Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut
Yılmaz’ın ANAP Grup Konuşması: |
|
|
En büyük vatanseverlik
Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne taşımaktır |
Bugün Türkiye’mizde bana göre en büyük vatanseverlik
Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne taşımaktır.
Avrupa Birliği politikası milli bir politikadır
ve milli bir davadır. Bu davanın ve politikanın sahibi bütün
bir millet ve onun her kademedeki temsilcileridir. Avrupa
Birliği davası büyük bir davadır. Herkese bu davada bir yer
vardır ve bu davanın herkesin katkısına olan ihtiyacı
ortadadır.
-
13 Mart 2002
Değerli arkadaşlarım,
Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Avrupa Birliği üyeliği yolunda ilerledikçe bu konuyla ilgili
tartışmalar artmaktadır. Olumsuz çıkışların bile milletimizin
konuyu iyice ölçüp tartmasına imkan sağladığına tanık oluyoruz.
Tartışma ortamını zedeleyen kimi çıkışların ardından yaşananlar
bile Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği ile ilgili tartışmaların
giderek mecraına oturmaya başladığını göstermektedir.
Değerli arkadaşlarım,
Şimdiki bütün tartışmalar Kopenhag siyasi kriterlerini yerine
getirilmesiyle ilgilidir. Bize göre Kopenhag siyasi
kriterleriyle ilgili tartışmalar Türkiye’ye vakit kaybettiren
tartışmalardır.
Bir
kenara yazın…. Avrupa Birliği çerçevesinde olsun veya olmasın
Türkiye taraf olduğu uluslar arası sözleşmeler gereği, Kopenhag
kriterlerini eninde sonunda yerine getirecektir.
Avrupa Birliğine uyum çalışmaları olsa da olmasa da bu
kriterleri yerine getirmekten kaçmak mümkün değildir. Çünkü bu
bizim hem insanımıza karşı sorumluluğumuz hem de bizim ülke
olarak uluslararası yükümlülüğümüzdür. Avrupa Birliğine girsek
de girmesek de bu böyledir.
Bu
kaçınılmaz bir gerçek iken, Avrupa Birliği müzakere sürecini
başlatmamız için bu kriterleri yerine getirmemizi geciktirmek
doğru değildir.. Yarın karşılığında hiçbir şey almadan, bu
kriterleri yerine getirmektense şimdi Avrupa Birliği projesi
çerçevesinde yerine getirmek akıllı bir devletin tercih etmesi
gereken yoldur.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye siyasi kriterleri yerine getirerek Avrupa’nın kapısını
çalmak ve onu sıkıştırmak imkanını elde edecektir. İşte diğer
aday ülkeler gibi şartları yerine getirdik, haydi buyrun
müzakere sürecine başlayalım ve bununla ilgili takvimi önümüze
koyun… Türkiye’nin şu anki politikası budur ve milli çıkarları
bunu gerektirmektedir.
Eğer
bu kriterleri yerine getirmezsek Avrupa’dan müzakereler için
takvim isteme şansımız hiçbir şekilde yok. O durumda bize
söylenecek olan, önce bu kriterleri yerine getir, sonra gel
olacaktır. Böyle bir durum ise Türkiye için en kötü
senaryolardan biridir. Çünkü, aday ülkelerden 10’u zaten
müzakere sürecindedir ve takvimleri işlemektedir. Bu kriterleri
yerine getiren Bulgaristan ve Romanya da müzakere sürecine dahil
olacak, kendilerine takvim verilecektir.
Bu
kriterleri sonra yerine getirsek bile genişleme konusunu bir
daha ele almayacağını çok önceden ilan eden Avrupa’yı tekrar bu
konuları görüşmeye zorlamamız son derece zordur. Deyim
yerideyse kaçırdığımız treni durdurup bizi almaya zorlamak gibi
abes bir işle meşgul olmaktır.
Değerli arkadaşlarım,
Son
zamanlarda dikkati çeken bir çarpıklığa işaret etmek istiyorum.
Ülkemizde bir süredir, uluslararası politikayı ilgilendiren
konuların iç politika üslubuyla tartışılması alışkanlığının
yaygınlaştığı görülmektedir. Siyasi konulardaki tartışma ve
çalışmaların daima geniş bir esneklik payı vardır.
Ama konu Türkiye’nin devlet olarak yükümlülük altına girdiği
uluslararası politikalar olduğunda bu esnekliğin fevkalade
sınırlı olduğu unutulmamalıdır.
Esasen, Türkiye’nin sorunlarını açıkça tartışma, bu tartışmadan
somut sonuçlar çıkarma ve bu sonuçları kararlılıkla hayata
geçirme konusunda ciddi eksiği vardır.
Avrupa Birliği konusunda yaşanan son tartışmalar, Türkiye’nin bu
eksiğini bir kez daha ortaya sermiştir. En başında yapılması
gereken itirazlar, konulması gereken şerhler, sergilenmesi
gereken tavırlar, sürecin ileri noktalarında ortaya çıkmakta, bu
da bir fren işlevi görmektedir.
Bunu
yapanlar yalnız Avrupa Birliği üyeliğine değil, aynı zamanda
devletimizin ve milletimizin geleceğine de fren olmaktadırlar..
Buna rağmen Türkiye’de yaşanan tartışmalar, hiç kimseyi
şaşırtmamalı ve ümitsizliğe sürüklememelidir.
Bu
tartışmalar, bugün Avrupa Birliği üyesi olan ve üyelik için
hazırlanan tüm ülkelerde, en az bizdeki kadar kapsamlı ve
derinlemesine yaşanmıştır. Hatta kimi üyeler, Avrupa Birliğine
üyeliği kabul etmekle birlikte, bir takım mekanizmalara dahil
olmakta zorlanmışlardır. Ancak, aradan geçen zaman içinde bu
ülkelerin birliğe bütünüyle entegrasyon fikrine alıştıkları,
uzun vadeli çıkarlarının burada olduğuna karar verdikleri
görülmüştür.
Dolayısıyla, ülkemizde Avrupa Birliği üyeliği konusunda başlayan
tartışmayı usul ve üslup hatalarına rağmen hayırlı ve kaçınılmaz
bir süreç olarak kabul etmek durumundayız.
Bu
sürecin en büyük faydası, Avrupa Birliği'nin meçhul bir olgu
olmaktan çıkıp, insanımızın zihninde ve hayatında eksileri ve
artılarıyla somut bir olay haline dönüşmesi olacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye’de bir çok kesimin Avrupa Birliği üyeliğini en başından
beri ya hiç kavrayamadıkları ya da yanlış anladıkları
görülmektedir.
Avrupa Birliği, bazılarının biraz alaya almak için ifade
ettikleri gibi, bir anda her şeyi güllük gülistanlık edecek,
bütün sorunları bıçakla keser gibi çözecek bir sihirli değnek
değildir.
Ama
Avrupa Birliği, içine giren her şeyi parçalayıp kolayca
yutulacak taneler haline dönüştüren öcü de değildir.
Avrupa Birliği, gerekli gayreti ve beceriyi göstermeniz halinde
en mükemmel çalışmaları yapabileceğiniz, her türlü malzemeye ve
araç-gerece sahip düzenli bir atölyeye benzemektedir.
Burada, “armut piş ağzıma düş” anlayışına yer yoktur. Çalışacak,
mücadele verecek, birikiminizi ortaya koyacak, her şeyin
kararını bilecek ve en önemlisi de sonuca ulaşmak için
sabredeceksiniz.
Türkiye ne sadece bir nimet ambarına, ne de bir külfet
cehennemine girmektedir. Sadece önünde duran fırsat kapılarını
açmaya çalışmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
Tekrar ve tekrar söylüyorum.....
Avrupa Birliği politikası milli bir politikadır
ve milli bir davadır.
Bu
davanın ve politikanın sahibi bütün bir millet ve onun her
kademedeki temsilcileridir. Avrupa Birliği davası büyük bir
davadır. Herkese bu davada bir yer vardır ve bu davanın herkesin
katkısına olan ihtiyacı ortadadır.
Avrupa Birliği davası yalnız Mesut Yılmaz’ın ve
Anavatan Partisi’nin değildir.
Hele Avrupa Birliği davası basit bir seçim
malzemesi hiç değildir.
Hal
böyleyken bu davanın el yaktığı yerde onu bırakıp arkasını
dönenlerin, yarın hiç kimseye söz söylemeye hakkı yoktur. Bu
davaya inanan herkesin bunu göstermesi gereken zor bir
zamandayız. Şimdi bu davaya inanç ve bağlılıklarını
göstermeyenlerin yarın milletimize söyleyebilecek hiçbir şeyi
olmayacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
Avrupa Birliği yolunda ilerlemek için tereddütleri ve ayak
sürümelerini bir kenara bırakmalıyız. Biz bu konuda
oluşturulmaya çalışılan tereddütlerin yapılacak bir
referandumla kökten kaldırılabileceğine inanıyoruz.
Bizim referandum teklifimizi erken ve geç bulanlar olduğu gibi,
bundan etekleri tutuşanlar da oldu. İyi niyetle bu referandumu
erken bulanları bir kenara bırakalım. Ama bu referandumdan
korkanlara, söyleyecek tek bir sözümüz var..... Milletten ve
onun kararından korkulmaz.
Değerli arkadaşlarım,
Ülkenin geleceğini ilgilendiren bu konuda karar mercii Türk
insanı ise, araştırmalar ortada. Hiçbir araştırmada Türk
halkının Avrupa Birliği üyeliğine desteği yüzde 60-70’den aşağı
çıkmıyor. Hadi bu araştırmaları bir kenara bırakıp bir takım
basit soruların cevapları arayalım.
Örneğin, soralım bakalım vatandaşlarımıza, hangi
Türkiye’de yaşamak isterler?
Enflasyonun yüzde 100’ler sınırında dolaştığı, Avrupa Birliği
dışındaki Türkiye’de mi, enflasyonun yüzde 10’un altında olduğu
Avrupa Birliği üyesi Türkiye’de mi?
Zaten sınırlı olan milli gelirin fevkalade çarpık dağıldığı,
zenginin daha zengin, fakirin ise daha fakir olduğu Türkiye’de
mi, çoğalan zenginlikten herkesin payını alabildiği Türkiye’de
mi?
Her
şeyin kapalı kapılar arkasında cereyan ettiği, kimsenin hesap
soramadığı Türkiye’de mi, devlet yönetiminden siyasete kadar her
kurumun işleyişinin şeffaf olduğu Türkiye’de mi?
Adı
işkence ve kötü muamele gibi ayıplarla anılan Türkiye’de mi,
insan haklarının her şeyin temeli olduğu Türkiye’de mi?
Hala
düşünce suçu, kitap toplatma gibi cezaların bulunduğu ayıplı
Türkiye’de mi, yoksa insanların en ileri düşünce, ifade, yayın
haklarına sahip olduğu Türkiye’de mi?
Çocuklarına doğru-dürüst eğitim imkanı sağlayamayan, gençlerinin
kafasının içiyle değil şekliyle uğraşan Türkiye’de mi, yoksa
batı standartlarında eğitim altyapısına ve anlayışına sahip
Türkiye’de mi?
Ekonomik dengeleri bıçak sırtında yürüyen, her an kriz
korkusuyla gerilen Türkiye’de mi, üretimden ihracata bütün
göstergeleri sağlıklı Türkiye’de mi?
Gençlerin okullarından potansiyel işsiz olarak mezun oldukları
Türkiye’de mi, nitelikli işgücü ile tüm dünyanın ilgi odağı
Türkiye’de mi?
İnsanların haklarını aramak için dahi karakollarına,
mahkemelerine gitmekten korktukları Türkiye’de mi, güvenlik ve
adalet sistemi tıkır tıkır işleyen Türkiye’de mi?
Çalışanlarını da, emekliliklerini de perişan eden Türkiye’de mi,
insanların çalışırken de, sonrasında da onurlarına yakışır bir
hayat sürebildikleri Türkiye’de mi?
Yani, her alanda halihazırdaki sorunları içinde boğuşarak devam
eden bir Türkiye’de mi, yoksa Avrupa Birliğinin standartlarına
ulaşmış bir Türkiye’de mi?
Bu
soruya aklı başında hiç kimsenin mevcut Türkiye cevabı
verebileceğini düşünmüyorum.
Ve
hemen arkasından şu sorunun cevabı aramak zorundayız...
Onurlu, saygın, haysiyetli, güçlü, geleceğine
güvenle bakan, çocuklarımıza kıvançla bırakabileceğimiz Türkiye
hangisidir?
Birinci Türkiye olmasa gerektir.
Biz
her alanda Avrupa Birliği standartlarına ulaşmış Türkiye’nin
peşindeyiz.
Milletimize sorulduğunda da tereddütsüz bu cevap alınacaktır.
Bugün Türkiye’mizde bana göre en büyük vatanseverlik
Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne taşımaktır.
Hepinize saygılarımı sunuyorum.