ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI
SAYIN MESUT YILMAZ’IN
TBMM GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA

11.01.1994

Değerli arkadaşlarım evvela bugün bu güzel toplantıda grup toplantımızı miting coşkusuna döndüren Adana’dan gelen arkadaşlarıma hoş geldiniz diyorum.

Bugün ilk defa grup toplantımıza Anavatan Milletvekili olarak katılan anavatan partisinin kurucularından, aynı zamanda partimizin başkanlık divanında da görev yapmış olan çevre eski bakanı, çok sevdiğimiz değerli arkadaşımız Doğancan AKYÜREK’ e, Adana Milletvekilleri arkadaşlarım Uğur AKSÖZ’ e ve Ahmet ŞANAL’ a bir defa daha hepiniz adına Anavatan Partisine hoş geldiniz diyorum...

BAŞKAN- Değerli arkadaşlarım, değerli konuklarımız; bizim grup toplantılarımızda, aslında dinleyicilerin tezahürat yapması usulü yoktur. Toplantının açılışından önce, bugünün coşkusu içinde yapılan hareketlere hepimiz yürekten katıldık. Bu, artık şu andan itibaren grup toplantısı içerisindeyiz; arkadaşlara teşekkür ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, 1991 seçimlerinde biz Adana’dan bir milletvekilliği kazanmıştık. Yılmaz HOCAOĞLU arkadaşımızın rahmetli olmasından sonra, milletvekilsiz kaldığımız Adana’da, şimdi Adana politikasında lider konumunda olan iki arkadaşımızın Anavatan Partisine katılmasıyla Anavatan Partisi bugün inanıyorum ki Adana’da birinci partidir. Ve önümüzdeki günlerde Adanalı arkadaşlarım müsterih olsunlar, Adana’ya geleceğiz, yerel seçimler öncesinde miting yapacağız. Öyle İstasyon meydanında milleti sıkıştırmayacağız, büyük meydanlarda miting yapacağız. Adana’da yeri göğü inleteceğiz, hiç merak etmeyin, hevesinizi oraya saklayın.

Ayrıca, geçen pafta partimize döndüklerini, yuvaya döndüklerini sizlere duyurmuş olduğum, gene partimizin kurucularından 18 inci dönem milletvekilimiz, eski Devlet Bakanımız Cemil ÇİÇEK arkadaşıma, 18 inci dönem milletvekilimiz eski İçişleri Bakanımız Abdülkadir AKSU arkadaşıma, 18’inci dönem milletvekillerimizden Galip DEMİREL ve Mehmet KAHRAMAN arkadaşlarıma da hepiniz adına hoş geldiniz diyorum.

3 milletvekili arkadaşımızın Anavatan Partisine katılmaları, “hani bana Doğru Yol Partisinden ayrılıp da Anavatana geçen bir tane milletvekili gösterin” diyen Sayın Başbakana verilen üçlü bir cevaptır. Şimdilik üçlü bir cevaptır. Aramıza katılan bu çok değerli arkadaşlarımızla birlikte, Anavatan Partisi olarak bugün bütün Türkiye’ye bir yeni mesaj veriyoruz: Türkiye’de siyasi bütünleşmenin, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu, Türkiye’nin bugün boğuştuğu bütün sorunların çözümü için bir ön şart olan o geniş siyasi mutabakatın merkezinin Anavatan Partisi olduğunu gösteriyoruz. Önümüzdeki günlerde, hiç şüpheniz olmasın, bu mesajları giderek daha güçlü biçimde vereceğiz ve sonunda 27 Martta yerel yönetim seçimlerinde Anavatan Partisinin Türkiye’de sadece siyasi birliğin bütünleşmenin merkezi olduğu, adresi olduğu değil aynı zaman da Türk siyasi hayatında öncü olduğu, en güçlü parti olduğu mesajı da millet tarafından sandıkta verilecektir.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz hafta içerisinde Türkiye’nin gündemini meşgul eden en önemli hadise, hükümet tasarısı olarak meclise gelip, senenin son günü resmi gazetede yayımlanan seçim kanunlarında değişiklik yapan bir kanunun uygulanmasından dolayı, özellikle özel televizyonlara getirilen bir takım yasaklamalardır. Maalesef bu konuda, hemen benzer bütün konularda olduğu gibi, hükümet sözcüleri, başta Sayın Başbakan olmak üzere, milletimizin zihnini bulandıran, kamuoyunu yanıltan açıklamalarda bulunmuşlardır. hemen huzurunuzda ifade edeyim ki, bunlara karşı kendi görüşlerimizi tamamen gerçeklere dayalı görüşlerimizi kamuoyuna maalesef giderek artan bir medya engeliyle karşı karşıyayız. Özellikle devletin radyo ve televizyonu, bir seçim döneminde olmuş olmamıza rağmen, seçim takvimi başlamış olmasına rağmen, geçmiş hiçbir dönemde rastlanmadık ölçüde iktidarın aracı, hükümetin borozanı haline gelmiştir. Sayın Başbakanın, tamamen siyasi mahiyette olan, siyasi mahiyette olmanın ötesinde, sadece polemik üslubunda yaptığı, bizim açımızdan cevap hakkı doğuran, bize sataşma teşkil eden grup konuşmaları, devlet televizyonunun haber bülteninde neredeyse baştan sona ve kendi sesinden yayınlanmaktadır.

Bu Kanun, 1961 yılından beri bu meclise seçim mevzuatını düzenlemek amacıyla gelen ilk kanun tasarısıdır. Yani, 1961 yılından beri seçim kanununda yapılan değişiklikler hep kanun teklifi şeklinde yapılmıştır, milletvekilleri tarafından yapılmıştır; ama, ilk defa olarak bu hükümet seçim kanununda değişiklik yapan bir düzenlemeyi, bir hükümet tasarısı olarak meclise getirmiştir. Ve bu kanun meclisten çıktıktan sonra, bu kanuna dayalı olarak yüksek seçim kurulu bir özel televizyonun geçici olarak kapatılmasına karar verdikten sonra, Sayın Başbakan, bu kanundan haberi olmadığını, bu kanunun böyle bir sonuç doğuracağını tahmin etmediğini ifade etmiştir. Oysa söylediğim gibi bu bir kanun tasarısıdır ve bütün kanun tasarılarında olduğu gibi, bu tasarıdır ve bütün kanun tasarılarında olduğu gibi, bu tasarının altında da Sayın Başbakanın imzası vardır. Sayın Başbakan, hiç olmazsa altına imza attığı kanun tasarılarına bir göz atmak zahmetine katılmalıdır. Bu kanun tasarılarının ne gibi sonuçlar doğuracağını, kendi vakti yoksa yanındaki danışmanlarına inceletmelidir.

Kaldı ki, bunu yapmayan, yani meclise gönderdiği kanun tasarısıyla böyle bir sıkıntıya, böyle bir bunalımı yaratmış olan Sayın Başbakan, bununla da kalmamış, gerek kendisi gerek diğer hükümet üyeleri tarafından, partimize bu konuda mecliste uyarı görevini yapmadığı eleştirisini yöneltmişlerdir. Bu da tamamen asılsızdır. 3959 sayılı kanunun komisyonda görüşülmesi sırasında, 3,5 saat komisyondaki arkadaşlarımız bu kanunun doğuracağı sakıncaları dile getirmişlerdir. Hemen söyleyeyim ki, bu kanun bir paket kanundur. Sadece özel televizyonların yayınlarını veya seçim döneminde özel televizyonların yayınlarını veya seçim döneminde özel televizyonların yayınlarını düzenleyen bir kanun değildir. Bu kanunda çok çeşitli hükümler vardır, bunların bir kısmı bizim açımızdan da zaruri olan hükümlerdir. Mesela, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde seçim güvenliğini sağlamaya matuf düzenlemeler vardır. Sandıkların birleştirilebilmesi imkan veren, işte subayların üniformalı olarak oy kullanabilmesine imkan veren, bağımsız adayların müstakil oy pusulalarıyla değil, birleşik oy pusulasıyla içerisinde derc edilmesine imkan veren hükümler vardır; bunlar, bizim de katıldığımız, yürürlüğe girmesinde yarar gördüğümüz düzenlemelerdir.

Ama bunun yanında iki husus var ki, biz bunların gerek Anayasaya uygunluğunun tartışmalı olduğunu, gerekse uygulamada ciddi mahzurlar doğuracağını hem komisyonda hem de Genel Kurulda ifade ettik. Bunlardan bir tanesi, yerel yönetim seçimleri için aday olan milletvekilleriyle ilgilidir. Burada kanunla 84 üncü maddeye yeni bir yorum getirilmiştir. Yani, Anayasadaki bir düzenleme, kanunla değişik şekilde yorumlanmıştır. Meclisin Anayasayı değiştirme yetkisi vardır, ama, kanunla Anayasayı yorumlama, anayasadaki bir esası kanunla değiştirme yetkisi yoktur. Arkadaşlarım bu hususa dikkat çekmişlerdir. Komisyondan çıkan metne, gerek Vehbi DİNÇERLER arkadaşımız gerekse Mehmet KEÇECİLER arkadaşlarımız muhalefet şerhi koymuşlardır.

Yine arkadaşlarımızın karşı çıktıkları, muhalefet şerhi koydukları ikinci bir husus, özel radyo ve televizyon yayınlarına ilişkindir. Daha doğrusu özel radyo ve televizyonların seçim dönemi sırasında tabi olacakları esaslara ilişkindir. Burada, Kanunda, Yüksek Seçim Kuruluna seçim dönemi sırasında özel radyo ve televizyonlarla ilgili yayın esaslarını belirleme yetkisi verilmiştir. Yayın ilkelerini koyma yetkisi verilmiştir.

Şimdiki buradaki garabete bakın; Türkiye’de özel radyo ve televizyonların yayınlarını düzenleyen bir kanun yoktur. Yani, bunların hangi kanuna tabi oldukları şu anda belli değildir Sadece TRT’nin yayınlarını düzenleyen ayrı bir kanun vardır, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu vardır, ama özel radyo ve televizyonların tabi oldukları herhangi bir kanun yoktur. Hatırlarsanız bu konudaki Anayasa değişikliğini, Anayasanın 133 üncü maddesindeki değişikliği yaparken, Anavatan Partisi olarak biz şart koştuk, dedik ki: Bu Anayasa değişikliğine oy veririz biz oy vermesek Anayasa değişmiyordu ama bir şartla: Bu değişikliğe dayanarak çıkarılacak bu Anayasa değişikliğini müteakıben protokola bağladığımız o kanunu meclisten aynen geçiririz. Bu protokol yapıldı, bu protokolun altına üç partinin, Doğru Yol Partisinin, Sosyal Demokrat Halkçı Partinin ve Anavatan Partisinin Grup Başkan vekilleri imza attılar, onun üstüne bir de Meclis Başkanı şahit olarak imza attı, kefil olarak imza attı. Anayasa değişikliği için gittik oy verdik, Anayasa değişikliğini meclisten çıkardık, aradan altı ay geçti, bu kanunu hala çıkarmadılar. Bu protokola rağmen çıkarmadılar.

Kanun Meclise geldi, zannediyorum 23- 24 maddesi kabul edildi, geriye 5- 6 maddesi kaldı, kanunu öyle gündemde tutuyorlar; çünkü, özel televizyonların, özel radyoların üstünde bu kanunu bir Demokles’ in Kılıcı gibi tutmayı tecih ediyorlar. Özel televizyonların bu kanunda karşı çıktıkları hükümler var. Bir kısmında bizim de yeniden gözden geçirilmesinde yarar gördüğümüz hükümler var. Hatta Doğru Yol Partisinin ilgilileriyle arkadaşlarımızın yaptığı temaslarda bazı değişikliklerin, daha önce tespit edilen metin yapılması hususunda da uzlaşma sağlanabilir; fakat, Sosyal Demokrat Halkçı Parti bazı özel televizyonlara karşı izlediği kararlı tutum nedeniyle, katı tutum nedeniyle bu değişikliklere destek vermiyor. Yapılan protokola göre de üç parti aralarında anlaşmaya varmadıkça, daha önceki metinde herhangi bir değişiklik yapılamıyor.

Şimdi, altı aydan beri bir protokola bağlanan, üzerinde uzlaşma sağlanan bu kanun meclisten çıkarılmamış. Bize verilen söz yerine getirilememiş.

Şimdi bakın, burada iki tane husus var, bir tanesi, daha önceki bu mutabakat meclisten geçmezse, bize verilen söz yerine getirilmezse, biz bundan sonra hiçbir anayasa değişikliği konusunda görüşmeye bile oturmayacağız. Bu protokola kefil imza atan meclis başkanı, geçen hafta bu hafta içi anayasa değişikliği konusunda yeniden parti temsilcilerini toplantıya çağıracağını ifade ediyor. Sayın meclis başkanına da bu kürsüden şunu duyurmak istiyorum: Altına imza koyduğu o kanunun meclisten geçmesi için girişimde bulunmadıkça, bunu sağlamadıkça yaptığı bu çağrıya da icabet etmeyeceğiz.

Bu bir centilmenlik anlaşmasıdır. Bu, karşılıklı bir güven müessesesidir. Bunu ihlal ettiğiniz zaman, bunun doğuracağı birtakım sonuçlara da katlanmak zorundasınız. Bize verilen söz yerine getirilmemiştir. İktidar partileri sözlerini yerine getirme açısından sabıkalı durumdadırlar. Bu sabıkalarını temizlemedikçe bizden bu konuda işbirliği görmeleri mümkün değildir. Ama buradan gelmek istediğim husus şu: Şu anda Türkiye’de özel radyo ve televizyonları düzenleyen bir siyasal düzenleme yok, bir kanun yok. Türkiye’de devlet ne kadar mahalli radyo olduğun, mahalli televizyon olduğunu bilmiyor. Devlette bunun envanteri yok. Devlet bunları takip edemiyor. Şimdi devlet, kendisi takip edemediği bir hususta, seçim yaklaştığı için, bir kanun hüküm koyuyor, diyor ki: Yüksek Seçim Kurulu, Türkiye’deki bütün özel radyo ve televizyonların seçim dönemi sırasında yayınlarına, aynı TRT’nin uyguladığı esasları uygulatacaktır. Bunun tatbik kabiliyeti yok. Yani, Seçim Kurulunun, Türkiye’deki bütün yayınları izlemesi, seçim yasaklarının ihlal edilmesi halinde bunlara müeyyide uygulaması, tespit edeceği yayın esaslarına uyulmaması halinde bunlara müeyyide uygulaması mümkün değil.

Yüksek Seçim Kurulunun Başkanı bu kanun görüşülürken komisyona geliyor, diyor ki: “Bize bu görevi vermeyin. Biz bunun altından kalkamayız.” Yani, devletin kendisinin henüz bir kanuna bağlayamadığı, izleyemediği, işte sayıları 1000’e yakın olarak tahmin edilen Türkiye’deki bütün özel radyoları seçim kurulunun takip etmesi mümkün mü? Seçim Kurulu Başkanı bu görevin kendilerine verilmemesini istiyor. Komisyondaki arkadaşlarımız ısrarla bu hususu dile getiriyorlar. Ama buna rağmen, kanunda yüksek seçim kuruluna özel radyo ve televizyon yayınlarının aynı TRT’nin tabi olduğu esaslara göre yürütülmesini gözetme görevi veriyor. Arkasından, bildiğiniz gibi, bir özel televizyonun yayını dolayısıyla yüksek seçim kurulu o televizyonun 5 gün kapatılması kararını veriyor. Burada yüksek seçim kurulunun kakarını eleştirmek doğru değildir. Yüksek seçim kurulu elindeki kanunu uyguluyor. Yüksek seçim kurulu, o kanunun anayasa uygunluğunu denetleyecek merci değil. Yüksek seçim kurulu, elbette ki önüne gelen kanunu uygulamak zorunda. Ama bizim itirazımız o kanunun kendisine. O kanununu getiren hükümetin meseleye bakışının yanlış olduğunu söylüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, maalesef, bu hafta içerisinde önümüze aynı şekilde Türkiye’yi demokratikleşme açısından geriye götüren yeni kanun tasarısı geliyor. Bu 5442 galiba, il idaresi kanununda değişiklik yapan yeni bir hükümet tasarısı. Türkiye’de, işte yerel yönetim seçimleri mücadelesi olurken, yok terörle mücadele kanunu, yok diğer kanunlar derken, her iki komisyondan da geçip hem içişleri hem de plan ve bütçe komisyonundan bu hafta ivedilikle genel kuruldan geçirilmek istenen bir başka tasarı daha ver, il idaresi kanununda değişiklik yapan bir tasarı. Bunu burada biz daha önce konuştuk, hasan çakır arkadaşım da size bilgi vermişti. Arkadaşlarım komisyonda bu tasarıya karşı çıktılar. Sadece biz değil, iktidar partisi milletvekillerinden de bazıları karşı çıktılar; ama, öyle anlaşılıyor ki hükümet bu tasarıyı meclisten mutlaka geçirmek kararındadır. Bu tasarı meclisten geçerse olağanüstü halinde kaldırılması imkanı doğacaktır. Yani, bunu olağanüstü halin alternatifi olarak, onu ikame edecek bir düzenleme olarak düşünüyorlar. Ama değerli arkadaşlarım, bu kanunu hepinizin dikkatli bir şekilde incelemenizi rica ediyorum. Bu kanunla, aslında olağanüstü hal rejimi bir bölgeden çıkarılıp bütün Türkiye’ye yayılmaktadır. Türkiye’nin tamamı, olağanüstü hal bölgesine dönüşebilme durumuna gelmektedir.

Sendika kapatmak için, sadece bakın meclisten bile yetkisinde oymayan yargıya verilmiş olan bir yetki bu kanunla ilçedeki kaymakama, ildeki valiye verilmektedir. Valilere olağanüstü hal kanununun tanıdığı bütün yetkiler valilere tanındığı gibi, olağanüstü hal rejiminde dahi olmayan, sadece sıkıyönetimde olan bazı yetkiler dahi, valilere ve kaymakamlara tanınmaktadır. Yani, Türkiye ye demokratikleşme vaadiyle gelen bir iktidarın, böyle bir kanun tasarısı bu meclise getirebilmesi için aklını yitirmiş olması gerekir. Demokrasi açısından bu kanunu savunabilmek mümkün değildir, demokratikleşme açısından savunabilmek mümkün değildir. Kaldı ki, bu kanun seçilmişlerin değil, atanmışların yetkilerini artıran, yani, merkezden atanan valilerin, kaymakamların çok daha güçlü yetkilerle mücehhez olmasına imkan sağlayan bir düzenlemedir. Bu kanunu genel kurulda hükümeti evvela mahzurları konusunda uyarmamız eğer makul değişiklikler yapılmadığı taktirde de engellememiz zorunluluğu vardır. Aynı seçim kanununda olduğu gibi, hükümet getirdiği bu tasarının uygulamada ne gibi sonuçlara yol açabileceğinin bilincinde değildir. Hükümeti uyandırmamız lazımdır. Bu kanunun uygulamasında ne gibi sakıncaların ortaya çıkabileceği konusunda, hükümetin bu günden uyarılmaya,. uyandırmaya ihtiyacı vardır. Uyanmadığı taktirde de bu kanunu engellemek için her türlü çabayı harcamak durumundayız. İnanıyorum ki, iktidar partisi gruplarında da, sonunda sağduyu galip gelecek ve hükümetin bu tasarısı meclisten geçemeyecektir.

Eğer bu tasarının geçmesindense mevcut halin devamı daha iyidir. Yani, olağanüstü hal uygulamasının devamı bu tasarıdan daha iyidir.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz hafta içerisinde Türkiye’de hepimizi çok düşündürmesi gereken bir hukuk skandalı yaşanmıştır. İSKİ olayı ile ilgili olarak mahkeme kararıyla sanıkların beraatlerine karar verilmiştir. Delil yetersizliğinden beraatlerine karar verilmiştir.

Şimdi bakın, gözümüzün önündeki olaş şudur. İSKİ’ de yüz milyarlarca liralık yolsuzluk olduğunu hiç kimse inkar etmiyor, sorumlular dahi bunu kabul ediyorlar. Ama, üç dört aylık bir yargılama sonunda, delil yetirsizliğinden bu yüz milyarlarca liralık kamu zararını ne siyasi ne de cezai sorumlusu yoktur. Geldiğimiz nokta budur. Türkiye’deki hukuk sisteminin birkaç aylık bir yargılama sonunda geldiği nokta budur. Bir yandan yüz milyarlarca lira kamunun parası ziyan edilmiş, gaspetilmiş, genel müdür kendisi çıkıyor: “Şu kadar yüzbin dolar hesabıma para yatırıldı, şu kadar rüşvet ödendi” diyor. İstanbul sular idaresinin boruları Antalya’daki bir otel inşaatından çıkıyor, ama kamunun uğradığı bu zararın sorumlusu belli değil. ne siyasi sorumlu var ortada ne de hukuki sorumlu, cezai sorumlu.

Baştan beri söylüyoruz, hükümet bu konuda adaletin tecellisi için, gerçeğin ortaya çıkması için değil, sadece ve sadece, kendi siyasi kaygılarının ışığında hareket etmiştir. Aslında, elbette ki gerçeği ortaya çıkaracak olan, adaleti tecelli ettirecek olan, sorumluları cezalandıracak olan merci yargıdır. Yargının da prensipte yürütmeden bağımsız olması gerekir. Hükümetten bağımsız olması gerekir. Ama burada, gene bu fonksiyonların sağlanması için hükümete düşen, yürütmeye düşen bir görev var. Delilleri toplayacak onları yargı mercilerine intikal ettirecek, yargının bu konuda gerçeklere ulaşmasını, sorumluları cezalandırmasına imkan verecek.

Bakın burada belki on defa söyledim, en basit bir idari soruşturmada dahi, bizim seçilmiş belediye başkanlarımızı görevden alıyorlar, geçici olarak. Biz gidiyoruz, yürütmeyi durma kararı alıyoruz, veriyorlar, bir gün sonra tekrar görevden alıyorlar. Yani, hükümete mevzuatın sağladığı bir hak, tamamen siyasi düşüncelerle siyasi mülahazalarla kullanıyorlar. İstanbul’da Büyükşehir Belediyesinde öylesine büyük bir yolsuzluk olayı yaşanmış. Mesele yargıya intikal etmiş, adli soruşturma yapılmış, sorumlular hakkında dava açılmış, dava açılanlar içerisinde oranın büyükşehir belediye başkanı var, İSKİ’ nin genel müdürü var ve belediye başkanı geçici olarak dahi görevden alınmamış. Halbuki burada görevden almanın asıl gerekçesi, yargılamanın selametle yürümesini temin etmek içindir, delillerin kaybolmaması içindir. Kamu kurumunun haklarından yargıya yeterince temsil edilebilmesi içindir. Onun için, İSKİ’ nin de büyükşehir belediyesinin de aslında bu davaya müdahil olarak dahil olmaları ve orada kendi kurumlarının zarara uğramasına yol açanlar konusunda mahkemeye belge getirmeleri gerekiyor.

Şimdi bakın, karardan sonra fatih savcısının show televizyonuna yaptığı açıklamayı belki izlediniz, bırakınız zarara uğrayan kurumun mahkemeye belge ibraz etmesini, o kurumun şimdiki genel müdürünün hapishanede olan eski genel müdüre, “eğer konuşmazsan biz bu işi kapatırız” dediğini mahkemenin savcısı söylüyor. Yani, hükümet burada gerçeklerin ortaya çıkmasını temin için değil, adeta gerçeklerin üstünün örtülmesini, bu davada mahkemenin yanıltılmasını, delil yetersizliği gerekçesiyle bu dosyanın kapatılmasını temin amacıyla hareket ediyor. Aslında, bu meselenin Türkiye’ye getirdiği yük, sadece o İSKİ’ deki zararın hepimizin sırtına yüklenmesinden ibaret değildir. Bununla, kamuoyunun devleti ayakta tutan üç kurumdan birisinin ve bana göre en önemlisinin, yargının, kararlarına güveni zedelenmiştir. Mahkeme kararları eğer kamu vicdanını tatmin etmiyorsa, eğer kamuoyunda tartışılabiliyorsa, orada adalet kurumu zarar görür. Adalet kurumunun zarar gördüğü yerde, devletin en önemli ayaklarından birisi de, yıkılmaya mahkum demektir. Bu hükümet, Türkiye’de sadece ekonomiyi perişan etmekte kalmamıştır. Sadece, vaatlerini yerine getirememek yoluyla siyaseti dejenere etmekle kalmamıştır, bu hükümet, bunların da ötesinde, Türkiye’de hukuk müessesesini tahrip etmeye başlamıştır.

Biz yargıya saygılıyız, bir yargının saygınlığının en başta gelen savunucusu olmak durumundayız. Ama, hükümetin yargı karşısındaki bu tutumunu eleştirmeden edemeyiz. Bizim bu karşı çıkışımızı, bizim bu konudaki, adaletin tecellisi konusundaki bu tutumunu eleştirmemize eğer karşı çıkarlarsa, bu saptırmaya çalışırlarsa, bunu saptırmaya çalışırlarsa, bunu sanki biz imle yargıyı karşı karşıya geliyormuş gibi göstermeye çalışırlarsa, bundan çekinerek de bu eleştirilerimizden imtina edemeyiz.

Türkiye’de delil yetersizliği nedeniyle mahkemelerin bu kararlıyla bu dosyaların kapandığını düşünenler varsa yanılıyorlar. Anavatan Partisi iktidar olduğunda, İLKSAN dosyası da, İSKİ dosyası da yeniden açılacaktır. Ayrıca, İSKİ ile ilgili meclis araştırma komisyonunun çalışmaları da devam ediyor, oradaki arkadaşlarımız da bu işin takipçisidir. Yani, yaşadığımız hukuk skandalının boyutlarına bakın ki, mahkemenin kararının ertesi günü, mahkemeye intikal etmemiş bantlar televizyonlardan yayınlanıyor.

Değerli arkadaşlarım, bugünden itibaren meclis özel gündemle çalışacaktır; bugün saat 14.00’ten başlayıp zannediyorum gündemindeki hususları tamamlanıncaya kadar çalışma kararı alınmıştır. Ayrıca, önümüzdeki günlerde söylediğim gibi, bizim açımızdan büyük önem taşıyan, ülke açısından önemli sakıncalar doğuracağına inandığımız bazı yasa tasarılarının meclis gündeminde görüşülmesi söz konusudur. Onun için bu hafta bütün milletvekili arkadaşlarımın, meclise mutlaka katılmalarını, ileride telafi edilemeyecek olan birtakım yasaların meclisten geçmemesi için üstlerine düşen görevi yerine getirmelerini rica ediyorum.

Yaklaşan yerel seçimlerle ilgili olarak, parti genel merkezimiz yoğun bir çalışma temposu içindedir. Şu anda 22 il merkezimizde belediye başkan adaylarımızı ilan ettik. İstanbul ilinin 33 ilçesinde belediye başkan adaylarımızı açıkladık. Sanıyorum bu hafta sonuna kadar, Ankara ve İzmir’de bütün ilçelerde adaylarımızı açıklamış olacağız. Yarın adaylarımızı açıkladığımız il sayısını 30’a ulaştıracağız, yarın genel merkezde yine bir toplantımız olacak. Her halükarda, daha önce de sizlere ifade ettiğim takvime uyacağız ve bu ayın sonunda belediye başkan adaylarımızın ve il genel meclisi üyelerimizin tamamını belirlemiş olacağız. Belediye meclis üyelikleri için adaylık müracaatını 30 Ocak’ a kadar uzattık. Çünkü, birliyorsunuz getirilen kanundaki değişikliklerden birisi de, devlet memurlarının müracaat süresini 30 Aralıktan 30 Ocak’ a uzatmak şeklinde olmuştur.

Şimdi, Şubat ayının ilk haftasında da belediye meclis adaylarımızı tespit edeceğiz ve herhalde bu seçim yarışına bütün adaylarını belirlemiş olarak ilk giren parti biz olacağız; ama, asıl önemli olan, bu yarışa ilk girmek değil, ilk bitirmektir. Ümit ediyorum ki, sizlerin çalışmalarınızla teşkilattaki arkadaşlarımızın çalışmalarıyla ve tabii hepsinden önce Allah’ın izniyle yerel yönetim seçimlerinde 27 Mart seçimlerinde zafer bizim olacaktır.

Türkiye’de son zamanlarda sık sık işlenen, bu yerel seçimlerde de bize karşı kullanacağı anlaşılan bir propaganda var. Anavatan Partisiyle Doğru Yol Partisi arasında hiçbir fark olmadığı, iki partinin de aynı felsefeyi savunduklarını izah etmek için bunu kullanmak ihtiyacı duyuyorlar. Değerli arkadaşlarım, daha önce de söyledim, Anavatan Partisiyle Doğru Yol Partisi arasında çok temel bir fark vardır. Doğru Yol Partisi geçmişin partisidir. Anavatan Partisi geleceğin partisidir.

Doğru Yol Partisi, geçmişteki bütün fikirlerini, savunduğu bütün ilkeleri inkar etmek pahasına bizi taklit etmeye koyulmuştur. Anavatan Partisinin fikriyatına sahip çıkmaya çalışmıştır. Bununla bizi yakaladığını zannetmiştir, ama onların bizi yakaladıklarını zannettiklerini noktada, Anavatan Partisi, Türkiye’nin geleceğini yönlendirecek yeni projelere, yeni düşüncelere yönelmiştir. İşte bunlardan bir tanesi bana göre çok önemli, Türkiye’nin geleceğine yön verecek önemde bir tanesi, Türkiye’de yerel yönetimlerin yeniden düzenlenmesiyle ilgilidir. Bu konuda altı aya yakın bir süreden beri, daha önce yerel yönetimlerde görev yapmış olan altı arkadaşımızdan kurulu bir komisyon, Sayın KEÇECİLER’ in başkanlığında çalışma yürütmekteydiler. Bu çalışmalarını geçtiğimiz hafta içinde tamamladılar, kendileriyle iki toplantı yaptık ve partimizin yetkili organlarında tartışılacak olan ilkeleri belirledik. Merkez karar yönetim kurulumuzla meclis grubumuz yarın akşam parti merkezimizde ortak bir toplantı yapacaklar ve tıpkı daha önce Güneydoğu sorununa ilişkin olarak yaptığımız gibi, gerekirse yarınkini izleyen toplantılar sonucunda Anavatan Partisinin önümüzdeki dönemde, 2000’li yıllara giderken Türkiye’de nasıl bir idari yapılanma, yerel yönetimlerle merkezi yönetim arasında nasıl bir iş bölümü, yerel yönetimleri güçlendirmek için, onları yönetimde daha ağırlıklı kılabilmek için, nasıl bir politika önerdiğini hep birlikte tespit edeceğiz. Arkadaşlarımızın çalışmalarını birlikte tespit edeceğiz. Arkadaşlarımızın çalışmalarını birlikte olgunlaştıracağız, geliştireceğiz ve bu tartışmalar sonucunda, Anavatan Partisinin yerel yönetimlerle ilgili programını bir parti dokümanı haline getireceğiz.

Onun için, daha önce zannediyorum bu çalışmaların bir özet metni arkadaşlarıma dağıtıldı. Yarın akşama kadar arkadaşlarımın bu konuda fikri çalışmalarını tamamlayarak, yarın akşamki toplantıya mutlaka katılmalarını ve bu toplantıda bu çalışmaya katkıda bulunmalarını rica ediyorum.

Burada düşündüğümüz düzenleme, sadece belediyelerle sınırlı değildir. İl özel idarelerini daha forksiyonel hale getiren, merkezi hükümetin şu anda kullandığı birçok yetkiyi il bazında yeniden örgütleyeceğimiz mahalli idarelere devretmeyi öngören, sadece görev ve yetki değil, aynı zamanda devlet bütçesinde yüzde 20’ye varan oranda mahalli idarelere devrini öngören, hakikaten reform niteliğinde bir düzenleme söz konusudur. Bu konuda bütün arkadaşlarımın gerekli işbirliğini sağlamalarını, gerekli katkıyı göstermelerini rica ediyorum.

Daha önce Güneydoğu sorununa ilişkin olarak koyduğumuz, şimdi yerel yönetimlerle ilgili olarak ortaya koyacağımız bütün bu çalışmalar, Anavatan Partisinin sadece iktidara gelmeyi amaçlayan, sadece iktidar kavgası içerisinde olan klasik bir parti olmadığını, Türkiye’nin geleceğini planlayan, Türkiye’nin geleceğinde önem taşıyan konular üzerinde kafa yoran bir parti olduğunu da kamuoyuna gösterecektir. Türkiye’de içinde yaşadığımız yılın, bugün ikinci grup toplantısını yaptığımız 1994 yılının siyasette bir dönüm noktası olacağına olan inancımı tekrarlıyorum. Yerel yönetim seçimleri, 27 Mart seçimleri, sadece bunun bir ilk aşamasını oluşturacaktır. Onu izleyen siyasi gelişmeler, Türkiye’de artık 2,5 yıldan beri yaşanan siyasi boşluk döneminin bitmesine, siyasi istikrarın sağlanmasına ve Türkiye’nin sorunlarının çözümü yolunda bir yeni zeminin yaratılmasına yol açacaktır. Burada parti olarak bize büyük sorumluluklar düşmektedir. Milletvekillerimizle, teşkilatımızla hepimiz bu sorumluluklara hazır olmalıyız.

Ben, gittiğim her yerde, toplumun Anavatan Partisinden büyük umutlar beklediğini görüyorum. Bu umutlar, bizim için aynı zamanda, aynı ölçüde ağır sorumluluk demektir. Bu sorumluluğumuzu yerine getirebilmek için, giderek daha da ağırlaşan, daha da güçleşen şartlarla Türkiye’nin sorunlarına çözüm getirebilmek için, mutlaka bu tür çalışmalarımızı daha da artırmak zorundayız. Sadece iktidara gelmek, sadece iktidar olmak, bizim hiçbir zaman kendimiz için nihai hedef kabul edeceğimiz bir husus olamaz. Önemli olan, iktidar olduğumuzda bu sorunların üstesinden gelebilmektedir. Milletin gözünü boyayarak, milleti aldatarak iktidarda ömrümüzü uzatmak aslında Anavatan misyonunun inkarı olur. Biz, iktidara geldiğimiz zaman, ertesi günü Türkiye’nin bütün sorunlarını kavrayan, onlara çözüm getirebilen bir konumda olmamız lazımdır. Bunun için de önümüzdeki dönemin, sadece bir seçim mücadelesi için değil, ileriye dönük bu çalışmalar için de değerlendirmek durumundayız. Bu çalışmamızı tamamladıktan sonra, önünüze başka çalışmalar getireceğiz. Yine grup olarak onları tartışacağız. Hep birlikte parti politikalarını belirleyeceğiz. Bu yerel yönetimlerle ilgili çalışmayı öne almamızın nedeni, seçimler sırasında bu konunun ön palan çıkacak olması nedeniyledir. Bütün arkadaşlarımın, yerel yönetimler konusunda aynı görüşleri savunmaları, seçim platformunda aynı politikaları dile getirmelerini sağlamak için bunu öne aldık. Bu açıdan, arkadaşlarımın hem bu çalışmaya hem de bunu izleyen diğer bütün çalışmalar mutlaka katılmalarına rica ediyorum.

Aramıza yeni katılan arkadaşlarımızla birlikte, Anavatan Partisinin Türkiye’yi ulaştırmak istediği ortak hedeflere, bundan sonra aramızda hiçbir ayrı gayrı olmadan, hep birlikte yürümeye devam edeceğiz. Bu büyük yürüyüşümüzde, bu mücadelemizde Allah’ın bize yardımcı olmasını niyaz ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum...