ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI
SAYIN MESUT YILMAZ'IN
TBMM ANAP GRUP KONUŞMASI
 
06 Temmuz 1993

 

Muhterem milletvekili arkadaşlarım ve grup toplantımıza misafir olarak katılan bütün teşkilat mensubu arkadaşlarımı saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, henüz daha ikinci koalisyon hükümetinin güvenoyu almasına hemen ertesinde, daha birinci gününde maalesef Türkiye’nin manzarası hiç de ümit verici değildir.

Bu gün Türkiye’nin gündeminde en öncelikli konu olarak mütalaa edilmesi gereken, Türkiye’nin binliğinin, toprak bütünlüğünün korunması meselesinde, şimdiye kadar hiçbir dönemde, Türk devleti bu kadar büyük bir tehditle karşı karşıya kalmamıştır.

Biraz önce Şakir ŞEKER arkadaşımı dinledik, Sivas’taki olaylar konusunda birinci elden bilgi alma imkanı bulduk. Şu anda 3 milletvekili arkadaşımız, Sayın Lütfullah KAYALAR, Oltan SUNGURLU ve Hasan ÇAKIR arkadaşlarımız Sivas’ta inceleme yapmaktadırlar. Sanıyorum ki önümüzdeki grup toplantısında Sivas olaylarının iki açısından da, yani Sivas’ta görev yapan resmi kişiler açısından da size objektif bir değerlendirmesini anlatma imkanı bulacaklardır; ama, hepimizin, televizyonlarda, basında çıplak gözle izleme imkanını bulduğumuz gerçek şudur ki, Sivas olayları Sivas’ta devletin olmadığını ortaya koymuştur. Böyle bir devletin varlığını kabul etmek, ona güvenmek, bu memlekette bu devletin güvencesi altında rahat yaşamak mümkün değildir. Hiç resmi makamların dahi inkar etmedikleri bir gerçek var; olaylar bir gün öncesinden başlıyor, bir gün boyunca devamlı tahrikler yapılıyor, sonra, Şakir ŞEKER arkadaşımız da söyledi, Cuma namazı, 1,5’ta bitiyor, gösteriler başlıyor, şehir içerisinde altı saat, yeri saat boyunca ufak kalabalıklar devamlı gösteri yapıyorlar ve altı, yedi saatte devlet Sivas’ta duruma hakim olmak bir yana, birotele sığınmış olan bir avuç insanı koruyamıyor. Böyle bir devleti kabul edebilmek mümkün değildir.

Olayların, herhalde soruşturma raporlarıyla da ortaya çıkacak olan hiç inkar edilemeyecek bir yönü devletin aczidir. Orada devlet adına görev yapanların görevlerini yerine getiremedikleridir. Valisiyle, Emniyet Müdürüyle, Güvenlik kuvvetleriyle devlet bu olaylarda asgari görevini yerine getirememiştir. Devletin aczi, ihmali yanında ortaya çıkan bir başka husus, tahriklerdir. Aslında Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu durum başlı başına bir tahrik sebebidir. Bu tahriklerin şu veya bu yönde yapılmış olması onları mazur görmemize neden olamaz.

Hangi yönden gelirse gelsin, kime karşı olursa olsun Türkiye’nin güvenliliğini, huzurunu, bütünlüğünü tehdit edecek olan her türlü tahrike karşı çıkmalıyız, ama işin bir yönü daha var; ben daha ilk tepki olarak dile getirdim, mecliste de dile getirdim, fikir hürriyeti kutsal bir hürriyettir. Fikir hürriyetine, fikirlerin serbestçe dile getirilmesi hakkında anavatan iktidarı olarak biz geçmiş iktidarlar gibi sadece sözde sahip çıkmadık. Biz bu hakkın kullanılabilmesi için Türkiye’de 50 senedir el sürülemeyen yasaları değiştirdik. Binaenaleyh, bu konuda e fazla bizim konuşma hakkımız vardır, ama değerli arkadaşları, fikir hürriyetinin kullanılması, insanların düşüncelerini serbestçe ifade edebilmeleri hakları hiç kimseye, içinde yaşadıkları toplumun değerlerine, dinine, duygularına saygısızlık etmek hakkını vermez. Bunu söylerken, bütün bu olayların sorumluluğu sadece bu şekilde davranan bir kişinindir, birkaç kişinindir demiyorum. Sadece, bu memleketin varlığının, birliğinin, bütünlüğünün tehlikede olduğu, tehdit altında olduğu bir dönemde davranışlarına en fazla dikkat etmesi gereken, bu sorumluluğu en fazla duyması gereken insanların en başta aydın insanlar olması gerektiğini söylüyorum, bu vatanını seven insanlar olması gerektiğini söylüyorum.

Değerli arkadaşlarım, Sivas olaylarıyla ilgili bugün mecliste bütün partilerin katılımıyla bir araştırma önergesi görüşülecektir. Metin EMİROĞLU arkadaşımız bizim görüşlerimizi dile getirecek. Sanıyorum ki araştırma önergesi kabul edilecektir, mecliste bir araştırma komisyonu teşkil edilecektir, ama bugüne kadar bence yapılması gerekirken yapılmamış olan bir şey var. Sivas Valisi şimdiye kadar görevden alınmalıydı. Ama, şimdi çıkıp bana haklı olarak sorabilirsiniz ki, “acaba Sivas valisi görevden alması gereken İçişleri bakanı orada kalmalı mıydı?” Peki, eğer İçişleri bakanı orada kalmamalıysa, acaba bütün memleketin, 50 milyonunun başında kendisini izlediği bir sırada Van’daki otelle Sivas’taki oteli bir birine karıştıran Başbakan görevinde kalmalı mıydı?

Şimdi, değerli arkadaşlarım, memleket zor durumdadır, memleketin manzarası hiç de iç açıcı değildir. Hiç gülecek, eğlenecek halimiz yok. Hiç, zaman köşemizde sessiz bekleyelim, bunlar yıpransın sıra bize gelecek diye bekleyecek halimiz yok. Bakın, bu sabah yeniden çok acı haberlerle uyandık. Dün gece Erzincan’da Kemaliye ilçesine bağlı bir bir köylü teröristler bastılar köydeki 50 evi yaktılar, 28 masum insanı kurşuna dizdiler, kadınları, kızları bir caminin içine doldurdular, bazı kadınları da yaktılar sonra kaçıp gittiler.

Gene dün akşam gece yarısı Diyarbakır’da şehrin ortasında askeri lojmanlara saldırdılar.

Şimdi, memleketin bu halinde, memleketin başında acemi bir Başbakan var diye, ne yaptığını, ne söylediğini bilmeyen birtakım insanlar hükümette görev yapıyorlar diye anavatan partisi olarak kendimizi sorumluluğun dışında sayamayız. Ülkelerin hayatında öyle zamanlar vardır ki, hükümetlerin gücü yetmez. Devletin gücü hakim kılabilmek için o toplumdaki bütün güçlerin kendi amaçlarını aşarak, kendi düşüncelerini aşarak devlete omuz vermeleri gerekir. İşte bu gün o gündür. Anavatan partisi olarak muhalefet görevine ağladığımız ilk günden beri sorumlu muhalefet yapacağımızı söyledik, sorumlu muhalefet yaparak geldik. Bugün bu sorumluluğumuzun en fazla arttığı gündür. Bununla siyasi mücadeledeki, yerimizi, konumumuzu, temsil ettiğimiz insanların sorumlarını unutalım demiyorum, onları bir yana bırakalım demiyorum. Elbette ki halkımızın günlük hayatını ilgilendiren sorunlarını ve dertlerini dile getirmeye devam edeceğiz, bunlara çözüm bulması için görev taşına insanları sıkıştırmaya devam edeceğiz, bunları meclise taşımaya devam edeceğiz, ama devlet hayatında bir öncelik meselesi vardır. En önemli, en öncelikli mesele şu anda Türkiye’nin varlığı, birliği, bütünlüğü meselesidir. Burada devlete destek olacağız, başka çaremiz yoktur. Çünkü, burada biz devlete destek olmazsak, bu memleketin, bizim gibi diğer güçleri devlete destek olmazsa ondan sonra devralacağımız devleti bir daha düzeltmek mümkün olmayabilir.

Ayrıca, sadece mesele terör meselesiyle, huzur meselesiyle sınırlı değildir. Ekonomideki durum terörden daha iyi değildir. Şu anda belki terörün sıcaklığından, terörün daha iyi değildir. Şu anda belki terörün sıcaklığından, terörün acısından yeterince hissetmiyoruz, ama çok yakında kaçınılmaz olarak tesirini gösterecek olan ekonominin gidişatı fevkalade olumsuzdur. Bakın, dana senenin ortasındayız, ama sene sonundaki bütçe açığının 100 trilyon lira olacağını Başbakan mecliste kendisi ikrar etmiştir, hükümet programında yazılıdır.

Şimdi bu koalisyon hükümeti bizim zamanımızda bütçenin çok açıklar vermesini tenkit ederek işbaşına geldi, “denk bütçe” diyerek kendi programına yazdı. Birinci koalisyon hükümetinin programında “denk bütçe” yazıyor. Geçen sene bütçe açığının bir kısmını muhasebe oyunlarıyla, yani hile yaparak bu senenin bütçesine devrettiler. Şimdi altı aylık bütçe açığı 50 trilyon lira. Halbuki senelik 50 trilyon öngörmüşler. Şimdi diyorlar ki, “sene sonunda 100 trilyon olacak.” Yani, yüzde 100 sapma olacak. Ben diyorum ki, 100’de de tutamayacaklar. Daha memur maaş artış kat sayısını açımlamadılar, oradan ne yük geleceği belli değil. Başka hiç bir açık gözükmüyor. Merkez bankasını çalıştıracaklar. Merkez bankasının çalışması demek enflasyonun doludizgin artması demektir. Eğer sene sonunda bu açığa rağmen enflasyon yüzde 100’ün altında tutarlarsa o bile başarıdır. Şu anda enflasyon, Pazar günü rakamlar açıklandı, yüzde 66 idi. İkisi de tüketici fiyatlarıdır. Yani, halka yansıyan fiyatlardır. 66 tüketici fiyatlarıyla enflasyon devraldılar, 500 günde yüzde 10’a indirmeyi taahhüt ettiler, bırakınız yüzde 10’a indirmeyi bugün geldikleri nokta, bizim bir seçimden sonra onlara devrettiğimiz noktanın üstündedir ve önümüzdeki aylarda kaçınılmaz olarak pahalılık artacaktır, enflasyon artacaktır. O yapılan benzin zamları falan bu enflasyonun içinde yoktur, bu ayın enflasyonuna girecektir.

Bir yandan enflasyon tırmanırken, öte yanda iç borçlanma alabildiğine artmaktadır. 80 trilyon lira devrettiğimiz iç borçlar bugün 250 trilyon liradır. Sene sonunda 300 ün altında kalması mümkün değildir. Dış borçlar 10 milyar dolar artmıştır. Cumhuriyet tarihinde hiçbir dönemde, yani hiçbir 20 aylık dönemde 10 milyar dolar borçlanmadık ama bunların dışarıya yaptıkları borçlanma bizim yaptığımız gibi barajlara, termik santrallere, otoyollara harcanmıyor. Bunların yaptıkları borçlanma sadece kamu açıklarının kapatılmasına kullanılıyor.

Bakın, 20 ay önce iktidara geldikleri zaman çok cafcaflı iddiaları vardı. KİT reformu yapacaklardı. “Pahalılığın sebebi KİT’lerin verimsiz çalışmasıdır” demişlerdi. Bir sürü projeleri vardı, KİT müsteşarlığı kuracaklardı, inter KİT diye KİT’lerin kendi arasında bir finansman kuruluşu kuracaklardı, TÖYÖK diye bir idare kuracaklardı. 20 ay geçti birinci koalisyon gitti ikinci koalisyon geldi. Şimdi bunların hiçbirinden bahsetmiyorlar, yeni programlarında bunların hiçbirisi yok. Bunun yerine, şimdi PTT’nin özelleştirilmesi var, fakat bunların andıkları özelleştirmeyi sadece gelir sağlamak, devlete para bulmak için düşünüyorlar. Bu, köydeki kadının bileziğini satarak geçinmeye benzer. Bununla hiçbir yere varamazlar. PTT devletin en fazla gelir getiren kuruluşlarından biridir, devletin en fazla yatırım yaptığı kuruluşlardan birisidir. Biz PTT’nin özelleştirilmesi düşünülebilmek bir kuruluştur. Şimdi, PTT’yi, bu kadar zarar eden kuruluş varken, devletin sırtına kadar kambur olan devletin işletmeleri varken getirip PTT’yi işin başına koymak, işe PTT’den başlamak sadece onun gelirine temas etmektir. Oradan 2 milyar dolar para alınacak o 2 milyar dolarla ekonomiyi 2 ay daha, 3 ay daha ayakta tutmaya çalışacaklar.

Bu yaklaşım, bizim özelleştirme yaklaşımımızdan farklıdır. Biz özelleştirmeyi, Türkiye’de ekonomik yapıyı değiştirebilmek, Türkiye’de verimliliği ekonomiye hakim kılmak için düşündük, bunun aracı olarak özelleştirmeyi düşündük. Özelleştirme bizim iç in bir yeniden yapılanma, bir verimlilik aracıdır. Bunların düşündüğü özelleştirme, zaten özelleştirmeye inanmadıkları için, zamanında biz özelleştirme yaptığımız zaman bizi mahkemeye giderek engellemeye çalıştıkları için bunların düşündükleri özelleştirme sadece bir özentiden ibarettir. Üç beş kuruşluk parasına tamah edip Türkiye’de milleti özelleştirmeden de soğutacaklardır. Tam biz özelleştirme fikrini bu memlekete yerleştirmişken, devlet işletmelerinin verimsizliği milletimiz tarafından giderek daha bilinçli bir şekilde anlaşılmaktayken şimdi bunlar özelleştirme fikrini de öldüreceklerdir.

Maalesef dış ticarette de istatistikler yine hiç iç açıcı değildir. Bakın, şu anda eğer 1970’li yıllardan farklı olarak ekonomik tablo milletimizi isyan ettirerek ölçüde birtakım rahatsızlıklar yaratmıyorsa bunun tek sebebi, Türkiye’nin herhangi bir döviz sıkıntısı yaşamasıdır, dolayısıyla mal sıkıntısı yaşamamasıdır, dış ticaretin serbest olmasıdır, ama bu durum değişmez değildir. Anavatan iktidarının aldığı tedbirlerle, anavatanın getirdiği birtakım yenilikler sonucunda bugüne kadar Türkiye’yi döviz sıkıntısına düşmeden, ödemeler dengesi sorununa düşmeden durumu idare edebilmiştir. Hatta rezervlerini artırarak idare edebilmiştir, dışarıdan daha fazla kredi sağlayarak idare edebilmiştir, ama yavaş yavaş deniz bitmektedir. İşte Antalya’da meydana gelen o üzücü olayın turizme faturası fevkalade yüksek olmaktadır. Bugün Antalya’da doluluk oranı yüzde 30’lara düşmüştür. Maalesef önümüzdeki aylardaki rezervasyonların büyük kısmı iptal edilmektedir. Turizmde 5 milyar dolar gelir beklerken bunun yarı yarıya kadar düşme tehlikesi belirtmiştir. Turizmdeki bu döviz kaybını telafi etmek fevkalade güç olacaktır.

Dış ticarette de gelişmeler fevkalade olumsuzdur. Nisan ayı en son istatistiklerin yayınlandığı ayda 1981 yılından bu güne kadar, yani 13 senedir ihracatın ithalatı karşılama oranının en düşük olduğu aydır. Bütün bunlarla bir şey söylemek istiyorum: Koalisyon hükümeti hakikaten ekonomide de terörle mücadelede de kendisinden bekleneni başarmıştır, Türkiye’yi 10 sene öncesine götürmüştür. 1970’li yılların sonundaki şartlarla Türkiye maalesef bugün akıl almaz bir kayıtsızlıkla, akıl almaz bir sorumsuzlukla sürüklenmektedir.

Dış politikamızdaki gelişmeler hepinizin malumudur. Daha önce bu kürsüde, meclis kürsüsünde çeşitli vesilelerle dile getirdim. İşte, en son dün Sayın Rauf DENKTAŞ görüşmecilikten açıklamıştır. Bu, bizim aylar öncesinden dile getirdiğimiz bir tehlikeydi. Hükümete devamlı uyarılarda bulunduk. Bakmayın DENKTAY’ ın şimdi Kıbrıs’taki iç siyasal gelişmelerden dolayı bu kararı aldığına ilişkin açıklamalarına. Yani, yılların kurt politikacısı olan DENKTAŞ, bu konudaki gerçek sebebi dile getirmeden, bundan imtina etmekten elbette ki haklıdır; ama. Herhalde, DENKTAŞ’ ı bu önemli karara sürükleyen esas etken koalisyon hükümetinden, yani koalisyon döneminde Türk hükümetinden kendi davası için yeterli desteği görmemiş olmasıdır.

Düşünün ki, 30 senelik bir müzakere sürecinde ilk defa bu koalisyon hükümeti zamanında Sayın DENKTAŞ birleşmiş milletler güvenlik konseyi üyesi ülkelerin önüne yalnız başına terk edilmiştir. Sayın DENKTAŞ çeşitli vesilelerle, hiçbir zaman hiçbir zaman kendisini bu ölçüde yalnız hissetmediğini ifade etmiştir. İstifa edeceği tehdidinde bulunmuştur. Onun için, bugünkü gelişme sürpriz bir gelişme değildir. Bugünkü gelişme bu hükümetin Kıbrıs davasına bakışındaki sakatlıktan, çarpıklıktan kaynaklanmıştır; ama, ümidin, Türk hükümetinin tutumundan kaynaklandığına emin olduğum bu tutumunu Sayın DENKTAŞ’ ın, tıpkı bizim anavatan partisinin Türkiye’nin meselesini, Türkiye’nin meselelerini kendi meselelerimizden önce mütalaa ettiğimiz gibi, Türkiye hükümetine karşı olan bu soğukluğunu da Kıbrıs davasına olan bağlılığıyla aşacağı ve bu kararını yeniden gözden geçireceğidir. Sayın DENKTAŞ’ ın yokluğu buna eklenirse Kıbrıs davasının geleceği için 30 senedir büyük bir kararlılıkla yürüttüğümüz bu meselenin geleceği için maalesef iyimser olabilecek hiçbir sebebimiz kalmamaktadır.

 

İşte, hükümetin bütün boş laflarına, dün televizyonda da izlediğimiz birtakım, ne anlama geldiği belli olmayan bir takım ifadelerine rağmen işte Azerbaycan’ın durumu ortadadır. Azerbaycan’da, Türkiye’nin Türk cumhuriyetleriyle bir kilit ülke durumunda olan Azerbaycan’da artık Türk dostu, Türk yanlısı hem de seçimle işbaşına gelmiş, demokratik bir yönetim yerine, darbeyle işbaşına gelmiş, meclise tehditle kendi kendisini kabul ettirmiş, Türkiye’ye ters bakan, Rusya Federasyonunun Azerbaycan’da yeniden etkinliğini sağlanmayı kendisine misyon edinmiş bin yönetim vardır. Yani, gerçekleri görmezlikten gelerek onlardan kaçmamız mümkün değildir. Azerbaycan gerçeği budur. Azerbaycan’daki gerçek bu hükümetin gafletinin sonucudur.

Eğer Azerbaycan ilk kurulduğunda ve bütün dünyaya meydan okurcasına bağımsız devletler topluluğu içinde Rusya ile bir arada yer almak yerine, Türkiye ile yakın ilişkiler kurmayı, Türkiye’yi örnek almayı benimsediği zaman, yeni devletini kurmada ona yardımcı olsaydık, eğer daha sonra, Ermeni saldırısına uğradığı zaman, vatanını, toprağını korumak için bizden istediği asgari yardımı ona sağlasaydık o zaman bu darbenin olabilmesi mümkün değildi; ama, bugün işte ELÇİBEY’ le birlikte Türkiye’nin Azerbaycan politikası iflas etmiştir ve huzurunuzda büyük bir üzüntüyle söylüyorum, Azerbaycan’la birlikte Türkiye’nin bütün Türk cumhuriyetleriyle ilgili politikası da geniş ölçüde yara almıştır. Bunların önümüzdeki dönemde ne ölçüde telafi edilebileceğini kestirebilmek güçtür, ama bunların hepsinden daha öncelikli meselemiz, ekonomiden de öncelikli, dış politikadan da öncelikli meselemiz, Türkiye’nin içindeki yangını söndürmektir, Türkiye’de devleti yeniden hakim kılmaktır. Bu mümkün değildir; ama, eğer bin yandan Türkiye’nin huzurunu tehdit eden bu gelişmeler yaşanırken bir de bunlara ekonomi boyutu, dış boyutu, dış politika boyutu eklenirse o zaman Türkiye’nin işi daha da güçleşmektedir.

Değerli arkadaşlarım, daha önce de söyledim, Anavatan Partisi olarak bu durumda bize düşen, kendimizi aşarak, kendi siyasi çıkarlarımızı aşarak Türkiye’ye yardımcı olmaktır. Türkiye’ye yardımcı olmak için her öneriye, herkesin önerisine açığız. Bizi toplantıya davet etsinler gidelim görüşlerimizi söyleyelim. Arkadaşlarımın herhangi bir önerisi varsa buradan dile getirsinler onları tartışalım; ama, herhalde hiçbir zaman yapmamızı istememesi gereken bir şey var: Ülke böyle yangın yerine dönmüşken, ülkede bu kadar acı gelişmeler ar darda yaşanırken bu meclise tatile sokmak vatana ihanettir.

Arkadaşlarım gerekli girişimi yapacaklardır. Genel kurulda bu konuda mücadele vereceğiz. Son yaşanan gelişmeler koalisyonun da çatırdamasına yol açmıştır. Dün SHP, belki de Türk siyasi hayatında şimdiye kadar hiç yaşanmamış bir garabeti bir komikliği ortaya koydu. Mebusları burada kendi ortağı oldukları hükümete güvenoyu verirken parti meclisi bildiri yayınladı ve bu hükümete desteklerinin sürekli olmadığını, hükümetin İçişleri Bakanını istifaya davet ettiklerini, bazı görevlilerin görevden alınmasını isteklerini kamuoyu açıkladı. Bunlar aslında çoktan beri mevcut olan, ama bastırılan koalisyon içindeki sıkıntının, ikiliğin, çatırdamanın dışarıya yansımasıdır. Önümüzdeki günlerde başarısızlıkları arttıkça koalisyonun uzun ömürlü olacağını sanmasın. Şimdi bu koalisyonun önünde bir eylül engeli var, SHP’ nin kongresi var, arkasından DYP’ nin kongresi var. Bu iki engeli, bu iki hendeği atlatabilirlerse koalisyona hiç atlatamayacakları koalisyona hiç atlatamayacakları bir hendek var, o da mart seçimleridir.

İşte, anavatan partisi olarak bir yandan meclisin açık tutulması için mücadele verip mecliste de ülkenin içinde bulunduğu durumla ilgili görüşlerimizi, katkılarımızı dile getirirken öte yandan da parti teşkilatları olarak hedefimiz, 6 belediye seçimlerinde anavatan partisinin başarısı için şimdiden çalışmak olmalıdır. Ben bu konuda, her hafta yaptığım gibi, bu gün de Yozgat’tan, Kostamonu’dan, Bolu’dan, Burdur’dan gelen arkadaşlarımla ayrı ayrı görüşeceğim.

Ben, bütün milletvekili arkadaşlarımdan da bu Perşembe anayasanın 133 üncü maddesinin değiştirilmesi için yapılacak olan nihai görüşmeye katılmalarını ve o görüşmede bu değişikliğin kabulü yönünde oy kullanmalarını rica ediyorum.

Dün bu konudaki ilk müzakereler tamamlandı. Bütün katılan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum, ama bunların nihai olarak neticelendirilebilmesi, yürürlüğe girebilmesi için ikinci bir oylama biliyorsunuz Perşembe günü yapılacak. Onun için, arkadaşlarımın Ankara’dan ayrılmamalarını, özel işlerini iptal ederek Perşembe günkü o oylamaya mutlaka katılmalarını rica ediyorum.

Gene, önümüzdeki günlerde hafta sonları hariç. Hafta sonralarında da mümkün olduğu kadar teşkilatlara temaslara ağırlık vermek kaydıyla arkadaşlarımın hafta içindeki günlerde yine Ankara’da olmalarını, meclis çalışmalarına muntazaman katılmalarını rica ediyorum. Eğer gerek olursa, Türkiye’nin gündeminin neler getireceğini kestirmek giderek güçleşmiştir, eğer olaylar bu şekilde devam ederse her an çok kısa süreli bildirimle yeniden özel grup toplantısı yapabiliriz, kapalı grup toplantıları yapabiliriz. Sanıyorum ki önümüzdeki günlerde bunları yapmamızın zarureti olabilecektir.

Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum.