sorumluluğumuz buradadır.
Peki, ne
yapacağız? Katılım Ortaklığı Belgesi diye bir belge çıkardılar.
Nice Zirvesinde de bunu kabul ettiler, onayladılar. Bu belgede yapmamız
gereken, yani Avrupa Birliğine üye olmamız için yapmamız gereken
belki bin tane şey yazılı.
Şimdi, Türkiye’de
yapılan şey, aslında yapılabilecek en büyük yanlışlıklardan
birisidir. Bu bin tane şey içerisinden bizim açımızdan hassasiyet
doğuran iki – üç tanesini çekip çıkarıyoruz, aslında uzlaşmayla
zaman içerisinde kolayca çözebileceğimiz meseleleri Avrupa Birliği
ilişkilerimizde en önemli hayatî meseleler olarak öne çıkarıp,
bütün tartışmayı onun üzerinde yoğunlaştırıyoruz. Böyle bir
tartışma üslubu, böyle bir tartışma şekli Türkiye’nin lehine
değildir. Evvele bu yanlıştan kurtulmamız lazımdır. Yani, Sayın
İrtemçelik’in bir gazetedeki yazısında söylediği gibi, iki –
üç tane ağaçla uğraşıp ormanı gözden kaçırmamamız lazım.
Avrupa Birliği üyeliğinin Türkiye’yi sağladığı faydaları,
avantajları doğru görmemiz lazım. Ama, Türkiye’nin Avrupa Birliği
üyeliği gibi, aslında ilk defa 1980’lerin başında Anavatan
Partisinin başlattığı bir büyük sürecin Türkiye’ye sağlayacağı
avantajları görmezlikten geliyoruz, unutuyoruz, meseleyi sadece bir
Kürtçe televizyon tartışması, bir bilmem ne meselesi olarak
takdim etmeye çalışıyoruz. Bu Türkiye’nin lehine değildir.
Evvela, Türkiye’nin bu ilkel tartışma ortamından çıkması lazımdır.
Şimdi, önümüzdeki
dönemde iki dönemeç var: Birinci dönemeç, bu Katılım Ortaklığı
belgesine karşılık bizim hazırlayacağımız ulusal programın,
yani Türkiye’nin bu katılım ortaklığı belgesinde yapması
istenilen şeyleri hangi zaman içinde, nasıl gerçekleştireceğini
ifade eden belgenin, bir anlamda Türkiye’nin taahhütlerinin bir an
önce resmiyet kazanması. Bu konuda hazırlıklarımızı tamamladık,
ulusal program taslağımızı hazırladık. Ayın 16’sında, yani
haftaya bugün, önümüzdeki hafta Salı günü liderler toplantısında
bunu görüşeceğiz. Zannediyorum ki, orada bir mutabakata varacağız
ve daha sonra Bakanlar Kurulunda görüşüp bunu yayınlayacağız.
Türkiye’nin
ulusal programını yayınlamasından sonra, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde
ikinci dönemeç, Nice Zirvesinde kabul edilen Katılım Ortaklığı
belgesinin Avrupa Parlamentosunda da onaylanması ve bununla ilgili
malî hükümleri içeren çerçeve yönetmeliğin kabulüdür. Çerçeve
yönetmeliği, bu Katılım Ortaklığı belgesinde bizden yapmamız
istenen, ulusal programda da bizim yapmayı taahhüt ettiğimiz şeyleri
yapabilmemiz için bize malî destek sağlayacak olan bir belgedir.
Yani, Avrupa Birliğinin bize bu konuları yapabilmemiz için sağlayacağı
malî yardımları içeren, malî desteği içeren bir belgedir.
Bu iki dönemeci
döndükten sonra, artık, Türkiye – Avrupa Birliği ilişkilerinde
yeni bir dönem başlayacaktır. Kuralları belirlenmiş, belgelere bağlanmış,
taahhütleri açıklanmış, sadece beklentileri değil Türkiye’nin
taahhütleri de belgeye bağlanmış olan yeni bir dönem başlayacaktır.
Bu dönem ne kadar sürecektir? Bunu, bugünden kestirmek mümkün değildir.
Ama, hatırlarsanız, Avrupa Birliğiyle ilgili bu kürsüden daha önce
yaptığım konuşmaların hiçbirinde, ben size bir vade vermedim,
bir tarih vermedim. Bazı vade verenler oldu; ama, ben hiçbir vade
vermedim. Ben her zaman şunu söyledim: Bu sürenin uzunluğunu veya
kısalığını tayin edecek olan Türkiye’nin performansıdır. Türkiye
bu taahhütlerini, ulusal programda ifade ettiği taahhütleri ne
kadar kısa zamanda gerçekleştirirse, bu süre o kadar kısa olacaktır.
Bunları gerçekleştirmede ne kadar zorlanırsak, ne kadar ihmal gösterirsek,
bu süre o kadar uzayacaktır. Dolayısıyla, bu süre tamamen bize bağlıdır,
bizim elimizdedir. Ha, bu sürenin bugünkü noktaya gelmesinde bizim
istediğimiz süratin gösterildiğini söyleyebilmek mümkün değildir.
Biz, bundan sonra, bu sürenin mümkün olduğu kadar kısa olmasına
çalışacağız. Ama, birtakım zorluklarımız olduğunu, birtakım
uzlaşmaya muhtaç konuların olduğunu da, hiç kimseden
gizleyemeyiz.
Binaenaleyh,
bu vesileyle bizim söyleyebileceğimiz şey şudur: Anavatan Partisi,
hükümette ne kadar güçlü olursa, iktidarda ne kadar ağırlıklı
olursa, Türkiye’nin Avrupa Birliğine giden yolu da o kadar kısalacaktır.
Bu, hiçbir zaman, Türkiye’nin ulusal menfaatlerinden taviz anlamına
gelmeyecektir, Türkiye’nin millî meselelerinde taviz anlamına
gelmeyecektir. Ama, değerli arkadaşlarım, Türkiye, fert başına
geliri 3 bin dolar olan bir ülkedir. Siz, 3 bin dolarlık millî
gelirinizle, ortalama fert başına millî geliri 20 bin doların üzerinde
olan bir zenginler kulübüne üye olmak için yola çıktınızsa, bu
başlıbaşına bir cesaret örneği demektir. Yani siz, kendinizden
yedi katı, sekiz katı daha zengin olan insanlarla eşit şartlarda
bir ortaklığa hazır olduğunuzu söylüyorsunuz. Sadece bununla
kalmıyorsunuz, 1996’da onlarla bir gümrük birliği kuruyorsunuz;
yani, sanki siz de aynı gelir seviyesindeymişsiniz gibi, onlarla karşılıklı
dış ticaretinizi tamamen serbestleştiriyorsunuz, gümrük
vergilerini kaldırıyorsunuz ve bunu beş sene, büyük fedâkarlıklar
pahasına uygulayabiliyorsunuz. Bunu dünyada yapan tek ülkesiniz. O
zaman, sizden, bu noktada, biraz daha özgüven beklenir, kendinize güvenmeniz
beklenir, cesaret göstermeniz beklenir. Eğer, her atacağınız adımda,
ben bu adımı atarsam yarın parçalanırım, yarın bölünürüm,
yarın şöyle olurum diye düşünürseniz, siz bu işi hiçbir zaman
gerçekleştiremezsiniz. (Alkışlar)
Benim bugün
değinmek istediğim konulardan birisi şudur: Bugün, Avrupa Birliğiyle
ilişkilerimizin geldiği nokta, demin size ifade ettiğim, önümüzdeki
aylar içerisinde atılacak olan adımlar sonunda geleceğimiz nokta
bir geçici statüdür, bir nihai hedef değildir, bir geçici statüdür,
geçici bir durumdur. Bu geçici durumdan bir an önce kurtulmak bizim
lehimizedir. Bizim hep bu durumda kalmamız Avrupa’nın lehinedir.
Çünkü onların istediği, bizim kendilerinden kopmamamızdır.
Avrupa’nın dışına kaymamamızdır; ama, içine de girmememizdir.
İçine de girdiğimiz zaman, kendileri açısından ciddî riskler
vardır. Ama, bizim menfaatimiz içine girmektir. Onun için, bu
durumu değiştirmektir. Bu durumu değiştirmek için, biraz daha
cesur olmamız lazım, kendimize güvenmemiz lazım, karar almamız
lazım, bu kararları süratle uygulayabilmemiz lazım. Aslında demin
kapalı bölümde sizlerle görüştüğümüz konular, bir anlamda
Avrupa Birliğiyle ilişkili konular. Türkiye, devlet idaresinde, adlî
sisteminde, hukuk sisteminde o adımları bir an önce atmak zorundadır.
Ha, biz bütün
bu adımları atarsak, buna rağmen Avrupa’da Türkiye’yi almak
istemeyen güçler ağır basabilirler mi? Biz bu adımları attığımız
halde Avrupa’ya giremeyebilir miyiz? Bu ihtimal de vardır. Ama, bu
ihtimal, hiç birimizi ürkütmemelidir, korkutmamalıdır. Çünkü,
atılacak adımların hiçbirisi Türkiye’nin aleyhine değildir. Hiçbirisi
taviz değildir. Bunlar bizim zaten atmamız gereken adımlardır, bugüne
kadar yapmamız gereken şeylerdir. Size bir tek örnek vereyim:
Yolsuzluklarla mücadele meselesi. Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkilerinde,
aslında en fazla etkilenecek olan alanlardan birisi de burasıdır. Türkiye,
yolsuzluklarla mücadele konusunda çok kararlı bir mücadele göstermektedir.
Bu mücadele, bugünkü hükümet tarafından, 57 nci Hükümet tarafından
yürütülmektedir. Bu hükümet kurulduktan sonra Meclise getirdiği
ilk yasa tasarılarından birisi, bu konuda gerekli yasal imkânları
sağlayan 4422 sayılı Yasa olmuştur. Yani, Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle
Mücadele Yasası dediğimiz, bu konuda devlete yeni hukukî imkânlar
sağlayan yasa olmuştur. Bu yasayı, bu Meclis çıkardı, siz çıkardınız.
Bu yasaya dayanarak, bu Hükümet, yolsuzluklarla mücadele konusunda
büyük bir çalışma başlatmıştır. Bu çalışmayı, 57 nci Hükümet
yürütmektedir; ama, 57 nci hükümet içerisinde de, yolsuzluklarla
mücadele konusunda en büyük sorumluluk üstlenen bakanlıklar bizim
bakanlıklarımızdır; İçişleri Bakanlığıdır, Maliye Bakanlığıdır.
Bu mücadelede, tesadüfen operasyon yapılan bakanlıkların çoğu
da bizim bakanlıklarımızdır. Bugüne kadar 12 tane operasyon yapılmıştır,
İçişleri Bakanlığımız tarafından başlatılan 12 tane
operasyon vardır, bu 12 operasyonun zannediyorum büyük kısmı Gümrük
Müsteşarlığındadır, bir kısmı bankalardadır, en son da Enerji
Bakanlığındadır.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, dolayısıyla yolsuzluklarla mücadele konusunda çok
kararlı bir irade ortaya koyan, bir çalışma yürüten 57 nci hükümet
içerisinde bu sorumluluğu en fazla üstlenen parti Anavatan Partisi
olmuştur. (Alkışlar) Bu mücadeleyi yürütürken, bunun birçok
zorlukları olduğunu, bu mücadeleyi yürütmek için, devlet olarak,
sistem olarak, birçok eksiklerimiz olduğunu hiçbir zaman gözden çıkarmamamız
lazımdır.
Şimdi, bazıları,
Enerji Bakanlığında yürütülen operasyonda, eskiden Anavatan
Partisinden görev yapmış bir arkadaşımızın olmasını ön plana
çıkarıp, bunu sanki Anavatan Partisine karşı bir suçlama
vesilesi olarak veya Anavatan Partisinin imajını bozmak için bir fırsat
olarak değerlendirmek istemektedirler. Bu çevrelere söylenecek olan
şudur: Operasyonu yapan bizim bakanlığımızdır, İçişleri
Bakanlığıdır, operasyon yapan bizim bakanlığımızdır, Enerji
Bakanlığıdır. O halde, bu operasyonda, eskiden, bir tarihte
bizimle beraber olan bir arkadaşımızın, tesadüfen sanık veya şüpheli
olarak ortaya çıkması ne ifade eder? Bunu bize karşı kullanmak
isteyenler bir şey unutuyorlar; biz, Türkiye’de, eski bakanını
değil, görevdeki bakanını yolsuzluk nedeniyle Yüce Divana göndermiş
ilk Partiyiz. (Alkışlar)
Ama, ben
biliyorum ki, ben iddia ediyorum ki, bazı basın organlarının bu
meseleye yaklaşmasındaki esas faktör, yolsuzlukların ortaya çıkarılması
falan değildir. Onlar, buradan başka bir yere gitmek istiyorlar.
Onlar buradan, bütün siyasetçilerin aslında kirli olduğunu,
siyaset kurumunun Türkiye’de hiçbir sorunu çözemeyeceğini göstermek
istiyorlar. Bizim başlattığımız, bizim yürüttüğümüz
yolsuzluklarla mücadelede ortaya çıkan bir olayı bize karşı
kullanmaya çalışıyorlar. Benim isyanım bunadır.
Anavatan
Partisi olarak, korkacak, çekinecek, gocunacak hiçbir şeyimiz
yoktur. Yolsuzluklarla mücadele konusunda bugüne kadar bizim kadar
duyarlılık gösteren başka bir parti de yoktur. Bana bugün
gazetelerinde soruyorlar, samimiyetinizi ispat etmek için niye
dokunulmazlıkların sınırlandırılması konusunda teklifte
bulunmuyorsunuz? Bunu yazanların cahilliğine bakın ki, Anavatan
Partisinin bu konudaki teklifinin Meclis Başkanlığında beklediğini
de bilmiyorlar. (Alkışlar) Yani, siz, bu Hükümeti, şimdiye kadar
hiçbir hükümetin göstermediği kadar bu olayların üzerine gittiği
için kutlayacak yerde, bu olaydan bu hükümeti suçlamak için, bazı
imkânlar yaratmaya çalışırsanız, aslında bu mücadelenin
kendisine zarar verirsiniz. Maalesef, bazı basın organlarının bugün
içine düştüğü durum budur.
Türkiye’de,
siyasetçinin itibar kaybettiği, siyaset kurumunun tümüyle itibar
kaybettiği doğrudur. Bunda bazı siyasetçilerin hatasının olduğu
da doğrudur. Ama, değerli arkadaşlarım, bütün siyaset yapanların
namuslu olduğu, bütün siyasetçilerin dürüst olduğu dünyanın
hiçbir demokrasisi yoktur. İtalya’da bir Temiz Eller Operasyonu
yapıldı, başbakanlara kadar varan bütün bir siyaset sınıfı
tasfiye oldu. Siyasetçi içinde de yanlış yapan insanlar olacaktır.
O insanların ayrıcalığı da olmayacaktır, onların üstüne
gidilecektir, yaptıkları yanlış da yanlarına bırakılmayacaktır.
Ama, siz, münferit olaylardan yola çıkıp, genel olarak siyasetçi
sınıfını kirli ilan ederseniz, siyaseti sadece kendi menfaati için
rant için yapılan bir işi olarak takdim ederseniz, o zaman size
birileri çıkıp sorarlar; peki, bu sorunlar, milletin bunca yıldan
beri çektiği bütün bu sorunlar kim tarafından çözülecek, kim
bu sorunları çözecek? O zaman birini göstermeniz lazım. Siyasetçi
çözemiyorsa, siyaset kurumu çözemiyorsa, bu sorunu kim çözecek?
Türkiye’nin en büyük gazetelerinden birisinin, bu soruna cevap
olarak, öyle gerçek resmini de göstermeden, siluet halinde bir
asker üniforması basmasından utanç duyuyorum. (Şiddetli Alkışlar)
Benim her
zaman ısrarla vurguladığım gibi, Türkiye’de mevcut sorunların,
ağır sorunların, halkımızı yıllardan beri ezen bütün sorunların
çözümü siyasetin işidir. Diğer sorunlar gibi, yolsuzluklarla mücadeleyi
yürütmek de, sonuçlandırmak da siyasetin sorumluluk alanı içerisindedir.
Ülkemizde, maalesef, siyasetin yıpratılmasına, siyasetin kötü gösterilmesine,
bütün siyasetçilerin kirli gösterilmesine yönelik çok yönlü ve
çok aktörlü bir çaba vardır, bir kampanya vardır. Halbuki, bu
kampanyayı yürütenler artık görmelidir ki, siyasetin yıpratılması
aslında ülkenin sorunların çözümünü imkânsızlaştırmaktadır.
Siyaset kurumu küçüldükçe, siyasî partiler güç kaybettikçe,
insanlar siyasetten uzaklaştıkça, siyasetçinin inisiyatif alanı,
hareket alanı daraldıkça, aslında diğer bütün sorunlar gibi,
yolsuzluklar da daha çoğalmaktadır, daha büyümektedir. Siz
zanneder misiniz ki, yarın Türkiye’de demokrasi kalksa, siyasî
partiler kalksa, askeri yönetim gelse yolsuzluk olmayacak; daha büyük
yolsuzluklar o zaman olacak; çünkü, o zaman karanlık
olacak. (Alkışlar) Yolsuzlukları önlemenin dünyada denenmiş,
bulunmuş bir tek yolu var; o da aydınlıktır, şeffaflıktır. Ne
kadar şeffaflığı sağlarsanız, yolsuzluklarla o kadar etkili mücadele
edersiniz. Ne kadar karanlığı getirirseniz, yolsuzlukları o kadar
teşvik edersiniz.
Değerli
arkadaşlarım, eğer önümüzdeki engelleri aşar ve Avrupa Birliğine
üyelik yolunda adımlar atmaya başlarsak, bu sürecin Türkiye’ye
getirdiği en önemli faydalardan birisi de, siyaset kurumunun güçlenmesine
imkân verecek olmasıdır.
Bugün, ülkemizde
yolsuzlukların üzerine ciddiyetle, samimiyetle, kararlılıkla, icabında
kendi arkadaşları çıksa bile onlara kulak asmadan gitme cesaretini
gösteren parti Anavatan Partisidir.
Genelde,
siyaset kurumuna, özelde de Anavatan Partisine dönük olan bütün
bu yıpratma gayretlerinin sonuçsuz kalacağına inanıyorum.
Milletimiz, olup bitenleri görmekte, o engin sağduyusuyla her şeyi
yerli yerine oturtmaktadır.
Biz, ülkenin
ve milletin menfaatine olan her konuda ve her yerde doğru bildiğimiz
yolda ilerlemeye, hizmetlerimizi sürdürmeye devam edeceğiz. Gayret
bizden, destek milletimizden, takdir Cenab-ı Allah’tandır.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (Alkışlar) |