ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ’IN
TBMM GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA
 
22 Eylül 1993

Değerli arkadaşlarım, önümüzdeki günlerde ikinci koalisyon hükümeti görevdeki üçüncü ayını dolduracaktır. Bu geçtiğimiz üç ay zarfında Koalisyon Hükümetinin memleketin hiçbir meselesine getirdiği hiçbir geçerli çözüm gösterilemez. Bir sohbetimizde Sayın Başbakan bana, 15-20 gün önce yaptığımız bir sohbette, göreve geldiklerinden beri geçen iki aylık devreyi son derece başarılı değerlendirdiğini, bu dönem zarfında bir Koalisyon Hükümeti olmasın rağmen, sanki bir tek parti hükümeti imiş gibi, çok başarılı icraat yapmış oldukları kanaatinde olduğunu ifade etmişti.

Bir muhalefet partisi gözüyle değil, Türkiye’deki siyasi durumu tamamen tarafsız bir gözle izleyen bir gözlemcinin bu devre zarfında, Hükümetin icraatında bulunabileceği tek unsur, çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerdir. Hükümetin başka bir icraatından bahsedebilmek mümkün değildir. Bunun dışında Başbakanın çeşitli vesilelerle gösterişli biçimde kamuoyuna açıkladığı, ama hiçbirinin arkası gelmeyen, bilakis her birinin hiçbir hazırlığa dayanmadan, sadece propagandaya yönelik olarak ortaya atıldığı besbelli olan birtakım hayali reform paketleri söz konusudur.

Şimdi, geçtiğimiz hafta içerisinde Türkiye’de çok önemli bir gelişme oldu. Bizim müracaatımız üzerine, Anavatan Partisi Grubunun açtığı iptal davası üzerine, Anayasa Mahkemesi 3911 sayılı yetki kanununu iptal etti. Çıkarılmış olan, biraz önce Eyüp Aşık arkadaşımın da ifade ettiği, 36 tane kanun hükmünde kararnameye mesnet teşkil eden, hukuki mesnet teşkil eden yetki kanunu anayasa mahkemesi tarafından iptal edildi. Önümüzdeki günlerde de kararın gerekçesi açıklanacak ve karar yürürlüğe girecek.

Şimdi, evvela şu hususları bir kere açıklığa kavuşturmak zorundayız. Kanun hükmünden kararname uygulaması, Türk devlet hayatında 1971 yılında yapılan bir anayasa değişikliğiyle girmiştir. Kanun hükmünde kararname uygulamasının amacı, yasama yetkisinin Meclisten alınıp hükümete verilmesi değildir. Kanun hükmünde kararname uygulamasının amacı, Mecliste uzun zaman alabilecek olan, ama acil olduğu için bir an önce yürürlüğe girmek üzere hükümete tanınan geçici bir yetkiyle ilgilidir. Nitekim anayasamız, kanun hükmünde kararnamelerin yayımlandığı gün Meclise sevk edilmesini ve Mecliste öncelik ve ivedilikle görüşülmesini gerektirmektedir.

Bugünkü iktidar ortakları, Anavatan iktidarında kanun hükmünde kararname uygulamasının amacından saptırıldığını iddia etmişlerdir. Bizi, kuvvetler ayrılığı ilkesine ters davranmakla, Meclisi dışlamakla eleştirmişlerdir.

Birinci Koalisyon Hükümetinde, Sayın Demirel’in başkanlığındaki Koalisyon Hükümetinin programında kanun hükmünde kararname uygulamasının geçmişte kötüye kullanıldığı, kendi dönemlerinde bu durumun tekrarlanmayacağı ifade edilmiştir. Kanun hükmünde kararnamelerin, eğer 90 gün zarfında Meclisten onaylanmazlarsa, yürürlükten kaldırılacağı, geri çekileceği taahhüt edilmiştir. Ama, Birinci Koalisyon Hükümetinin görev süresinin dolmasına 1 gün kala, yani yeni hükümetin atanmasından 1 gün önce, Mecliste bir yetki kanunu- Genel Kurulda görüşülmüştür. Yetki Kanunu, İkinci Koalisyon Hükümetinin teşkilinden önce Meclisten çıkarılmıştır. Yani, daha hükümet kurulmadan Yetki Kanunu çıkarılmıştır. Ve bu Yetki Kanunu, bizim dönemimizde çıkarılan koalisyon ortağı SHP’nin müracaatı üzerin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen bir Yetki Kanunundan kapsam itibarıyla daha geniş yetkileri içeren bir kanundur.

Yani, bu kanunun, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edileceğini Hükümet daha Meclise getirdiği zaman bilmektedir. Buradaki amaç, anayasadaki başka bir hükümden faydalanmak, Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümediği ve ancak gerekçeli kararın açıklandığı tarihte hukuki sonuç doğurduğu gerçeğinden hareketle, aradan geçecek zaman içerisinde Meclisten normal şekilde geçirilemeyecek olan birtakım düzenlemeleri yürürlüğe sokmaktır. Yani, birinci söylemek istediğim husus, bu Yetki Kanununu Hükümet Meclise getirdiği zaman zaten bunun Anayasa Mahkemesinde iptal edileceğini biliyordu. Çünkü, daha kısa bir süre önce bu yolda yaşanmış bir emsali söz konusu idi.

İkinci olarak, bu Hükümet, geçmişte hiçbir hükümetin, ne bizim nede bizden önceki hükümetlerin başvurmadıkları bir muvazaa yoluna sapmıştır. Bu Yetki Kanununa dayanarak çıkarılan 36 tane kanun hükmünde kararnamenin 8 tanesi Meclis gündeminde mevcut olan kanun tasarılarıdır. Yani, Hükümet Meclise getirmiştir, kendi gruplarının direnmesi sebebiyle, kendi grubunun oy vermemesi sebebiyle bu kanunları çıkaramadığı için, kanun hükmünde kararname yoluyla aynı düzenlemeleri hayata geçirmiştir.

Şimdi, Anayasa Mahkemesinin iptal kararıyla bütün bu kanun hükmünde kararnameler hukuki mesnetten yoksun hale gelmiştir. Kararın açıklanmasından sonra, bu kararın açıklanmasına müteakip, Hükümetin bu Yetki Kanununa dayanak herhangi bir kanun hükmünde kararname çıkması halinde, açıkça anayasaya aykırı davranmış olacağını ifade ettim. Sayın Cumhurbaşkanı’na bu tür gelecek olan kanun hükmünde kararnameleri onaylamaması çağrısında bulundum. Hukuk devletini korumada Hükümetin bu kayıtsızlığına Cumhurbaşkanının da aksi davranış halinde ortak olacağını ifade ettim. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı da yaptığı açıklamada, iptal kararının açıklanmasından sonra kanun hükmünde kararnamelerin kendisi tarafından onaylanmayacağını ifade etti.

Hükümete bu kanun hükmünde kararnameleri vakit geçirmeden, derhal Mecliste görüşülmesini sağlaması çağrısında bulundum, bugüne kadar bu yönde iktidardan herhangi bir girişim söz konusu olmadı. Şimdi, bu tutum karşısında, Anavatan Partisi olarak 36 tane kanun hükmünde kararnameyi de değerlendirmeye aldık. Bunlar içerisinden bir tanesi, sadece belli bir kişiyi, devletin ekonomi bürokrasisinin en üst makamına atlayabilmek için, Devlet Memurları Kanununda değişiklik yapan bir kanun hükmünde kararnamedir. Bir kişi için çıkarılan bir kanun hükmünde kararnamedir. Bu kanun hükmünde kararnamenin, Yetki Kanununun da iptal edilmiş olduğu gerekçesiyle iptali için Anayasa Mahkemesine gitmeyi kararlaştırdık. Bu hususta arkadaşlarımız gerekli dava dilekçesini hazırlamışlardır. Bugün yarın bu konudaki müracaatımızı Anayasa Mahkemesine vereceğiz.

Önümüzdeki günlerde diğer kanun hükmünde kararnamelerle ilgili değerlendirmelerimizde tamamlanacaktır. Onlar içerisinde de bazılarını Anayasa Mahkemesine iptal davasıyla götürebiliriz. Ama, her halükarda, bütün arkadaşlarımın şu hususu hatırdan çıkarmamalarını istiyorum.

Bu üç aylık devre zarfında, iptal edilmiş olan bu Yetki Kanununa dayanılarak çıkarılmış olan kanun hükmünde kararnamelerin hiçbirisi, ama hiçbirisi, Hükümet Programında vaat edilen reformlarla ilgili değildir. Yani, Türkiye’nin şu anda karşı karşıya bulunduğu sorunlara çözüm getirebilecek, yeni tedbirleri içeren düzenlemeler değildir. Bunlar, sadece ve sadece, biraz önce örnek verdiğim şekilde, belli tasarrufları gerçekleştirebilmek için, belli atamaları yapabilmek için ve yahut da devlette yeni kadrolar ihdas edebilmek için çıkarılmış kanun hükmünde kararnamelerdir. Bu kanun hükmünde kararnamelerle 58 bin tane yeni kadro ihdas edilmektedir. Bu 58 bin kadronun çok büyük kısmı Adalet Bakanlığında, Sosyal Sigortalar kurumunda ve toplam olarak ¾’ü SHP’ye mensup bakanlıklarda kurulmaktadır. Yapılmak istenen, yerel seçimlere kadar bu kadroları doldurmak suretiyle SHP’nin hem devletteki kadrolaşmasını tamamlaması hem de yerel seçimler öncesinde bu kadroları siyasi maksatla kullanmaktır.

Anavatan Partisi olarak bu duruma seyirci kalmamız, hele böyle bir hukiki imkan mevcut iken, Anayasa Mahkemesinin bir kararı mevcut iken, buna kayıtsız kalmamız mümkün değildir. Onun için, önümüzdeki günlerde arkadaşlarımız bu konudaki incelemeleri tamamladıkça, yeni yeni iptal davaları için de Anayasa Mahkemesine başvurabiliriz. Biliyorsunuz kanun hükmünde kararnamelerin yayımlanış tarihinden sonra 60 günlük süre zarfında Anayasa Mahkemesine başvurma zorunluluğu vardır. Bu süreyi de dikkate alarak, önümüzdeki günlerde Anayasa Mahkemesinde yeni iptal davaları açabiliriz, iptal davası başvurusunda bulunabiliriz. Bu konuda gerekli formalitenin tamamlanması için arkadaşlarımız sizlere de başvuracaklardır, sizlerden bu konuda yetki talebimiz olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Hükümet bu üç aylık devreyi sadece bu şekilde hukuken malul olan, hem hukuka hem Meclise saygısızlığını ortaya koyan birtakım düzenlemelerle geçirirken, maalesef, hem Türkiye’de hem de Türkiye çevresinde çok önemli gelişmeler yaşanmaktadır.

Bakınız, dün Temmuz sonu itibarıyla dış ticaret rakamları açıklandı, istatistikleri yayımladı. Kabaca, 7 aylık dönemde Temmuz sonu itibarıyla Türkiye dışarıya 8 milyar dolarlık mal satmış, dışarıdan 16 milyar dolarlık mal almıştır. Dış ticaret açığımız 8 milyar dolardır. Sene sonu itibarıyla bu rakamın iki katına yaklaşması muhtemeldir. Cari işlem açığı belki bunun 3-4 milyar altında olacaktır, ama her halükarda 10 milyar doların üzerinde bir cari işlem açığıyla 1993 yılını kapatmamız kaçınılmaz görünmektedir.

Dış ticaretle karşılaşan cari işlemlerde Türkiye’nin ödemeler dengesinde karşılaşılan bu durum, 1981 yılından beri en olumsuz tabloyu yansıtmaktadır. Ama hükümetin kılı bile kıpırdamamaktadır. Aslında bu tablonun verdiği sinyaller, eğer Türk toplumu tarafından bugün gerektiği şekilde alınamıyorsa, anlaşılamıyorsa, algılanamıyorsa, bu sadece Türkiye’de gündemin daha önemli meselelerle yüklü olmasının sonucudur. Ama unutmayın ki, bu sinyaller dış finans çevreleri tarafından çok iyi algılanmaktadır. Geçtiğimiz sene Türkiye cari işlem açığını dışarıya daha çok borçlanmak suretiyle kapatmıştı. Bu sene bu imkan daha zor olacaktır. Bu söylediğim gelişmeler dolayısıyla Türk ekonomisinin verdiği bu alarm sinyalleri dolayısıyla dış borçlanma imkanları daha da daralacaktır.

Şu anda Türkiye’nin gündemi, bir yandan artık kanıksanan, işte yine hergün 20 kişi ölüyor, ama bizim iktidarımız döneminde büyük hadise olan, manşetleri kapsayan bu gelişmeler bugün artık toplum tarafından ve toplumun barometresi olması gereken bakın tarafından aynı duyarlılıkla izlenmiyor. Evvelsi gün 3’ü subay 20 askerimizin terörden hayatını kaybetmesi, gazetelerin birinci sayfasında değil, iç sayfalarında yer alıyordu. Bu olayların azaldığı anlamına gelmiyor, sadece Türkiye’nin gündeminin artık daha önemli olaylarla dolu olduğunu ve terör olaylarının maalesef toplum tarafından, Hükümet tarafından kanıksanmaya başladığını gösteriyor.

Bir yandan terör olayları bu şekilde gündemdeki yerini korurken, maalesef, yolsuzluk, hırsızlık olayları da Türkiye’nin gündemini kirletmektedir. Gazatelerin manşetleri , bugün artık terör meselesiyle değil, ekonomik sorunlarla değil, Türkiye’nin hayati menfaatlerini ilgilendiren dış politika gelişmeleriyle değil, yolsuzluk, hırsızlık meseleleriyle doludur.

Değerli arkadaşlarım, evvela huzurunuzda bir hususu açıklığa kavuşturmak istiyorum. Türkiye’nin gündeminin bu şekilde yolsuzluk meseleleriyle işgal edilmiş olmasından, hem de böylece acemi bir Hükümetin, uyumsuz bir hükümetin işbaşında olduğu bir dönemde, Türkiye’nin bu kadar hayati meselelerle karşı karşıya olduğu bir dönemde bu tür meselelerin Türkiye’nin gündemini doldurmuş olmasından hiçbirimiz mutluluk duyamayız. Ama, bir husus var, eğer bizim gündeme getirdiğimiz birtakım yolsuzluk iddiaları, basının bunları yakından izlemesi sonucu Türk adaletinin bu konuda haysiyetli bir sınav vermiş olması sonucu, vermekte olmasının sonucu, bugün eğer toplum vicdanında mahkum edilmişse, eğer şimdi mesele sadece birtakım kurbanlara sorumluluğun yüklenmesiyle kapatılmak isteniyorsa, Anavatan Partisi olarak bizim buna müsaade etmeye hakkımız yoktur. Çünkü, bizim buna müsaade etmemiz, yarın bize karşı kullanılacak bir gerekçe oluşturacaktır.

Bakın, dün Doğru Yol Partisi Grubunda, partinin Genel Başkan Vekili çıkmış, Anavatan İktidarı döneminde Devlet Denetleme Kurulu tarafından İLKSAN için bir rapor düzenlendiğini, bu raporun gereğinin bizim Hükümetimiz tarafından, Anavatan Hükümeti tarafından yerine getirilmediğini ifade etmiş. Ben dün akşam uğraştım, bu sabah aldım, 1981 yılından 1991 sonuna kadar Devlet Denetleme Kurulunun 84 konuda incelemesi ve raporu var; bunların içinde İLKSAN ile ilgili herhangi bir araştırma yok. Doğru Yol Partisinin Genel Başkan Vekili, dün kendi grubunda açıkça yalan söylemiştir. Devlet Denetleme Kurulunun İLKSAN ile ilgili herhangi bir incelemesi yoktur. Bize bu konuda intikal etmiş herhangi bir rapor yoktur. Kaldı ki, İLKSAN meselesi bizim zamanımızda değil, bugünkü Hükümet zamanında ortaya çıkan bir meseledir.

Bakın, bir kere gözden kaçan bazı hususlar var. Meclis İLKSAN’a para verebilir, Hükümet İLKSAN’a para verebilir, bizim Hükümetimiz, geçmişte her bütçe yılında İLKSAN’a para vermiştir. Sembolik vermiştir. Her sene bütçesine 1 milyon lira koymuştur. Bu senenin bütçesinde 10 milyar lira konut yaptırmak üzere Bütçe Komisyonu tarafından konulmuştur. İLKSAN’ın kuruluş sözleşmesinde konut yaptırmak diye herhangi bir amaç yoktur. Yani Plan ve Bütçe Komisyonunun konut yaptırmak üzere İLKSAN’a 10 milyar lira ayırmış olması, İLKSAN görevleriyle bağdaşmayan bir tasarruftur. Ama, daha önce de bu kürsüden söyledim, şimdi Sayın Cumhurbaşkanının bir ifadesi üzerine tekrarlamak ihtiyacını duyuyorum. Plan ve Bütçe Komisyonu ve daha sonra Meclis, herhangi bir kuruluşa, herhangi bir amaçla para tahsis edebilir. Bütçeden para tefrik edebilir. Meclis, o paranın tahsisinin, yani ödemesinin usulüne uygun yapılmasını izlemek durumunda değildir. Onun harcamasının usulüne uygun olmasını izlemek durumunda değildir. Meclis adına bunu yapacak olan Hükümettir. Hükümet, bütçeden vereceği her kuruşun mutlaka usulüne uygun, amacına uygun verilmesini, harcanmasını denetlemekle yükümlüdür. Meclisin, her hangi bir şekilde, herhangi bir kuruluşa ödenek tahsis etmiş olması, Hükümetin bu sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Sorumluluk her zaman Hükümetin üzerindedir.

İLKSAN meselesinde kamuoyunun gözünden kaçırılmak istenen husus, Hükümetin, bırakınız bu denetim görevini, yani paranın harcanmasındaki amacına uygun sarfındaki denetim görevini yerine getirmeyi, İLKSAN’ın daha önce reddettiği bir satın almayı sırf siyasi rüşvet ödemek için, sırf belli insanlara peşkeş çekmek için İLKSAN’a baskı yapmış olduğu hususudur. Gözden kaçırılmak istenen budur.

Değerli arkadaşlarım, bu meseleye bugün devletin yüksek makamlarında oturan zatlar karıştılar diye bu dosyanın örtülmesine seyirci kalamayız. Bu meselede sadece bu işte maşa olarak kullanılan birtakım devlet memurluklarının tutuklanmasıyla bu işin kapatılmasına müsaade edemeyiz. Onun için, bu meseleyi kamuoyunda bazı aksi seslere rağmen, yani bu meselenin kamuoyunda artık bazı çevreleri bıktırmış olmasına rağmen, bu gerçeği ortaya koyuncaya kadar izlemeye mecburuz.

İSKİ meselesiyle ilgili meselenin bugün geldiği nokta, koalisyon ortağı bu partinin bu meselede doğrudan doğruya meselenin içinde olduğunu ortaya koymuştur. Yani, tıpkı İLKSAN meselesinde Yönetim Kurulu üyelerine sorumluluk atfetmek suretiyle meselenin kapatılması gibi, İSKİ meselesinin de sadece bir Genel Müdürü tasarrufu olarak kapatılmasına müsaade edemeyiz. Çünkü geçtiğimiz günlerde kamuoyuna açıklanan bazı belgeler ve önümüzdeki günlerde açıklanacak olan bazı belgeler, devletin bir kuruluşunun Sosyal Demokrat Halkçı Parti tarafından o kuruluşla iş yapan kişilerden haraç almak için kullanıldığını açıkça ortaya koymuştur.

Şimdi, bakın burada da saptırılmak istenen husus şudur: Siyasi partiler, elbette ki bağışla faaliyetlerini sürdürürler. Her siyasi parti bağış alır. Bağışlar, siyasi partilerin siyasi gelirleri arasındadır. Devlet yardımı yanında, devlet yardımına ilaveten, kişilerin yapacakları bağışlar siyasi partilerin gelirlerini oluşturur. Bütün siyasi partiler bağış alırlar. Biz de bağış alırız; geçmişte de aldık, bugün de alıyoruz. Burada önemli olan husus şudur: Anavatan Partisi, sadece İstanbul Belediyesini değil, bütün Türkiye’yi idare ettiği dönemde dahi, “ parti meclisinde biz filan kuruluşa parti makbuzlarını gönderelim, o kuruluş bizim adımıza kendisiyle iş yapan müteahhitlerden bağış kabul etsin” diye herhangi bir karar almamıştır, böyle bir uygulaması yoktur.

İSKİ olayında şu anda açığa çıkmış olan gerçek, 1991 yılında SHP parti meclisinin İSKİ’ ye İstanbul Belediye Başkanının talebi üzerine, kendi makbuzlarını göndermesi ve bu makbuzlar karşılığında İSKİ’ye iş yapan veya yapacak olan müteahhitlerden haraç alınmasına karar vermiş olmasıdır; İSKİ olayının şu anda en önemli yönü budur. Hani, oradan ne kadar para toplanmıştır, o haraçların ne kadarı kişilerin kendi ceplerine gitmiştir bunları bizi ilgilendirmiyor. Önemli olan, bugün Türkiye’de iktidar ortağı olan bir parti, 1991 yılında haraç almak için parti meclisinden karar çıkarmıştır, yasalara aykırı olarak kendi makbuzlarını bir devlet kuruluşuna teslim etmiştir ve o devlet kuruluşu, halkın ödedikleri su parasıyla çalışan o devlet kuruluşu, o partiye o makbuzlarla haraç toplamıştır. Bağışta bulunan kişiler bu bağışlarını Sosyal Demokrasiye inandıkları için, kendileri Sosyal Demokrasiyi benimsedikleri için, SHP’yi güçlendirmek için vermemişlerdir. O kişiler bu bağışlarını sadece devleti kazıklama için vermişlerdir. Ve şimdi bazı işadamları çıkıp, aynı kendi ifadeleriyle söylüyorum, devleti kazıkladıklarını iftiharla ifade etmektedirler.

Değerli arkadaşlarım, şimdi SHP suçüstü yakalanmanın telaşıyla, suçluluk kompleksiyle, bir yandan bize çamur atmaya çalışmakta, bir yandan da kendisini temize çıkarmak için birtakım gösterilere tevessül etmektedir. şimdi, olayın üzerinden üç yıl geçecek, siz üç yıl önce bu hususu kendi parti meclisinizde kararlaştıracaksınız, üç yılda 20 milyar liraya yakın parayı o kanaldan partiye transfer edeceksiniz, belki onun birkaç mislini de görülmeyen harcamalarınızda kullanacaksınız, ondan sonra yakalandığınız zaman, parti içinde üç kişilik, beş kişilik bir komisyon kurup bu komisyon kararıyla kendinizi aklamaya çalışacaksınız. Buna kargalar bile güler.

Şimdi getirdikleri, Türk siyasetini temizleyici birtakım önerileri de bizim ciddiye almamız mümkün değildir. Yok bütün partiler gelirlerini açıklasınlar, bütün partiler şeffaf hale gelsin... SHP, eğer Türk siyasetinin temizlenmesine katkıda bulunmak istiyorsa, önce kendisini temizlemelidir, önce İSKİ rezaletini açıklamalıdır.

Tabii meselenin bir de Anayasa Mahkemesini ilgilendiren yönü var. Türk Siyası Partiler Kanununda hüküm var; “ bir özel veya tüzelkişi, bir takvim yılında bir partiye en fazla 50 milyon liralık bağışta bulunabilir”. Bize 100 milyon lira bağışta bulunanlar da oluyor, ama onların 50 milyonunu şirketinden alıyoruz, 50 milyonunu gerçek kişi olarak kendi adına makbuz kesiyoruz.

Bu açıklanan belgelerde ve daha açıklanmayan belgelerde, aynı kişi adına veya aynı şirket adına, aynı tarihle kesilmiş 10 tane 50 milyonluk makbuz var. Bu, açıkça işin yolsuzluk yanı bir yana- Siyasi Partiler Kanununa da aykırı bir husustur. Bu konuda Savcılık gerekli belgeleri Anayasa Mahkemesine ulaştırmıştır. Tahmin ediyorum Anayasa Mahkemesi de bu açıdan meseleyi sonuca bağlayacaktır.

Şimdi burada dikkatli olmamız gereken bir husus daha var; başta söylediğim, bizim bu konudan niye kaçınamayacağımızı, bizim bu konunun niye üstüne gitmeye mecbur olduğumuzu açıklayacak bir husus var, şimdi birisi İLKSAN çamuruna, ötekisi İSKİ batağına batınca, adeta bizi yıldırmak için bizi korkutmak için, çünkü bu iki çamuru da ortaya çıkaran biziz, geçmişteki birtakım dosyaları yeniden değerlendirmeye alacaklarını ifade ediyorlar. Yani bizim hakkımızda dosyalar varmış, bunları bu güne kadar değerlendirmemişler, şimdi değerlendirmeye alacaklarını ifade ediyorlar. Yani bizim hakkımızda dosyalar varmış, bunları bu güne kadar değerlendirmemişler, şimdi değerlendirmeye alacaklar. Eyüp Aşık arkadaşımın dün de söylediği gibi, bu açıkça şantaj teşebbüsüdür. Bakın, biz bundan sonra eğer bir adım geri atarsak bu şantaja boyun eğmiş oluruz. Bilakis şimdi bu iddiaların üzerine daha kararlı gitmek zorundayız.

Bakın, ben yedi sene bakanlık yaptım, beş ay da başbakanlık yaptım. Eğer çekinecek, korkacak en ufak bir açığım olsaydı, ben bugün bunların üstüne gidemezdim. Elbette bu şantajlardan, bu suçlamalardan korkacak kişiler olabilir. Sırf o maksatla görüş değiştirenler olabilir. Anavatan Partisine değil, onlara destek verdiklerini söyleyenler olabilir, ama değerli arkadaşlarım, ben bugün Anavatan Partisinin Genel Başkanıyım, Genel Başkanınız olarak söylüyorum, eğer bizden hesap soracakları bir teki kişi varsa ve sormuyorlarsa onları bir daha şerefsiz ilan ediyorum.

Eğer içimizde yolsuzluk yapmış, yolsuzluğu tescil olmuş, buna rağmen bizim sahip çıkmak zorunda kaldığımız bir teki kişi kalırsa, bu ülkeyi yarın idare etmek bize haram olsun.

Değerli arkadaşlarım, iki seneden beri, eğer ortaya koyabilecekleri bir yolsuzluk varsa, bunu sırf bize rüşvet olsun diye, bizi hoş tutsunlar diye, biz konuşmayalım diye, biz kendi pisliklerinin üzerine gitmeyelim diye ortaya çıkarmamışlarsa, zaten iki senedir suç işlemişler demektir. İki senedir vaatlerini yerine getirmemişler demektir. Millete yaptıkları vaat, bizden hesap sormaktı. İki yıldan beri devletin bütün arşivleri ellerinde, bütün belgeler ellerinde, bütün bilgiler ellerinde, devletin bütün bürokratları emirlerinde, ne varsa ortaya koysunlar. Kimden soracakları hesap varsa sorsunlar. Allah’a şükür ki hesabı kendileri soramıyorlar. Hesabı Türk Hakimi soruyorlar, adalet soruyor.

Şimdi değerli arkadaşlarım, bu meselenin bu kadar öne çıkmış olmasından rahat değilim, huzurlu değilim, mutlu değilim; hiçbirinizin de mutlu olmaması lazım. Bir ülke bu kadar hayati döneminde, bu kadar önemli meselelerle karşı karşıya iken, onlara çözüm getirmek zorunda iken, siyasi istikrara muhtaç iken, ekonomik istikrara muhtaç iken, eğer böyle yolsuzluklarla, hırsızlıklarla, pisliklerle uğraşıyorsa, o ülkenin halinden hiçbirimizin memnun olmaması lazım.

Şimdi bugün gazetelerde yine eleştiriler var. Bu meselelerin öne çıkmasında bizim rolümüzü eleştiriyorlar, bizim bunları devamlı gündeme getirdiğimizden yakınıyorlar, hatta bizi şantaj yapmakla suçluyorlar; elimizde birtakım bilgiler var, bunları şantaj unsuru olarak kullanıyoruz. Bunlar doğru değildir. Doğru olan şudur: Bize, hakikaten hem bu olaylarla ilgili olarak hem de bu olayların dışında birçok olayla ilgili olarak adeta bilgi, belge yağmaktadır. Bunların üstüne gitmekte kararlı olduğumuzu görenler, bunları başka türlü kamuoyuna mal edemeyenler, bu bilgileri, belgeleri bize gönderiyorlar.

Biz de bu tür bilgilerin olduğunu, böyle dosyaların olduğunu inkar edersem yalan söylemiş olurum. Ama ben hiçbirinin adaletin süzgecinden geçmeden, hiç kimseyi suçlamaya yeterli olduğunu söylemiyorum. Ve kimseyi töhmet altında bırakmaya niyetim yok. Bize yapılan haksızlığı onlara yapmaya kendimi haklı görmüyorum. Onun için, bize gelen bütün bilgileri arkadaşlarımız inceliyorlar, inceleyenler bu işin uzmanı olan arkadaşlarımızdır. İnceleyen arkadaşlarımız, bazen bilgi almak için sorumlu kişilere başvuruyorlar. Bu, bazen bir Meclis denetim müessesesiyle oluyor, sözlü soruyla oluyor, yazılı soruyla oluyor, bazen açıyoruz doğrudan doğruya kendilerinden bilgi istiyoruz, bazen haleflerinden, seleflerinden bilgi istiyoruz. Eğer bu şekilde oluşan bilgiler bizi tatmin ediyorsa, o zaman onları sadece kamuoyuna değil, hem savcılığa hem kamuoyuna duyuruyoruz.

İLKSAN soruşturmasıyla ilgili olarak savcılığa suç duyurusu yaptık. Bir bakana yapılan usulsüz kredi tahsisleriyle ilgili olarak suç duyurusunda bulunduk. Ayrıca, ilgili bakanlığa da bu konuda soruşturma açması için başvuruda bulunduk. Başbakanlığa bu konuda ve çeşitli konularda müracaatlarımız oldu. Milletvekili arkadaşlarımızın yaptıkları bu müracaatlar bugüne kadar hiçbirisi gerektiği şekilde izlenmedi, yerine getirilmedi.

Türkiye’de belli konuları kamuoyuna getirmeden, kamuoyunda bu konuda baskı yaratmadan maalesef bunlardan netice almak mümkün olmuyor. İLKSAN’ın tutuklama kararının gerekçesinde herhalde ifade edilen bir husus sizlerin de dikkatini çekmiştir; bu olayın kamuoyunda yarattığı infialden bahsediliyor. Eğer bu konu kamuoyunun gündeminde olmasaydı, basının manşetlerinde olmasaydı, kamuoyu bu meselenin içyüzüne vakıf olmasaydı, belki de o davanın seyri başka türlü olurdu. Dolayısıyla bizim yaptığımız, sadece devlet hayatında olması gereken bir unsurun, dürüstlüğü hakim kılabilmek için bir muhalefet partisi olarak izlememiz gereken yolu izlemekten ibaret değil. Bizim yaptığımız, aynı zamanda eğer üstlerine gidersek o zaman üstümüze gelmeye cesaret edemezler tutumuna karşı gösterdiğimiz haklı bir tepkinin ifadesidir. Ve bu tepkimizi sürdürmeye mecburuz.

Geçtiğimiz günlerde bana gelen bazı yazarlara da söyledim, hakikaten bazı işadamları belli işlerini yaptırmak için, belli kişilere bunların içinde en üst düzeyde sorumluluk taşıyan bir kişi de var, yani bakan düzeyinde bir kişi de var- bu kişilere rüşvet verdiklerini bana ifade ettiler. Ben, ne bana bu beyanı yapan işadamı ne de bu iddialara hedef olan kişilere açıklamaya mezun değilim. Çünkü bunların doğruluğunu da bilmem. Ama bana söylenen bir husus var; ben kendisine sordum, “ Bana yaptığın bu açıklamayı savcıya yapabilir misin?” dedim, “Yapamam” dedi, “ Niye yapamazsın?” diye sordum, “ Çünkü, yaparsam şu andaki yasaya göre ben de sorumlu olurum. Rüşvet vermekten benim hakkımda da dava açılabilir” dedi. Bu olayın, benim yaşadığım bu olayın münferit bir olay olmadığına inanıyorum. Yani bu olayın çok örneklerinin olduğuna inanıyorum.

Şimdi, buradan hareketle bir kanun teklifimiz var. Eyüp Aşık arkadaşım biraz önce söyledi. Diyorum ki: Meclise bir kanun teklifi verelim, bu kanun teklifinde, bu kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce rüşvet vermiş olan kişilerin kime ve niçin rüşvet verdiklerini belgelemeleri halinde, bu konuda savcılığa beyanda bulunmaları halinde, bunların rüşvet vermekten dolaylı olan sorumluluklarını kaldıralım. Yani bunlara bir nevi af getirelim. Geçmişteki rüşvet verme suçuna bir af getirelim. Bakın, böyle bir düzenleme, olağan bir devlet düzeninde savunulacak bir düzenleme değildir, normal bir düzenleme değildir. Rüşvet almak gibi rüşvet vermek de suç olmalıdır. Ama bugün, daha büyük bir musibetle karşı karşıyayız. Siyasilerin de karıştıkları iddia olunan yolsuzluk olaylarını açıklığa kavuşturmak göreviyle karşı karşıyayız. Eğer buna hizmet edecekse, geçici olarak, bizim teklifimiz bir yıl süreyle, böyle bir yasanın yürürlüğe girmesi halinde, hem şu anda gündemde olan olayların hem de buna ilave birçok olayın açıklığa kavuşması imkanı olacaktır.

Bu teklifi biz yapalım, bizim dönemimizi de kapsasın, Anavatan Partisi dönemini de kapsasın. Kim rüşvet verdim diyorsa, kime rüşvet verdim diyorsa ve bunu ispat edebiliyorsa o kişi cezadan muaf olsun ve kim rüşvet aldıysa, kimin rüşvet aldığı ortaya çıkıyorsa, o da bundan sonrakilere de ibret olacak şekilde cezasını bulsun.

Geçmişte bir teklif getirdik; yolsuzluk suçlarında zaman aşımı olmasın dedik 5 yıllık zaman aşımı 10 yıla çıksın dedik. Komisyonda itibar etmediler, başka birtakım yasal tedbirler de var. Mesela memurların, bu tür olaylara karışan memurların bugün sorumlu tutulabilmeleri, ifadelerinin alınabilmesi bile çok uzun işlemlere tabi. 1910’ lu yıllardan kalan Memurun Muhakemat Kanunu, işte il idare kurulunun bakanlıklarda özel kurulların müsaadesi olmadan memurların ifadesinin alınmasını bile cevaz vermiyor. Bunları bir gözden geçirelim. Sadece bu suçlarla ilgili, irtikap, rüşvet, yolsuzluk suçlarıyla ilgili servt beyanı....Hepimiz 5 senede bir mal beyanı veriyoruz. Bana göre hiçbir anlam taşımıyor. Mal beyanlarının aleni olmasını getirelim. Bakanların, milletvekillerinin yapacakları mal beyanı aleni olsun; kamuoyu bunu öğrenebilsin. İsteyen gidip inceleyebilsin. Üç sene, beş sene devlette görev yaptıktan sonra mal beyanımızda ne değişme olduğunu herkes görebilsin.

Daha önce söyledim,sadece mal beyanı da yetmiyor. Nereden bulduğumuzu da ifade edelim. İhale yasasında bazı değişiklikler getirelim. Yani bu yolları kapayacak, yolsuzluğa kötü kullanıma açık olan yolları kapayacak tedbirler getirelim. Kısacası, yolsuzluklarla ilgili olarak, sistemi yeniden gözden geçirmenin öncülüğünü biz yapalım diyorum. Anavatan Partisi yapsın. Sistemi, yolsuzluklara karşı daha dayanıklı hale getirecek tedbirler üzerinde çalışalım. Esasen çalışıyoruz. Bunu bir an önce Grubumuzda da görüşelim ve benim teklifim, Ekim ayının ilk yarısında bu konuda bir kanun teklifini paket halinde Meclise getirelim. Ama, bunu beklemeyecek olan bir husus var; o da bu demin söylediğim rüşvet verenlere afla ilgili kanun teklifi. Çünkü, ben inanıyorum ki yolsuzlukları önlemenin etkili yolu, bu konuda atılacak birinci adım, bir keşe işlenmiş yolsuzlukları açıklığa kavuşturmaktır.

İşte, gündemde iki tane yolsuzluk olayı var; bu yolsuzlukları ve buna ilave diğer yolsuzlukları açıklığa kavuşturmak için bu kanunun teklifinin yararlı olacağına inanıyorum. Bu şekilde af güvencesi sağlanacak olan kişilerin bu konudaki bilgilerini, belgelerini adalete verebileceklerini düşünüyorum.

Esasen bugün bazı ülkelerde bu sistem uygulanmaktadır. Mesela Amerika’da hakimle sanık bazen pazarlık ederler. Yani eğer önemli bir gerçeğin ortaya çıkması için, sanık bazı beyanlarda bulunabiliyorsa, kendisini sorumluluk altına sokabilecek bazı beyanlarda bulunabiliyorsa, hakim ona belli oranlarda cezasından indirim yapacağı güvencesini verebilmektedir. Amerikan adli sistemi buna cevap vermektedir. Türkiye’deki uygulamada hakimin bu yetkisi yoktur. Ama biz kanunla bunu getirelim diyorum. Ve rüşvet veren kişilerin böyle bir beyanda bulunmaları halinde, kendilerini tamamen cezadan muaf tutalım.

Bu konuda kanun teklifimizi arkadaşlarımız nihai haline getirmek üzeredir. Sanıyorum yarın imzaya açmışlar, sanıyorum yarın Meclis Başkanlığına vereceğiz. Bu konuda bütün siyasi partilerin, yani çekinecek, korkacak bir şeyi olmayan bütün siyasi partilerin, en başta da iktidar partilerinin bize destek olmalarını bekliyorum. Bu kanunu çıkarmada bize yardımcı olmalarını bekliyorum. Kim bu kanuna oy vermezse, o kişiyi rüşvet alma şaibesi altında kalmaktan biz bile kurtaramayız.

Dolayısıyla değerli arkadaşlarım, yolsuzluk olaylarının bu boyutlara varmış olmasından, Türkiye’nin gündemini tıkamış olmasından rahatsızım. Hepiniz rahatsızsınız biliyorum. Ama işler o noktaya gelmiştir ki, bu mesele halledilmeden, devlet hakikaten temiz olduğuna herkesin yüzde 100 emin olduğu ellere teslim edilmeden, Türkiye’nin hiçbir meselesi halledilemez. Türkiye’deki hiçbir değişim programı, Türkiye’nin yararına olan hiçbir icraat Türk siyaseti üzerindeki bu yolsuzluk şaibesi kaldırılmadan hayata geçirilemez. Onun için, hoşumuza gitse de gitmese de, Türk siyasetini bu yolsuzluk lekesinden mutlaka kurtarmak zorundayız.

Bakın, Türk adaleti bu konuda iyi bir sınav geçiriyor. Türk basını zaman zaman meseleyi saptıracak bir takım manşet hastalıklarına düşmekle birlikte, aslında bu meseleyi iyi izliyor, kamuoyunun gündeminde canlı tutuyor. Eğer biz bunlara destek olursak, siyasiler olarak, Anavatan Partisi olarak biz de bu konuda kendi katkımızı, kendi üstümüze düşen görevi yerine getirirsek, Türk siyasetini bu lekeden kurtarabiliriz.

İtalya’daki gibi bir operasyona ihtiyacımız var. Nereye uzanırsa uzansın, bu işlere karışanları Türk siyasetinden temizlemeye ihtiyacımız var.

Değerli arkadaşlarım, Tabii yolsuzluk meseleleriyle Türkiye’nin ve dünyanın gündemi durmuyor; bunun dışındaki meseleler, bunun dışındaki önemli gelişmeler devam ediyor. İşte Rusya’da dünden itibaren çok önemli bir durum ortaya çıktı. Şu anda Rusya’daki iki başlı bir yönetim var. Bir yanda Devlet Başkanı Yeltsin var, onu destekleyen Hükümet var, Hükümetin arkasında ordu var. Öbür yanda, parlamento ve parlamentoyu destekleyen Hükümet var, Hükümetin arkasında ordu var. Öbür yanda, Parlamento ve Parlamentoyu destekleyen Anayasa Mahkemesi var. Nisan ayında yapılan halk oylamasında aldığı desteğe de güvenerek, buradan aldığı güce de dayanarak Yeltsin dün parlamentoyu feshettiğini ve Aralık ayında seçime gidileceğini ilan etti. Devlet başkanı olarak Anayasada Yeltsin’in tek başına böyle bir yetki kullanması mümkün değil.

Rus anayasası, bu yetkiyi Devlet Başkanı ile Meclisin ortaklaşa kullanmasını öngörüyor. Yani Meclisin feshi, ancak devlet başkanı ve meclisin ortak alacakları bir karardır. Yeltsin tek başına Meclisi feshettiğini ilan edince, Meclis bu kararı tanımayacağını, Yeltsin’in bir darbe teşebbüsünde bulunduğunu, bu nedenle görevden alındığını açıkladı ve Yeltsin’in yardımcısı, son zamanlarda Yeltsin ile ters düşmüş olan Ruskov’u Devlet Başkanlığına atadı. Şu anda Rusya’da iki tane devlet başkanı var. Birisi seçimle işbaşına gelmiş olan Yeltsin, diğeri de parlamento tarafından dün atanmış olan Ruskov.

Ordu, şu anda olaylara karışmayacağını açıkladı. Genelkurmay Başkanı bu olaylara müdahale olmayacağını ifade etti. Anayasa mahkemesi Meclisin haklı olduğunu söyledi. Dış dünya, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Devletleri Yeltsin’in yanında olduklarını açıkladılar. Kısacası, şu anda Rusya’da henüz açıklığa kavuşmamış olan, ama herhalde çok yakından izlememiz gereken, dünyada da belki en fazla etkilendiği ülkelerden birisi olarak, en yakın bizim izlememiz gereken bir güç mücadelesi yaşanıyor. Bu mücadele önümüzdeki günlerde mecrasını bulacaktır, şu anda ne yönde, hangi mecrada gelişeceğini kestirmek mümkün değil. Ama, kesin olan bir şey var; Rusya’daki bu gelişmeler hem Türkiye’yi hem de Türkiye’nin hayati menfaatlerini ilgilendiren bölgedeki diğer gelişmeleri önemle ölçüde değiştirebileceklerdir, önemli ölçüde etkileyebilecektir.

Öbür yanda Azerbaycan Halk Meclisi, evvelsi gün Bağımsız Devletler Topluluğuna katılma kararı aldı. Azerbaycan Meclisinin böyle bir karar alması, Azerbaycan Meclisi seçimle işbaşına gelmiş bir Meclis değildir. Üçte ikisi atamayla gelmişlerdir, sadece üçte biri seçilerek gelmiştir. Seçimle işbaşına gelmemiş olan Azerbaycan Meclisinin Rusya’nın öncülüğündeki bağımsız Devletler Topluluğuna yeniden üye olmayı kararlaştırması, tabii ki Türkiye açısından iyi bir gelişme değildir. Bugünkü hükümetin iki yıldan beri izlediği gaflet politikasının bir sonucudur.

Ama beni en çok üzen, bu kararın alınmasından sonra Aliyev’in bir beyanı olmuştur. Aliyev, Türk Hükümetinin de Azerbaycan’ın Bağımsız Devletler Topluluğuna katılmasına bir itirazı olmadığını söylemiştir. Hakikaten de, maalesef, bizim hükümetimizi ilzam edecek şekilde Dışişleri Bakanının ağzından bu tür beyanlar geçtiğimiz haftalar içinde yapılmıştır, Azerbaycan’ın Bağımsız Devletler Topluluğuna katılmasının Türkiye ile ilgili olmadığı, Türkiye’yi ilgilendiren bir konu olmadığı şeklinde beyanlar yapılmıştır. bu kadar gaflet, bu kadar delalet inşallah başımıza ancak bu kadar bir musibet getirir, daha beterini getirmez.

Hepinize saygılar sunuyorum.