|
|
|
|
ANAVATAN PARTİSİ GENEL
BAŞKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
SAYIN MESUT YILMAZ’IN
GRUP KONUŞMASI
(05 Haziran 2002)
Değerli
arkadaşlarım, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
İçinde
bulunduğumuz günler, Türkiye’nin geleceğinin şekillendiği günlerdir.
Gelişmelere, onların üstünü örten sis perdesini kaldırarak bakmamız
lazım. Sis perdesiyle uğraşmayı başkalarına bırakmamız lazım. Sis
perdesini kaldırdığınız zaman görünen şudur: Yeni bir dönem
başlamaktadır ve hepimiz hızla yeni bir Türkiye’ye doğru gidiyoruz.
İşte bu nedenledir ki, ben, bugüne kadar, bu kürsüden yaptığım her
konuşmada sizlere geleceğin inşası konusunu işledim.
Şunu, açık
ve net olarak söylüyorum:
Türkiye’nin
gelecekte alacağı şekil, bugünlerde milletimizle el ele vereceğimiz
mücadelenin başarısına bağlıdır. Elimizdeki iki pusulayı, iki yön
göstericiyi hiç elimizden bırakmadığımız, onlara sahip çıktığımız
takdirde, hiç şüpheniz olmasın ki, milletçe bu mücadeleden başarıyla
çıkarız. Ama, aynı zamanda, geleceğimizi de sağlıklı bir zemin üzerine
inşa etmenin fırsatını yaratacağız. Nedir bu elimizdeki iki pusula,
iki yol gösterici: Birisi, Avrupa Birliği ulusal programıdır. Avrupa
Birliği üyeliği için kabul ettiğimiz ulusal programdır. İkincisi,
uyguladığımız ekonomik programdır; yani, güçlü ekonomiye geçiş
programı.
Değerli
arkadaşlarım,
Bu iki
programı gözümüzden bile sakınmalıyız. Ülkemizin ve hükümetimizin
önüne çıkabilecek her gailede, Avrupa Birliği ulusal programı ile
güçlü ekonomiye geçiş programını mutlaka korumalıyız.
Anavatan
Partisi olarak bizim önceliğimiz, hükümetteki koltuğumuzun değil, bu
iki programın korunmasıdır. Nasrettin Hoca’nın dediği gibi,
etrafımızdaki kavga yorgan kavgasıdır; ama, dönem, kendimizi kavgaya
kaptırma dönemi değildir. Dönem, milletimizin elindeki bu iki pusulayı
kırmama dönemidir, onları koruma dönemidir.
Değerli
arkadaşlarım,
Sadece
olayların değil, sadece Türkiye’deki olayların değil, bütün dünyadaki
tarihin akışı da, önümüzdeki altı ayda çok hızlanacaktır. Önümüzdeki
altı ay, devlet gemisinin rotasını bu iki pusuladan ayırmadan devam
ettirmek açısından son derece önemlidir.
Şunu
herkesin çok iyi bilmesini istiyorum:
Bu
memlekette vatanseverlik hiç kimsenin tekelinde değildir.
Bana göre,
bize göre, Anavatan Partisine göre en büyük vatanseverlik, bu
memlekette yaşayan her insanın daha zengin olması için, daha özgür
olması için çalışmaktır.
Eğer bu
memlekette yaşayan insanlar, daha zengin olurlarsa, daha özgür
olurlarsa, daha güvenli olurlarsa, daha mutlu olurlarsa, bundan millî
bütünlüğümüze hiçbir zarar gelmez. Tersine, millî bütünlüğümüz bununla
daha da güçlenir. Biz, insanımızı daha çabuk zengin edeceği için,
ülkemizi daha çabuk kalkındıracağı için, insanlarımızın daha özgür
yaşamalarını sağlayacağı için, en uygun aracın Avrupa Birliği üyeliği
olduğuna inandığımız için Avrupa Birliği üyeliğini destekliyoruz.
Bizim, ne Avrupa hayranlığıyla, ne de körü körüne Avrupa düşmanlığıyla
alakamız yoktur; ama, biz, bu ülkede yaşayan insanların, artık daha
fazla cefa çekmesini istemiyoruz. Biz, bu ülkede yaşayan insanların,
artık sorunlarla boğuşmasını değil, daha modern şartlarda, daha çağdaş
şartlarda, daha iyi şartlarda yaşamalarını istiyoruz. Biz, Türkiye’nin
bu imkânlara sahip olduğunu biliyoruz; ama, maalesef geçmişte yapılan
hatalar dolayısıyla Türk insanına bu imkânlar sunulamamışsa, o zaman
bunu devam ettirmenin, bu ülkeye karşı iyilik değil kötülük olacağına
inanıyoruz.
Değerli
arkadaşlarım,
Türkiye,
Avrupa Birliği üyeliğine, bugün, tarihinde hiçbir zaman olmadığı kadar
yaklaşmıştır. Türkiye, bu hedefe bu kadar yaklaşmışken, Türkiye’de
siyaset yapan herkesin, Türkiye’nin çok yaklaştığı bu hedeften
uzaklaşmamasını sağlamak, daha doğrusu o hedefe erişmesine engel
olmamak için, üç defa değil, beş defa düşünmesi lazımdır.
Değerli
arkadaşlarım,
Önümüzdeki
Cuma günü, Sayın Cumhurbaşkanının davetiyle gerçekleşecek olan,
Mecliste Grubu bulunan partilerin genel başkanları olarak yapacağımız
toplantının, yeni Türkiye’ye giden yolda, yeni bir dönemeç olacağına
inanıyorum. O toplantıdan bir uzlaşmanın sağlanması için, Türkiye’nin
önünü açacak bir uzlaşmanın çıkması için Anavatan Partisi olarak
elimizden gelen her türlü katkıyı sağlayacağımızdan hiç kimse şüphe
etmemelidir. Ama, Anavatan Partisinin Avrupa Birliği üyeliği konusunda
zaten netleşmiş olan, zaman içerisinde hiç değişmemiş olan
görüşlerini, burada bir defa daha ifade etmektense, o toplantıyı
olumsuz etkilememek için, bu görüşlerimi çok daha geniş biçimde
sizlerle paylaşmayı önümüzdeki toplantıya erteliyorum.
Değerli
arkadaşlarım,
Türk
ekonomisi, 2000 yılı Kasım ayından itibaren girdiği, 2001 yılının
bahar aylarında da maalesef zirveye ulaşan kriz döneminin etkisinden
yavaş yavaş kurtulmaya başladı. Üretimden ihracata, enflasyondan
istihdama kadar elimizdeki bütün göstergeler, artık Türkiye’nin
krizden çıktığının işaretlerini vermektedir. Sanayideki kapasite
kullanım rakamları, yüzde 68’den, yüzde 74’ün üzerine çıkmıştır.
İhracatımız ilk defa 30 milyar doları aşmıştır. Birçok sektörde
firmaların iç piyasadaki daralmayı ihracat yoluyla aşma yoluna
gittiklerine görüyoruz. İthalatta da, korkulduğu gibi herhangi bir
patlama yoktur. Tam tersine, Türkiye’nin ithalatında gerileme vardır.
İthalattaki azalmanın, Türkiye’nin ihracatını olumsuz etkilememiş
olması, ara mallardan ziyade lüks tüketim mallarında fedakârlık
yapıldığını göstermektedir. Dolayısıyla, dışticaret açığımız da
giderek azalmaya başlamıştır. Nitekim, bu yılın ilk üç ayında
ihracatımız 7,7 milyar dolar, ithalatımız 9,6 milyar dolar olmuştur.
Yani, bir önceki döneme göre baktığımız zaman, dışticaret açığımız 3,5
milyar dolardan, 1,9 milyar dolara, yaklaşık geçen yılki ticaret
açığının yarısına inmiştir.
Dün
açıklanan enflasyon rakamları, mayıs ayı enflasyon rakamları, uzun
yıllardan beri Türkiye’de aylık bazda toptan eşya fiyatları endeksinin
ilk defa binde 4’e düştüğünü göstermektedir. Yıllık enflasyon da,
yeniden yüzde 50’nin altına inmiştir. Hükümetimizin, sene başında
enflasyon konusunda ortaya koyduğu hedefler, birçok çevre tarafından
inandırıcı bulunmamıştır. Bazı kuruluşlar, bazı özel şirketler,
kendileri için farklı enflasyon hedefleri tespit etmişlerdir. Oysa,
yılın ilk dört ayında, toptan eşya fiyatları endeksindeki artış,
sadece yüzde 11’dir. Bu rakamlar ışığında, enflasyonun, aslında
hükümetin hedeflediğinin de altında gerçekleşeceği görülmektedir.
Üretimin
artmasına paralel olarak yeni istihdam imkânları ortaya çıkmıştır. Bu,
Türkiye’nin en büyük belası olan işsizliğin, yavaş da olsa azalmaya
başladığının işaretidir. Büyüme hızında, yıllık yüzde 3’lük hedefe
ulaşılmasının, hatta bu hedefin aşılmasının önünde herhangi bir ciddî
engel söz konusu değildir.
Bütçe gerçekleşmeleri, faiz dışı fazla
başta olmak üzere, hedeflediğimiz şekilde gerçekleşmektedir. İlk dört
ayda 1,4 katrilyon lira olarak hedeflediğimiz faiz dışı fazla, Merkez
Bankasının transferleri ve özelleştirme gelirleri hariç, 2,8
katrilyona ulaşmıştır. Yani, ilk dört ay için tespit ettiğimiz faiz
dışı fazla hedefi, neredeyse yüzde 100 fazla olarak gerçekleşmiştir.
Ödenen ana
para ve faizden daha az miktarda borçlanma yapıldığı için, Türkiye’nin
borç yönetiminde de herhangi bir sorun söz konusu değildir. Bu yılın
sonu itibariyle, iç borçlarımızın gayri safi millî hâsılaya oranı
yüzde 50 düzeyine düşecektir. İç borç servisinin, bu sene 125
katrilyon, önümüzdeki yıl sonunda da 120 katrilyon lira civarında
gerçekleşmesi beklenmektedir.
Turizmde,
Türkiye, 2002 yılına, son derece parlak bir başlangıç yapmıştır.
Turist sayısında da, turizm gelirlerinde de geçen yıla göre önemli
ölçüde artışlar gözlenmektedir.
Tabiî,
borsa, faizler ve döviz kurları henüz günlük siyasî gelişmelerden
tamamen bağımsız olarak kendi seyrine gelememiştir. Buna rağmen, söz
konusu enstrümanlar, eskisi kadar da günlük siyasî gelişmelere
endeksli değildir. En azından, şok sayılabilecek çok yüksek oranda
iniş çıkışlar artık yaşanmamaktadır, nispeten makul bir iniş çıkış
grafiği izlenmektedir.
Değerli
arkadaşlarım,
Ekonomide
dile getirdiğim bu olumlu gelişmelerin yanında, henüz çözülmemiş olan,
çözüm bekleyen sorunlarımız da vardır. Faizlerin, enflasyon
gerçekleşmelerine göre yüksek seviyede seyretmesi, yani reel faizlerin
yüksek olması, iç borçlanma maliyetlerini de fevkalade artırmaktadır.
Bu durum, piyasaların henüz belirsizlik ortamından çıkamadığını
göstermektedir. İhcaat, üretim, enflasyon gibi temel alanlardaki
gelişme istikrarlı bir şekilde sürdürülebilirse, bu belirsizliğin de,
uzun olmayan bir zamanda ortadan kalkması beklenebilir.
Ekonominin
en önemli güç kaynağı olan finans kesiminde geçen yıl yaşanan
sorunlar, aslında yaşadığımız krizin de en önemli nedenini
oluşturuyordu. Finans sektörünün yeniden yapılanmasına yönelik
çalışmalarda çok ileri bir aşamaya gelinmiştir. Ama, henüz daha finans
kesiminin sorunları tümüyle çözülebilmiş değildir. Sektörün, sermaye
bakımından yeniden yapılandırılmasıyla reel kesimle arasındaki sorunun
çözümü, ekonominin geleceği bakımından hayati öneme sahiptir.
Değerli
arkadaşlarım,
Aslında,
Türkiye’deki iş dünyasının, ekonominin, finans alanında üç temel
sorunu vardır; bunlar, faiz, kur ve kredi riskidir. Krizin reel sektör
üzerinde yol açtığı hasarın en başta gelen sebepleri de bunlardır. Bu
anlattığım gelişmelerden de anlaşılabileceği gibi, hükümetimizin
uyguladığı ekonomik program sayesinde, bugün faiz ve kur riski önemli
ölçüde giderilmiştir. Kur üzerinde büyük baskı yaratan devlet iç
borçlanmalarının ağırlığı, artık kamu kağıtlarına verilmiştir. Merkez
Bankası da, fona devredilen bankalardaki hazine bonalarını satın
alarak, Hazineye ciddî kaynak sağlamaktadır. Böylece, bu bankaların
Türk Lirası sıkışıklıklarından kaynaklanan piyasalardaki faiz
baskıları da ortadan kalkmıştır. Geriye, bankaların sermayelerinin
yeniden yapılandırılmasıyla, bankalarla reel sektör arasındaki kredi
riski sorununun çözümü kalmıştır. Bu sorunu çözecek olan da, İstanbul
yaklaşımı diye bildiğimiz bugünlerde hayata geçirilmesi beklenen yeni
politikalardır. Bu politikalar çerçevesinde, bankaların kredibilitesi
olan firmalardan kredi alacakları yeniden yapılandırılacaktır.
İstanbul yaklaşımı, bir şirket kurtarma operasyonu değildir. Yani,
işletme kârı elde etmeyen, zaten zararına çalışan işletmelerin, bu
yaklaşımla yeni kaynakla takviye edilmesi söz konusu değildir. Burada
önemli olan, zaten kâr eden ama aşırı borçlanma sebebiyle, kredi riski
sebebiyle geçmişte bu kârları geniş ölçüde finans giderlerine gitmiş
olan şirketleri yeniden ekonomiye kazandırmaktır. Bankalar, bu
firmaların mevcut borçlarını, dört yıla kadar zamana yayacaklardır.
Ayrıca, ihtiyacı olan firmalara da yeni işletme kredisi verilecektir.
Bununla ilgili yasal prosedür, son aşamaya gelmiştir. Eğer bir aksilik
olmazsa, bu aya içerisinde, Haziran sonundan önce, İstanbul yaklaşımı
hayata geçirilecektir. Yine bu ay içinde, bankaların sermaye
ihtiyacına, sermaye artırımına ilişkin hazırlık da tamamlanmış
olacaktır.
Dolayısıyla,
içinde bulunduğumuz Haziran ayı, Türk ekonomisinin en önemli sorunu
olan bankalar ile reel sektör arasındaki ilişkinin yeniden sağlıklı
bir çizgiye oturtulacağı ay olacaktır. Bu sorunu çözdüğümüz takdirde,
üretimde, ihracatta ve istihdamda da olumlu gelişmelerin yaşanmasını
bekliyoruz.
Değerli
arkadaşlarım,
Hükümetimiz,
ekonomik programın arkasında kararlılıkla durmaktadır. Ancak, ekonomi
yönetimine ilişkin, ekonomi yönetimindeki çeşitli birimler arasındaki
koordinasyona ilişkin bazı sorunlar halen varlığını korumaktadır.
Özellikle yapısal reformlar konusunda, devletin yeniden
yapılandırılması konusundaki zorluklarımızı henüz aşabilmiş değiliz.
Bu zorlukların çok kısa zamanda değilse bile, orta vadede mutlaka
aşılması zorunluluğu vardır.
Avrupa Birliğiyle ilgili konular, şu anda
gündemimizde en acil olan konular sonuca ulaştıktan sonra, bu konunun
da koalisyon partilerinin gündemine alınması ve enine boyuna
tartışılıp gerçekçi ve sürdürülebilir çözümlere kavuşturulması
şarttır.
Türkiye,
devleti ve özel sektörüyle, geçmişte yaşadığı sıkıntılardan çıkardığı
dersler ışığında, yepyeni bir döneme doğru ilerlemektedir. Bunun için,
ekonomik ve siyasî istikrarın bozulmaması, uygulanan programlara da
mutlaka sadık kalınması lazımdır. Eğer bu söylediklerim yapılabilirse,
Türkiye, borç yönetimine odaklı bir ekonomik politikasından, artık,
büyümeyi, kalkınma hedeflerini ön plana alan yeni programlara da geçiş
yapma imkanını bulacaktır.
Yaşadığımız
sıkıntılı dönemin sonuna yaklaştığımızı ifade ediyorum; ama, eğer
burada en ufak bir gevşeklik, en ufak bir rehavet gösterirsek, bugüne
kadar gösterdiğimiz bütün çabalar, bugüne kadar çektiğimiz bütün
fedakârlıklar da boşa gidecektir ve hiç birinizin şüphesi olmasın ki,
bugüne kadar yapılan fedakârlıklar boşa gitmemiştir. Bugün ortaya
çıkan göstergeler bunun işaretidir. Önümüzdeki dönem, inşallah
Türkiye’nin, bu sefer sağlıklı biçimde, yeniden krize düşme tehlikesi
olmadan ekonomisinin büyüyeceği, kalkınmanın gerçekleşeceği döneme
geçeceği günler olacaktır.
Hepinize
saygılar sunuyorum. |