ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI

SAYIN  MESUT YILMAZ’IN GRUP KONUŞMASI

(10 NİSAN 2002)

 

Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Biraz önce partimize katılan, Anavatan ailesine katılan belediye başkanı arkadaşlarımıza, Anavatan'a hoşgeldiniz diyorum.

Bugün toplantımız biraz uzadığı için kısa konuşacağım. Konuşmamda, dün Başkanlık Divanımızda tespit ettiğimiz, Partimizin bu ay ve önümüzdeki ay gerçekleştireceği iki faaliyeti sizlere duyurmayı ve biraz önce Diyarbakır Milletvekili Baki Erdoğmuş arkadaşımın bu kürsüye getirdiği Filistin-İsrail ihtilafıyla ilgili bazı görüşlerimi sizlerle paylaşmayı arzuluyorum.

Hepinizin bildiği gibi, önümüzdeki hafta, bugün, Kurucu Genel Başkanımız Turgut Özal’ın 9 uncu ölüm yıldönümüdür. Bu yıl rahmetli Özal’ı, İstanbul’da, önce mezarı başında düzenlenecek olan devlet töreniyle, bunu takiben de Lütfi Kırdar Kongre Merkezinde Partimizin gerçekleştireceği bir anma toplantısıyla anacağız. Her yıl, yani, dokuz yıldan bu yana geçen her yıl yaşadığımız hemen hemen her olay sadece bize değil, hayatında ona düşman olan insanlara dahi rahmetli Özal’ın ufkunun genişliğini, vizyonun büyüklüğünü, görüşlerinin ileriliğini bir kez daha göstermiştir. (Alkışlar)

İnanıyorum ki, ölümünün üzerinden dokuz sene geçtikten sonra, bugün, Türkiye, artık, Özal’ı daha iyi anlamakta ve onu daha çok takdir etmektedir.

Ölüm yıldönümleri, sadece biz Anavatanlıların değil, tüm Türk Milletinin Özal’a olan takdirini, özlemini dile getirmesi için vesile olması gereken günlerdir; ama, biz Anavatanlılar, Özal’ı anlatmanın aynı zamanda Anavatan Partisini anlatmakla aynı olduğu bilinciyle hareket etmeliyiz. Yani, 17 Nisanda haftaya bugün Türkiye’nin her tarafında bütün parti teşkilatlarımızda toplantılar düzenleyerek, hem Özal’ı anmalı hem de aradan geçen zaman zarfında doğruluğu herkes tarafından daha iyi anlaşılan görüşlerini vatandaşlarımıza anlatmalıyız. Bütün milletvekili arkadaşlarımın haftaya bu anma toplantısına katılmalarını istiyorum, İstanbul’daki toplantıya katılmalarını istiyorum; ama, aynı zamanda, milletvekili arkadaşlarımdan, kendi illerinde düzenlenecek olan anma toplantılarını da organize etmelerini istiyorum, buna gerekli katkıyı sağlamalarını istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, sizlere duyurmak istediğim ikinci faaliyetimiz, bildiğiniz gibi, 28 Mayısta bugünkü koalisyon hükümeti üçüncü yılını tamamlayacaktır. Yani, üç yıldan beri devam eden, bizim de ortağı olduğumuz 57 nci hükümet, önümüzdeki mayıs ayının 28 inde üç yılını tamamlamış olacaktır.

Dün, Başkanlık Divanında 28 Mayıs civarında, bir iki gün önünde olabilir, arkasında olabilir, burada, Mecliste, Grupta bütün milletvekili arkadaşlarımın, bütün Merkez Karar Yönetim Kurulu üyelerimizin, bütün il başkanlarımızın katılımıyla bir değerlendirme toplantısı yapmayı kararlaştırdık. Bu toplantı herhangi bir süre tahdidi olmadan yapılacaktır, Meclisin çalışma saatleri, muhtemelen Meclisin çalışma günü dışında yapılacaktır. Bu toplantıdan amacımız, hem üç yıllık bu hükümetin çalışmalarını değerlendirmektir –bakan arkadaşlarımız kendi bakanlıklarıyla ilgili bilgi sunacaklardır, bu üç sene zarfında gerçekleştirdikleri faaliyetlerle ilgili bilgi sunacaklardır; ama- aynı zamanda bu üç yıllık değerlendirme ışığında önümüzdeki döneme ilişkin Anavatan Partisi olarak hedeflerimizi yeniden gözden geçirmektir, Parti olarak yeni stratejimizi beraber belirlemektir. Binaenaleyh, bu toplantıya da bütün arkadaşlarımın, milletvekili arkadaşlarımın mutlaka katılmalarını rica ediyorum. Burada yapılacak değerlendirme hepinizin katkısıyla, hepimizin katkısıyla yapılması gereken Anavatan Partisinin de seçimlere kadar olan stratejisine yön verecek olan bir değerlendirme olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye olarak, dünyanın en sorumlu bölgesinde yaşadığımızı hiçbir zaman hatırdan çıkarmamalıyız. Ülkemizin içinde yaşadığı coğrafyanın sıkıntılarından Türkiye’nin kendisini kurtarması hiçbir zaman mümkün değildir. Ortadoğu’dan Balkanlara, Kafkasya’dan Karadeniz’e kadar çevremizde olup biten her şey, öncelikle ve en başta bizi etkilemektedir.

Terör ve ekonomik kriz gibi kendi iç sorunlarımız yüzünden zaten yeterince sıkıntılar yaşayan Türkiye, çevresindeki çalkantıların yükünü de, maalesef, zaman zaman omuzlamak durumundadır. İşte, bugün yaşanan Filistin-İsrail savaşının Türkiye üzerinde de çok ciddî sıkıntılar yarattığını hep birlikte gözlüyoruz.

Bin yıllık hayat alanımız olan Anadolu’ya ebedî vatanımız olarak kabul ettiğimize göre, bu coğrafyanın gerçekleriyle birlikte yaşamak durumundayız. Tabiî, bu coğrafyanın zorluklarıyla, bu coğrafyanın gerçekleriyle beraber yaşamak demek, Türkiye olarak bazı sorumlulukları da baştan kabullenmek demektir. Bir yandan Türkiye Cumhuriyeti olarak diğer devletlerle aramızda oluşan ekonomik, askeri ve siyasî dengeler, diğer yandan da, tarihimizin ve coğrafyamızın bize yüklemiş olduğu sorumluluklar söz konusudur.

Aslında, bu unsurlar arasında zaman zaman bir çatışma da söz konusu olabilir; ama, bu çatışma halinde dahi, mutlaka, Türkiye olarak hassas dengeleri sağlamak, kurmak ve sürdürmek mecburiyetiyle karşı karşıyayız.

Yani şunu demek istiyorum: Çeçenistan’da yaşanan olaylar bizim için sadece Ruslar ile Çeçenler arasındaki bir hadiseden ibaret olamaz. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunlar, bizim için sadece iki ülke arasındaki sorunlar değildir. Bosna-Hersek’te, Hırvatistan’da, Makedonya’da veya bu ülkelerle Sırbistan arasında yaşanan savaşlar, problemler, bizim için sadece bir Balkan sorunu değildir. İran ile Irak, Irak ile Kuzey Irak’taki gruplar, Yunanistan ile Arnavutluk, Makedonya arasındaki sorunlar da aynı böyledir ve nihayet, Filistin’de yaşanan sorunlar da, bizim için bir insanlık dramı olmanın ötesinde başka birtakım anlamlara sahiptir.

Biz, Türkler olarak saydığım bütün bu bölgelerdeki askeri ve siyasî varlığımız bundan yüzyıl önce sona ermiş olsa da, fizikî ve manevî olarak bu ülkelerle bağlarımızı hâlâ sürdürmekteyiz, hem de, oldukça canlı bir şekilde sürdürmekteyiz. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan milyonlarca insanın bu saydığım coğrafyada yakın, uzak akrabaları, hâlâ canlılığını devam ettiren bağları vardır. Yani, Türkiye, sadece devlet olarak devraldığı miras itibariyle değil, kendi vatandaşlarının ilişkileri sebebiyle de, sözünü ettiğim bu coğrafyayla iç içe yaşamak zorundadır.

Değerli arkadaşlarım, konunun çerçevesini bu şekilde belirlediğimizde, bizim de, diğer konular gibi, Filistin’de yaşanan sorunlara bakışımızın diğer ülkelerden farklı olması gerektiği ortaya çıkar. Bizim bir tarafta İsrail’le kurduğumuz, askeri, diplomatik ve ticarî ilişkilerimiz vardır. Diğer tarafta ise, manevî ve tarihî mirası bizim üzerimizde olan Filistinlilerin uğradıkları haksızlıklar vardır. Ayrıca, yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşayan ve ülkemize bağlılıklarını, sevgilerini her vesileyle göstermiş olan Musevi vatandaşlarımızla, Türkiye’de yaşayan oldukça çok sayıda Filistinlilerin durumunu da göz önüne almak durumundayız. Filistinlilerle diğer bağlarımızın yanı sıra, kendisinden kat be kat güçlü bir orduya karşı kurtuluş savaşı verme, İsrail’le de sivil halka yönelik terör eylemlerine karşı mücadele etme gibi müşterek birtakım özelliklerimiz vardır.

Bütün bu faktörleri göz önüne alarak diyorum ki; bugün geldiğimiz noktada yapılması gereken şey, İsrail’in, öncelikle işgal ettiği özerk Filistin topraklarından bir an önce çekilmesidir. Terörist olduğuna dair elinde kesin kanıt bulunmayan bütün Filistinlileri serbest bırakmasıdır. Filistin’e gelen yardımları engellemekten vazgeçmesidir. İsrail’in bu adımı atmasıyla birlikte, Filistinlilerin de, buna cevap olarak birtakım karşı adımları, vakit geçirmeden, mutlaka atması lazımdır. Öncelikle İsrail olmak üzere, iki tarafta olumsuz tavrını sürdürdüğü sürece, radikalleşme eğilimi ve buna bağlı olarak bölgedeki terör olayları artarak devam edecektir. Esasen, bölgede son bir yılda yaşanan olayların başka hiçbir faydası olmasa bile, en azından, olmayacak, olamayacak şeyleri herkese gösterdiğine inanıyorum. Bu çerçevede, İsrail’in, işgal ettiği özerk Filistin topraklarından çekilme kararını takdirle karşıladığımızı belirtmek isterim. Bu kararın hayata geçmesine paralel olarak Filistin yönetiminin de, sivillere yönelik terör eylemleri konusunda daha kararlı bir tutum içine girmesi gerekiyor. Atılacak bu karşılıklı adımlar, belki de, bölgede, uzun yıllar sonra ilk defa sağlıklı ve kalıcı bir barışa giden yolu açacaktır. Çünkü, Arap dünyası, 1950’lerden beri sürdürdüğü İsrail olayını yok sayma, İsrail’i görmezlikten gelme politikasını bir süre önce değiştirme kararı almıştır. Filistin bu adımı zaten daha önce atmıştı. Birbirlerinin varlıklarını, dolayısıyla da haklarını kabul eden toplumlar arasında uluslararası örgütlerin ve dünya politikasına yön veren ülkelerin de gayretleriyle yepyeni bir dönemin açılmaması için hiçbir sebep yoktur. Türkiye, barış sürecine her türlü katkı yapma ve tarafların talebi halinde bu sürece öncülük etme görevini üstlenmekten de büyük mutluluk duyacaktır. Çünkü, İsrail kurşunlarıyla hayatını kaybeden her Filistinlinin de, intihar bombalarıyla ölen her sivil israillinin de acısını mutlaka biz de hissetmek zorundayız. Bölgede yaşanan olaylar, haklı-haksız, doğru-yanlış gibi kriterlerle ölçülemeyecek boyuta ulaşmıştır. Tanklara karşı taşla, sokakta her şeyden habersiz yürüyen sivile karşı bombayla sürdürülen mücadelenin herhangi bir meşru hedefe ulaşabilmesi mümkün değildir. Filistinlilere karşı insafsız ve orantısız güç kullanan İsrail’in de, sivillere karşı bombalama eylemlerini yürüten Filistinli grupları da dizginleyecek olan sağduyudur. Bölgede şu anda ihtiyaç duyulan en önemli şey de sağduyudur. İnşallah, yakında, gözlere inen hırs perdeleri kalkacak, anlaşmazlıklara, silahla, bombayla değil, sağduyuyla çözüm aranacağı bir döneme girilecektir.

Bu arada altını çizmek isterim ki, Türkiye, eğer, her iki ulusla da, yani, hem Filistin’le hem de İsrail’le ilişkilerini sağlıklı bir biçimde devam ettirmek istiyorsa, ani ve ölçüsüz tepkilerden mutlaka kaçınmak zorundadır. Her iki tarafla da ilişkilerini zedeleyecek her çıkış, aslında, Türkiye’nin kendi menfaatlarına zarar verecektir.

Değerli arkadaşlarım, bu konu Irak’ın, İsrail’in Filistin topraklarından çekilene kadar petrol üretimini durdurma kararı almasıyla yeni bir boyut kazanmıştır. Dünya petrol üretiminde önemli bir payı olan Irak’ın bu kararı, huzursuzluğu yansıtan bir nedene, bir dalgalanmaya sebep olmakla birlikte, petrol piyasasında da ciddî tedirginlik yaratmıştır. Türkiye’nin hampetrol ihtiyacının karşılanmasında Irak önemli bir role sahip olmadığı için, bu karardan ülkemizin şu anda büyük ölçüde etkilenmesi söz konusu değildir; ama, gerek sınır ticareti gerekse de Birleşmiş Milletlerin kontrolünde yürütülen gıda karşılığı petrol sevkiyatı ülkemiz açısından önemli bir ekonomik öneme sahiptir. Bu kararın her iki alanda da olumsuz yansımalarının olması kaçınılmazdır. Bilhassa ekonomisi sınır ticaretine bağlı olan bölge illerinin ve buralarda yaşayan vatandaşlarımızın sıkıntılı bir döneme girdiği açıktır. Geçtiğimiz yıl yaşadığı ekonomik krizin etkilerini henüz tam olarak üzerinden atamayan Türkiye’ye, ortaya çıkan bu sıkıntının maliyetinin ne olacağını henüz şu anda tam olarak bilemiyoruz. Umarız ki, Irak, bu kararını, İsrail’in işgal ettiği şehirlerden kademeli olarak çekileceğini açıklamasıyla birlikte yeniden gözden geçirir. Çünkü, önce İran savaşı, sonra da Kuveyt’i işgaliyle ağır darbeler yiyen Irak ekonomisinin bu yükü ne kadar kaldırabileceği belli değildir. Halen devam eden ambargo sebebiyle halkının gıda ve ilaç ihtiyacını dahi petrol karşılığı temin eden Irak’ın, bu karıyla Filistin’e ne ölçüde yardımcı olabileceğini bilemiyoruz; ama, kendi vatandaşlarının geleceğini belirsizliğe ittiği açıktır.

Velhasıl, Ortadoğu’da yaşanan son gelişmelerde, Türkiye, meseleye başka ülkelerin gözüyle bakamaz. Bu coğrafyayı kendi coğrafyasından ayrı düşünemez ve maalesef, şu anda, uzun yılların birikimi olan, düşmanlıkların, husumetin sonucunda birbirleriyle savaş halinde olan bu iki topluma karşı, Türkiye, kendi menfaatını ön planda tutarak dengeli bir politika izlemeye mecburdur. İki taraf arasında, iki tarafın da güvenebileceği bir arabulucu konumunu koruyabilmek için, söylediği her söze, aldığı her tavra mutlaka özen göstermeye mecburdur. (Alkışlar) Türkiye’nin çok daha başka ülkelerden çok daha fazla anlayışla karşılayabileceği, bir yanda terör belası, bir yandan ana yurdundan olma gibi sıkıntıların, her iki ülkenin de ortak sıkıntılarını hissetmede Türkiye’ye önemli bir avantaj sağlayacağına inanıyorum.

Hükümetimiz bu konuyla ilgisini bundan sonra da yakın biçimde devam ettirecektir. Eğer, bu konuda, Türkiye’ye bir görev düşerse, Türkiye bu rolü üstlenmekten de kaçınmayacaktır.

Bu düşüncelerle, hepinize tekrar teşekkür ediyorum, hepinizi, önümüzdeki hafta, söylediğim aktiviteye katılmaya davet ediyorum. (Alkışlar)

 

Teknik Büro Web Team 2002