ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ’ IN
TBMM GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA
 
14 Eylül 1993

Değerli arkadaşlarım, ben de sizleri ve bu Grup toplantımıza katılan partili arkadaşlarımı selamlıyorum ve yeni yasama yılının Grubumuza, Partimize hayırlı olmasını diliyorum.

Bu Grup toplantımız, aynı zamanda partimizin 4 ncü Olağan Büyük Kongresinden sonra yaptığımız ilk Grup toplantısıdır. Hepinizin bizzat şahit olduğunuz gibi, partimizin 4 ncü Büyük Kongresi. partimize yakışan ama aynı zamanda da zannediyorum Türk siyasi hayatında yeni bir örnek oluşturan, diğer partiler için de örnek olan bir havada yapılmıştır. Gayet tabiî bu kongre sonrasında da bazı arkadaşlarımız parti organlarında belli görevlere seçilmişlerdir; bazı arkadaşlarımız bu görevlerin dışında kalmışlardır; ama, daha önce sizlere, büyük kongreden önce yaptığımız Grup toplantısında da ifade ettiğim gibi, önümüzdeki dönem Anavatan Partisi olarak çok daha fazla çalışmamız gereken, çok daha sıkı bir beraberlik sergilememiz gereken bir dönem olacaktır. Bu dönemde, partimizin çalışmalarına katkıda bulunabilecek olan her arkadaşımın verebileceği her türlü katkıyı partiye vermesini bekliyorum.

Önümüzdeki dönemin en önemli hedefi, 1994 Martında yapılacak olan belediye seçimleridir. Bu belediye seçimleri, benim sık sık ifade ettiğim gibi, sadece yerel yönetimlerde 1989 yılında kaybettiğimiz iktidarı yeniden kazanmamıza neden olacak olan, fırsat verecek olan seçimler değildir. Bu seçimler, aynı zamanda, bir genel seçimden 2,5 sene sonra, yani yasama döneminin ortasında yeniden bir siyasî hesaplaşmanın yapılacağı seçimlerdir. 1991 Ekim seçimlerinde milletimize yapılan vaatlerin gerçekleşme derecesinin 2,5 yıllık koalisyon iktidarının başarı düzeyinin millet nezdinde yeniden hakemliğe bağlanacağı seçimlerdir. Onun için bu seçimleri, bu Özelliğini dikkate alarak, sadece yerel yönetimlerde iktidar olmak için değil, aynı zamanda ülke yönetiminin bir genel muhasebesinin yapılmasına imkân verecek tarzda götürmemiz zarureti vardır. Anavatan Partisi olarak çalışmalarımızı bu amaca uygun şekilde ve biraz Önce ifade ettiğim gibi, bütün arkadaşlarımın azami katkılarıyla yürütmek mecburiyetindeyiz.

Şimdi, kısa bir süre önce, birkaç gün önce, iktidar ortağı Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin kurultayı yapıldı. Aslında gazetelerde, televizyonlarda yapılan yorumlara bakarsanız, bu kurultay, Türk siyasetindeki gençleşmenin, dinamizmin ve medya etkisinin artık egemen olduğunun bir işareti olarak değerlendirildi, o şekilde yorumlandı. Bence bütün bunlardan önce yapılması gereken bir değerlendirme var; Türk siyasetinin şu son aylardaki gelişimini gerçekçi bir gözle değerlendirirseniz, inkar edilemeyecek olan bir tespit şudur:

Dünyanın değiştiğinin farkına varmakta, bizim 1983 yılından beri savunduğumuz fikirleri anlamakta gecikenler tasfiye olmakta, onların yerine, bizim düşüncelerimizi bizden daha iyi şekilde geekleştireceğini iddia edenler, bu iddialarla ortaya çıkanlar, bizim karşımıza rakip olmaktadırlar. Aslında yapılması gereken, kamuoyunun gözünden kaçırılmak istenen en önemli tespit budur. Gençlik filan bunlar nispî şeylerdir, rölatif şeylerdir, bunlar hepsi geçer; aslında gelen insanlar da genç insanlar değildir, içlerinde en genci hâlâ benim, ben kendimi orta yaşlı sayıyorum. Aslında tasfiye edilen aşırı ihtiyarlardır. Türk siyaseti bir dönemde 70'lik insanların inhisarında görülmüştü, Anavatan Partisi olarak bunu ilk biz kırdık, şimdi kamuoyunda bunun yarattığı olumlu havayı paylaşmak isteyenler bizi izlemektedirler.

Ama değerli arkadaşlarım, bu Hükümetin, bu Hükümette yer alan partilerin ne kadarlık kıyafet değiştirirlerse değiştirsinler, ne kadar makyaj yaparlarsa yapsınlar, başarılı olabilmelerimkün değildir. En başta, geriye doğru, iki yıllık dönemi göz önüne aldığız zaman, ortada başarı olarak millete gösterebilecekleri hiçbir şey yoktur. Gösterecek başarıları olmadığı için, makyaj değiştirerek, kılık değiştirerek yeniden işbaşına gelen liderler, geçmişlerini inkâr edip sıfırdan başladıkları havasını yaymaya çalışmaktadırlar. Hatta o geçmişteki kendi rollerini dahi inkar ederek, oradaki konumlarını da unutturmaya çalışarak bir beyaz sayfadan, bir yeni başlangıçtan bahsetmektedirler. Ama gerçek şudur ki, sayfa, aslında iki aydan beri değil, iki seneden beri bomboştur. Bomboş olmanın ötesinde sayfa beyaz da değildir; o beyaz sayfa, 1991 Ekim seçimlerinden sonra, iktidarı bizden devraldıkları zaman açılş olan beyaz sayfa iki senede kapkara olmuştur. O sayfada sadece tutulmayan vaatler yoktur, sadece yerine getirilmeyen sözler yoktur, sadece başarısızlıklar yoktur, o sayfa, ayni zamanda rezaletler, soygunlar, hırsızlıklar vardır.

Simdi, bu Hükümetin çeşitli icraatlarını burada değerlendirmek bence zaittir, fuzulidir; çünkü, ortada bir icraat yoktur. Mutasavver bazı icraatlardan söz edilmektedir, yani önümüzdeki dönemde yapılması tasavvur olunan, yapılması tasarlanan bazı icraatlar söz konusudur. İki yıldan sonra konuşulan mesele, yapılan icraatlar değildir, yapılmakta olan icraatlar da değildir; iki sene sonra konuştuğumuz mesele, önümüzdeki dönemde yapmayı düşündükleri icraatlardır. Ama bu yapmayı düşündükleri icraatların hâlâ projesi yoktur, hâlâ etüdü yoktur, araştırması yoktur. Bunlar hâlâ tasavvur safhasındadır.

Şimdi, bütün bunlara ilaveten, kamuoyunda birtakım entellektüel çevrelerin ağızlarına pelesenk ettikleri, dillerine pelesenk ettikleri bir husus var; Anavatan Partisinin yeni değişim projeleri ortaya koyması gerektiğini ifade ediyorlar, yeni değişim programları ortaya koyması gerektiğini ifade ediyorlar.

Değerli arkadaşlarım, bu tartışma, aslında zoraki bir tartışmadır, suni bir tartışmadır. Çünkü, bugünkü Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu sorunlar kimsenin meçhulü değildir. Türkiye'nin sorunları konusunda bugün artık bir konsensüs mevcuttur, bir uzlaşma mevcuttur. Bütün partilerin dile getirdikleri sorunlar aynıdır. Daha ileri gidiyorum, bugünkü Türkiye'de bu lider değişimlerinden sonra, partilerdeki bu yapı değişimlerinden sonra, aşağı yukarı bütün siyasî partilerin, sistemin içerisinde olduklarının bilincinde olan, sistemin dışına kast taşmayan partilerin, yani birisi hariç, bütün siyasî partilerin çözümler konusunda da asgari müşterekleri mevcuttur, çözümler konusunda da yeni bir arayış söz konusu değildir. Bütün partiler artık değişimin farkındadırlar. Zamanında değişime karşı çıkmaya çalışanlar, değişimi görmezlikten görmeye çalışanlar, dünyadaki değişikliğin Türkiye'ye yansımalarını görmezlikten gelmeye çalışanlar, bugün artık değişimi kabul etmişlerdir. Türkiye'nin bu değişime ayak uydurmak için neler yapması gerektiği konusunda da uzlaşma vardır. Bu uzlaşmanın ilkeleri de bellidir.

Bugün konuşulanlara bakın, Başbakanın söylediklerine bakın; yeni SHP liderinin söylediklerine bakın, diğer partilerin söylediklerine bakın... Herkes, devletin küçülmesi gerektiğinden söz ediyor. Devlet küçülmek zorunda; niye devlet küçülmek zorunda? Hem Türkiye'nin gelişmesinin ayak bağı olmuş bugünkü yapısıyla hem de Türkiye'de istikrarı önleyen bir organ haline gelmiş, bir kurum haline gelmiş. Devleti küçülttüğünüz zaman, devleti aslî görevlerinde, yani asıl yapması gereken, ama bugün yapmakta aciz kaldığı görevlerinde daha güçlü hale getirdiğimiz zaman, diğer alanlarda toplumun gerçek potansiyelinin ortaya çıkmasına yol açma imkânınız doğacak. işte, "devletin sanayide, ticarette ne işi var?" görüşü 1983'te sadece Anavatan Partisinin savunduğu görüştü. 1993 yılında bu görüşü paylaşmayan siyasî parti kalmadı. Kalanlar, ya zamanla tasfiye oldular ya emekli oldular.

Dolayısıyla devletin küçülmesi gerektiğinde herkes mutabık. Yerel yönetimlerin, Türkiye'deki idarî yapının bugünkü aşırı merkeziyetçilikten ademi merkeziyetçiliğe, daha fazla yerinden yönetim ilkesine uygun bir şekilde değiştirilmesi gerektiği konusunda herkes mutabık. Bütün adayların programlarını inceliyorum, bütün beyanatlarını izliyorum, hiç aksine bir şeye rastlamadım. Yerel yönetimlere daha fazla kaynak vermek lazım, merkezi hükümetin yetkilerini yerel yönetimlerle daha adil paylaşmak lazım, yerel yönetimleri güçlendirmek lazım; bunda da herkes mutabık. idarî reformda mutabık, hukuk reformunda mutabık, ekonomik alanda yapılacak reformlarda herkes mutabık... ilkeler belli, ilkeler bizim koyduğumuz ilkeler, 1983'ten beri bizim savunduğumuz ilkeler; onların karşı çıktığı, reddettiği, zamanında alay ettiği ilkeler. Hepsini bugün kabul etmek zorunda kalmışlar.

Değerli arkadaşlarım, eğer bizim koyduğumuz programda, bizim koyduğumuz değişim programında, bu değişimin ilkelerinde, Türkiye'deki bütün siyasî partiler, özellikle bugün iktidarda olan partiler mutabık olmak zorunda kalmışlarsa, eğer bugün Türkiye buna rağmen, iktidardaki bu görüş değişikliğine rağmen, bu değişimi gerçekleştirmekte zorlanıyorsa, bugün Türkiye tıkanmışsa, bugün Türkiye duraklamışsa, bu bize başka bir gerçeği gösteriyor: Siyasî çıkar nedeniyle görüş değiştirmek ülkeye bir şey getirmiyor. Bugün Türkiye'nin ihtiyacı öyle yeni fikirler filan değil, birtakım entellektüel yazarları tatmin edecek değişim programlan filan değil, bizim programlarımız, ortaya konulduğu tarihteki tazeliğini, gerçekliliğini, tutarlılığını muhafaza ediyor. Ama bugünkü Türkiye'nin eksiği ne? Bugün Türkiye'de bunları hayata geçirecek olan siyasî irade yok, kararlılık yok, risk alma cesareti yok. Bugünkü Hükümette bunlar olmadığı zaman, sadece beyanatlarla bunların hayata geçmesi mümkün değildir.

SHP'nin haline bakın, iktidar içinde muhalefet. Bir cinayet işleniyor, biz yakınacağımız yerde, biz muhalefet olarak biz bunun üstüne gideceğimiz yerde, iktidarın ortağı SHP muhalefet yapıyor. Böyle saçmalık olmaz. iktidarın yapması gereken ayrıdır, muhalefetin yapması gereken ayrıdır. iktidarın yapması gereken, çare bulmaktır. iktidarın yapması gereken, çözüm getirmektir. Sadece birtakım sorunları telaffuz etmek, sadece temennileri, dilekleri yerine getirmek bir iktidar için mazur görülebilecek davranış değildir. İki sene önceki Hükümet Programında ifade ettikleri birtakım taahhütleri var. İki ay önce bunları tekrarlamışlar. yeni Koalisyon Protokolüne koymuşlar, daha mürekkebi kurumamış, hiçbirini yerine getirmemişler. Kendi taahhütleri olduğu gibi dururken, bu taahhütlerin hiçbiri yerine gelmemişken, her gün, her hafta topluma yeni bir reform paketiyle çıkıp, sadece milletten aldıkları avansı uzatmaya çalışıyorlar.

Bir Hükümet, sadece halka şirin gözükmek için. sadece toplumun gündeminde yer alan konulardan kendisine pay çıkarmak, prim çıkarmak için hükümet olmaz. Hükümetlere asıl düşen, gündemi tayin etmektir. Yani sinekten yağ çıkarır gibi, bugün toplumun gündeminde terör varsa, terör konusunda bir paket koyacaksınız, paket orada kalacak; bugün toplumun gündeminde üniversite imtihanları varsa, bir paket de oraya koyacaksınız. o paket de orada olduğu gibi kalacak; bir takım ziyaretler, birtakım fotoğraflarla dış politikadan prim almaya çalışacaksınız; böyle devlet idaresi olmaz. İki aydan beri belki 10 tane reform paketi açıklamışlardır, daha paketlerin hiçbirinin ambalajı bile açılmamıştır. Sayın Başbakanın yapmak istediği, sadece toplumu uyutmaya çalışmaktır. çözüm getirmek falan değildir. Sadece kendini gündemde tutabilmek, kendi popülaritesini artırmak için toplumda karşılayamayacağı birtakım özlemler yaratmaktır, beklentiler yaratmaktır.

Sayın Demirel bu yolu denemiştir, bu yol çıkmaz. Bu yolun ne zaman tıkanacağı, işte bizim gayretimize bağlıdır. Biz bu gerçekleri anlatmak zorundayız. Biz bu taahhütlerin takipçisi olmak zorundayız. Ben, hafta sonu İstanbul'da 5 ilçede miting yaptım. Dün Bursa'da, Orhangazi'de miting yaptım, akşam Ankara'da Sincan'da bir toplantı yaptım. Benim gördüğüm hava, milletimizin bunlardan ümidi kalmamıştır. Yani bunların, sadece konuşan, sadece boş laflarla, sadece umut yaratarak zaman kazanmak isteyen bir iktidar oldukları artık milletimizin büyük kesiminde anlaşılmıştır. Umutlar yeniden bize dönmüştür. Bu umutlan oy haline getirmek, siyasî destek haline getirmek ancak bizim çalışmamızla mümkündür.

Onun için, bütün arkadaşlarımın, önümüzdeki dönemde mutlaka daha fazla halkla içiçe, daha fazla taban çalışmasına yönelmelerini istiyorum. Genel Merkezde bu konuda planlama yapacağız. Ama her arkadaşımın, milletvekili arkadaşımın ulaşabildiğimiz her noktaya giderek bu Hükümetin, kaçınılmaz biçimde, Önümüzdeki aylarda kamuoyu huzurunda yapılacak olan siyasî hesaplaşmaya, yani bu Hükümetin 2,5 yıllık icraatının değerlendirilmesine baz olabilecek şekilde toplumu uyarmalarını istiyorum. Gerçekleri millete anlatmalarını istiyorum. Bunu sadece Mecliste yapmamız yetmez; Mecliste, biraz önce Sayın Sungurlu da ifade etti, birtakım önceliklerle Meclis gündemini ülkenin gündemiyle birleştirmek için çalışmalarımız vardır. Yolsuzluklar konusunu ön planda tutacağız. Dış politikada, özellikle Azerbaycan'da meydana gelen gelişmeleri on planda tutacağız. Meclisi, önümüzdeki dönemde denetim açısından daha etkin bir şekilde çalıştıracağız. Ama, sadece Meclis çalışmaları yeterli değildir. Buradaki Çalışmalarımızı mutlaka yurt sathına da yaymak zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, birkaç örnek vermek istiyorum. Şu geçtiğimiz dönemde, Meclisin kapalı olduğu dönemde, hepinizin mutlaka dikkatini çekmiş olacak olan, ama basının bilinen tutumu dolayısıyla basında yeteri kadar yer almayan, makes bulmayan birtakım küçük olaylar vardır. Bu küçük olaylar, aslında büyük sonuçlar çıkarmaya hizmet edebilecek nitelikte olaylardır. Bakınız, bir İstanbul Valisi olayı var. Bu olayın usulsüzlük müdür, yolsuzluk mudur her neyse, onu değerlendirmek bize düşmez, onu müfettişler, savcılar değerlendirir, gerekirse hâkim, mahkeme değerlendirir, ama bu olay nedeniyle açıklığa kavuşması gereken, bizim açımızdan önem taşıyan bir husus var; bu da Hükümetin tavrıyla ilgilidir. D

aha önce Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinden İstanbul Valiliği emrine gönderilen para, geçtiğimiz ocak ayında zannediyorum, 8 ay önce, Bölge Valiliğinin içişleri Bakanlığına yaptığı talep üzerine İstanbul Valiliği tarafından Bölge Valiliğine geri gönderilmiştir. Yani 8 aydan beri Hükümet bu konuya vakıftır. Eğer bir soruşturma gerekiyorsa, soruşturmanın Ocak ayında açılması gerekirdi; bu olaya vakıf olduğu zaman açılması gerekirdi. Şimdi, 8 ay bu olayı bildiğiniz halde, eliniz kolunuz bağlı hiç bir şey yapmayacaksınız, sonra İstanbul Valisini değiştirmeye kalkacaksınız, bu tasarrufunuz Cumhurbaşkanı tarafından engellenince 8 ay önceki birtakım iddiaları başına sızdıracaksınız. Bunun devlet yönetiminde ciddiyetle ilgisi yoktur. Böyle bir davranış hiç kimseye de itibar kazandırmaz. Devletin valisinin itibarını korumak, en başta hükümete düşer. Hükümet, değiştiremediği bir valiyi yıpratmaya çalışırken, aslında devletin itibarına zarar vermiştir. işte bu Hükümet, bu kadar küçük hesapların peşinde olan bir Hükümettir.

Bir cinayet işlendi, bir milletvekili öldürüldü. Aslında Türkiye'de bir milletvekilinin öldürülmesi, hangi partiden olursa olsun, hangi görüşte olursa olsun, bir milletvekilinin Öldürülmesi bir devletin ayıbıdır. Yani, devletin artık milletvekillerini korumakta dahi aciz kaldığının delilidir. Öldürüldüğü yer öyle köşe başı falan değildir, öldürüldüğü yer şehrin merkezidir. Batman şehrinin en işlek yeridir, çarşısının ortasıdır. Bu olay, sadece devletin kendi milletvekillerini, halkın temsilcilerini korumakta bile ne kadar aciz kaldığını, ne kadar zaaf içerisinde olduğunu göstermekle kalmadı, bu olayın başka bir yönü daha var. Bu olayın hemen ertesinde birtakım bakanlar açıklama yaptılar; "katiller yakalandı" dediler. Açıklamayı yapan, Bakanlar Kurulunda oluşturulan kriz masasının başkanı. Kriz Masası Başkanı olan bakanın bu beyanı kendisi bir kriz yarattı; çünkü, katil filan yakalanmamıştı, Bakan halka yalan söylüyordu. Emniyet Genel Müdürü, bazı beyanlar sebebiyle ki, bakanın beyanını kastediyor, ben filan beyanda bulunmadım, bazı sorumsuz beyanların asıl katillerinin yakalanmasını zorlaştırdığını söyledi. Bakın şimdi, bakan halka yalan açıklama yapıyor ve Emniyet Genel Müdürü bakana fırça atıyor. Devlet hiyerarşisi ayaklar altına alınmıştır. Böyle devlet olmaz. Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi, işler o noktaya vardı ki, bir bakanın müşavir diye aldığı adam, rüşvet almak için protokol yapıyor ve bu protokolü noterden geçiriyorlar. Noterden tasdikli rüşvet protokolü Türk siyasî tarihine ilk defa bu koalisyonla girmiştir.

Montrö Anlaşmasının değiştirilmesi, yeniden gözden geçirilmesi Türkiye'nin 10 defa düşündükten sonra telaffuz etmesi gereken bir konu. Bilmiyorum Başbakana hangi danışmanı fısıldadıysa, Başbakan bunu hemen gündeme getiriyor, o gece alelacele Ulaştırma Bakanını televizyona çıkarıyorlar, Ulaştırma Bakanı konudan o kadar uzak ki, 1936'da yapılan Montrö Anlaşmasını 1918'de yapıyor. Ama bütün bunlara şaşmıyorum; bakanların yaptıkları bu gaflara şaşmıyorum. Başbakanın askerle zabıtayı karıştırdığı yerde bakanların bu tür gafları yapmasını hiç yadırgamıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu Hükümet aslında bir acemiler mangasıdır. Bu Hükümetle Türkiye'nin hiçbir sorununu çözmek mümkün değildir. Ama ben bütün meydanlarda da söylüyorum, hani bu Hükümet Türkiye açısından hiç de yararsız değildir. Bu Hükümetin, Türkiye'ye, demokrasiye sağladığı büyük bir yarar var; ben inanıyorum ki, bu Hükümetin ta bizim iktidar dönemimizden başlayarak, bu Hükümeti oluşturan partilerin bizim iktidar dönemimizden başlayarak şu seçim kampanyasındaki tutumları. iktidarlarında yaptıkları icraat daha doğrusu yapmadıkları icraat, milletimiz için bir ibret vesilesi olacaktır ve bu Türkiye'de Türk demokrasisini ileriye götürecek, Türk demokrasisinin yolunu açacak bir gelişmenin de başlangıcı olacaktır.

Millet, artık boş laflarla palavralarla dertlerinin hiçbirinin Çözülemeyeceğini görmeye başlamıştır. Bugüne kadar birçok yerde bana söylendiği gibi, birçok partili arkadaşımın yadırgadığı gibi, eskisi gibi gürültülü muhalefet yapmadıysak, yaygaracı, yıkıcı muhalefet yapmadıysak, milletimizin bunu daha iyi görmesine imkân sağlamak içindir; ama milletimiz bunu görmeye başlamıştır.

Şimdi, Önümüzdeki takvimi dikkate alarak, onu hızlandırmak bize düşer. Yani hâlâ uyuyanlar varsa onları uyandırmak bizim görevimizdir. Bundan sonra muhalefet görevimizi daha aktif yürütmemiz lazım. Onun için başta söyledim, bütün arkadaşlarımın bu konuda olabildiğince aktif olmaları lazım. Bu konuyu sadece ben götüremem, sadece seçilmiş başkanlık divanındaki arkadaşlarım, Merkez Karardaki arkadaşlarım götüremez, bütün arkadaşlarımın, il başkanlarımızın, ilçe başkanlarımızın, teşkilattaki arkadaşlarımızın, hepsinin bu konularda olabildiğince aktif olmaları lazım. Önümüzdeki süre sınırsız bir süre değildir. sadece altı aylık bir süre var. Altı ay zarfında, ben bu Hükümetin yeni yeni gaflar yapacağına hiç şüphem yok. Yani, bu Hükümet yönünden çok umutluyum. Ama bu yeterli değil. Bizim de bunları anlatmamız lazım ve neticede Türk siyasetinde şöyle bir eğilim seziyorum, buna da dikkatinizi çekmek istiyorum:

Bugün Türkiye'de kemikleşmiş oyu en yüksek olan parti biziz, en istikrarlı seçmen desteğine sahip olan parti biziz ve bu hiçbir zaman yüzde 25'in altına inmiyor. Ama bu bizim için yeterli değil. Diğer partilerden umudunu kesen kitle bizim bu 25'imize ilave olmak yerine geçip kararsız kitle olarak bekliyor. 0 kararsız kitleyi kazanmak, işte bizim undan sonraki çalışmamıza bağlıdır. Yani, sadece dağılmış bir siyasî tablo içerisinde en büyük parti olmak bizi tatmin edemez, beni tatmin etmez. Biz Türk siyasetindeki bu gelişmelerden yararlanıp, ülkeye köklü bir çözüm getirecek, tek başımıza, güçlü bir iktidar olarak gelmemiz lazım. Bugüne kadar ki dayanmamızın, sabrımızın ödülü bu olması lazım. Buna ulaşmak için de mutlaka önümüzdeki dönemi çok iyi değerlendirmemiz lazım.

Ben görev alacak arkadaşlarıma da söyledim, Merkez Karara seçilen arkadaşlarıma da söyledim, Önümüzdeki dönem, günde 24 saat çalışmamız gereken bir dönemdir. Yani rüya görürsek, siyasî rüya görmemiz gereken bir dönemdir. Uykuda bile çalışmamız gereken bir dönemdir. Bu dönemi iyi değerlendirmemiz lazım. Şu anda durumumuz iyidir, şu anda bütün şartlar bizden yanadır. Bakın, Türkiye'de bugün kendi içinde istikrarı sağlamış olan tek parti biziz. Bizim dışımızda kongre yapmış partiler de kongre yapacak partiler de hep hiziplere bölünmüşlerdir. Bu hiziplerin varlığını, aralarındaki çekişmeleri de kamuoyundan gizleyemiyorlar. Kendi içinde istikrar sağlayamayan bir partinin Türkiye'ye istikrar getirebilmesi mümkün değildir. Kendi yapısı itibariyle Türkiye'de en avantajlı parti biziz. Yeni bir kongreden çıktık; güçlenerek çıktık. Kendi içimizde bir sorunumuz yok; ama, sadece sağlam oy tabanımıza güvenerek, sadece parti içerisindeki bu huzura, istikrara güvenerek gelişmelere seyirci kalamayız. Onların beceriksizliklerini, onların acemiliklerini, onların yanlışlarını, onların yolsuzluklarını topluma mutlaka teşhir etmemiz lazım, anlatmamız lazımdır.

Şimdi bakın. bu yolsuzluk meselesi... Yolsuzluk meselesi, aslında bizim kamuoyunun, Türk Milletinin en duyarlı olduğu konulardan biridir. Yani, ağzınızla kuş tutsanız, dünyada hiç kimsenin yapamayacağı işleri yapacak insanlar olsanız, dünya çapında büyük yetenekler olsanız bile eğer, beytülmala el sürerseniz, milletin hakkını yerseniz, bunun ne kadarını yaptığınız da önemli değil, küçük de olur, büyük de olur, bu millet sizi affetmez. Milletimizin bu duyarlılığını bilmezlikten gelerek bir yere varamayız. Onun için, yolsuzluklar meselesinde bizim ikili bir tavrımız olması lazım; birinci tavrımız bizimle ilgilidir. Ben, gittiğim mitinglerde de söylüyorum, bizi yolsuzlukla itham etmişlerdi, bizim yolsuzluklar yaptığımızı iddia etmişlerdi, iki seneden beri devletin arşivleri ellerinde, bütün belgeler, bilgiler ellerinde, eğer bizim içimizde hakikaten veya bizim dönemimizde görev yapmış olan arkadaşlarımızdan, hakikaten yolsuzluk yapmış olup da bu Hükümetin ortaya çıkaramadığı bir kişi varsa, o benim partimden değil dedim. İspat ederse onun benim partimle ilişiği kalmaz dedim. ispat edemezse, o zaman hem müfteridir, hem şerefsizdir dedim...

Şimdi, değerli arkadaşlarım, birinci tavrımız budur, buna devam edeceğim, meydan okumaya devam edeceğim. Bundan hiç rahatsızlık duymaya da sebep görmüyorum. Hakikaten bizim içimizde, eğer bizim tanıyamadığımız yanlış yapan arkadaşlar varsa, bu parti o arkadaşlarımızdan temizlenerek güçlenir. Bu tavrıma devam edeceğim; ama, ikinci bir tavrımız daha var: Şimdi ortaya atılan, basın tarafından hiç şikayet edemeyeceğimiz, gayet iyi bir şekilde kamuoyuna mal edilen, gündeme çıkarılan belli rezaletlerin, belli olayların, yolsuzlukların mevcut olan siyasî bağlantıları kamuoyundan gizlemek istenmektedir; kamuoyunun gözünden kaçırılmak istenmektedir, bunların üstüne gidilmesi engellenmek istenmektedir. Bunu size tahmini olarak değil, bilgiye dayanarak söylüyorum. Bu yolsuzlukların bu siyasî bağlantılarını ortaya çıkarmak en başta bizim bunların üstüne gitmekteki kararlılığımıza bağlıdır. Benim bu konudaki kararlılığım sonsuzdur; hiç kimseden çekindiğim yok. Bu olaylar kime kadar uzanırsa uzansın, elime geçen her bilgiyi mutlaka kamuoyuna mal edeceğim.

Partilerle ilişkilerini, şu anda devletin belli makamlarında görev yapan insanlarla olan ilişkilerini topluma mutlaka teşhir etmek zorundayız. Bu, sadece Türkiye'de siyasetin temizlenmesi için, devletin dürüst hale getirilmesi için yapılması gereken bir iş değildir; bu, aynı zamanda bize iftira edenlere de bizim ödetmemiz gereken asgari bir bedeldir, muhalefet olarak bizim yapmamız gereken bir görevdir. Onun için, Önümüzdeki dönemde, önümüzdeki yakın dönemde. bu konuda, yani hem İLKSAN olayının hem de İSKİ olayının siyasî bağlantılarıyla ilgili yeni bir takım gelişmeler gündeme gelecektir ve bu gelişmeleri hem kamuoyunda hem de Mecliste gerektiği şekilde gündeme getirmek, izlemek, bunların sonuçlarına ulaşmasını sağlamak Ana muhalefet Partisi olarak en başta bizim görevimizdir.

Şimdi, bu Hükümetin uzun bir süre en başarılı olduğu zannedilen, ama son gelişmelerle en başarısız olduğu apaçık ortaya çıkan alan dış politikadır. Aslında bir politikanın, özellikle dış politikanın başarılı olup olmadığını ölçmek için sonuçlarına bakmak yeterlidir. Eğer ortaya çıkan sonuçlar izlenen politikayla ulaşılması amaçlanan, hedeflenen sonuçlar değilse o politika başarısızdır. Bakın, bugün önümüzde tipik bir olay var; milletimizin de yakından ilgilendiği, Türkiye'nin milli menfaatleriyle de, Türkiye'nin gelecekteki menfaatleriyle yakından ilişkili bir olay var, Azerbaycan olayı. İki seneden beri, herhalde ben burada yaptığım grup konuşmalarının hepsinde değilse yarısında bu konuyu gündeme getirdim. Hükümetin izlediği politikanın temelden yanlış olduğunu, bu politikayla Türkiye'nin menfaatlerinin, hem de uzun dönemdeki menfaatlerinin tehlikeye atılacağını ifade ettim. Hükümet bizi hiç umursamadı, bizim söylediklerimize hiç kulak vermedi, bizim ikazlarımızı dinlemedi. Kendi bildiği yolda, burnunun doğrultusunda devam etti. Ermenistan ile yakınlaşarak Azerbaycan'a yardımcı olacağım zannetti. Dış politikada söylenmemesi gereken ne kadar şey varsa hepsini söyledi. Yapılması gereken ne varsa hiçbirini yapmadı. Dış politikayı yüzüne gözüne bulaştırdı. Bugün gelinen nokta, Türkiye açısından, bir fiyaskodur, Koalisyon Hükümeti açısından bir fiyaskodur.

Şimdi bakın, iki sene kendi politikalarını uygulamışlar; uyguladıkları politika bizim önerdiğimiz politikanın tam tersi politika. Bugün bu politikanın sonuçları ortaya çıkmış. Şimdi ben de soruyorum: Eğer Azerbaycan topraklarının dörtte birinin Ermenilerin eline geçmiş olması Türkiye için iyi bir şeyse bu dış politika başarılı olmuş; eğer Azerbaycan'ın Rusya'nın önderliğindeki Bağımsız Devletler Topluluğuna yeniden üye olması Türkiye'nin menfaatleri açısından iyi bir şeyse bu dış politika başarılı olmuş. Bu dış politikanın başarılı olduğunu söylemeye kendileri bile cüret edemez. Onun için, şimdi yapmaya çalıştıkları, iki seneden beri izledikleri politikayı temelden değiştirip, 180 derece değiştirip bizim daha önce onlara önerdiğimiz yeni bir dış politika yaklaşımı benimsemektir; yapmak istedikleri budur. Ama, ne yazık ki, dış politikada en önemli unsur inandırıcılıktır. Siz iki sene ters bir politika izleyip, iki sene sonra duvara çarpınca politikanızı tam tersine çevirdiğiniz zaman, o politikada inandırıcı olmanız, etkili olmanız mümkün değildir.

Şimdi, Başbakan geçen günlerde bir Rusya seyahati yaptı. Bu Rusya seyahati sadece kamuoyu için yapılmış bir seyahattir, bir kere onu söylüyorum; yani sadece fotoğraf Çektirmek için yapılmış bir seyahattir. Bu seyahatin sadece içı boş bir seyahat olması, hele Türkiye açısından hiçbir somut fayda sağlamamış olması, bu seyahatin tek olumsuz yönü değildir. Yani mesele bununla bitmemektedir. Türkiye'ye hiçbir şey kazandırmadığı gibi, bomboş bir seyahat olduğu gibi, sadece kamuoyunu yönlendirmeye, kamuoyu gönünde gösteriş yönelik bir seyahat olduğu gibi, bu seyahat ortaya konmuştur ki, dünyada bugünkü Rusya Federasyonuna hiçbir ülkenin vermediği payeyi bizim bu zavallı Koalisyon Hükümeti vermektedir. Yani, Rusya'ya bizim Koalisyon Hükümeti Sovyetler Birliği muamelesi yapmıştır.

Bölgedeki bütün gelişmelerin, Rusya'dan çok bizi ilgilendiren, Azerbaycan'daki gelişmeler dahil bölgedeki bütün gelişmelerin ancak ve ancak Rusya'nın izniyle, onun onayı ile olabileceği mesajını vermiştir. Bu, Türkiye'nin menfaatlerine karşı işlenmiş bir cinayettir. Düşünebiliyor muşunuz, Başbakan gidiyor. Azerbaycan'dan çıkıp Türkiye'den geçmesi düşünülen bir petrol boru hattının nereden geçeceğini Rusya ile konuşuyor. Ruslar da bize kendi Karadeniz'deki limanlarını gösteriyorlar, oraya gelir, oradan gemilerle sizin limanlarınıza gider, isterseniz siz Samsun'dan aşağıya kadar boruyla taşırsınız diyorlar.

Buradaki önemli nokta şu: Bu boru hattının en stratejik yeri terminalidir; yani gemiye nereden yükleme yapıyorsanız, o limanın bulunduğu ülke petrol ticaretini kontrol eder. şimdi Rusların önerdikleri şekil, Azerbaycan petrolünün Rus limanına gelmesi, Rusya'ya ait olan limana gelmesi, o limana gelip tankere yüklendiği zaman zaten gideceği ülkeler bellidir ve o petrolün ticareti tamamen Rusların kontrolü altındadır, terminali Rusya tutmuştur. Ondan sonra Türkiye basit bir güzergâhtır, bunun sağlayacağı hiçbir siyasî ağırlık da söz konusu değildir. Rusya'nın bize empoze ettiği şekil budur.

Sayın Başbakan bir büyük gaf daha yapmıştır: Rusya'ya şu teklifi götürmüştür: "Siz Azerbaycan'a Rus askerlerini gönderirken yanında biz de Türk askerlerini gönderelim." Bu teklifin yapılması Rusya'nın Azerbaycan'a asker gönderme hakkını tanıma anlamına gelir. Kaldı ki Ruslar bu teklifi herhalde toplantıdan sonra bol bol gülmüşlerdir, toplantıda ilk kalemde reddetmişlerdir.

Şimdi, bu kadar başarısız olan, bu kadar muhtevadan yoksun olan, bu kadar hazırlıktan yoksun olan bir seyahati bile Türk kamuoyuna bir başarı olarak lanse etmek, bundan da iç politikada siyasî prim kazanmanın peşindedir. Çünkü bu Hükümetin, bu Başbakanın devlet yönetiminde popülarite kazanmaktan başka hiçbir ilkesi yoktur. Bütün davranışları, sadece iç politikadaki popülaritesini artırma amacına matuftur. Ama, daha önce de çeşitli vesilelerle söyledim, iç politikada yapılan hataların zaman içinde tamiri mümkündür, ekonomik yanlışların da telafisi mümkündür, ama, dış politikada yapılan hataların tamiri mümkün değildir, çoğu zaman mümkün değildir. Maalesef dış politikada bugün geldiğimiz nokta, sadece Azerbaycan ile ilgili olarak değil, bütün Türk dünyası ile ilgili olarak Türkiye'nin bugüne kadar izlediği politikaların geldiği bir hezimet noktasıdır.

Bakın, Sovyetler Birliğinden ayrılan cumhuriyetler şimdi yeniden Ruble'ye geçiyorlar. ortak para olarak Rubleyi kullanacaklar. Elçibey yönetimi zamanında Azerbaycan'da Latin Alfabesi benimsenmişti, şimdi Latin Alfabesinin yeniden değiştirilmesi gündeme gelmiştir, yeniden Kril Alfabesine dönüş gündeme gelmiştir .Azerbaycan'ın Bağımsız Devletler Topluluğuna katılacağı zaten deklare edilmiştir. Bütün bu sonuçların ortaya çıkmasında Azerbaycan'ın kendi geleceği için ümidini Türkiye'ye bağlamış olması ve bu Koalisyon Hükümetinin kendisine tanınan bu rolü yerine getirmedeki aczi, korkaklığı yatmaktadır.

Dün İsrail ile FKÖ arasında bir anlaşma imzalandı; tabiî ki Ortadoğu'daki her şeyi yeniden düzenleyecek olan, Ortadoğu'nun genel görünümünü temelden değiştirecek olan çok önemli bir gelişmedir, tarihî bir gelişmedir. Ama bakın, bu olayda dahi bizim dış politikadaki aczimizin bir işaretini görmemek mümkün değildir. 8 aydan beri İsrail ile Filistin Norveç'te görüşme yapıyorlar, 8 aydan beri görüşüyorlar. Bundan iki üç hafta önce bizim Dışişleri Bakanımız İsrail'e planlanmış olan bir ziyaretini, bu gelişmeden hiç haberi olmadığı için iptal ediyor. Şimdi bizimkiler bu ziyaretin bu gelişmeden sonra, tabiî İsrail'in Ortadoğu'daki konumunu da temelinden değiştirecek olan bu gelişmeden sonra ziyaretin tekrarlanması için İsrail'e başvuruyorlar, İsrail bizi açıkça istiskal ediyor. iki tarih veriyorlar, ikisi için de "Uygun değil" diyorlar.

Şimdi, Dışişleri Bakanlığı bu kadar istihbarat yoksunu olunca. Dışişleri Bakanlığındaki kadrosuzluk meselesi, kadro eksikliği bakanlığı mefluç hale getirince, ama bütün bunların hepsinden daha önemli olan, kendine güven olmayınca, risk alacak cesaretiniz olmayınca dış politikada başarılı olmanız mümkün değildir. Türk dış politikası, bugün, sadece yanlış ellerde, sadece acemi yöneticilerin yönetiminde değil, aynı zamanda bu söylediğim özelliklerden de yoksun olduğu için, Azerbaycan misali, Türkiye'nin geleceğini ipotek altına alacak benzer olumsuz gelişmeleri de yaratma tehlikesini taşımaktadır. Onun için dış politikaya, özellikle Meclisteki denetim Çalışmalarımızda öncelikle ağırlık vermeye mecburuz. Bu konudaki gelişmeler konusunda halkımızı uyarmaya mecburuz. Ve bugüne kadar işlenen yanlışların hesabını sormak bizim görevimiz. öyle. "Ben verdiysem verdim. ben yaptıysam yaptım" kafasıyla dış politika olmaz. Kaldı ki. hiç kimse bizi öyle savaş çığırtkanlığı yapmakla suçlayamaz. Ben hiçbir zaman oraya askerî müdahaleyi filan savunmadım. Hiç kimse bizi öneri götürmemekle, herhangi bir çözüm Önermemekle suçlayamaz. Biz her sefer öneri de sunduk; ama, maalesef bizim önerilerimizi dikkate almayanlar, kendi yanlış politikalarında ısrar edenler, Türkiye'yi dış politika açısından bugünkü batağa sokmuşlardır.

Değerli arkadaşlarım, son bir konu var. Bugün Meclis Başkanlığı seçimi yapılacak. Meclis Başkanlığı seçimiyle ilgili olarak Anayasamıza göre gruplarda görüşme yapılması yasaktır. Grup karan alınması yasaktır. Ben burada sizlere sadece şahsî görüşlerimi dile getireceğim. Meclis Başkanlığına şu anda üç aday vardır; bunlardan birisi bu yasama yılı başlangıcına kadar bu görevi yürütmüş olan, iki yasama yılı Meclis Başkanlığını yürütmüş olan Sayın Cindoruk'tur, diğer iki aday da iki muhalefet partisinin gösterdikleri adaylardır. Anavatan Partisi olarak biz bu meseleye bakarken, bu adayları değerlendirirken, bana göre önde tutmamız gereken husus, kendimiz açısından önde tutmamız gereken husus, bu adayların Meclis Başkanlığında, bizim Ana muhalefet Partisi olarak en fazla değer vermemiz gereken tarafsızlık ilkesine uygun davranıp davranmayacakları olmalıdır. Bu adayların hiçbirisi Meclis Başkanlığı için bizim ideal ölçülerimize uymayabilir.

Örneğin Sayın Cindoruk'un, birtakım olaylarla ilgili olarak ortaya koymuş olduğu tutumla biz parti olarak hiçbir zaman mutabık olmadık, mutabık olmayacağımızı da açıkça ifade ettik; ama ne yazık ki biz Anavatan Partisi olarak şu anda kendi arkadaşlarımızdan birisini Meclis Başkanı seçebilecek çoğunluğa sahip değiliz. Eğer bu imkânımız olsaydı, oradaki ölçülere. bizim ölçülerimize en fazla uyan arkadaşımızı aday gösterir ve geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi, yek vücut ona destek olurduk. Ama bu imkânımız yoktur.

Sayın Cindoruk'un iki yıllık Meclis Başkanlığı icraatını değerlendirdiğimiz zaman, bazı arkadaşlarımıza göre bazı eksiler söz konusu olabilir, parti olarak bizim mutabık olmadığımız bazı davranışları söz konusu olabilir, ama zannediyorum ki arkadaşlarımın benimle paylaşmaları gereken bir gerçek, Sayın Cindoruk'un bu görevi olabildiğince tarafsızlık ilkesine uygun biçimde yürüttüğüdür. Genel Başkan olarak benim tarafsızlık açısından haklı şikayetimi mucip olacak herhangi bir gelişme olduğunu söyleyemem. Dolayısıyla gayet tabiî arkadaşlarım bu seçimde, zaten gizli seçimdir, Grup karan almamız söz konusu değildir, bu seçimde kendi takdir haklarını kullanacaklardır, kendi tercihlerini kullanacaklardır, ama ben kendi tercihimi Sayın Cindoruk'un lehinde kullanacağım, kendisine oy vereceğim ve bunu yaparken de göz önünde tuttuğum ilke, sadece Sayın Cindoruk'un bundan sonraki dönemde de, geçtiğimiz iki yılda olduğu gibi, partiler arasında tarafsız davranacağı beklentisi olacaktır.

Meclis Başkanlık Divanı ile ilgili olarak partimizin göstereceği adayların seçimini' zaten bundan önceki toplantımızda yapmıştık. Meclis Başkanlık Divanı Bugünkü Meclis Başkanı seçiminden ve zannediyorum önümüzdeki toplantılarda teşekkül edecek olan Başkanlık Divanının kurulmasından sonra Meclis faaliyete geçer geçmez, bu söylediğim hususlar Öncelikli olarak Meclisi denetim açısından çalıştırmak için, aşırı bir gayret içine gireceğiz. Bütün arkadaşlarımın bu konuda da yardımını istiyorum. Özellikle komisyonlara ve Genel Kurula devam hususunda arkadaşlarımın özen göstermelerini, komisyonlarda inisiyatifi ele almalarını, bilhassa bizim açımızdan Önem taşıyan denetim faaliyetlerinde arkadaşlarımın tam kadro Genel Kurulda bulunmalarını rica ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)