ANAP GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ'IN ANAP GRUP TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA

16 OCAK 2002

Değerli arkadaşlarım, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Bugün Grup toplantımıza katılan Kadın Kolları Merkez Yönetim Kurulu üyesi hanım arkadaşlarımıza hoşgeldiniz diyorum.

Biraz önce Grup Başkanvekilimizin de ifade ettiği gibi, Anavatan Partisi, Türkiye’de yasal düzenleme yapıldıktan sonra, kadın kolları genel kongresini yapan ilk partidir. İnşallah, şubat ayında, önümüzdeki ayında gençlik kolları genel kongremizi yapacağız.

Dün, kadın kolları genel kongresinde merkez  yönetimine seçilen hanım arkadaşlarımızın yaptığı toplantıda da ifade ettim, bütün Anavatanlıların şunu bilmesi lazım veya şunu hiç unutmaması lazım: Türkiye’deki seçmenlerin yarıdan fazlası kadındır. Anavatan’a oy veren seçmenlerin de üçte 2’si kadındır. Dolayısıyla Anavatan Partisi, belki bütün siyasî partilerden daha fazla kadın seçmenlere eğilmek zorundadır, onlara önem vermek zorundadır, onların sorunlarına duyarlılık göstermek durumundadır.

Geçmişte, Türkiye’de, hiç olmazsa kırsal kesimde kadın oylarını erkeklerin yönlendirdikleri varsayılırdı, düşünülürdü. Ben inanıyorum ki, şimdi, bu süreç tersine işlemektedir. Kadınların siyasî bilinçlenmesi arttıkça, önümüzdeki dönemde erkek oyların kadınlar tarafından yönlendirildiğine tanık olacağız.

Anavatan Partisi olarak, önümüzdeki dönemde kadınlarımıza yönelik çalışmalarımızı yeni seçilen kadın kolları organlarımızla birlikte yürüteceğiz. Bütün arkadaşlarımın da, benim gibi, bu çalışmalarında onlara destek olmalarını istiyorum.

Grup toplantımızın açık bölümünün başında, Sebgetullah Seydaoğlu arkadaşımın buraya getirdiği konuyla ilgili kısaca görüşümü söylemek istiyorum. Bir kere şunu hiç kimse göz ardı etmemelidir ki, bu Mecliste kabul edilen bütün yasalar, Türkiye’nin tamamında geçerlidir ve uygulanmak durumundadır. Eğer, bugün, Türkiye’nin bazı bölgelerinde bazı kanunlar uygulanmıyorsa, bu, o bölgelerde olağanüstü hal uygulaması olduğu içindir ve bu da yasa emridir. Yani, olağanüstü hal uygulanan illerde, belli yasaların uygulanmayacağı yine Anayasanın öngördüğü bir düzenlemedir.

Anavatan Partisi olarak biz, Türkiye’de, olağanüstü hal uygulamasını, mümkün olan en kısa sürede tümüyle kalkmasını arzu ediyoruz. Türkiye’nin tamamında olağan duruma geçilmesini arzuluyoruz. Ama değerli arkadaşlarım, bu sadece bizim arzumuzla gerçekleşecek bir şey değildir. Bizim arzulamamıza rağmen, bunu engelleyen hususlar vardır. Bunların en önemlisi de, şu anda Türkiye’de, bu bölgede, hâlâ, maalesef sayıları 400, 500’e ulaşan silahlı eşkıyanın dolaşmakta olmasıdır. Bunun birkaç katı kadarı da komşu ülkelerde barınmaktadır. Eğer, bugün, Türkiye’de, hâlâ 4 ilimizde –daha önce biliyorsunuz 10 küsur ilimizde uygulanmaktaydı; ama, bugün hâlâ 4 ilimizde- olağanüstü hal uygulanıyorsa, bunun tek sebebi, o bölgede, bu potansiyel terör tehdidinin hâlâ var olmasıdır. Son zamanlarda terör olaylarının azaldığı, yaşanmadığı doğrudur; ama, eğer 500 tane terörist Ankara’da olduğu tespit edilirse, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Ankara’da da olağanüstü hal uygulamak durumundadır.

Türkiye’de, insan haklarının herkes için eşit olarak, en ileri ölçüde uygulanmasını savunan bir insan olarak ve samimi olarak buna inanan bir insan olarak, bunu savunan bir parti olarak, bu terör gerçeğini de göz ardı edemeyiz. İnsan haklarına duyarlı olanlar, insan haklarını arzulayanlar, teröre karşı da en fazla tepki göstermesi gereken insanlardır. Çünkü, terör, insan haklarına yönelik en büyük tehdittir. Orada, terörün kökü kazınmadıkça, sadece terör olaylarının durması terörün bittiği anlamına gelmez, yarın terör oluşturabilecek olan potansiyel tehdit tümüyle ortadan kalkmadıkça, maalesef olağan koşulların, orada, ülkenin diğer bölgelerinde olduğu gibi uygulanmasını beklemek gerçekçi değildir.

Onun için, yapmamız gereken hadise, Türkiye’nin her yerinde, 81 İlinde, bütün yasaların eşit olarak uygulanması, Türkiye’nin her tarafında yaşayan insanlarımızın bu yasalardan kaynaklanan haklarından eşit olarak yararlanmasını hedeflemekle birlikte, terörle mücadelede devletin bu haklı tutumuna da destek vermektir.

Değerli arkadaşlarım, Meclisimiz, yılbaşından beri gayet yoğun bir gündemle çalışmaktadır. Bildiğiniz gibi, koalisyon ortağı partilerin liderleri olarak, 24 Aralık 2001 tarihinde yaptığımız toplantıda, 15 Ocak tarihine kadar, yani Ocak ayının ortasına kadar belli bir çalışma takvimi belirledik. Bu takvimde, kamu alımları yasası, yani kamuoyunda ihale yasası olarak bilinen yasa; biraz önce Nesrin Nas arkadaşımın bilgi verdiği, bankacılık sektörünün güçlendirilmesine yönelik yasa ile terörle ilgili bazı uluslar arası sözleşmelerin onaylanması gibi önemli düzenlemelerin sonuçlandırılmasını hedefledik. Bu takvimde yer alan bütün düzenlemeler, Meclisimizin gece yarılarına kadar geçen yoğun çalışma temposuyla, şu anda hayata geçirilmiş bulunmaktadır. Bazıları da, Sayın Cumhurbaşkanının onayındadır.

Böylece, hem birçok yapısal değişiklik gerçekleştirilmiş, hem de Yüce Meclisimiz, Sayın Başbakanın Amerika Birleşik Devletleri ziyaretine, eli güçlü bir şekilde gitmesine olanak sağlamıştır.

Ama, şimdi, Meclis olarak, önümüzde yeni bir hedef var. Yine o toplantıda, liderler toplantısında kararlaştırdığımız bu takvimin ikinci bölümü şimdi önümüzdeki. Bu da Avrupa Birliğine verdiğimiz ulusal programın kısa vadeli hedeflerinin yerine getirilmesi konusudur. Bildiğiniz gibi, ulusal program 19 Mart 2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu programda yer alan kısa vadeli hedeflerin hayata geçirilmesi için, bir yıllık bir süre öngörülmüştür. Bu, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin taahhüdüdür. Yani, bir yıl içerisinde, bu programda yer alan kısa vadeli hedeflerin tümünün gerçekleşeceği, bununla ilgili yasaların çıkacağı, Anayasa değişikliklerinin gerçekleşeceği devlet tarafından taahhüt edilmiş. Dolayısıyla, önümüzdeki mart ayının sonuna kadar, yani önümüzdeki ikibuçuk ay içinde, ulusal programın kısa vadeli hedeflerini yerine getirmek zorundayız.

Aslında, geriye doğru bakarsanız, bu ulusal programda yer alan düzenlemelerden, başta Anayasa değişikliği olmak üzere birçoğu halen gerçekleştirilmiştir. Ancak, Anayasa değişikliğinin anlam kazanabilmesi için, hayata geçirilmesi gerekmektedir; bunun için de, uyum yasalarının bir an önce Meclisten çıkması lazımdır. Bu son yaptığımız Anayasa değişikliğinde, insan haklarını ilgilendiren, hukuk devletini ilgilendiren çeşitli kanunlarda, Terörle Mücadele Kanunu, Ceza Kanunun, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu gibi çeşitli kanunlarda değişiklik yapılmasını öngören bir uyum yasası, paket halinde bir uyum yasası, bu sabah itibariyle Yüce Meclise gönderilmiştir. Sanıyorum bu hafta içerisinde komisyonda görüşülecektir, önümüzdeki hafta Genel Kurula gelecektir. Bu uyum yasası yürürlüğe girdiği anda, o yaptığımız Anayasa değişiklikleri de, hiç olmazsa bu yönüyle, insan hakları yönüyle, hak ve özgürlükler yönüyle hayata geçirilmiş olacaktır.

Önümüzdeki ikibuçuk aylık dönemde, yani mart ayının sonuna kadar geçecek olan dönemde, ulusal programın kısa vadeli hedeflerinin tamamını yerine getirebilirsek, hiç olmazsa, Bulgaristan’la, Romanya’yla birlikte Avrupa Birliği'nin genişleme halkasının ikinci diliminde yer alma imkânımız olacaktır. Peki, bunları yapmazsak ne olacaktır? Değerli arkadaşlarım, bunu gerçekleştiremezsek, sadece Aralık 1999’dan beri, yani Helsinki Zirvesinden beri yaptıklarımız boşa gitmekle kalmayacak, bir asırdan beri devam eden ve uğrunda büyük fedakarlıklara katlandığımız Batılılaşma çabalarımız da tümüyle tehlikeye girecektir.

Türkiye, demokrasiden insan haklarına, ekonomiden sosyal hayata kadar bütün alanlarda Avrupa ile bütünleşme hedefine, hiçbir zaman, bugünkü kadar yakın olmamıştır. Avrupa Birliğine üyelik sürecinden kopmamızın, Türkiye’ye neye mal olacağını, Türkiye’ye maliyetinin ne ölçüde olacağı konusunda, henüz daha kamuoyunun tam olarak aydınlatılamadığına inanıyorum. Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik yolunda atması gereken adımları, hâlâ olmasa da olur veya keyfe keder, Avrupa’nın sırf bize eziyet etmek için koştuğu koşullar olarak görenler vardır. Bir asırdan beri sarf ettiğimiz emeğin ve bu uğurda katlanılan fedakarlıkların bir kalemde silinebileceğine inananlarımız vardır. Ülke olarak, önümüzdeki çıkmaz yolların ve kısır imkânların Avrupa Birliği üyeliğinden çok daha avantajlı olduğu zehabına kapılanlarımız vardır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin, maalesef geçmişte birçok şeyi deneme, yanılma metoduyla yaptığı doğrudur. Ama, Avrupa Birliği konusu, kesinlikle deneme, yanılma yönteminin kullanılabileceği bir alan değildir. Avrupa Birliği üyelik sürecinden kopmuş bir Türkiye’nin uğrayacağı siyasî, ekonomik ve demokratik kayıpları, düşünmek bile istemiyorum. Türkiye’nin ulusal programda yer alan açılımları gerçekleştirmekle zarara uğrayacağı saplantısından da, bir an önce kurtulmamız lazım. Bana göre asıl endişe etmemiz gereken, Türkiye’nin ulusal programda yer alan taahhütlerini zamanında yerine getirmemek suretiyle tam üyelik sürecinin dışında kalmasıdır. Ama, memnuniyetle görüyorum ki, bir bütün olarak hükümetimiz, bu tehlikeyi görmüş ve gerekli adımları, bugüne kadar, uzlaşma içerisinde atabilmiştir.

Ama, attığımız adımlar yeterli değildir. Ülke olarak, bütün enerjimizi ve bütün çabamızı bu yönde kullanmak zorundayız. Önümüzdeki mart ayının sonu, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz açısından bir dönüm noktası olacaktır.  Hiç değilse bu defa, başladığımız işi sonuna kadar, aynı kararlılıkla ve heyecanla sürdürme başarısını göstermek zorundayız. 1980’de kaçırdığımız fırsatı, 2002 yılında yakalamak durumundayız. Bunun için de, önümüzdeki ikibuçuk ayı, en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekiyor.

Koalisyon ortakları olarak, bu konuda tam bir uzlaşma içinde olmamızı, Türkiye açısından büyük bir şans olarak görüyorum.

Değerli arkadaşlarım, biliyorsunuz bir süre önce, çözüm için yeniden yapılanma programı adı altında, Anavatan Partisi olarak, ülkenin bugün karşı karşıya olduğu sorunları aşabilmesi için öngördüğümüz  önerilerimizi kamuoyuyla paylaştık. Bazıları, bizim bu tutumumuzu yadırgadılar. İktidar ortağı olan bir partinin, icraat sorumluluğu taşıyan bir partinin, kamuoyunda bu şekilde öneriler getirmesi, bazıları tarafından anlaşılamadı.

Değerli arkadaşlarım, biz, tek başımıza iktidar değiliz. Türkiye’de bugün bir koalisyon hükümeti var. Hükümet icraatı, birbirinden farklı programları, birbirinden farklı anlayışları ve yöntemleri olan partilerin uzlaşmasıyla gerçekleşebiliyor. Böyle bir ortamda, Anavatan Partisinin sadece kendisine ait politikaları, programları, düşünceleri, bir öneri olarak, müstakilen ortaya konulmasında yadırganacak hiçbir taraf olamaz. Bu şartlarda, Anavatan Partisinin kendi tavrını, hükümet içerisindeki uyuma zarar vermeyecek şekilde bağımsız olarak ortaya konulmasının yadırganacak hiçbir tarafı yoktur. Hatta, bundan bir adım daha ötesine gidiyorum, değil kendi içinde bulunduğumuz hükümet, bu hükümette, bize bağlı bakanlıklarda, bize bağlı genel müdürlüklerde, bize bağlı kurumlarda yapılan yanlışlıkları ortaya koymamızın, eleştirmemizin garipsenmesini dahi doğru bulmuyorum. Aslında, bana göre, eğer böyle bir durum söz konusuysa, yani bizim bakanlıklarımızda yapılan bazı yanlışları açıkça ortaya koyup eleştiriyorsak, bunu garipsemek yerine, takdir etmek gerekir. (Alkışlar) Çünkü, bizim bu tavrımız, bize bağlı bir kurumda yapılan bir yanlışın tekrarlanmaması için en önemli teminat olarak görülmelidir. Kurumsal veya kişisel bir bağnazlıkla, sırf kendi hükümetimiz, sırf  kendi bakanımız veya bize bağlı bir kurum, bize bağlı bir bürokrat yaptı diye yanlışı savunmamız, örtbas etmemiz, hiçbir zaman bizden beklenmemelidir.

Türkiye’de, uzun yıllar işlerin hep bu yanlış anlayışla yürütüldüğü doğrudur. Ama, doğru olan bizim yaptığımızdır. Rahmetli Özal’ın  dediği gibi, bizim bu konudaki tavrımıza da eninde sonunda alışacaklardır.

Değerli arkadaşlarım, bizim, demokratik sınırlar içinde yapılacak hiçbir mücadeleden kaçmamız söz konusu değildir; ama, bize karşı sık sık başvurulan bir yöntem, son haftalarda, Anavatan Partisinin yıldızı parlamaya başlayınca, Anavatan Partisinin trendi yukarıya doğru tırmanmaya başlayınca, yoğun biçimde yeniden kullanılmaya başlanmıştır. Demokratik platformlarda ve demokratik usullerle Anavatan Partisiyle yarışamayacaklarını görenler, şimdi, belden aşağı vurma yöntemini devreye sokmuşlardır. Partimizin kurumsal kimliğine yönelik saldırılar, Parti yöneticilerine de kapsayacak şekilde genişletilmiş ve yoğunlaştırılmıştır. Anavatan Partisini, mücadele ettiği, ortadan kaldırmak için çalıştığı tüm olumsuzlukların içinde gösterme gayretleri, insanı zıvanadan çıkma derecesine getirmiştir. İlgisiz olayları, ilgisiz kişileri, hayali, tamamen uydurma ilişkilerle irtibatlandıranların, normal şartlarda bir araya gelmesi mümkün olmayan çevreler olması da, ayrıca dikkat çekmektedir. Bugün, Anavatan Partisine en hırslı şekilde saldıranlara bakın, ya artık dünyada eşi kalmamış en katı solculardır, ya da çağın gerisine düşmüş olan en sağdakilerdir. Anavatan Partisine saldırı konusunda, bu iki çevre arasında âdeta gizli bir ittifak, gizli bir koalisyon söz konusudur. Anavatan Partisi söz konusu olduğu zaman, marjinal uçlardaki kesimlerin bile aynı safta birleşmesi, bize olan düşmanlığın büyüklüğünü göstermektedir.

Aslında, bizden rahatsız olan bu çevrelere, onların arkasındaki güçlere, bütün bunların bize yaptıklarına baktığımız zaman, ne kadar doğru bir iş yaptığımızı daha iyi anlayabiliriz.

Kimler rahatsız olursa olsun, kimlerin çıkarları zedelenirse zedelensin, Anavatan Partisi bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da, demokrasiyi, özgürlükleri, hukuk devletini, Avrupa Birliği üyeliğini, Türkiye’nin gelişmesini, kalkınmasını, Türk insanının refaha ulaşması mücadelesini sürdürecektir. (Alkışlar)

Hiçbir arkadaşım, bu şer cephesinin Anavatan Partisi'ne saldırıları yüzünden yeise, endişeye kapılmamalıdır. Bilinmelidir ki, maruz kaldığımız iğrenç iftiralar, sadece ve sadece bizim mücadele azmimizi daha da bilemekte, daha da güçlendirmektedir. Fransız İhtilalinin en önemli isimlerinden birisi olan Danton’un bir sözü vardır: “Çamur atılmaktan korkan devlet adamı olamaz.” Anavatan Partisi hizmet kervanı, menziline doğru adım adım ve şimdi kadın arkadaşlarımızın da desteğiyle, daha güçlü biçimde yürümektedir.

Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)