ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI
SAYIN MESUT YILMAZ'IN
TBMM ANAP GRUP KONUŞMASI
 
29 Haziran 1993

Değerli milletvekili arkadaşlarım ve grup toplantımıza katılan teşkilat mensubu arkadaşlarım; hepinize saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Türkiye’nin şu anda en önemli sorunu olan terörle mücadele konusuyla çok yakından ilişkili olan, muhtemelen önümüzdeki dönemde Türkiye’nin terör belalarıyla yaptığı mücadelede tayin edici öneme sahip olacak olan bir konudur.

Geçtiğimiz bir haftalık dönem, yani geçtiğimiz Salı gününden bugüne kadar geçen bir haftalık dönem, Türkiye’de aslında çok yoğun birtakım gelişmeleri içine alan bir dönem olmuştur. Bildiğinim gibi, Salı günü grup toplantısından sonra, meclis genel kurulunda, anayasanın 133 ncü maddesinin değiştirilmesiyle, ilgili müzakere yapılı. Arkasından, hükümet açıklandı. Bu arada, gerek iç güvenlik açısından çok önemli muhtemelen sadece Türkiye’nin bugününü değil, Türkiye’nin geleceğini de etkileyecek olan çok önemli birtakım gelişmeli geçtiğimiz hafta içerisinde hep birlikte yaşadık.

Evvela, hükümet teşkiliyle ilgili görüşlerimi kısaca dikkatinize getirmek istiyorum. Şimdi, Sayın Tansu ÇİLLER’ in kurduğu hükümetin yapısına bakansanız, bu hükümet yapısından çıkarılacak olan çok basit sonuç var: Birinci koalisyon hükümetinin, yani 20 kasım 1991’ den geçtiğimiz Cuma gününe kadar işbaşına olan koalisyon hükümetinin, SHP kanadı başarılı olmuş, DYP kanadı başarısız olmuş. Çünkü, SHP’ li bakanlar yeni hükümette de aynen yerlerini korurlarken, Doğru Yol Partisinden aynı bakanlığı koruyan sadece bir bakan var; yani, 20 bakandan sadece 1 tanesi yerini korumuş, diğerleri hepsi değişmişler. 17 tanesi de yeni hükümette yer almamış.

Şimdi, tarafsız bir gözlemci, bu tabloya baktığı zaman, demek ki koalisyon hükümetinin 19 aylık icraatında, doğru yol partisi kanadı başarısız, SHP kanadı başarılı olmuş diye bir değerlendirme yapar. Aslında, böyle bir değerlendirme, doğru yol partili bakanlara haksızlık olur; çünkü, bu hükümetin hepsi başarısızdır.

Bu hükümet nerede başarılı olmuştur? Yani, 19 aylık icraatında, bu hükümetin başarılı olduğu bir tek alan gösterebilir misiniz? Evet, partizanlıkta başarılı olmuşlardır, yolsuzlukları örtmeye başarılı olmuşlardır... Ama değerli arkadaşlarım, en başarılı oldukları alandan, en başarılı olduklarını iddia ettikleri alandan başlayalım. Terörle mücadelede bu hükümete başarılı diyebilmek mümkün müdür, yani şu giden hükümete, birinci koalisyon hükümetine başarılı diyebilmek mümkün müdür? Terörle mücadelede, bir hükümetin başarılı olabilmesi, yani siyasi otoritenin başarılı olabilmesi için, yeni birtakım yöntemler geliştirilmesi lazım, yeni politikalar ortaya koyması lazım, yeni yasa tasarıları getirmesi lazım. Bu hükümetin, 19 ay zarfında terörle mücadelede getirdiği en ufak bir yeni yaklaşım, yeni politika, yeni düzenleme söz konusu değildir. En küçük bir katkısı söz konusu değildir.

Ama, daha önce de defalarca burada söyledim, terörle mücadele, Türk Devletinin galip geçici hükümetlerden bağımsız olarak yürüttüğü bir mücadele. Bizim zamanımızda başlamış birtakım tedbirler var, bunlar zaman içerisinde, bu terörle mücadelede belki de tek katkısı, daha önceden başlayan bu hazırlıklara gölge etmemek olmuş, onları devam ettirmek olmuş. Hazırlanan bu tedbirleri uygulanan Türk silahlı kuvvetleri. Onlara gerekli teçhizatı sağlamada, gerekli imkanları sağlamada bizim de kendilerinden rica ettiğimiz şekilde bu hükümet, herhangi bir engelleme yapmamış; ama, terörle mücadele, bugün her zamankinden daha fazla hepimizin anlaması, kabul etmesi gerekir ki, sadece silahla, sadece silahlı kuvvetlerle yapılacak bir mücadele değildir. Bu mücadelenin bir ekonomik boyutu vardır, bu mücadelenin bir sosyal yönü var, bu mücadelenin bir siyasi yönü var. Anavatan iktidarı döneminde, hiç kimse bizim terörle mücadeleyi, sadece güvenlik tedbirleriyle, sadece devletin güvenlik kuvvetleriyle yaptığımızı iddia edemez. Bizim zamanımızda, terörün en çok yoğun olduğu o bölge, aynı zamanda devlet imkanlarının en fazla götürüldüğü bölgeydi, devletin en fazla hizmet götürdüğü bölgeydi. O bölge aynı zamanda, o bölgede yaşayan insanların birtakım haklı taleplerinin de devlet tarafından, hükümet tarafından değerlendirildiği bir bölgeydi.

İşte, 141, 142, 163’ü biz kaydırdık. Pişmanlık yasasını biz getirdik. Kürtçe konuşma yasağını biz kaldırdık. Herkese kendi anadilinde müzik yapma, yayın yapma hakkını biz getirdik. Ama, bir de bugünkü manzaraya bakın; bugün,Türkiye’de, o bölgede, mücadele sadece ve sadece silahlı kuvvetler tarafından yapılmaktadır. Hükümetin, bu mücadelede en ufak bir dahil, en ufak bir katkısı, en ufak bir kontrolü bile yoktur. Bu mücadeleyi yapan silahlı kuvvetler, hükümete gerektiği zaman, 12 saat olaydan bilgi dahi vermemektedirler. İşte Bingöl olayları bunun ispatıdır.

Bu beyler nede başarılı olmuşlar? Bir sene zarfında, 744 tane faili meçhul cinayet var. 744 tane faili meçhul cinayet... 200 tanesi sadece bir ilimizde, Batman’da. Gazeteci ölümlerinde Türkiye şu anda dünyada birincidir. Geçtiğimiz bir yıl içerisinde öldürülen gazeteci sayısında Türkiye dünyada birincidir. Şimdi, bu kadar faili meçhul cinayetin olduğu, bu kadar üzücü olayların üst üste yaşandığı, her gün artarak yaşandığı bir ülkede, terörle mücadelede başarılı olduğumuzu söylemek mümkün müdür?

Kaldı ki, alaylar sadece artık bugün olağanüstü hal bölgesiyle sınırlı değil. olağanüstü hal bölgesinden daha fazla olay, şimdi olağanüstü hal bölgesinin dışında oluyor. En fazla mücavir alanda oluyor. Bugün olayların ağırlık merkezi artık olağanüstü hal bölgesi değildir, olayların asıl sıklet merkezi, Ağrı dağının etrafında, Kars’a, Ardahan’a, Iğdır’a, Erzurum’a kaymıştır, Sivas’a gelmiştir. İşte Antalya’ya gitmiştir.

Daha bu sabah Elazığ’da, Çemişkezek’te ilçede belediyenin otobüsünü yaktılar, şoförünü öldürdüler. Yani olaylar artık dağda olmuyor, olaylar ilçelerde oluyor, yerleşim merkezlerinde oluyor ve sadece Güneydoğu’ da olmuyor, Doğu’ da, Batı’ da, Güney’ de Türkiye’ nin her yerinde oluyor.

Şimdi böyle bir manzara yaşanırken, Türkiye’de bu hükümetin terörle mücadelede başarılı olduğunu söylemesi, doğrudan doğruya bir aldatmacadır, milleti yanıltma, sadece kendi kendisine prim sağlamak için giriştiği beyhude bir çabadır.

Değerli arkadaşlarım, eğer terörle mücadelede, devlet güçleri artık teröre rağmen bugün canla başla görev yapıp bu terörü dizginleyebilmek için mücadele veriyorlarsa, bunda en fazla iftihar payı, orada görev yapan güvenlik kuvvetlerinindir. Türk silahlı kuvvetlerinindir. İkinci planda, muhalefet olduğu halde, bugüne kadar bu konuyu hiçbir zaman siyasi polemik konusu yapmadan devleti ön planda tutarak destek veren ana muhalefet partisinindir, bizimdir.

Ama, bir şeyi doğru tespit etmemiz lazım; bu mücadele, ilanihaye bu şartlarda yürümez. Bu şartlarda yürümemesi lazım. Biz, belki milletimize anlatmakta zorluk çektik, her zaman anlatmak zorundayız. Biz, olağanüstü hale normal bir rejimden geçmedik, biz olağanüstü hale sıkıyönetim geçtik. Bizim devraldığımız Türkiye, bütün vilayetlerinde, o zaman ki 67 vilayetinde sıkıyönetim uygulanan bir Türkiye idi. Biz, sıkıyönetimden olağanüstü hale geçerken, olağanüstü hali kalıcı, sonsuza kadar devam eden bir düzen olarak düşünmedik. Biz olağanüstü hali, olayların azalmasıyla birlikte ortadan kalkacak olan geçici bir düzenleme olarak gördük.

Şimdi, bugünkü hükümetin, yani koalisyon hükümetinin, 20 kasım göreve başlayan hükümetin protokoluna bakın, hükümet programına bakın, en kısa zamanda, idare siyasi, sosyal tedbirler alınarak, olağanüstü halin kaldıracağı yazılıdır. Bölge valiliğinin gözden geçirileceği yazılıdır. 19 ay zarfında, bırakınız bunları kaldırmayı, bizim getirdiğimiz düzenlemelerde en küçük bir değişiklik olmamıştır; ama en küçük bir değişiklik yoktur.

Şimdi, birinci koalisyon ömrünü tamamlayıp, ikinci koalisyon hükümeti kurulurken ikinci koalisyonun protokolunda aynı terane yazılıdır, olağanüstü halin kaldırılacağı yazılıdır. Ama, henüz daha geçen hafta da söylediğim gibi olağanüstü halin süresinin dolmasına 20 gün varken, 20 günü aşkın bir süre varken, bu hafta sonunda yeni hükümetin programı görüşülüp bu konuda yeni hükümetin terörle mücadele konusunda da nasıl bir yaklaşım içerisinde olduğunu değerlendirme imkanımız varken, yangından mal kaçırır gibi, daha henüz hükümet güvenoyu almadan ve 20 günden fazla süre varken, bugün olağanüstü hali dört ay daha uzatma teklifini, hükümetin bu konudaki tezkeresini meclise getireceklerdir.

Perşembe günü, burada bir özel grup toplantısı yaptık, başına kapalı bir toplantı yaptık. Orada arkadaşlarımla durumu değerlendirdik. Bizim görüşümüz şudur: Hükümetin bu tutumu samimi bir tutum değildir, eğer hükümet bu konuda samimi olsaydı, önce güvenoyu alır, bu konudaki hangi ek düzenlemeleri öngörüyorsa onları meclise açıklar, ondan sonra gene uzatma talebiyle gelebilirdi. Öyle bir durumda uzatma talebine biz çok daha hoş görüyle bakabilirdik; ama bu durumda, hükümetin bu samimiyetsiz tutumuna, samimiyetsizlik örneği olan bu tutumuna, bizim destek vermemiz, bizim açımızdan sorumluluk olur. Ha, destek vermememiz, karşı çıkmamız, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu şartlar dikkate alınırsa, yine bizim için vebal getirir. Yani, bugün Türkiye’de öyle olaylara hakim bu gerçeği teşhis etmeden, tutumumuzu doğru tespit etmemiz de mümkün değil.

Bugün daha, yeni bakanlık heyecanı içerisinde abuk sabuk laflar eden bakanlar, durumun vahametinin farkında değiller.

Şimdi değerli arkadaşlarım, biz, Anavatan Partisi olarak, bugüne kadar, bu konuda hep sorumlu davrandık. Bu sorumlu, tutumumuzu, ne bugün, ne yarın, hiçbir zaman terkedecek değiliz. Ama, bugün sorumluluğumuz gereği nedir derseniz, geçen Perşembe günkü toplantıda da söyledim, olağanüstü halin uzatılmasına karşı çakmamalıyız, red oyu vermemeliyiz, devletin terör karşısında zaafa düşürecek, hükümetin boşluğuna bir de devletin zaafını ekleyecek bir sorumluluğa girmemeliyiz.

Olağanüstü hali kabul oyu verip, bu hükümetin bu sorumsuz bu gayri samimi tutumuna da ortak olmamalıyız.

Bizin ret oyu vermememiz halinde, olağanüstü halin reddi zaten mümkün değil, belki yetersiz bir oyla, ama olağanüstü hal zaten iktidar gruplarının oyuyla çıkacaktır. Bizim dışımızdaki bütün muhalefet karşı çıksa bile çıkacaktır. Ama benim size teklifim, Perşembe günü mutabık kaldığımız gibi, arkadaşlarımız iktidar gruplarıyla son bir defa, her ne kadar fazla ümidim yoksa da, son bir defa bir temas yapsınlar, olağanüstü halin uzatılmasını, bugün değil, hükümetin güvenoyu almasından sonra, işbaşına başlamasından sonra meclise getirmelerini talep etsinler. Eğer bunu kabul etmiyorlarsa, anavatan grubu olarak biz bu oylamaya katılmayalım, baş başa bırakalım. Ama engellemeyelim, devleti zaafa uğratmayalım. Benim teklifim budur.

Değerli arkadaşlarım, şimdi kamuoyunun yakından takip ettiği, haksız biçimde bize fatura edilmek istenen bir mesele var. Özel radyo televizyon meselesi. Geçtiğimiz Salı günü bu konudaki anayasa değişikliği ile ilgili oylama yapıldıktan sonra, yeni Başbakan, bütün celaliyle çıktı ve bizi suçladı, Ana muhalefet partisi samimi davranmadı dedi. Arkasından aynı şeyi, kimin vekili olduğu belli olmayan Sayın İNÖNÜ de söyledi.

Değerli arkadaşlarım, gazeteciler bana sordular, ben dedim ki, oylama gizli, grup kararı alınamıyor. Bizim tutumumuz belli, grup başkan vekillerimizin önergesi imzası var. Benim beyanlarım var, kamuoyu önünde beyanlarım var, gurupta yaptığım konuşma var. Ben, gezimi yarıda kesmişim, sırf bu oylayama katılmak için gelmişim. Sayın Başbakan adayı gibi, Sayın Başbakan vekili gibi, ben gizli verilen oyları kimin ne yönde verdiğini bilemem. Ama, eminim ki, bizim grubumuzun çok büyük kısmı, anayasa değişikliğine kabul oyu verdi. Çünkü değerli arkadaşlarım, anayasa değişikliği teklifini, yani bu konuda anayasanın değiştirilmesi teklifini, ilk defa gündeme getiren parti biziz. Daha önce de söyledim, anayasanın bütününün değiştirilmesi için de, bu meselenin gecikmesini önlemek için, sırf bu konuda, yani bu değişikliğe bir öncelik tanınması konusunda, parti liderlerinin toplantısını talep eden benim. 3 defa yapılan o toplantılarda, bu meselenin diğerlerinden ayrılıp partilerin uzlaşmasıyla öncelikle halledilmesi gerektiğini savunan benim.

Nihayet, burada geçen hafta sizlerden, bu oylamada Anavatan grubu olarak şimdiye kadar ki tutumumuzla tutarlı olmak için, anavatan değişikliğinin kabulü yönünde oy kullanmak için arkadaşlarımın genel kurula katılmalarına rica ettim. Bazı arkadaşlarımız bana geldiler, dediler ki, “yeni Başbakanın, o zaman ki Başbakan adayının meclisi küçümseyen, adeta kendisini öğretmen, meclisi de öğrenci addeden bu haddini bilmez tutumuna karşı bizim girip onun istediği yönde kabul oyu vermemiz yanlış olur” Bunu bazı arkadaşlarım bana söylediler. bu arkadaşlarıma hak vermemek mümkün değildir. Yani, bir Başbakan düşünün ki, anayasa değişikliği yapmak için muhalefetin oyuna muhtaç, muhalefetin oyunu isterken, muhalefete hodri meydan diyor. Bunu anlamak mümkün değil, bunu akılla bağdaştırmak mümkün değil. ama, o arkadaşım şunu söyledim: “Eğer kabul oyu vermemekte kararlı arkadaşım varsa oylamaya katılmasın” Ama, oylamaya gelen arkadaşlarım, parti görüşü istikametinde oy kullansınlar. Ve, eminim ki, o oylamaya katılan 73 arkadaşımın çok büyük kısmı beyaz oy vermiştir. Belki bir kısmı çekimser vermiştir bilmiyorum; ama, daha sonra sayında bize karşı estirilen genel rüzgarın etkisiyle, bu meselede de fevkalade haksız, bizim açımızdan rencide edici yorumlar yapıldı. Anavatan gurubuna daha önce mutabakata olmadığı, dolayısıyla şu anda özel radyoların açılmasına imkan verecek bir anayasa değişikliğini anavatan partisinin engellediği şeklinde yorumlar yapıldı.

Sonra, Sayın CİNDORUK sanıyorum yeni başbakanın bu işi beceremeyeceğini anlayınca, meclis başkanına gitmiş, sayın CİNDORUK’ tan, bu oylamaya katılmayan CHP ve Refah Partisi Grup Başkan vekilleriyle görüştü ve onlarla bir yeni metinde mutabık kaldı.

Şimdi, fazla detaya girmeden, size bu konudaki durumu kabaca anlatmaya çalışacağım. Anayasa değişikliğini konu olan 133 ncü madde, 4 fırkadan müteşekkildir. Birinci fıkrada, değişiklik metnini söylüyorum kanuna göre özel radyo ve televizyon kurulmasının serbest olduğu yazılıdır. İkinci fıkrada yayın ilkeleri yazılıdır; yani, bu televizyon ve radyoların yayın ilkeleri yazılıdır;yani, televizyon ve radyoların tabi olacakları yayın esasları yazılıdır. Üçüncü fıkrada, biz onu verecek bir üst kurul oluşturulacağı ve 9 kişilik bu üst kurulda mecliste temsil edilen partilerden iktidar partilerinin 5, muhalefet partilerinin 4 temsilciyle kalacakları yazılıdır. Dördüncü ve son fıkrada, devlet tarafından alan radyo ve televizyon kurumunun ve devletten yardım alan radyo televizyon kurumunun ve devlettin yardım alan haber ajanslarının tarafsız yayın yapacakları ilkesi vardır. Yani, dört fıkralık bir anayasa değişikliğidir.

Şimdi, geçen hafta mecliste görüşülen bu metin üzerinde, dün meclis başkanı, karşı çıkan, grubu olan iki partiyle görüşmüşler ve üst kurulla ilgili iktidar muhalefet sesini değiştirip, mecliste gurubu bulunan her partinin birer temsilciyle bu üst kurullarda temsil edileceğini öngören bir metinde anlaşmışlar. Meclis başkanı bu metni biz gönderdi dün akşam. Metni inceledik, arkadaşlarımla, değerlendirdik ve sonunda, anavatan partisi olarak, sırf bu meseledeki iyi niyetimizi ortaya koymak, hakkımızda yapılan haksız spekülasyonlara son vermek için, yayın ilkeleriyle ilgili de, üst kurulla ilgili de bütün daha önce mutabık kalınan metinlerin anayasa değişikliğinden çıkarılmasına, sadece kanunlar çerçevesinde, televizyon, radyo kurma ve işletmenin serbest olduğun, bir de devletin kuracağı televizyonun ve haber ajanslarının tarafsızlık ilkelerine göre yayın yapacağını öngören iki fıkralık bir anayasa değişikliğine, anavatan grubu olarak destek vermeye karar verdik. Yani, ne yayın ilkeleri, ne de üst kurulla ilgili anayasa metninde herhangi bir değişiklik talebimiz, bugünden itibaren yoktur.

Bu konudaki güvencemiz nedir? Bu konudaki güvencemiz, bunu düzenleyen kanun tasarısı konusunda, taslağı konusunda, grup başkan vekillerimizin, doğru yol partisi ve SHP grup başkan vekillerinin ve meclis başkanının imzaladığı bir protokol vardır; protokol’ a bağlanmış bir kanun metni var. O kanun metni, hem yayın ilkelerini düzenliyor, bunların ayrıca anayasada, madem ki anayasa oylamasında gerekli oyun sağlanmasında zorluk çıkıyor, diğer partiler de zorluk çıkarıyorlar, bunun ayrıca anayasa yer almasına gerek görmüyoruz, kanunda mutabık kaldığımız metnin aynen meclisten geçmesini yeterli güvence sayıyoruz. Üst kurulla ilgili de, yine mutabık kaldığımız kanundaki şekil, 9 kişilik bir üst kurul öngörüyor, o 9 kişilik üst kurulda da, her parti meclis başkanlık divanındaki payı nispetinde, bunun iki katı kadar aday önerecek, işte bunun seçim şekli filan da kanunda öngörülecek.

Dolayısıyla şu anda biz, daha önceki bütün rezervlerimizi kaldırıyoruz. Üzerinde mutabık kaldığımız, protokole bağlandığımız kanun metnine bağlı kalınması kaydıyla, 133 ncü maddenin hiçbir ilave şart olmadan, kanun çerçevesinde özel radyo televizyon kurulmasını serbest bırakan en kısa bir metin halinde genel kuruldan geçmesi için her türlü desteği vereceğimizi kamuoyuna ilan etmiş oluyoruz.

Burada, kanunla ilgili olarak, yani sadece üç partinin, SHP, doğru yol ve bizim üzerinde mutabık kaldığımız kanun metniyle ilgili olarak, Refah Partisine, CHP’ ye ve DSP’ ye ve diğer mecliste temsil edilen partilere de çağrı yapıyoruz. Onlar da gelsinler, arkadaşlarımız bu kanun metnini hazırlayan arkadaşlarımız, onların da katılımıyla, onların da taleplerini dikkate alacak şekilde bu kanun taslağını yeniden görüşmeye hazırdır. Yani, bizim arzumuz, bu anayasa değişikliğinin, öyle yeni başkan tafrasıyla filan değil, bütün toplumun beklentilerine cevap verecek şekilde ve meclisteki bütün siyasi partilerin tam uzlaşmasıyla gerçekleşmesidir.

Hay iyi niyetimizi ortaya koymak için, bir teklif daha yapıyorum. Bu oylamayı, hükümetin güvenoyu alacağı Pazartesi günü yapalım, bütün meclisin burada olduğu gün yapalım. Anavatan Partisi Grubu, mücbir sebepler dışında katılamayacak belki bir iki arkadaşım dışında, tam mevcuduyla burada olacaktır ve anavatan partisi, bu haliyle anayasa değişikliğine tam destek verecektir.

Eğer buna rağmen şüphesi olanlar varsa, bugün meclis başkanına da söyledim, Anayasa değişikliği, bizim anayasamıza göre gizli oyla yapılabilmektedir; ama, gizli oyla yapılması Allah’ın değişikliklerinin açık oyla yapılabilmesine imkan sağlayabiliriz. Biz, bu değişiklide de destek olmaya hazırız. Yani, ak koyunla kara koyunun ortaya çıkması için, biz, anayasa değişikliğinin açık oyla yapılmasına da destek vermeye hazırız. Eğer, gösterdiğimiz bütün bu kolaylıklara, bütün bu yaklaşımlara rağmen, bu anayasa değişikliği gerçekleşmiyorsa, gerçekleşmezse. Herhalde bunun sorumluluğunu da Anavatan Partisine ait olmaz.

Değerli arkadaşlarım, her gün dile getiriyorum, geçen hafta da dile getirdim. Her şeyden daha önemli görüyorum. Onun için bugün de bir nebze değinmeden geçemeyeceğim. Maalesef, hükümetin izlediği dış politika, 19 aydan beri izlediği dış politika, bugün yeni koalisyon hükümetinin kuruluş döneminde Türkiye için telafisi imkansız olacak, çok güç de demiyorum, imkansız olacak bazı olumsuz sonuçlarını ortaya çıkarmak durumundadır. Bakın, bir hafta içerisinde, Amerika’nın Irak’ı bombalanması, Türk hükümetinin buna karşı gösterdiği fevkalade şahsiyetsiz, cılız tutum... Azerbaycan’da meydana gelen gelişmeler sonucunda Türkiye’yi örnek ülke ilan eden, bütün dünyaya karşı Türkiye’den yana tavır koymuş olan Ebulfeyz ELÇİBEY’ in bir anda devre dışı bırakılması... Hemen arkasından, Türkiye’nin de dahil olduğu petrol konsorsiyumuna ilişkin anlaşmanın iptal edilmesi... Türkiye üzerinden geçecek olan boru hattının iptal edilmesi....

Öbür yanda, Bosna- HERSEK’ te, bırakınız bağımsız Bosna-Hersek devletinin, artık bir konfederasyonun teşkilini dahi imkansız kılacak olumsuz gelişmelerin ortaya çıkmış olması... Bütün bunların bir haftaya sığmış olması, aslında bir tesadüf değildir. Bakın, Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün dün akşam CNN’ de yaptığı bir açıklama var; eğer hala uyanamayanlar varsa, onların gözünü açmak için çok önemli bir açıklamadır. Bir gazeteci soruyor kendisine “Irak’a bu kadar sert, bu kadar kararlı müdahalede bulundunuz, Bosna-Hersek’ te niye müdahale etmiyorsunuz?” Herhalde hepimizin kafasından geçen sorudur. En fazla Türk hükümetinin dile getirmesi bir sorudur. Gazetecinin sorusuna Dışişleri bakanlığı sözcüsünün verdiği cevap aynen şöyledir: “Çünkü, Bosna- Hersek’ te Amerikan menfaatleri tehlikede değildir” Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün bu açık sözlü açıklaması için kutlamak lazımdır.

Şimdi değerli arkadaşlarım, bütün bunlar şunu gösteriyor: İnsan haklı, uluslararası huku, uluslararası ilişkilerde hukukun üstünlüğü, İGİK, bütün bunlar sadece birer göz boyamadan ibaret. AGİK mekanizması, sadece Doğu Bloğunun yıkılmasına hizmet etmiştir, demirperdenin kalkmasına hizmet etmiştir. Bugün dünyada, yaşanan en trajik olaylarda dahi, ne AGİK’ ten, ne uluslararası hukuktan, ne insan haklarından söz edebilmek mümkün değildir.

Şimdi bakın, Amerika’nın Irak’a karşı yaptığı bir müdahale, 23 tane füze gönderiyorlar. Nisan ayında Eski Başkan Bush Kuvey’i ziyaret ediyor, burada bir suikast teşebbüsü ortaya çıkarılıyor, bu suikast teşebbüsünün Irak’la ilgili olduğu Amerikan yönetimi tarafından iddia ediliyor. Şu ana kadar ispat edilmiş değil. Dün bazı belgeleri vermişler, güvenlik konseyine. Henüz daha ispat edilmemiş olan böyle bir olay nedeniyle, Amerikan Birleşik Devletleri Irak’a, güya Irak’ ta ki istihbarat merkezine, havadan güze gönderiyor.

Şimdi, Amerika’nın bu iddiaları doğru olabilir, muhtemelen de doğrudur; yani Kuveyt’ te yakalanan bazı sanıkların ifadesine bakılırsa, Irak yönetiminin bu suikast teşebbüsüyle ilgili olduğu da anlaşılmaktadır. Ama, geçmişte bu tür misilleme hareketlerine başvuran İsrail’e karşı Amerika’nın sürekli dile getirdiği bir görüş var, diyor ki; “Önce Güvenlik Konseyinden karar alacaksın, yani böyle bir saldırıya maruz kaldığına dair karar alacaksın, o kararı aldıktan sonra misillemeye başvuracaksın” Bu misillemeye hukuki bir çerçeve, meşrutiyet kazandırmak için böyle bir zorunluluğu Amerika devamlı savunmuş. Bu sefer yaptığı, bunun tam tersi; yani, meseleyi güvenlik konseyine getirmeden, Irak’ın bu işle bağlantısını ortaya koymadan, Irak’a böyle bir saldırıya bulunuyor. Bir yerde, önce açıyor, sonra mahkemeye götürüyor.

Ama, mesele sadece bundan ibaret de değil. Bir de ikinci boyutu var, böyle bir misilleme halinde, hiç günahı olmayan masum insanların, sivillerin zarar görmesi lazım. Halbuki bu füzelerden 4 tanesi, sivil mahallelere düşüyor ve maalesef olayda sivil insanlar ölüyor, sivil insanlar zarar görüyor, yaralanıyor.

Şimdi, böyle bir durum ortaya çıktığı zaman, tabii buna deminki şeyimi de ekliyorum, orada bir eski başkana karşı suikast teşebbüsünü savunabilmek mümkün değil, böyle bir teşebbüse destek veren Irak yönetimini mazur görmek mümkün değil; ama, öbür yanda da, bir sene içinde, soykırıma kurban gitmiş 200 bin Müslüman- Boşnak var, e burada bir eski başkana karşı başarısızlıkla sonuçlanmış bir suikast girişimine bu kadar sert cevap veren bir amerikanın, acaba Bosna- Hersek’ te hiç mi sorumluluğu yok ve bu sorumluluğu kimin dile getirmesi lazım?

Şimdi, değerli arkadaşlarım, böyle bir olay yaşadık geçtiğimiz günlerde, Cumartesi günü böyle bir olay yaşadık. Pazar ve Pazartesi günleri, ortaya konulan tepkileri dikkatinizi çekiyorum; çünkü, ortaya konulan bu tepkiler, Türk Devletini, Türk Hükümetini temsil eden kişilerin, belki önümüzdeki günlerde, önümüzdeki aylarda artarak devam edecek olan, belki üzülerek sık sık tanık olacağımız davranışlarının da habercisidir. Bakın, Sayın Cumhurbaşkanının bugünkü gazetelerde yer alan bir beyanı var; “Bana telefon ettiler, haber verdiler, ben de kıramadım” diyor.

Sayın Başbakan, televizyondan herhalde sizin de izlediğiniz bir beyanı var; “Olay tamamen Irak’la Amerika Birleşik Devletleri arasındadır. Bizi ilgilendiren hiçbir yönü yoktur” diyor. Yani, böyle bir beyan, acemi bir Başbakana dahi hoş görülemez.

Bakın, globalleşmeden bahsediyoruz, küreselleşmeden bahsediyoruz, bir takım insanlar, birtakım kişiler, bunlar arasında Sayın ÇİLLER de var, kendi vizyonları içerisinde bu küreselleşmeye, globalleşmeye de geniş yer veriyorlar. Böyle bir çağda, globalleşmenin, küreselleşmenin bu kadar geliştiği bir çağda, bırakınız yanı başımızda, bırakınız en yakın, en büyük müttefikimizle, sınır komşumuz bir ülke arasında meydana gelen bir olayı, Güney Amerika’nın bir köşesinde meydana gelen benzer bir olay karşısında dahi Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin söyleyeceği bir sözü olması lazım, göstereceği boz söz olması lazım, göstereceği bir tepkisi olması lazım.

Ama bu olayı, başka olaylarla kıyaslamak mümkün değil,burada, saldırıya maruz kalan ülke, bizim sınır komşumuzdur, saldırıya yapan ülke, bizim en önemli müttefikimizdir. Değerli arkadaşlarım, eğer bir dostumuz, yanlış bir iş yaparsa, bir dost olarak size düşen ona dalkavukluk etmek, iyi yaptın demek değildir, ona yanlış yaptığını söylemektir.

Şimdi, bu hafta hükümet programını Mecliste görüşeceğiz, Çarşamba günü, yarın okunacak Cumartesi görüşeceğiz, Pazartesi günü de oylayacağız. Pazartesi oylamaya kadar, bütün arkadaşlarımın burada kalmasını rica ediyorum. Sadece Pazar günü il kongresini yapılacak olan yerlerimiz var, iki- üç ilimiz var; başta İstanbul olmak üzere. Sadece o milletvekili arkadaşlarımın günü birlik gidip gelmelerini; ama, hem Cumartesi görüşmelerde, hem de Pazartesi günü oylamada burada olmalarını rica ediyorum.

Bugünkü olağanüstü hal oylamasında, genel kurulu filan terk etmeyeceğiz. Orada Eyüp Aşık arkadaşımız görüşecek, bizim görüşlerimizi dile getirecek, biz de orada bulunacağız, sonuna kadar izleyeceğiz; ama, müspet veya menfi oylamaya katılmayacağız.

Keza, eğer mutabakat sağlanırsa, anayasa değişikliği konusu Pazartesi günü hükümet oylamasıyla birlikte gündeme gelebilir. Orada da arkadaşlarımın hazır bulunmalarını ve parti görüşü istikametinde oy kullanmalarını rica ediyorum.

Şimdi hatırıma gelen veya boş geçmemem gereken bir olay da, İsviçre hükümetinin büyükelçiliğimize karşı takındığı tavırdır. Şimdi, oradaki hadise şudur: Ben Sayın Toperi ile de görüştüm; Şu anda Avrupa Konseyinde bulunan arkadaşlarımızdan da bir heyete, yarın oraya gitmelerini söyledim, onlar da yerinde inceleme yapacaklar. Geçtiğimiz hafta, Salı günü, Bern Büyükelçiliğimiz, İsviçre’deki Türk büyükelçiliği PKK militanları tarafından hücuma maruz kalmıştır. Bu hücum karşısında, büyükelçimiz anında güvenlik kuvvetlerine başvurmuştur. 45 dakika sonra polis sefarete gelmiştir. 45 deki zarfında kapıyı kırmışlardır, camları kırmışlardır. Buna karşı büyükelçiliğimizdeki güvenlik mensupları, koruma için görev yapan Türk polisleri, silah da kullanmak suretiyle saldırganlara mani olmuşlardır. Bu arada meydana gelen mücadelede de bir saldırgan hayatını kaybetmiştir.

Şimdi, İsviçre Hükümeti, bir haftadan beri, büyükelçiliğimizi abluka altına almıştır; yani, giren- çıkan herkese silah kontrolu yapmaktadır, kimlik kontrolunu yapmaktadır. Büyükelçiliğimizdeki bütün silahların kendisine teslimini istemektedir ve bu olayla ilgili soruşturmanın yapabilmesi için, oradaki büyükelçilik mensuplarımızın dokunulmazlığının kaldırılmasını talep etmektedir.

Şimdi, İsviçre hükümetinin bu tutumu, Viyana konsolosluk anlaşmasına tamamen aykırıdır. Bizim büyükelçimiz, oraya, İsviçrelilerin koruma taahhüdü altında gönderilmiştir. İsviçre devletinin koruması altında görev yapmaktadır. Bizim büyükelçimiz orada, İsviçre devleti tarafından korumasız bırakılsın, oradaki saldırganlara muhatap olsun diye gönderilmemiştir. İsviçre hükümeti, burada, bizim temsilcimizi, resmi temsilcimizi korumada göz göstermiştir. Olay giderek tırmanmaktadır. İsviçreliler ablukayı kaldırmamaktadır, oraya giden dışişleri heyetinin üç dört günden beri yaptığı görüşmeler hiçbir sonuç vermemiştir, İsviçrelilerin baskısı artmaktadır.

Şimdi, dün akşam Dışişleri Bakanı, mütekabiliyetten bahsetti, yani aynı şeyi de biz burada yapalım, aynı şekilde biz de İsviçre Büyükelçiliğini ablukay alalım ve saire... Böyle bir tutum, bana göre yanlış olur. Yani, iki tane yanlıştan bir doğru çıkmaz. Onlar yanlış yapıyorsa, bizim de yanlış yapmamız gerekmez. Bana göre yapmamız gereken İsviçre hükümetine, bu konuda son bir defa bir NOTA vermektir, protesto notası vermektir. Durumları değişmediği taktirde büyükelçimizi geri çekmektir. Büyükelçimizi geri çekip, buradaki büyükelçilerini de geri göndermektir ve meseleyi.... Meseleyi Lahey Adalet Divanına götürmektir, uluslararası adalet divanına götürmektir; çünkü, adalet divanına götürdüğünüz zaman, onun bütün kararını da baştan kabul etmektir.

Bana göre İsviçre hükümetinin bu tutumu, hukuki değil siyasi bir tutumdur. Yani, belki PKK’ya göz kırpmaktır. Türk hükümetine de karşı tavır koymanın, bir nevi demokrasi, insan hakları savunuculuğu olduğu düşüncesinden mülhem, tamamen siyasi bir tutumdur. Türk hükümeti böyle cılız tavırlar takınmaya kendisinin en hayati menfaatlerini ilgilendiren konularda bile menfaatlerini bu şekilde korumaktan aciz kalmaya devam ettiği sürece, bugün İsviçre’nin yaptığı yarın başka ülkenin yapması da kaçınılmazdır.

Şimdi değerli arkadaşlarım, dün daha doğrusu geçen hafta yapılan merkez karar yönetim kurulu toplantısında aldığımız yetkiye dayanarak, dün başkanlık divanında kadın ve gençlik komisyonları yönetmeliğinde değişiklik yaptık. Bugüne kadar geçerli olan yönetmeliğe göre, ilçe ve il teşkilatlarımız kendi bünyelerinde kadın komisyonları ve gençlik komisyonları kuruyorlardı ve bunlar, gene o teşkilatlara bağlı olarak görev yapıyorlardı. Genel merkezde de bir genel başkan yardımcımız bunun koordinasyonundan sorumlu idi. Bu sistemin istediğimiz şekilde işlemediğini gördük. Özellikle kadınlar arasında daha iyi bir teşkilatlanmayı, daha etkin bir çalışmayı gerçekleştirebilmek için, yeni yaptığımız değişiklikle, genel merkezde bir genel merkez kadın komisyonu oluşturduk, aynı şekilde önümüzdeki günlerde bir genel merkez gençlik komisyonu oluşturacağız. Genel merkezde oluşturduğumuz bu komisyon, bütün Türkiye çapındaki kadın komisyonlarının ve gençlik komisyonlarının çalışmalarını koordine edecek, yine onların ilk oluşması, ilk kurulması ilçe başkanlığımızın veya il başkanlığımızın inisiyatifiyle, teklifiyle olacak; fakat çalışmaların, kendi bağlı oldukları ilçe başkanlığının veya il başkanlığının değil, genel merkezle kurduğumuz bu genel merkez kadın komisyonunun, genel merkez gençlik komisyonunun yönlendirmesiyle koordinasyonuyla yürütülecek.

Genel merkezde kurduğumuz kadın komisyonunun, yani genel merkez kadın komisyonunun başkanlığına da, avukat Ediz TERİM hanım “Ediz Hanım Kalkar mısınız” tayin edildi. Bütün milletvekili arkadaşlarımdan, teşkilat mensubu arkadaşlarımdan ricam, bu konuda, yani kadın komisyonlarıyla ilgili çalışmalar konusunda, kendisine yardımcı olmalarıdır. 25 kişilik bir komisyon halinde faaliyet göstereceklerdir, genel merkezde çalışacaklardır, doğrudan doğruya bana bağlı olarak çalışacaklardır ve demin dediğim gibi, ilçe ve illerde kurulan kadın komisyonlarının çalışmalarını koordine edeceklerdir.

Değerli arkadaşlarım, Sayın ÇİLLER, hükümeti kurmakla görevlendirildiği gün, genel kongreyi kazandığı an, daha sonra hükümeti kurduktan sonra yaptığı konuşmalarda, hep aynı şeyi dile getirmektedir; bu da bir yeni sayfadır, yeni bir defter açmaktan, beyaz bir sayfa başlatmaktan söz etmektedir. Şimdi burada, bazı ilginç şeyler söz konusu. Bir tanesi, eğer bir beyaz aslında, bu defter açmakla, defter kapatmakla, defter karıştırmakla sadece milletin kafasını karıştırıp başarısızlıklarını aklamaca çalışmaktadırlar. Ama, hiç birinizin şüphesi olmasın, bunlar ne defter açarlar, ne defter kapatabilirler; fakat önümüzdeki yapılacak ilk seçimde, millet bunların hepsinin defterini dürecektir.

Sayfadan bahsediliyorsa, kapanan sayfanın siyah olduğunu da kabul etmek lazım. Eğer, yeri bir defter açmaktan bahsediliyorsa, eski defterin hiç de parlak bir defter olmadığını ikrar ediyor demektir. Aslında biraz hafızanızı zorlarsanız, aynı şeyi sayın DEMİREL 1991 sonunda, ilk koalisyon hükümetini kurarken söylemiştir, yeni sayfadan bahsetti. Sonra Tansu Hanım geldi, o da yeni bir sayfadan bahsetti.

Ben, her gittiğim yerde söylüyorum, yeni sayfayı açmak, kapatmak sadece millete mahsustur. Yani, yeni sayfayı sadece millet açar. Öyle belli taahhütlerle, vaatlerle milletin önüne çıkıp, o vaatlerinizin hiçbirini yerine getiremeyince, makyaj değişikliğiyle hükümeti başkanına devredip, ona da yeni defter açtırıp eski sorumluluklarınızdan, taahhütlerinizden kurtulamazsınız.

Eğer illa yeni defter açmaktan bahsediyorlarsa ve cesaretleri varsa, bu defteri çıksınlar mesela İLKSAN’ ın dolandırıldığı öğretmenlere açsınlar. Çıksınlar, bir buçuk yıldan beri hala toplu sözleşme yapamadıkları 650 bin kamu işçilerine açsınlar.

Hepinize saygılar sunarım.