|
|
|
|
ANAP GENEL
BAŞKANI MESUT YILMAZ’IN ANAP GRUP KONUŞMASI
(20.3.2002)
Değerli
arkadaşlarım, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Geçen
hafta Grup toplantısında yaptığım konuşmada, ülke olarak çok önemli
günlerden geçtiğimizi ifade etmiştim. Gerçekten de ülkemizin 200
yıllık batılılaşma tarihinde, cumhuriyetin ilanı nasıl bir dönüm
noktası ise, inanıyorum ki, 40 yılı bulan Avrupa Birliği sürecinde de
içinde bulunduğumuz günler aynı şekilde bir milat niteliğindedir.
Belki bazıları göremeyebilirler, farkında olamayabilirler; ama,
yaşadığımız günler, bugünlerde alacağımız kararlar, ülkemizin
kaderini, milletimizin geleceğini şekillendiren kararlar olacaktır.
Ülke
olarak 200 yıllık batılılaşma, 80 yıla yaklaşan cumhuriyet ve 40
yıllık Avrupa Birliği sürecindeki tüm eksiklerimizi, yanlışlarımızı,
hatalarımızı, gecikmelerimizi içinde bulunduğumuz bu dönemde bir
anlamda telafi etme fırsatını yakaladığımızı hepimizin görmesi
gerekir. Eğer, önümüze böyle bir fırsatı getiren Avrupa Birliği uyum
çalışmalarına bu gözle bakmazsak, hepimiz yanlış yapmış oluruz.
Daha önce
defalarca ifade ettiğim gibi, böylesine önemli bir dönemin sancısız,
sıkıntısız atlatılabilmesi mümkün değildir. Bu sıkıntı, hem içeride
hem dışarıda yaşanacaktır. Uyum süreci ilerledikçe sıkıntılarımız daha
da ağırlaşacak, içte ve dışta direnmeler, ayak sürmeler, çelme
takmalar olacaktır. Nitekim, Türkiye bütün bu sorunları iç ve dış
boyutuyla ve ağır bir biçimde yaşamaktadır.
Şimdi, bu
süreçte önemli olan, Türkiye'nin orta ve uzun vadeli menfaatlerinin
nerede olduğunu doğru tespit etmektir, doğru görebilmektir ve bunu
gördükten sonra da, yapılacak çalışmaları, katlanılacak fedakârlıkları
ona göre belirlemektir. Yani, önce menfaatinizi
göreceksiniz, ondan sonra bu menfaate ulaşmak için neler yapmanız
gerektiğini, fedakârlık çıtasını nereye koymanız gerektiğini tespit
edeceksiniz.
İşte, biz
Avrupa Birliğine tam üyelik statüsü elde edebilmek için yapılması
gerekenleri sayıp dökerken, hep bu anlayıştan hareket ediyoruz.
Biliyoruz ki, Türkiye'nin çok da uzun olmayan bir gelecekte elde
edeceği ekonomik, siyasî ve sosyal faydalar, bugün katlanacağımız
sıkıntıları fazlasıyla karşılayacaktır. Avrupa Birliği gibi, dinamik
ve oturmuş kriterleri olan bir yapıyla, statükocu bir anlayışla
bütünleşebilmek mümkün değildir. Ne ekonomide ne yönetimde ne
demokraside ve insan haklarında ne de siyasî tezlerimizde, hiçbir
değişiklik yapmadan Avrupa Birliğine gireceğiz demek, aslında biz
Avrupa Birliğine girmek istemiyoruz demektir. Değişime ve tarihin
akışına direnmek boşunadır. Ve tekrar söylüyorum; bu direniş,
kesinlikle ve kesinlikle, devletin ve milletin menfaatine değildir. Bu
bakımdan, içinde bulunduğumuz dönemi gizli bir direniş
içerisinde,alternatif arayışlarla geçirmektense, önümüzde somut olarak
duran Avrupa Birliği Projesinde sonuca ulaşmak için çalışmak
zorundayız.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği çabasının her ne
kadar 40 yılı aşkın bir geçmişi varsa da, bu 40 yıl içerisinde
kaçırdığımız fırsatlar çok, maalesef kat ettiğimiz mesafe ise azdır.
Bugün, 1970’lerin sonunda ve 1980’lerin başında avucumuzun içinden
kaçırdığımız statüleri, çeyrek yüzyıllık bir gecikmeyle ve binbir
zahmetle elde etmenin peşindeyiz. 1970’li yıllardan 1999 Helsinki
Zirvesi sonrasına kadar yaşadığımız sürecin asıl anlamı budur.
2000 yılı
Kasım ayında açıklanan Katılım Ortaklığı Belgesi ve 2001 yılının 19
Martında resmen ilan edilen Ulusal Program, üyelik sürecini
somutlaştıran kilometre taşları oldu. Bugün, Ulusal Programın birinci
yılını geride bırakmış bulunuyoruz. Yani, geçen sene 19 Martta Hükümet
tarafından kabul edilen Ulusal Program, dün itibariyle bir yılını
doldurmuştur. Geçtiğimiz bir yıl içerisinde neler yaptığımızı
gözümüzün önüne getirdiğimizde, gerçekten de ülkemiz için tarihî öneme
sahip olan adımların atıldığını görmek zorundayız. Bunların arasında
Anayasa değişiklikleri vardır, yeni Medeni Kanun vardır, Türk Ceza
Kanununun 312 nci maddesi vardır, Terörle Mücadele Kanununda yapılan
değişiklikler vardır, diğer yasalarda yapılan değişiklikler vardır.
Velhasıl, yıllarca Türkiye'de gerçekleştirilemeyen birçok düzenleme,
Ulusal Program çatısı altında hayata geçirilmiştir.
Hepsi de
fevkalade önemli olan bu düzenlemelerin gerçekleşmesinde emeği geçen,
katkı sağlayan, destek olan herkese huzurunuzda teşekkür ediyorum;
ama, bilmemiz lazım ki, Ulusal Programın birinci yılı dolmuş olmasına
rağmen, henüz programın kısa vadeli hedeflerini ve önümüzdeki dönemde
bizi son derece rahatlatacak olan birtakım düzenlemeleri, maalesef
henüz hayata geçirememiş bulunuyoruz.
Bunların
yanında, Kıbrıs sorununun çözümü yanında da, henüz daha somut adımlar
atılabilmiş değildir. Yapamadığımız bu işlerin bir an önce
tamamlanması, bu sorunların bir an önce çözümü, Avrupa Birliği ile
ilişkilerimizin bundan sonraki seyri bakımından hayatî öneme sahiptir.
Esasen bütün bu sorunlar, benim her zaman söylediğim gibi, Avrupa
Birliğinden tamamen bağımsız olarak, Türkiye'de toplumsal huzurun
kökleştirilmesi ve ülkemizin geleceğine ilişkin hedeflerin
belirlenebilmesi açısından da mutlaka çözmemiz gereken sorunlardır.
Çok uzun süren, büyük bedel ödediğimiz, maliyeti yüksek bir terörle
mücadele dönemini başarıyla sonuçlandıran, irtica ile mücadele
konusunda büyük mesafe kat eden Türkiye, zaten gündeminde bekleyen
birtakım sorunları kangrene dönüştürmeden artık çözmek zorundadır.
Avrupa Birliği üyelik süreciyle bu çözüm ihtiyacının aynı döneme denk
gelmesi ise Türkiye açısından bir şans olarak görülmelidir.
Bizim
arzumuz, Ulusal Programın kısa vadeli hedeflerinin hemen, yarın hiç
vakit geçirilmeden, orta vadeli hedeflerinin de mümkün olan en kısa
sürede tamamlanarak rotamızın tam üyeliğe çevrilmesidir. Eğer Avrupa
Birliğinin siyasî, ekonomik ve sosyal kriterlerini tam anlamıyla
yerine getirebilirsek,biliniz ki Avrupa Birliğine tam üyelik için
önümüzde hiçbir ciddî engel kalmayacaktır.
Değerli
arkadaşlarım, bu kapsamda hazırlanan 7 maddelik bir uyum yasası,
geçtiğimiz hafta sonunda Hükümet tarafından Meclise gönderilmiştir.
Dün Meclisin Anayasa ve İçişleri Komisyonları tarafından da kabul
edilen bu tasarı, bugün, zannediyorum şu anda Adalet Komisyonunda
görüşülmektedir. Muhtemelen Danışma Kurulunun yarın yapacağı
toplantıda da, yarınki Genel Kurul gündemine alınacaktır.
Bu
tasarının yarın Mecliste yasalaşması büyük önem taşımaktadır. Gerçi bu
müzakereler sırasında, bu tasarıda yer alan düzenlemeleri eksik bulan
arkadaşlarım olacaktır. Bu hususta birtakım haklı eleştiriler de
yapılacaktır; ancak şunun bilinmesi lazımdır ki, bu tasarı bu haliyle
dahi pek çok eksikliğimizi gidermemize yardımcı olacaktır. Basın ve
Dernekler Kanunundan, Gösteri ve Yürüyüş Kanununa kadar pek çok yasada
değişiklik öngören bu tasarıya, Anavatan Partisi olarak yarınki Genel
Kurul görüşmelerinde tam olarak sahip çıkmamız gerekmektedir.
Değerli
arkadaşlarım, uyum çalışmalarıyla ilgili yapmamız gerekenler, bu
tasarının çıkarılmasıyla bitmiyor. Daha geride yapmamız gereken birçok
değişiklikler var ve bu değişiklikleri yaparken, mevcut Hükümetin
yapısını sarsmamak gibi de bir sorumluluğumuz var. Ama bu
sorumluluğumuz, Avrupa Birliği ile müzakereleri başlatmamız için şart
olan Kopenhag Siyasî Kriterlerini yerine getirmemizle ilgili olan
millî sorumluluğumuzla paralellik taşımaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, birçoklarının kafasında şöyle bir soru var: Biz bunları
yapsak bile, tüm bu kriterleri yerine getirsek, bu kanunları çıkarsak
dahi Avrupa Birliği bizi tam üye olarak almaz... Avrupa Birliğinin
Türkiye konusundaki samimiyetini sınamak için ne kamuoyu
araştırmalarına ne de birtakım kişilerin sözlerine veya yazarların
yorumlarına bakmamak lazımdır. Avrupa Birliğinin Türkiye konusundaki
samimiyetini ölçmenin bir tek yolu vardır, o da taahhüt ettiğimiz bu
kriterleri yerine getirip, Avrupa Birliğinin kapısına dayanmaktır.
Bütün bunların olabilmesi için de, evvela bizim üzerimize düşenleri
hakkıyla yerine getirmemiz gerekir. Avrupa Birliği ile müzakerelerin
asıl odağını oluşturan konuları içermeyen uyum çalışmalarının,
taahhütlerimizi karşılayan bir düzenleme olmayacağı açıktır. Onun
için, ne kendimizi ne de Avrupa Birliğini kandırmaya çalışmamalıyız.
Aksi takdirde, Türkiye için vakit kaybından öte hiçbir şey yapmamış
oluruz. Vakit kaybını önlemenin yolu, Avrupa Birliğine yerine
getirmeyi taahhüt ettiğimiz kısa vadeli düzenlemeleri, birkaç haftalık
bir gecikmeyle de olsa, mutlaka yerine getirmektir. Ayrıca, kısa
vadeli taahhütlerin yerine getirilmesiyle, orta vadeli taahhütlerin de
sırası gelmiş olacaktır. Dolayısıyla idam cezasının kaldırılması
konusunda verdiğimiz taahhüdün de süreci başlayacaktır. Bu işi de bir
an önce sonuçlandırmak durumundayız. Zaten fiilen uygulanan bir
durumu, yasal zemine oturtmanın Türkiye'ye kaybettireceği hiçbir şey
yoktur ve nihayet Kıbrıs konusunda da benzer bir durumla karşı
karşıyayız. Şunu bilmeliyiz ki, bugün çözmeyip, ileriye ertelediğimiz,
yarına bıraktığımız her sorun, Türkiye'nin hem Avrupa Birliği sürecini
hem de bundan bağımsız olarak dış ilişkilerini olumsuz yönde
etkileyecek şekilde yarın önümüze çıkacaktır.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye olarak içeride bir yandan Ulusal Program ve
onunla bağlantılı olarak diğer sorunlarla boğuşurken, diğer yandan
ekonomimizi rayına oturtmaya çalışırken, bir yandan da yakın
bölgemizde, hemen burnumuzun dibinde bazı önemli gelişmeler
yaşanmaktadır. Bu gelişmelerin hiçbirine de Türkiye olarak kayıtsız
kalma hakkına sahip değiliz. Yanı başımızda gelişen olayların,bizim
istek ve irademizin dışında cereyan etmesini de hiçbir şekilde arzu
etmeyiz. Belki bütün bu gelişmeleri istediğimiz yöne sevk etme
imkânına sahip değiliz; ama, bu olayları tek başına yönlendirme
imkânına sahip olan dost ve müttefiklerimiz de bilmelidirler ki,
Türkiye'yi dışlayacak çözümlerin de kalıcı olabilmesi mümkün değildir.
Hele hele Türkiye'nin millî çıkarlarını ve güvenliğini tehlikeye atan
gelişmelerin, tarafımızdan ne kabul görmesi ne de herhangi bir şekilde
kalıcı hale dönüşmesi mümkün değildir. Bu hususta da Türkiye'nin
hassasiyetleri bellidir ve bu hassasiyetler, her düzeyde
muhataplarımıza iletilmiş durumdadır. Tabiî, olumsuz her türlü
ihtimale karşı hazırlıklı olmak da, Hükümetimizin görevidir.
Değerli
arkadaşlarım, Avrupa Birliği uyum çalışmalarının yoğunlaşması, Irak
dolayısıyla dış politika gelişmelerinin gündemde ön plana çıkmış
olması, ekonomiyle ilgili gelişmeleri de arka plana itmemelidir.
Ekonomideki iyimser havanın, bugün piyasalarda yaşanan iyimser havanın
devam etmesi yararlıdır, olumludur; ama, bu gözlerimizi ekonomiden
başka tarafa çevirmemizi, ilgimizi bu alandan eksik etmemizi
beraberinde getirmemelidir. Fazidışı fazla hedefini tutturma yönündeki
elde ettiğimiz başarı, gözümüzü kamaştırmamalıdır. Hatta hatta,
IMF’nin kredi dilimlerini serbest bırakması da, ekonomik alanda
yaşadığımız sorunların ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir.
Özellikle reel sektörün canlandırılması, piyasaların canlanması
konusunda, maalesef bugüne kadar hâlâ tatmin edici sonuçlara
ulaşabilmiş değiliz. Bu konuda gerekli tedbirlerin alınmasına,aynı
disiplin içerisinde, aynı hızla devam edilmelidir. Şunu hiçbir zaman
unutmamalıyız ki,bizim için ekonomide alınan tedbirler de, Avrupa
Birliği uyum çalışmaları birbirinden ayrı, birbirinden kopuk
çalışmalar değildir. Aksine, bu ikisi birbirini tamamlayan, birbirini
etkileyen çalışmalardır. Bu çalışmaların her biri, diğerini
güçlendiren bir özelliğe sahiptir. Eğer, Avrupa Birliği ile tam üyelik
müzakerelerini, hedeflediğimiz gibi, önümüzdeki sene başlatabilirsek,
ekonomimiz bundan inanılmaz ölçüde olumlu yönde etkilenecektir. Aynı
şekilde, ekonomide eğer bugün yaşadığımız olumlu gelişmeleri devam
ettirebilir, bu ekonomik programı hedefine ulaştırırsak, aynı zamanda
Avrupa Birliğinin sadece siyasî kriterlerini değil, Maastrich’te
belirlenen ekonomik kriterleri de yerine getirmemizle ilgili çok
önemli bir aşamaya ulaşmış olacağız. Yani, ekonomik bakımdan da
Avrupa'nın kapısına daha yaklaşmış olacağız.
Dolayısıyla, sözlerimin başına geri dönersem, Türkiye'nin her
bakımdan, hem Avrupa ile bütünleşme hem dış politika hem ekonomi
bakımından hayatî öneme sahip günlerin yaşandığı bir dönemden
geçiyoruz. Bu dönemde, arkadaşlarımın, bu dönemin önemiyle mütenasip
olarak, Meclis çalışmalarına, komisyon çalışmalarına katkıda
bulunmalarını rica ediyorum.
Ben,
Avrupa Konvansiyonu ile ilgili bir toplantı için bugün öğleden sonra
Belçika’ya gideceğim, Cuma gününe kadar yurt dışında kalacağım.
Cumartesi günü İstanbul'da Valilik koordinatörlüğünde, Valilik ve
Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen Afet Yönetimi Hazırlık
Çalışmaları ile ilgili olarak bir brifing alacağız. İstanbul
Milletvekili arkadaşlarımın eğer önemli bir mazeretleri olmazsa,
cumartesi saat 12.30’da İstanbul Vilayet Binasındaki bu toplantıya
katılmalarını rica ediyorum. Daha önce tespit ettiğimiz İş Güvencesi
Yasası ile ilgili Grubumuzun değerlendirme toplantısını da önümüzdeki
hafta yapmayı planlıyoruz. Bu konuda Çalışma Bakanımız ve konuyla
ilgili arkadaşlarımız önümüzdeki haftaya kadar hazırlık yapacaklardır.
Dolayısıyla bütün arkadaşlarımdan, bu çalışmaların öneminin bilinci
içerisinde olmalarını rica ediyorum, hepinize saygılar, sevgiler
sunuyorum. (Alkışlar) |