ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI
SAYIN MESUT YILMAZ’IN
TBMM GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA

04.01.1994

 Değerli arkadaşlarım; ben de yeni başlayan 1994 yılının partimize, Grubumuza hayırlı olmasını; partimizi başarıya, memleketimizi huzura ve istikrara kavuşturmasını diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, bütçe görüşmeleri nedeniyle bir ay kadar süren bir aradan sonra, ilk grup toplantımızı yapıyoruz. Bu vesileyle bütçe görüşmelerine katılan, özellikle plan ve bütçe komisyonunda partimizi temsilen bu çalışmalara iştirak eden bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Genel kurulda yapılan ve tümü üzerindeki ilk ve son görüşmeleri televizyon aracılığıyla vatandaşlarımızı da izledikleri bütçe görüşmeleri, bu hükümetin pürü melalini ortaya koymuştur. Bu hükümetin, aslında 25 aydan beri, yani iki yılı aşkın bir süreden beri, ülkenin hiçbir sorununa çözüm getirmeden, sadece bu memleketin çok değerli zamanını boşa harcadığı bu bütçe görüşmeleriyle, bu bütçe görüşmeleri vesilesiyle hükümetin ortaya koyduğu tutumla açıkça ortaya çıkmıştır. Bugün ekonominin bütün parametreleri, bütün göstergeleri 25 ay önce bizim bıraktığımızdan çok daha kötü durumdadır.

Şimdi, ülkenin iki yılını boşa geçiren, sanki seçimden sonra gelmiş yeni işe başlayan, taze güçlü bir hükümet gibi değil, ülke sorunlarına çözüm getirebilecek siyasi konumda olan bin hükümet gibi değil de, seçime gitmek durumunda olan, seçmene şirin gözükecek bir takım uygulamalara başvurmak durumunda olan bir hükümet gibi, iki yılda ortaya çıkan bu tablonun asıl sorumlusu olan hükümet, seçimlerde millete yaptıkları vaatleri yerine getirmek yerine, milletten yeni fedakarlık istemek yoluna sapmıştır. Bunu anlayabilmek, bunu hoş görebilmek mümkün değildir. Bu sorumsuzluğu seçmene anlatabilmeleri mümkün değildir.

Şimdi önümüzde bir yerel seçim var; üç aydan az bir süre sonra, memleket genelinde bir seçim yapılacak. Bu seçim, isteseler de istemeseler de, 2,5 yıllık hükümet icraatının gerçekleşmeyen vaatlerin vatandaş tarafından değerlendirilmesi niteliğinde olacaktır; 2,5 yılın bir hesaplaşması, bir muhasebesi niteliğinde olacaktır.

Aslında 21 Ekim 1991 tarihinde yepyeni bir Türkiye vaat edenler, Türkiye’nin bütün sorunlarını mucizevi sürelerde halledeceklerini vaat edenler, bugün 1994 yılının, yeni girdiğimiz bu yılın zor bir yıl olacağını millete açıkça ifade etmektedirler. Bu iki yıldan beri, iki yılı aşkın bir süreden beri hiçbir akılcı tedbir almadıklarının, ekonominin ve ülkenin sorunlarına çözüm olabilecek tedbirlerin hiçbirisini almamış olduklarının da itirafı niteliğindedir. Sorunlara çözüm getirmek bir yana, mevcut sorunları daha da ağırlaştırmışlardır. Şimdi gazetelere çarşaf çarşaf ilanlar veriyorlar. Akılları sıra, bir taşla iki kuş vuracaklar. Bir yandan gazetelere milyarlarca liralık kaynak aktaracaklar, basını güdümlü hale getirecekler, kendi lehlerine kamuoyu oluşturacaklar; bir yandan da basında verdikleri bu ilanlarla milletin zihnini bulandırıp, sanki bir iş yapıyormuş gibi gözükecekler. Ama milleti kandırmaları mümkün değildir; çünkü bunlar milleti tanımıyorlar. Türkiye’deki demokrasi tecrübesini küçümsüyorlar, Türk seçmenini hala kendi zamanlarındaki seçmen zannediyorlar. Anavatan iktidarı döneminde milletimizin, Türk seçmeninin siyasi açıdan kazandığı olgunluğu görmezlikten geliyorlar, gözden kaçırıyorlar.

Türkiye’de artık bugün, bizim iktidarımız sayesinde, Anavatan iktidarı sayesinde, siyasetin geldiği düzey, Türk seçmenin kazandığı siyasi olgunluk, siyasi tecrübe, bu tür göz boyama politikalarının başarılı olmasının en önemli engelidir.

Bakın, 1994 bütçesi, daha başında meclise geldiğinde, 192 trilyon lira açık öngören bir bütçedir. Yani, eğer bütçenin bütün varsayımları doğru çıksa, giderleri aynen tahmin edildiği gibi olsa, gelirlerinin tamamı tahakkuk etse, bu bütçe 192 trilyon lira açık verecektir. Böyle bir bütçeyle bu meclisin huzuruna gelmek dahi zuldür. Ama, huzurunuzda ifade ediyorum, bütçenin açığı öngörülenden çok daha fazla olacaktır. Eğer geçen sene ki oranda olursa, yüzde 130’ya hesaplarsanız, 400 trilyonu geçiyor. Bu bütçe açığının öngörülenden fazla olacağı da daha bugünden bellidir. Çünkü, bakın ücretlilere ödenen vergi iadesi 1994 yılında kaldırmışlardır. Sadece emekliler için 7 trilyon liralık ödenek koymuşlar bütçeye. Normal ücretliler için, işçiler, memurlar için vergi iadesi yapmamayı, 1995 yılının Martında yani 1994’de hiç vergi iadesi ödemeyip 1994 yılında alınan bütün faturalardan, işte belli kalemlerinin toplanıp biriktirilip ibraz edilmesi halinde 1995 yılında, bir sonraki yılın martında vergi iadesi yapmayı öngörmüşlerdir. Bu konuda hazırladıkları kararname Cumhurbaşkanı tarafından iade edilmiştir. Cumhurbaşkanı bu kararnameyi imzalamamıştır. Ücretlilere ödenmesi gereken vergi iadesi tutarı 15 trilyon liradır. Bu durumda, bu kararname çıkmadığı için aylık vergi iadeleri ödemeleri devam edecektir. Yani, şu anda dahi sadece vergi iadelerinden 15 trilyon liralık bir munzam açık söz konusudur; 192’nin üstüne vergi iadelerinden gelen 15 trilyon liralık bir açık, daha yılın ilk gününde kesinleşmiştir. Böyle bir bütçeyle Türkiye’nin düze çıkması mümkün değildir.

Bütçe görüşmeleri sırasında mecliste de söyledim, bir hükümet, eğer ekonomik istikrarı sağlamada kararlıysa, eğer hakikaten istikrar sağlamak amacını güdüyorsa, sadece vatandaştan tasarruf, sadece vatandaştan fedakarlık isteyemez, isterse inandırıcı olamaz. Evvela fedakarlığı kendisi yapması lazım, devletteki fuzuli masrafları kısması lazım. Devletin evvela kendi bünyesinde giderlerini kontrol etmesi lazım. Bunların yaptıkları tem tersidir. İki yılda devletin memur kadrosunda 200 bin artış vardır. 58 bir kişinin de erken emeklilikten yararlanarak emekli olduklarını dikkate alırsanız, 250 bir kişilik artış vardır. Yani, iki yıl içerisinde devleti 1/6 oranında büyütmüşlerdir. Mevcut memur sayısını 250 bin büyütmüşlerdir. Böyle bir hükümetin istikrar sağlayabilmesi mümkün değildir. Böyle bir ekonomik politika, hakikaten bir dipsiz kuyuya benzer; ne kadar para verirseniz, o kadar boşa gider, ne kadar vergi öderseniz sadece devletin cari harcamalarına gider, ne kadar vergi öderseniz sadece devletin cari harcamalarına gider. O anlayışla istikrarı sağlamak mümkün değildir. O anlayışla enflasyonu filan önlemek mümkün değildir. O anlayışla enflasyonu filan önlemek mümkün değildir. İşte en iddialı oldukları, kamu açıklarının milli gelire oranı, bizim bıraktığımız savaş yılındaki, 1991 yılındaki orandan 2 puan daha yukarıdadır. Bu, 1994 yılında enflasyonun daha da artması demektir. Ama en önemli tehlike bu değildir; en önemli tehlike, Türkiye 12-13 yıllık aradan sonra, ilk defa bir döviz kıtlığına doğru gitmektedir. Döviz kıtlığı demek, ekonominin tamamen durması demektir. Ekonomideki bütün dinamiklerin işlerliğini kaybetmesi demektir. 1970’lerin sonundan beri hiç yaşamadığımız, hiç hatırlamadığımız şeyleri Türkiye’de 1994 yılında yeniden yaşamaya mecbur kalmamız demektir.

Bütün bunlar, “Ekonomi Profesörü” diye geçinen bu hanımefendinin uyguladığı politikanın sonuçlarıdır; çünkü, kendisini alla-i cihan zanneden bu hanımefendi, hem ekonomi yönetiminde bütün ipleri eline toplamıştır hem de ekonomiye ayıracak hiç vakti yoktur. Kendi ifadesiyle tamamen terörle uğraşmaktadır. Ama bakın, terör konusunda da bir göz boyama var. Bu hükümetin terörle ilgili en ufak bir başarısı bile söz konusu değildir. Başarı diye takdim ettiği şey, başka ülkelerin, Avrupa ülkelerinin kendi düzenlerini korumak için aldığı tedbirlerdir. Millete yutturdukları o ülkelerin icraatlarıdır, kendi icraatları değildir. Meclis kürsüsünde de söyledim, her zaman söylüyorum, hükümetin kendisi gidip teröristle boğuşacak hali yok. Bu işi asker yapacak, bu işi polis yapacak, bu işi devletin bu maksatla yetiştirilmiş kuvvetleri yapacak. Peki hükümet ne yapacak? Hükümet kanun çıkaracak, kararname çıkaracak. Onlara imkan sağlayacak. Bu hükümet bunların hiçbirini yapmamıştır. İşte terörle mücadele yasası; aylardan beri daha hala çıkamadı. Çünkü koalisyon ortakları kendi aralarında anlaşamıyorlar. Daha teşhiste bile anlaşamıyorlar.

Almanya PKK’yı yasaklamış, sanki terör Türkiye’de ezildiği gibi bayram havası yarattılar. Başbakan o akşam işini gücünü bıraktı, bütün televizyonlarda boş gösterdi, şimdi Almanya başka isim altında aynı dernekleri yeniden faaliyete geçirdi. Bakın geçmiş yıllara, acaba hiç yılbaşında terör eylemi var mı? Terörün en ölü olması gereken dönem, terör eylemlerinin olmaması gereken bir dönemdeyiz. Yılın ilk iki gününde 16 insanımız hayatını kaybetti. Yani, millete olan şeyleri olmamış gibi göstererek, olmayan şeyleri varmış gibi göstererek başarı kazanmak mümkün müdür?.. Bütün ümitleri icraatlarında filan değil, propagandalarındadır.

Şimdi 2001 diye bir proje getirdiler; bu proje bizim üstüne gitmemiz bu maksatla kullanıyorlar. Bütün basını avuçlarına almaya çalışıyorlar, özel televizyonları kendi sesleri haline getirmeye çalışıyorlar. Devletin trilyonlarca lirasını, hani paramız yok diyorlar, kaynağımız eksik diyorlar, devletin trilyonlarca lirasını bu 2001 projesine akıtıyorlar. Bu proje devletin dış tanıtımına yönelik bir proje, milletin kafasını yıkamak için yapılan bir projedir. Ama projeyle dahi milleti aldatmaları mümkün değildir.

Bakın, 1994 yılı bu hükümetin 3,üncü yıl; 2 yıl zarfında açmadıkları bir tane enerji santralı yok. Biz 77 tane baraj bitirmişiz, 77’sini de inşaat halinde bunlara devretmişiz. Daha iki yıl bir tanesini açmamışlar, bir termik santral açmamışlar, bir tek doğalgaz santralı açmamışlar. İki yılda Türkiye’nin enerji kapasitesine ilave edilen miktar sıfır. 1 megavat bile ilave enerji getirmemişlerdir. Meclise getirdikleri kendi yatırım programlarında, 1994 yılından 248 megavatlık ilave kapasitenin devreye gireceği söylüyorlar; hükümet kendisi söylüyor. Türkiye’nin ihtiyacı yılda 3 bin megavat. 3 yılla çarparsanız 9 bin megavat. Yani, Türkiye’nin 1996 yılında kararlığa girmemesi için, elektrik kesintilerinin yeniden başlamaması için her sene 9 bin megavat yeni enerji kaynağına ihtiyacı var. 9 bin megavat yerine, 3 yılda getirdikleri eğer 1994 programındakini gerçekleştirirlerse- 248 megavat. 9 bin ihtiyaç var, yaptıkları 248.

Bütün bunları böyle yalanla göz boyamayla örtmek mümkün değildir.

Birecik Barajının temelini attılar. Sayın Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanı olduktan sonra koşa koşa gitti, Birecik Barajının temelini attı. Sanki barajın temelini kim atarsa barajın sahibi o olacak. Aradan mayıstan bu yana 7 ay geçmiş, daha finansman sorununu çözmeye çalışıyorlar. Temelini atıyorlar, inşaat daha başlamadı. 7 aydan beri daha inşaat başlamadı. Bunlar eski politikalardır. Bu politikalarla memleketin hiçbir meselesini çözmek mümkün değildir; çünkü bunlar politikayı sadece kendileri için yapıyorlar. Kendilerini başarılı göstermek için, gerçekleri millete ters göstermek için politika yapıyorlar. Medyayı da bunun aracı olarak bellemişler. Zannediyorlar ki, devletin televizyonunu, TRT’yi kendi borazanları haline getirirlerse, haber bültenlerinin üçte ikisini kendileri işgal ederlerse, özel televizyonlar üzerinde baskı yaparlarsa, basına birtakım imkanlar sağlanırsa, millet yaşadığını unutacak, herkes kendilerini alkışlamaya başlayacak. Belki dünyada hala bu yöntemin geçerli olduğu ülkeler var; ama, Türkiye artık o ülkelerden birisi değildir, bunu fark edemiyorlar.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunların hesaplaşması, isteseler de istemeseler de, 27 Martta yapılacaktır. Bizim görevimiz bir anlamda çok kolaydır, bir anlamda çok zordur. Çok kolaydır; çünkü biz millete sadece kendisine yapılan vaatleri hatırlatacağız. Memleketin olanca hızıyla yaklaştığı tehlikesini millete hatırlatacağız, millete göstereceğiz. Ama bir anlamda işimiz zordur; çünkü, devlet imkanlarının siyasi çıkar için bu kadar sorumsuz kullanıldığı hiçbir dönem Türkiye’de olmamıştır. Başbakanın devlet tecrübesinden, hukuk bu mücadeledeki en büyük handikapımızdır, en büyük zorluğumuzdur. Önümüzdeki aylarda devletin bütün imkanları bize karşı seferber edilecektir. Bütün bunlara karşı elimizden gelen bütün gayretle mücadele etmek zorundayız. İşimizin zorluğu da buradadır.

Gerek aday tespitleri meselesinde ve gerekse diğer siyasi gelişmelerde son günlerde, son aylarda yaşanan olayları ibretle izliyoruz. Bu olayların iç yüzü basına yansıdığı gibi filan değildir. Bu olayların iç yüzü, zamanı gelince bizim tarafımızdan da ortaya konacaktır. Şu anda milletin bunlarla, dedikodularla şunlarla bunlarla kaybedecek vakti yoktur; bunları millete anlatmanın faydası da yoktur. Ama, şu kadarını söyleyeyim ki, bütün bu olayların arkasında yatan gerçek nedenleri biliyoruz. Zamanı gelince hepsini de millete anlatacağız.

Şimdi bakın, Anavatan Partisi olarak, bugüne kadar 11 ilde adaylarımızı tespit ettik. Biraz sonra 12 inci il olarak İzmir’deki adayımızı açıklayacağım. Yarın 8 ilde daha belediye başkanı adaylarımızı Genel Merkezde açıklayacağız. Yani, toplam 20 ilde belediye başkan adaylarımızı açıklamış olacağız. Aday tespitinde en önde gelen parti biziz. Gösterdiğimiz 20 adaydan 9’u, 1984-1989 döneminde bizim belediye başkanlığımızı yapmış olan arkadaşlarımızdır. Yani, Anavatan Partisi olarak bir sürekliliğin kendi misyonuna sahip çıkmanın örneğini kendi adaylarımızı vereceğiz. Eğer bazı geçmişte bizden belediye başkanlığı yapmış, bizden hizmet yapmış arkadaşlarımızı bu dönemde aday olarak göstermiyorsak, bunların hepsinin de haklı sebepleri vardır. Ama, değerli arkadaşlarım, bütün bu aday tespiti meselelerinde bir ölçümüz vardır; daha doğrusu ölçülerimizi başkan ortaya koyduk, dedik ki: Anavatan Partisinin adaylara mutlaka üç niteliğe sahip olacaklar: Birincisi dürüst olacaklar. Çünkü biz onlara kefil oluyoruz. Dürüstleri üzerinde hiçbir tartışmaya, hiçbir şüpheye mahal bırakmamamız lazım. İkincisi, yetenekli olacaklar, iş bitirici olacaklar, iş yapabilecek yetenekte birikimde insanlar olacaklar. Üçüncüsü de, uyumlu çalışacaklar, partiyle uyumlu çalışacakları arkadaşlarla uyumlu çalışacaklar. Öyle başkalarının emeğiyle oluşan başarılara tesahup etmeyecekler. Yani, ortak başarıları kendi şahsi reklamları için kullanmayacaklar. Arkalarında koskoca bir parti olduğunu unutmayacaklar. Her hikmeti de kendilerinden bilmeyecekler. Çünkü şuna inanıyoruz; bugün aslında bir beldede dahi, birkaç bir nüfuslu bir belde de dahi, ama hele hele nüfusu 10 milyona yaklaşan İstanbul’da, nüfusu milyonlara ulaşmış büyük şehirlerimizde, artık öyle mutlak yönetici durumundaki kişilerle oraların yönetimi mümkün değildir. Bugünün meseleleri bir ekip çalışmasını gerektiriyor. Birbiriyle uyumlu çalışacak bir ekibin varlığını gerektiriyor. Adaşlarımızı tespit ederken bu açıdan da değerlendirdik. Yani, uyumlu çalışacak bu ekip çalışmasını yürütecek arkadaşları seçmeye özen gösterdik. Ve bir şey daha yaptık; bütün büyük şehirlerde yapılan anketlerde birinci partiyiz. Anavatan Partisi olarak hep birinci çıkıyoruz anketlerde. Adaylarımızı tespit ederken, adaylarımız en tanınmış adaylar olsun, en şöhretli adaylar olsun, bizim puanımıza puan katsınlar diye düşünmedik. Biz adaylarımızı tespit ederken, bizim oradaki insanlara hizmet borcumuz var. Bizim oradaki insanlara en iyi getirmek için, dürüst insanları bulalım, yetenekli insanları bulalım, uyumlu çalışacak insanları bulalım. Biz onlardan güç almayalım, partimizin gücünü onların arkasına verelim diye baktık. Bütün ölçümüz budur.

Aslında, elbette ki bu riskli bir yoldur; ama, bu yolun sonu yarın millete karşı bizi mahcup etmeyecek olan sonuçlara bizi ulaştıracaktır. Eğer başarılı olursak, eğer bu görüşlerimizi meramımızı halka doğru anlatabilirsek, eğer bu hükümetin, sadece milletin oyunu çalmak için birtakım oyunu çalmak için birtakım oyunlara başvurduğunu bu millete gösterebilirsek, sonunda mutlaka zafer bizim olacaktır. Asıl mesele, parti olarak da söylüyorum, iktidara gelmek değil, asıl mesele belediyeleri kazanmak değil, geldiğiniz zaman oranın gerektirdiği hizmeti yapabilecek konumda olmaktır. Yani, belediye başkanlığı, milletvekilliği, bakanlık, başbakanlık, eğer oranın gereğini yapamıyorsanız, o makamların gerektirdiği hizmeti yapamıyorsanız, böyle kene gibi yapışacak, sırf ömrünü uzatmak için birtakım oyunlara başvurulacak makamlar değildir. Bunlara izin verecek makamlar değildir.

İşte ben, 1991 yılında Başbakanlığa geldim, arkadaşlarım hükümete geldiler, parti olarak iktidara geldik. Baktık ki, o günün şartları içerisinde hükümet olarak, parti olarak ülkenin gerektirdiği politikaları uygulayacak konumda değiliz. Arkamızdaki halk desteği tartışılıyor, karşımızda muhalefet ittifak halinde, her türlü ithamlar yapılıyor. Önümüzdeki baktığımız zaman yapmamız gereken hadise bir yıla sığmıyor. Bir yılda sonuçlarını alabilmemiz mümkün değil. Yaptığımız iş millete gitmektir. 4 yılını doldurmuş bir iktidar olarak, tıpkı bizden önceki iktidar döneminde olduğu gibi, yani, 1983-1987 döneminde olduğu gibi, 4 yıllık icraatımızın sonunda milletin hakemliğine gittik. Bunu dünyanın hangi demokratik ülkesine gitseniz, sorsanız bu faziletli bir davranıştır, erdemli bir davranıştır. Ama, iki yılı aşkın bir süreden beri, Türkiye’yi yönetmeye çalışan, bizim hakkımızda yaptığı ithamların hepsi bugün iftira niteliğine dönüşmüş olan, millete yaptığı vaatlerin hepsi bugün boş çıkmış olan bu hükümet, bizim hakkımızda söyleyecek hiçbir şey bulamayınca, “bunlar bırakıp kaçtılar” diyor. Bakın, huzurunuzda ifade ediyorum, hiçbir yere kaçmadım, kaçanlar başka yerde, herkes yerine gitti.

Ne korkma iddiası doğru, ne kaçma iddiası doğru; ben buradayım. Türkiye’nin sorunları iki yıl öncesine göre çok daha ağırlaşmış; güvenlik sorunları daha ağırlaşmış ve bırakın kaçmayı, iki yılda bu kadar daha ağırlaşan bütün bu sorunların, bütün bu yükün altına girmeye hazırım; çünkü size güveniyorum. Çünkü Türkiye’nin en iyi kadrosu bizim partimizde. Bize yettiği gibi onlara da yetiyor. Muhalefeti, sadece iktidar kavgası için kullanmıyoruz. Anavatan Partisinin bugün tam 64 tane çalışma grubu çalışma yapıyor. İktidardaki programlarımızı hazırlıyoruz. Önümüzdeki hafta grubumuza getireceğiz. Sayın KEÇECİLER’ in başkanlığındaki komisyonun hazırladığı yerel yönetimlerle ilgili programı grupta tartışacağız, son şeklini burada vereceğiz. Bu sadece bir tanesidir. 64 tane komisyon, Anavatan iktidarının politikalarını, programlarını hazırlıyorlar. Yani, en iyi kadrolar bizde. Programı olan tek parti biziz. Yarın işbaşına geldiği zaman, bu sorunlarla boğuştuğu zaman, bunların nasıl üstesinden geleceği konusunda bugünden en çok kafa yoran parti biziz. Onun için, biz bu yükün altına girmeye hazırız. Bugün çok daha ağırlaşan, çok daha güç hale gelen bütün sorunları omuzlamaya hazırız. Ama aynı cesareti göstermesi gerekir. Bu uyumsuz koalisyonla, kendi partisine bile hakim değilken, partisine giren çıkan birbirine karışmışken, Türkiye’nin sorunlarını artık üstlenemiyeceğini anlaması lazım. Çünkü Sayın Başbakanda 1991 yılında, benim olduğum gibi yetki almamıştır. “Ben bu programı uygulayacağım, ben kendi hükümetin kuracağım, ben bu sorunların üstesinden geleceğim” diye milletin önünde, “Ben 1991’de sizin yetki verdiğiniz Sayın DEMİREL’ in devamıyım” dese, “onun politikalarını aynen uygulayacağım, onun vaatlerine aynen sahip çıkıyorum” dese, bunu savunmak belki mümkün olabilir; ama, kendisi bunu da yapmıyor, Sayın DEMİREL’ i şikayet ediyor, “Bize çok kötü enkaz bıraktı” diyor. Peki sen kimsin? Sen kimden yetki aldın da oraya geldin.

Şimdi değerli arkadaşlarım, aday tespiti meselesinde daha önce de ifade ettim, bizim görüşümüze göre, aday olacak olan milletvekillerinin anayasanın 82 ve 84.ncü maddeleri dolayısıyla durumları hukuken tartışma konusudur. Anayasanın 82.nci 84.ncü maddeleri dolayısıyla durumları hukuken tartışma konusudur. Anayasanın 82.nci maddesi, milletvekilliğiyle bağdaşmayan işleri saymıştır, Belediye Başkanlığı ile Milletvekilliğinin aynı kişide birleşmesini engellemiştir. Yani, bir kişi hem milletvekili hem Belediye Başkanı olamaz. Anayasanın 84.ncü maddesi milletvekilliğinin düşmesini özel durumlar hariç, mahkeme kararı hariç genel kurulun kararına bağlamıştır. Genel kurul 226 oyla karar vermedikçe, kendisi istese dahi, milletvekilliğinin düşmesi mümkün olmamaktadır.

Şimdi, bunun üzerinde uzun zamandan beri bir hukuki tartışma yapılıyor. Biz bu maddenin iyi bir madde olduğunu söylemiyoruz. Bu anayasada bizim de beğenmediğimiz birçok maddeler var; ama, bizim söylediğimiz başka bir şey var, bu anayasa meşru bir anayasadır. Milletin yüzde 92’sinin oyu ile kabul edilmiş olan bir anayasadır. Bugün Türkiye’de Cumhurbaşkanı, Başbakan, biz milletvekilleri, hepimiz meşrutiyetimizi bu Anayasadan alıyoruz. Bu anayasanın beğenmediğimiz maddeleri olabilir. Nitekim vardır. Bunları değiştirmek için görüşebiliriz, ortak hareket edebiliriz. Nitekim bir süre önce radyo ve televizyonlarla ilgili maddesini değiştirdik. Başka maddeleri de değiştirebiliriz. Ama bu anayasa yürürlükte iken ve biz meşrutiyetimizi ondan alırken bu anayasanın herhangi bir maddesini yok farz edemeyiz. Ona aykırı bir davranış içerisine giremeyiz. Anayasada böyle bir hüküm yokmuş gibi hareket edemeyiz. Böyle bir davranış, keyfi bir davranış olur. Böyle bir davranışı bir hukuk devletinde savunabilmek mümkün değildir. Böyle bir davranışı dile getirmek dahi ayıptır.

Şimdi, 84.ncü maddeyi insan haklarına aykırı bir madde olarak niteleyenler var. Ama şurası bir gerçek 84.ncü madde şu anda yürürlüktedir. 84.ncü madde yürürlükte iken, milletvekilleri arasında belediye başkanlığına aday olanlar var, aday olmayı düşünenler var. Şimdi, öyle bir çözüm bulunmalı ki bu, hem Anayasaya uygun olmalı, 84.ncü maddeyi devreye sokmamalı, daha doğrusu 84.ncü maddenin milletvekillerinin aday olma hakkını ortadan kaldırmasına meydan vermemeli, ama aynı zamanda da demokrasinin gereği olarak kişilerin tercih hakkına saygı gösterilmeli. Yani, hem hukuki, aynı zamanda demokratik bir çözüm bulunmalı.

Meclis Başkanının bir açıklaması oldu, diyor ki: “Aday olacak olan milletvekillerinin istifa etmeleri gerekir, milletvekilliğiyle ilişkilerinin kesilmesi gerekir” Ben buna katılıyorum, doğrusu budur; çünkü, bir kere seçim yarışı olmalı; katılan herkesin eşit şartlarda katılacağı bir yarış eşit bir yarış olmalı; demokratik olmasının bir şartı bu. Peki, adaylardan bir tanesi hem milletvekili sıfatıyla katılacak, dokunulmazlığı olacak, diğerlerinin olmayacak... Böyle bir yarışı eşit saymak mümkün değil, böyle bir yarışı demokratik saymak da mümkün değildir. Dolayısıyla bu yarışın eşit, demokratik olabilmesi için milletvekillerinin istifa etmesi lazım. İkincisi, 84 üncü maddenin demin söylediğim hukuki engeli var. Bu engeli kaldırmanın en kolay yolu, en basit yolu milletvekilinin istifa etmesi, daha adaylığı kesinleşmeden istifasının Genel Kurulda kabul edilmesi, meclisin ilişiğinin kesilmesi, ondan sonra 84 üncü maddenin hiç etkilenmeden seçim yarışına girmesidir.

Aslında seçmene karşı da doğru olan budur. Yani, ben milletvekili olarak geleceğim buraya yarışa gireceğim, kazanırsam tercih hakkım olacak, o çıkardıkları anayasaya bize göre aykırı olan kanunda öngörüldüğü gibi, kazanırsam tercih hakkım olacak, istersem belediye başkanlığını seçeceğim, meclisin ayrılacağım, kaybedersem meclise geri döneceğim.

Bizim aslında daha önce alınmış bir prensip kararımız vardı. Milletvekillerimizden hiçbirisini belediye seçimlerinde aday göstermeme yönünden alınmış bir kararımız vardı ve bu kararımızı İstanbul’da ve Ankara’da uyguladık. İzmir’de bizim açımızdan değişik bir durum ortaya çıktı. Bir kere iktidar parti İstanbul’da milletvekilini aday gösterdi, bu yolu açtı. İkincisi, İzmir bizim çok önem verdiğimiz bir ilimiz; İzmir Türkiye’nin çok önemli bir bölgesine yön veren bir il; İzmir’e bizim büyük hizmetimiz olmuş, hizmetimizi devam ettirmek istiyoruz. Düşündük, tayındık, arkadaşlarımla değerlendirdik biraz önce Başbakanlık divanı olarak son bir toplantı yaptık ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığını, İzmir Milletvekili arkadaşımız Işın ÇELEBİ’ yi aday göstermeye karar verdik.

İlk defa olarak bir milletvekili arkadaşımızı belediye başkanlığına aday gösterdiğimiz için, bu açıklamayı sizlerin huzurunda yapmayı uygun gördüm. Yani, Meclis Grubunda yapmayı uygun gördüm. Işın ÇELEBİ arkadaşımız partide Genel Başkan Yardımcısıdır. Bizim mecliste çok çalışmalarına ihtiyaç duyduğumuz bir arkadaşımızdır. Ama kendisini Büyükşehir Belediyesine parti olarak ne kadar önem atfettiğimizin de bir göstergesidir.

Değerli arkadaşlarım, biz 84.ncü maddeyi yorumlayarak, bu adaylık meselelerinin Anayasaya uygun olması gerektiğini savunurken, her şeyin sadece siyasi hesaplarla yapılamayacağını, Türkiye bir hukuk devleti ise, bu ülkede her şeyin hukuka uygun yürütülmesi gerektiğini savunurken, basında, şuraya, buraya, iktidar partilerinde partimize yönelik baz eleştiriler yapıldı; “efendim Anavatan Partisi olarak, bu yanlış yorumlara, hak vermediğiniz yorumlara kesin bir cevap verme zorunluluğumuz vardı. Bu işin nasıl yapılması gerektiğini, hukuku zorlamadan nasıl yapılması gerektiğini millete göstermemiz gerekiyordu. İşte onun için Işın ÇELEBİ arkadaşım meclis başkanlığına milletvekilliğinden istifa dilekçesine de vermiştir.

Işın ÇELEBİ arkadaşım, sadece meclis başkanlığına istifa dilekçesini vermedi, o aynı zamanda başkalarına da örnek olması gereken bir fazilet örneği verdi.

Değerli arkadaşlarım, buradan meclis başkanına ve bütün mecliste temel edilen partilere bir çağrım var; meclis başkanına çağrım şudur; Işın ÇELEBİ arkadaşımızın istifa dilekçesini mümkün olan en kısa sürede genel kurula getirsin. Genel kurulun oyuna sunulmasına imkan sağlasın. Meclisteki bütün siyasi partilere de çağrımız şudur: Gelin belediye başkanlıklarına adaylıkları kesinleşmeden önce mecliste hep birlikte düşürelim. Milletvekilliğiyle ilişkilerinin kesilmesi için hep birlikte oy kullanalım. İşte sizin de adayınız var, bizim de adayımız var. Parti tefriki yapmayalım. Bizim adayımızın gösterdiği cesareti, fazileti sizin adayınız da göstersin. Ama hukuku zorlamayalım, anayasayı zorlamayalım. Hem anayasanın içinde kalalım, hem hukuka uygun davranalım hem de bu arkadaşlarımızın demokratik haklarına ve onların mensup oldukları partilerin tercihlerine saygılı olalım. Bunun yolu budur. Meclis başkanının yorumu haklıdır. Anavatan Partisi olarak bunun gereğini yapmaya hazırız. Bütün partileri de aynı şekilde davranmaya çağırıyorum.

Değerli arkadaşlarım, önümüzdeki aylarda Türkiye’de yaşayacağımız gelişmeler, 1994 yılı içerisinde Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu siyasi istikrara, her türlü istikrarın ön şartı olan siyasi istikrara kavuşmasına imkan sağlayacak olan bu yoldaki birtakım gelişmeleri de muhtemelen ortaya çıkaracak olan bir dönemi kapsamaktadır. Burada inanıyorum ki, gerek 27 Marta kadar olan gelişmeler gerek 27 martta seçim sonucunda ortaya çıkan tablo, Anavatan Partisine yeni ve ağır sorumluluklar yükleyecektir. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu siyasi bütünleşmenin merkezi, adresi, yönü olduğumuzu millete göstermek durumundayız. Bunun için gereken her türlü gayreti göstermeye, çalışmayı yapmaya, gerekirse fedakarlığı yapmaya hazır olmalıyız. İşte geçtiğimiz günlerde 18 inci dönemde partimizin milletvekilliğini, bakanlığını yapmış olan arkadaşlarımızdan çok değerli 4 arkadaşımız tekrar yuvalarına geri dönmüşlerdir. Abdülkadir AKSU, Mehmet KAHRAMAN, Galip DEMİREL ve Cemil ÇİÇEK arkadaşlarımız yeniden partimizin yeniden partimizin saflarına katıldılar. Sanıyorum Ankara dışında oldukları için bugün grup toplantısına gelemediler, haftaya grup toplantısına katılacaklar. Onlarla birlikte partimize yeniden dönen Hakkari Eski İl Başkanımız Evliya PARLAK arkadaşımı da hoş geldiniz diyorum.

Bu arkadaşlarımızla birlikte ve sanki aramızda hiçbir ayrılık olmamış gibi, arkadaşlarımız bir yıl kadar bir süre partimizden izinli olmamışlar gibi, bundan sonra da ortak hedeflerimize yürümeye devam edeceğiz.

Ben, hem bu arkadaşlarımıza hoş geldiniz diyorum hem önümüzdeki günlerde yeniden partimize dönecek olan arkadaşlarımı da her zaman Anavatan Partisi kapılarını açık tutacağımızı ifade ediyorum hem de en son olarak, hakikaten Türk siyasi tarihine, Türk demokrasi tarihine geçecek bir fazilet örneği ortaya koyan Işın ÇELEBİ arkadaşıma teşekkür ediyorum ve kendisini sizlere hitap etmek üzere buraya davet ediyorum.