Anavatan Partisi Genel Başkanı
Sayın Mesut Yılmaz’ın
ANAP Meclis Grubu Toplantısında Yaptığı Konuşma

9 Ocak 2001

 

Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)

Fethiye’den, Göcek’ten bugün aramıza katılan bütün arkadaşlarımıza hoş geldiniz diyorum.

Biraz önce Anavatan Partisine katılan Göçek Belediye Başkanına, belediye meclisi üyesi arkadaşlarımıza, bütün Anavatan Camiası adına aramıza hoş geldiniz diyorum. İnşallah bundan sonra, hep birlikte, Türkiye’nin gözbebeği olan bu beldeye hizmet etmeye devam edeceğiz. (Alkışlar)

Bugün, bu sevindirici olayın yanında bir de üzücü olay yaşadık. Bu sabah ebediyete intikal eden, Partimize milletvekili ve bakan olarak hizmet etmiş olan Yusuf Bozkurt Özal arkadaşıma Allah’tan rahmet diliyorum. Ailesine, bütün Anavatanlılara başsağlığı diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, uzun bir bayram ve yılbaşı tatilinden sonra, yoğun bir çalışma dönemine girmiş bulunuyoruz. Bu vesileyle, 2001 yılının milletimize ve Partimize hayırlı olmasını, Türkiye’nin her alandaki sorunlarının çözümüne katkıda bulunmasını diliyorum.

2001 yılı, Türkiye’nin geleceği açısından büyük önem taşıyan bir yıldır; ama, özellikle 2001 yılının ilk aylarının bu açıdan daha da önemli olduğuna hepinizin dikkatini çekmek isterim. Dün yaptığım basın toplantısında, bu konudaki görüşlerimi, bu çerçevedeki düşüncelerimi ayrıntılı olarak kamuoyuyla paylaştım. Bugün, burada, diğer konulara ilave olarak, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz konusundaki gelişmeler üzerinde duracağım.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz konusunda, her şeyden önce, herkesin şunu iyi bilmesi lazımdır: Bizim, Avrupa Birliği ilişkilerimizin bugün gelmiş olduğu nokta, çok sancılı geçen, çok zorlu geçen gelişmelerin sonucunda gelinmiştir. Yani, Avrupa Birliği, Türkiye’yi, kırmızı mühürlü mektupla davet etmiş falan değildir. Bilakis, Türkiye, ta başlangıçtan beri, Avrupa Birliği kapısını âdeta zorlamıştır. Türkiye’ye adaylık statüsünün verilmesi, yani Helsinki Zirvesinde alınan karar, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde bir dönüm noktasıdır. Helsinki’de Türkiye’ye verilen adaylık statüsü, gerek bu kararın öncesinde, gerek sonrasında Avrupa’da ciddî biçimde tartışılmıştır. Bu tartışmalar, bugün hâlâ devam etmektedir.

Aslında, Türkiye’ye adaylık kapısının açılmasını sağlayan Avrupa’daki ve dünyadaki dengeler olmuştur. Ayrıca, Türkiye’nin bu konuda Lüksemburg sonrasında takındığı tavır ve nihayet Avrupa’daki o tarihteki siyasî iktidarların yapısı da, bize adaylık statüsü verilmesini kolaylaştıran unsurlar olmuştur.

Maalesef, özellikle Helsinki sonrasında, Avrupa’daki bazı çevrelerin Türkiye’ye karşı olan olumsuz tutumlarında, çok ciddî bir artış gözlenmektedir. Avrupa Birliği içerisinde yer alan Türkiye karşıtı bazı çevreler, kimileri açıktan, kimileri de örtülü biçimde Türkiye’nin üyeliğini engellemenin hesabı ve çabası içindedirler. Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili süreçte karşımıza olmadık engeller çıkarılmasının esas nedeni burada yatmaktadır.

Aslında, Türkiye’yle ilgili, son zamanlarda, bazı Avrupalı şahsiyetlerin, mesela Almanya’da Başbakanlık yapmış olan Helmut Şchimit’in Fransa’da devlet başkanlığı yapmış olan Jiskar Desten’in, çok itici, çok kırıcı bir üslup kullanmalarının altında, çok ince bir hesap yatmaktadır. Buna, hepinizin dikkatini çekmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi olmasına, kendi çıkarları açısından karşı çıkanlar var. Türkiye’yi Avrupa’da istemeyenler var. Bunlar, bir kısmı doğrudan doğruya Türkiye’yi istemediklerini söylüyorlar. Ama, bir kısmı, daha ince bir yol izliyorlar. Bizim Avrupa Birliğini reddetmemizi sağlamaya çalışıyorlar. Yani, bunu bize söyletmek istiyorlar.

Aslında, Türkiye’yi, Avrupa Birliği içerisine, şu veya bu nedenlerle, daha çok stratejik nedenlerle Avrupa Birliği içerisinde olmasını isteyenler dahi, bunun kısa vadede olmasını arzulamıyorlar; yani, Türkiye, 65 milyonluk nüfusuyla eğer yarın Avrupa Birliği içerisinde yer alırsa, bunun kendileri açısından, özellikle ekonomik bakımdan doğuracağı sakıncaları biliyorlar. Onun için, mümkün olduğu kadar Türkiye’nin üyeliğini ertelemeye çalışıyorlar.

Dolayısıyla, şu anda Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizde mevcut olan statü, yani Türkiye’nin iki arada bir derede, Avrupa Birliğine üye olmadan, Avrupa Birliğinin hemen kapısının önünde adaylık statüsü içerisinde beklemesi hepsinin işine geliyor. Ama, bu durumdan, bu belirsizlikten, bu durumun yarattığı belirsizlikten asıl rahatsız olması gereken Türkiye’dir, asıl rahatsız olması gereken biziz. Dolayısıyla, bugünkü durumu değiştirmesi gereken, Türkiye’nin bir an önce Avrupa Birliği kriterlerini gerçekleştirmesini ve Avrupa Birliğine üyeliğin kapısını zorlaması gereken biziz, sağlaması gereken biziz. Avrupa’ya bırakırsanız, bugünkü durumun ilanihaye sürmesinde, elli sene sürmesinde onların hiçbir itirazı olmaz, belki onların tercihi de budur. Ama, bizim bir şeyler yapmamız lazım, bizim bu durumu değiştirmemiz lazım. Bizim, gelecek kuşaklara olan sorumluluğumuz buradadır.

Peki, ne yapacağız? Katılım Ortaklığı Belgesi diye bir belge çıkardılar. Nice Zirvesinde de bunu kabul ettiler, onayladılar. Bu belgede yapmamız gereken, yani Avrupa Birliğine üye olmamız için yapmamız gereken belki bin tane şey yazılı.

Şimdi, Türkiye’de yapılan şey, aslında yapılabilecek en büyük yanlışlıklardan birisidir. Bu bin tane şey içerisinden bizim açımızdan hassasiyet doğuran iki – üç tanesini çekip çıkarıyoruz, aslında uzlaşmayla zaman içerisinde kolayca çözebileceğimiz meseleleri Avrupa Birliği ilişkilerimizde en önemli hayatî meseleler olarak öne çıkarıp, bütün tartışmayı onun üzerinde yoğunlaştırıyoruz. Böyle bir tartışma üslubu, böyle bir tartışma şekli Türkiye’nin lehine değildir. Evvele bu yanlıştan kurtulmamız lazımdır. Yani, Sayın İrtemçelik’in bir gazetedeki yazısında söylediği gibi, iki – üç tane ağaçla uğraşıp ormanı gözden kaçırmamamız lazım. Avrupa Birliği üyeliğinin Türkiye’yi sağladığı faydaları, avantajları doğru görmemiz lazım. Ama, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği gibi, aslında ilk defa 1980’lerin başında Anavatan Partisinin başlattığı bir büyük sürecin Türkiye’ye sağlayacağı avantajları görmezlikten geliyoruz, unutuyoruz, meseleyi sadece bir Kürtçe televizyon tartışması, bir bilmem ne meselesi olarak takdim etmeye çalışıyoruz. Bu Türkiye’nin lehine değildir. Evvela, Türkiye’nin bu ilkel tartışma ortamından çıkması lazımdır.

Şimdi, önümüzdeki dönemde iki dönemeç var: Birinci dönemeç, bu Katılım Ortaklığı belgesine karşılık bizim hazırlayacağımız ulusal programın, yani Türkiye’nin bu katılım ortaklığı belgesinde yapması istenilen şeyleri hangi zaman içinde, nasıl gerçekleştireceğini ifade eden belgenin, bir anlamda Türkiye’nin taahhütlerinin bir an önce resmiyet kazanması. Bu konuda hazırlıklarımızı tamamladık, ulusal program taslağımızı hazırladık. Ayın 16’sında, yani haftaya bugün, önümüzdeki hafta Salı günü liderler toplantısında bunu görüşeceğiz. Zannediyorum ki, orada bir mutabakata varacağız ve daha sonra Bakanlar Kurulunda görüşüp bunu yayınlayacağız.

Türkiye’nin ulusal programını yayınlamasından sonra, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde ikinci dönemeç, Nice Zirvesinde kabul edilen Katılım Ortaklığı belgesinin Avrupa Parlamentosunda da onaylanması ve bununla ilgili malî hükümleri içeren çerçeve yönetmeliğin kabulüdür. Çerçeve yönetmeliği, bu Katılım Ortaklığı belgesinde bizden yapmamız istenen, ulusal programda da bizim yapmayı taahhüt ettiğimiz şeyleri yapabilmemiz için bize malî destek sağlayacak olan bir belgedir. Yani, Avrupa Birliğinin bize bu konuları yapabilmemiz için sağlayacağı malî yardımları içeren, malî desteği içeren bir belgedir.

Bu iki dönemeci döndükten sonra, artık, Türkiye – Avrupa Birliği ilişkilerinde yeni bir dönem başlayacaktır. Kuralları belirlenmiş, belgelere bağlanmış, taahhütleri açıklanmış, sadece beklentileri değil Türkiye’nin taahhütleri de belgeye bağlanmış olan yeni bir dönem başlayacaktır. Bu dönem ne kadar sürecektir? Bunu, bugünden kestirmek mümkün değildir. Ama, hatırlarsanız, Avrupa Birliğiyle ilgili bu kürsüden daha önce yaptığım konuşmaların hiçbirinde, ben size bir vade vermedim, bir tarih vermedim. Bazı vade verenler oldu; ama, ben hiçbir vade vermedim. Ben her zaman şunu söyledim: Bu sürenin uzunluğunu veya kısalığını tayin edecek olan Türkiye’nin performansıdır. Türkiye bu taahhütlerini, ulusal programda ifade ettiği taahhütleri ne kadar kısa zamanda gerçekleştirirse, bu süre o kadar kısa olacaktır. Bunları gerçekleştirmede ne kadar zorlanırsak, ne kadar ihmal gösterirsek, bu süre o kadar uzayacaktır. Dolayısıyla, bu süre tamamen bize bağlıdır, bizim elimizdedir. Ha, bu sürenin bugünkü noktaya gelmesinde bizim istediğimiz süratin gösterildiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Biz, bundan sonra, bu sürenin mümkün olduğu kadar kısa olmasına çalışacağız. Ama, birtakım zorluklarımız olduğunu, birtakım uzlaşmaya muhtaç konuların olduğunu da, hiç kimseden gizleyemeyiz.

Binaenaleyh, bu vesileyle bizim söyleyebileceğimiz şey şudur: Anavatan Partisi, hükümette ne kadar güçlü olursa, iktidarda ne kadar ağırlıklı olursa, Türkiye’nin Avrupa Birliğine giden yolu da o kadar kısalacaktır. Bu, hiçbir zaman, Türkiye’nin ulusal menfaatlerinden taviz anlamına gelmeyecektir, Türkiye’nin millî meselelerinde taviz anlamına gelmeyecektir. Ama, değerli arkadaşlarım, Türkiye, fert başına geliri 3 bin dolar olan bir ülkedir. Siz, 3 bin dolarlık millî gelirinizle, ortalama fert başına millî geliri 20 bin doların üzerinde olan bir zenginler kulübüne üye olmak için yola çıktınızsa, bu başlıbaşına bir cesaret örneği demektir. Yani siz, kendinizden yedi katı, sekiz katı daha zengin olan insanlarla eşit şartlarda bir ortaklığa hazır olduğunuzu söylüyorsunuz. Sadece bununla kalmıyorsunuz, 1996’da onlarla bir gümrük birliği kuruyorsunuz; yani, sanki siz de aynı gelir seviyesindeymişsiniz gibi, onlarla karşılıklı dış ticaretinizi tamamen serbestleştiriyorsunuz, gümrük vergilerini kaldırıyorsunuz ve bunu beş sene, büyük fedâkarlıklar pahasına uygulayabiliyorsunuz. Bunu dünyada yapan tek ülkesiniz. O zaman, sizden, bu noktada, biraz daha özgüven beklenir, kendinize güvenmeniz beklenir, cesaret göstermeniz beklenir. Eğer, her atacağınız adımda, ben bu adımı atarsam yarın parçalanırım, yarın bölünürüm, yarın şöyle olurum diye düşünürseniz, siz bu işi hiçbir zaman gerçekleştiremezsiniz. (Alkışlar)

Benim bugün değinmek istediğim konulardan birisi şudur: Bugün, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin geldiği nokta, demin size ifade ettiğim, önümüzdeki aylar içerisinde atılacak olan adımlar sonunda geleceğimiz nokta bir geçici statüdür, bir nihai hedef değildir, bir geçici statüdür, geçici bir durumdur. Bu geçici durumdan bir an önce kurtulmak bizim lehimizedir. Bizim hep bu durumda kalmamız Avrupa’nın lehinedir. Çünkü onların istediği, bizim kendilerinden kopmamamızdır. Avrupa’nın dışına kaymamamızdır; ama, içine de girmememizdir. İçine de girdiğimiz zaman, kendileri açısından ciddî riskler vardır. Ama, bizim menfaatimiz içine girmektir. Onun için, bu durumu değiştirmektir. Bu durumu değiştirmek için, biraz daha cesur olmamız lazım, kendimize güvenmemiz lazım, karar almamız lazım, bu kararları süratle uygulayabilmemiz lazım. Aslında demin kapalı bölümde sizlerle görüştüğümüz konular, bir anlamda Avrupa Birliğiyle ilişkili konular. Türkiye, devlet idaresinde, adlî sisteminde, hukuk sisteminde o adımları bir an önce atmak zorundadır.

Ha, biz bütün bu adımları atarsak, buna rağmen Avrupa’da Türkiye’yi almak istemeyen güçler ağır basabilirler mi? Biz bu adımları attığımız halde Avrupa’ya giremeyebilir miyiz? Bu ihtimal de vardır. Ama, bu ihtimal, hiç birimizi ürkütmemelidir, korkutmamalıdır. Çünkü, atılacak adımların hiçbirisi Türkiye’nin aleyhine değildir. Hiçbirisi taviz değildir. Bunlar bizim zaten atmamız gereken adımlardır, bugüne kadar yapmamız gereken şeylerdir. Size bir tek örnek vereyim: Yolsuzluklarla mücadele meselesi. Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkilerinde, aslında en fazla etkilenecek olan alanlardan birisi de burasıdır. Türkiye, yolsuzluklarla mücadele konusunda çok kararlı bir mücadele göstermektedir. Bu mücadele, bugünkü hükümet tarafından, 57 nci Hükümet tarafından yürütülmektedir. Bu hükümet kurulduktan sonra Meclise getirdiği ilk yasa tasarılarından birisi, bu konuda gerekli yasal imkânları sağlayan 4422 sayılı Yasa olmuştur. Yani, Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasası dediğimiz, bu konuda devlete yeni hukukî imkânlar sağlayan yasa olmuştur. Bu yasayı, bu Meclis çıkardı, siz çıkardınız. Bu yasaya dayanarak, bu Hükümet, yolsuzluklarla mücadele konusunda büyük bir çalışma başlatmıştır. Bu çalışmayı, 57 nci Hükümet yürütmektedir; ama, 57 nci hükümet içerisinde de, yolsuzluklarla mücadele konusunda en büyük sorumluluk üstlenen bakanlıklar bizim bakanlıklarımızdır; İçişleri Bakanlığıdır, Maliye Bakanlığıdır. Bu mücadelede, tesadüfen operasyon yapılan bakanlıkların çoğu da bizim bakanlıklarımızdır. Bugüne kadar 12 tane operasyon yapılmıştır, İçişleri Bakanlığımız tarafından başlatılan 12 tane operasyon vardır, bu 12 operasyonun zannediyorum büyük kısmı Gümrük Müsteşarlığındadır, bir kısmı bankalardadır, en son da Enerji Bakanlığındadır.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, dolayısıyla yolsuzluklarla mücadele konusunda çok kararlı bir irade ortaya koyan, bir çalışma yürüten 57 nci hükümet içerisinde bu sorumluluğu en fazla üstlenen parti Anavatan Partisi olmuştur. (Alkışlar) Bu mücadeleyi yürütürken, bunun birçok zorlukları olduğunu, bu mücadeleyi yürütmek için, devlet olarak, sistem olarak, birçok eksiklerimiz olduğunu hiçbir zaman gözden çıkarmamamız lazımdır.

Şimdi, bazıları, Enerji Bakanlığında yürütülen operasyonda, eskiden Anavatan Partisinden görev yapmış bir arkadaşımızın olmasını ön plana çıkarıp, bunu sanki Anavatan Partisine karşı bir suçlama vesilesi olarak veya Anavatan Partisinin imajını bozmak için bir fırsat olarak değerlendirmek istemektedirler. Bu çevrelere söylenecek olan şudur: Operasyonu yapan bizim bakanlığımızdır, İçişleri Bakanlığıdır, operasyon yapan bizim bakanlığımızdır, Enerji Bakanlığıdır. O halde, bu operasyonda, eskiden, bir tarihte bizimle beraber olan bir arkadaşımızın, tesadüfen sanık veya şüpheli olarak ortaya çıkması ne ifade eder? Bunu bize karşı kullanmak isteyenler bir şey unutuyorlar; biz, Türkiye’de, eski bakanını değil, görevdeki bakanını yolsuzluk nedeniyle Yüce Divana göndermiş ilk Partiyiz. (Alkışlar)

Ama, ben biliyorum ki, ben iddia ediyorum ki, bazı basın organlarının bu meseleye yaklaşmasındaki esas faktör, yolsuzlukların ortaya çıkarılması falan değildir. Onlar, buradan başka bir yere gitmek istiyorlar. Onlar buradan, bütün siyasetçilerin aslında kirli olduğunu, siyaset kurumunun Türkiye’de hiçbir sorunu çözemeyeceğini göstermek istiyorlar. Bizim başlattığımız, bizim yürüttüğümüz yolsuzluklarla mücadelede ortaya çıkan bir olayı bize karşı kullanmaya çalışıyorlar. Benim isyanım bunadır.

Anavatan Partisi olarak, korkacak, çekinecek, gocunacak hiçbir şeyimiz yoktur. Yolsuzluklarla mücadele konusunda bugüne kadar bizim kadar duyarlılık gösteren başka bir parti de yoktur. Bana bugün gazetelerinde soruyorlar, samimiyetinizi ispat etmek için niye dokunulmazlıkların sınırlandırılması konusunda teklifte bulunmuyorsunuz? Bunu yazanların cahilliğine bakın ki, Anavatan Partisinin bu konudaki teklifinin Meclis Başkanlığında beklediğini de bilmiyorlar. (Alkışlar) Yani, siz, bu Hükümeti, şimdiye kadar hiçbir hükümetin göstermediği kadar bu olayların üzerine gittiği için kutlayacak yerde, bu olaydan bu hükümeti suçlamak için, bazı imkânlar yaratmaya çalışırsanız, aslında bu mücadelenin kendisine zarar verirsiniz. Maalesef, bazı basın organlarının bugün içine düştüğü durum budur.

Türkiye’de, siyasetçinin itibar kaybettiği, siyaset kurumunun tümüyle itibar kaybettiği doğrudur. Bunda bazı siyasetçilerin hatasının olduğu da doğrudur. Ama, değerli arkadaşlarım, bütün siyaset yapanların namuslu olduğu, bütün siyasetçilerin dürüst olduğu dünyanın hiçbir demokrasisi yoktur. İtalya’da bir Temiz Eller Operasyonu yapıldı, başbakanlara kadar varan bütün bir siyaset sınıfı tasfiye oldu. Siyasetçi içinde de yanlış yapan insanlar olacaktır. O insanların ayrıcalığı da olmayacaktır, onların üstüne gidilecektir, yaptıkları yanlış da yanlarına bırakılmayacaktır. Ama, siz, münferit olaylardan yola çıkıp, genel olarak siyasetçi sınıfını kirli ilan ederseniz, siyaseti sadece kendi menfaati için rant için yapılan bir işi olarak takdim ederseniz, o zaman size birileri çıkıp sorarlar; peki, bu sorunlar, milletin bunca yıldan beri çektiği bütün bu sorunlar kim tarafından çözülecek, kim bu sorunları çözecek? O zaman birini göstermeniz lazım. Siyasetçi çözemiyorsa, siyaset kurumu çözemiyorsa, bu sorunu kim çözecek? Türkiye’nin en büyük gazetelerinden birisinin, bu soruna cevap olarak, öyle gerçek resmini de göstermeden, siluet halinde bir asker üniforması basmasından utanç duyuyorum. (Şiddetli Alkışlar)

Benim her zaman ısrarla vurguladığım gibi, Türkiye’de mevcut sorunların, ağır sorunların, halkımızı yıllardan beri ezen bütün sorunların çözümü siyasetin işidir. Diğer sorunlar gibi, yolsuzluklarla mücadeleyi yürütmek de, sonuçlandırmak da siyasetin sorumluluk alanı içerisindedir. Ülkemizde, maalesef, siyasetin yıpratılmasına, siyasetin kötü gösterilmesine, bütün siyasetçilerin kirli gösterilmesine yönelik çok yönlü ve çok aktörlü bir çaba vardır, bir kampanya vardır. Halbuki, bu kampanyayı yürütenler artık görmelidir ki, siyasetin yıpratılması aslında ülkenin sorunların çözümünü imkânsızlaştırmaktadır. Siyaset kurumu küçüldükçe, siyasî partiler güç kaybettikçe, insanlar siyasetten uzaklaştıkça, siyasetçinin inisiyatif alanı, hareket alanı daraldıkça, aslında diğer bütün sorunlar gibi, yolsuzluklar da daha çoğalmaktadır, daha büyümektedir. Siz zanneder misiniz ki, yarın Türkiye’de demokrasi kalksa, siyasî partiler kalksa, askeri yönetim gelse yolsuzluk olmayacak; daha büyük  yolsuzluklar o zaman olacak; çünkü, o zaman karanlık olacak. (Alkışlar) Yolsuzlukları önlemenin dünyada denenmiş, bulunmuş bir tek yolu var; o da aydınlıktır, şeffaflıktır. Ne kadar şeffaflığı sağlarsanız, yolsuzluklarla o kadar etkili mücadele edersiniz. Ne kadar karanlığı getirirseniz, yolsuzlukları o kadar teşvik edersiniz.

Değerli arkadaşlarım, eğer önümüzdeki engelleri aşar ve Avrupa Birliğine üyelik yolunda adımlar atmaya başlarsak, bu sürecin Türkiye’ye getirdiği en önemli faydalardan birisi de, siyaset kurumunun güçlenmesine imkân verecek olmasıdır.

Bugün, ülkemizde yolsuzlukların üzerine ciddiyetle, samimiyetle, kararlılıkla, icabında kendi arkadaşları çıksa bile onlara kulak asmadan gitme cesaretini gösteren parti Anavatan Partisidir.

Genelde, siyaset kurumuna, özelde de Anavatan Partisine dönük olan bütün bu yıpratma gayretlerinin sonuçsuz kalacağına inanıyorum. Milletimiz, olup bitenleri görmekte, o engin sağduyusuyla her şeyi yerli yerine oturtmaktadır.

Biz, ülkenin ve milletin menfaatine olan her konuda ve her yerde doğru bildiğimiz yolda ilerlemeye, hizmetlerimizi sürdürmeye devam edeceğiz. Gayret bizden, destek milletimizden, takdir Cenab-ı Allah’tandır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)