ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ’IN
TBMM GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA
 
30 Mart 1994

Değerli arkadaşlarım, seçimler dolayısıyla ara verdiğimiz Grup toplantılarının seçimlerden sonraki bu ilkinde, hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum ve 27 Mart mahalli seçimlerinde, Partimizin başarısı için bütün güçleriyle çalışan parti yöneticisi, milletvekili, teşkilat mensubu bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

27 Mart seçimleriyle ilgili olarak ortaya çıkan tablonun değerlendirilmesinde, herkes, her parti, kendisine göre değişik bir yaklaşımla, değişik sonuçlara varabilir. Herkesin değerlendirmesi farklı olabilir ve netice itibariyle kendisi açısından başarı olarak niteleyebileceği sonuçlara ulaşması mümkündür. Bu, aynı şekilde bizim için de geçerlidir.

Şimdi, bu yerel seçimleri, son yapılan, 1989 yerel seçimlerinin sonuçlarıyla karşılaştırdığımızda, rakam olarak bakıldığında, en kazançlı partilerden birisi biziz. 1989 seçimleri sonunda, Türkiye genelinde hiç büyükşehir belediyesi kazanmamışız, bu seçimlerde, 3 büyükşehir belediyesi alıyoruz. İl olarak sadece üç il belediyesi kazanmışken, bu sefer 11 il belediyesi kazanıyoruz, ilçe belediyeleri olarak 154 belediyen kazanmışken, henüz daha kesinleşmemekle birlikte, şu an kesinleşen sayı itibariyle bunun iki katına yakın ilçe belediyesi kazanmışız, 283’tür son rakam. Gene belde belediyesi olarak da, kazandığımız belediye sayısını önemli ölçüde artırıyoruz.

1989 seçimleriyle aldığımız oy oranı olarak karşılaştırdığımız zaman, aşağı yukarı oranımızı koruyoruz, aynı oran. Artan seçmen sayısına rağmen, o oranımız aşağı yukarı aynı düzeyde. Kayıplar açısından baktığımızda, 1989 yılında kazanılmış olan belediyelerden kaybedilen belediye sayısı açısından, SHP 32 il belediyesi kaybederken, Doğru Yol Partisi 13 belediyeyi kaybederken, biz sadece 3 belediye kaybediyoruz.

Bizimle ilgili bu değerlendirmelere bakarak, yani son yapılan yerel seçim sonuçlarıyla karşılaştırıldığında, Anavatan Partisinin yerel yönetimlerden daha güçlenmiş olarak bu seçimlerde çıktığı kesindir. Ama, 1991 seçim sonuçlarıyla karşılaştırıldığında, Anavatan Partisi açısından bir oy düşüşü söz konusudur. Fakat, unutmamak lazım ki, bu oy düşüşü, oy oranındaki bu azalma, her iki iktidar partisinde de bizden çok daha büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Koalisyonun, henüz daha kesin olmayan, ama kesinleşmek üzere olan rakamlara bakıldığında, Koalisyon partilerinin, yani şu andaki iktidar partilerinin, toplam 12 puanlık bir kaybı söz konusudur. 1991 seçimlerinde yüzde 48 oy aldıkları dikkate alınırsa, Koalisyon Partileri, iki buçuk yıllık icraatları sonunda, arkalarındaki halk desteğinin dörtte birini kaybetmiş durumdadırlar. Şu anda Koalisyonun toplam halk desteği, 35-36 arasında değişmektedir. Bunun, yaklaşık 7 puanı SHP’nin oylarındaki düşme şeklindedir, yaklaşık 5 puanı da Doğru Yol Partisinin oylarındaki gerileme şeklindedir.

Şimdi, bu tabloya baktığınız zaman, Türkiye’deki siyasi partileri eğer iki kategoriye ayırırsanız, birisi sağıyla soluyla sistem partileri, birisi de sistemin dışında kalan radikal partiler, ideolojik partiler, olarak sınıflandırıldığı zaman, bu seçimin galibi radikal partilerdir, ideolojik partilerdir. Bu seçimin mağlubu, sistem partileridir.

Sistem partileri içerisinde, en az kayba uğrayan biziz. Ama bu seçimin en çarpıcı sonucu, radikal partilerin, ideolojik partilerin 1989 seçimlerine oranla oy oranlarını iki katına çıkarmış olmaları, 1991 seçimlerine oranla oylarını yüzde 50 artırmış olmalarıdır.

Şimdi bu tabloyu doğru okumak zorundayız. Bu tabloya bakarak, milletimizin eğilimi ideolojik partileredir, radikal partileredir, öyleyse Anavatan Partisi de radikalleşmelidir sonucu çıkaramayız. Anavatan Partisi, hiçbir zaman ideolojik bir parti olmayacaktır, Anavatan Partisi hiçbir zaman radikal bir parti olmayacaktır.

Bu tablonun çıkarılması gereken en önemli sonuç şudur: Türkiye, bizim iktidarı bıraktığımız 1991 Kasımından beri, bunalımlı bir dönemden geçmektedir. Koalisyon Hükümetinin başarısız icraatı, bu bunalımı giderek artırmaktadır. Artan bunalım, radikal partilerin oylarını artırmaktadır. Artan bunalım, radikal partilerin oylarını artırmaktadır. Ama biz, Anavatan Partisi olarak, Türkiye’yi bugün kendi getirdiğimiz, empoze ettiğimiz, kabul ettirdiğimiz, benimsettiğimiz, bugünkü iktidar partilerinin dahi artık aynen muhafaza etmekten başka çıkar yol bulamadıkları sistemin çerçevesi içerisinde çözümler aramak zorundayız. Bize düşen, toplumu içine düştüğü bu sıkıntıdan, bu bunalımdan kurtarabilmek için, sistemin daha iyi işlemesini sağlamaktır, sistemin aksayan yönlerini gidermeye çalışmaktır. Yoksa, bu gerçeği gözden kaçırarak, bir takım oportünist çabalara girişirsek, bir takım suni birleşmelerde çözüm ararsak, yani gerçek çözümü sistemi ıslah edecek, sistemi çalıştıracak çözümler yerine, işte oyları toplayalım, partileri birleştirelim diye çıkış yolu ararsak, bu eğilimi güçlendirmekten başka, radikal partilerin güçlenmesi yönündeki eğilimi teşvik etmekten başka hiçbir sonuç sağlayamaz. Netice itibariyle eğer, ülkenin kötü yönetiminde, bizim katkımızla bir iyileşme sağlanamazsa, bu tür suni çözümler, Anavatan Partisini de sistemin bir umudu olmaktan çıkarır, bugünkü Koalisyon Partileri ölçüsünde erozyona mahkum eder.

Dolayısıyla, bu tabloyu bir kere soğukkanlı değerlendirmek zorundayız. Bu çerçevede değerlendirmek zorundayız. Bana göre, Sayın Başbakan ve Doğru Yol Partisinin ileri gelenleri, bu tabloyu değerlendirmekte çok aceleci davranmışlardır. Dün saat 15.00’te, ülke genelinde il genel meclisi oylarının dağılımını hesaplayan Anadolu Ajansı’nın son verdiği rakama göre, Doğru Yol Partisiyle, ikinci konumdaki Anavatan Partisi arasındaki oy farkı, oran olarak yüzde 0.67, mutlak rakam olarak da 158 bin oydur. Ama arkadaşlarım Anadolu Ajansına gittiler, bu toplamı yapan kişilerle görüştüler, henüz istatistiğin içerisinde, bizim yaklaşık yüzde 23 nispetinde oy aldığımız, Doğru Yol Partisinin yüzde 15’te kaldığı İstanbul’un birçok ilçeleri, Ankara’nın önemli bir bölümü dahil değildir. Şimdi hatırlarsanız, seçim gecesi verilen ilk istatistiklerde Doğru Yol Partisi yüzde 27-28, biz yüzde 19-20 idik, arada 10 puana yakın bir fark vardır. Sanıyorum ki, bu bilinçli bir yönlendirmenin eseriydi, bizim arkadaşlarımızın teşkilatlarımızın moralini bozmaya yönelik bir çabanın ürünüydü. Şimdi rakamlar geldikçe, bu oran yüzde 1’in altına inmiş, şu anda yarım mertebesindedir. Ve, İstanbul’da itirazlı olan oyların gelmesiyle, bu farkın tamamen kapanması, hatta kıl payı da olsa, bizim birinci parti konumuna gelmemiz muhtemeldir.

Nitekim, bunu önleyebilmek için, dün saat 15.00’ten itibaren, Anadolu Ajansı, bu yayını kesmiştir. Yani, dün saat 15.00’ten beri Anadolu Ajansı ülke genelinde il genel meclisi oylarının dağılım rakamlarını artık yayımlamamaktadır. Israrlı taleplerimize rağmen de bu konuda bilgi alamıyoruz. Ama dediğim gibi, son aldığımız rakam, dün saat 15.00 itibariyle alınan rakam, Doğru Yol Partisi’nin yüzde 0.67 oranında 158 bin oy farkıyla bizim önümüzde olduğudur. Eksik olan il ve ilçelere baktığımız zaman, mesela sadece Kadıköy ilçesinde biz 50 bin oy Doğru Yol’un önündeyiz ve bu rakam girmemiştir.

Bana göre, Sayın Çiller, bu değerlendirmede aceleci davranmıştır. Bu rakamlara biraz dikkatli baksaydı, Sayın Çiller eğer, Pazar günü yapılan seçimin bir genel seçim olması halinde, kendi bölgesinde milletvekili seçilemeyeceğini görecekti.

Kendi seçim bölgesinde, Sayın Başbakan barajı aşamamıştır.

Bu seçim sonuçlarının, tabii kesinleştikten sonra, il genel meclisi sonuçlarının kesinleşmesinden sonra, arkadaşlarımız bir çalışma daha yapacaklardır. Bu da, bu seçimin bir milletvekili seçimi olması halinde, partilerin kazanacakları milletvekili sayısına ilişkindir. Kesin olan bir gerçek var, bu seçimler eğer milletvekili seçimi olsaydı, sadece Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi, Refah Partisi ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti barajı aşabiliyordu, dört parti Meclise girebiliyordu. Ama bu partilere, milletvekillerinin bu oranlar dahilinde nasıl dağıtılacağını arkadaşlarımız sonuçlar kesinleştikten sonra önümüzdeki günlerde çıkaracaklardır.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu tespitlerin yanında, bu seçimin gözden kaçan iki özelliğini vurgulamak istiyorum. Birincisi, bu yapılan, Pazar günü yapılan seçimler, benim hatırladığım Türk siyasi tarihinde, ama incelediğim zaman kesin olarak 1960’tan beri yapılan en fazla partinin katıldığı seçimlerdir.

13 Partinin katıldığı bir seçim, 1960’tan beri Türkiye’de yaşanmıştır. 1960’tan önce de sanmıyorum, onu incelemedim. En fazla partinin katıldığı seçimlerdir. Bu seçimlerin, maalesef, seçim süreci içerisinde ortaya çıkan ikinci ve kötü bir özelliği daha vardır, bu seçimler, Türkiye’de seçimlerin yargı güvencesine bağlandığı 1961 yılından beri yapılan ilk şaibeli seçimlerdir. Her halde bundan sonra yapacağımız kapalı değerlendirme toplantımızda, milletvekili arkadaşlarımız bu konuda gözlemlerini dile getireceklerdir. Ama, bu seçimlerde sekiz yıllık Anavatan İktidarı döneminde yapılan seçimlerin hiç birinde rastlanmayan olaylar yaşanmıştır. Dün akşam, İstanbul Halkalı çöplüğünde, oy pusulaları bulunmuştur, binlerce oy pusulası bulunmuştur. Arkadaşlarımız gece gittiler, bugün savcılığa müracaat ediyorlar, seçim kuruluna da müracaat edecekler.

Yine dün, Kahramanmaraş’tan bizi aradılar, aynı şekilde çöplükte, Kahramanmaraş’ta çöplükte oy pusulalarının bulunduğu ve bunların tamamının da Anavatan Partisi mührünü taşıyan, Anavatan Partisine oy verilmiş mühür ihtiva eden pusulalar olduğu belirttiler.

Oradaki valiye, emniyet müdürlüğüne müracaat etmişler, gece tespit etmişler. Bunların tutanağa geçirilmesi, koruma altına alınması için müracaat etmişler. Emniyet ve valilik bu konuda çekimser davranmış, bunun üzerine biz de girişimde bulunduk. Ümit ediyorum ki bugün, seçim kuruluna müracaat edilir ve bunlar gerekli şekilde yargı tarafından izlenir.

Ama, aynı durum Ankara’da söz konusu olmuştur. Aynı durum Kayseri’de söz konusu olmuştur. Aynı durum İstanbul’da, Beşiktaş’ta söz konusu olmuştur, Kadıköy’de söz konusu olmuştu, Beykoz’da söz konusu olmuştur. Biz, İstanbul’da Güngören’de seçimi sadece 300 oy farkıyla kaybettik. Halkalı Çiftliğinde bulunan oy pusulaları, Güngören Bahçelievler ve Bağcılar ilçelerindeki oy pusulalarıdır. Dolayısıyla, bu seçimler üzerinde daha uzun zaman doğruluk, dürüstlük açısından tartışılacak seçimler olmuştur. Bu Türk demokrasisinin bir yüz karasıdır.

Sekiz yıllık Anavatan İktidarı döneminde, üç tane genel seçim, iki tane genel mahalli seçim, sayısız ara seçim ve referandum yapılmıştır. Hiçbir seçimde, en ufak buna benzer bir olay yaşanmamıştır.

Değerli arkadaşlarım, bu seçimlerin kesin mağlubu koalisyon partileridir, biraz önce söyledim. İki buçuk yıllık icraatları sonucunda, arkalarındaki halk desteğinin dörtte birini kaybetmişlerdir. 1989’a karşılaştırırsanız, SHP’nin oylarının yarısı gitmiştir. Gene 1989’a bakarsanız, Doğru Yol Partisi’nin oylarında üç puanlık, dört puanlık bir gerileme vardır. Bizim oylarımızın aşağı yukarı 1989’la aynıdır. 1991’e bakarsanız, SHP oylarında yüzde 21’den 14’e, Doğru Yol Partisi oylarında, yüzde 27’den 22’ye, toplam 12 puanlık bir düşme vardır.

Anavatan Partisi olarak, bu seçim sonuçlarını değerlendirirken, diğer partiler gibi, Türk siyasetinin alıştığı klasik yöntemleri benimseyemeyiz. Yani, kendi kendimize moral olsun diye, taraftarlarımıza moral olsun diye, millete propaganda olsun diye kendi inanmadığımız değerlendirmelere itibar edemeyiz. Biz değerlendirmemizi, en insafsız biçimde, en gerçekçi biçimde yapmadığımız zaman, biraz önce söylediğim gibi, Türkiye’deki sistem partileri içerisinde, tek umut partisi olma hüviyetimizi de kaybederiz. Onun için, bu değerlendirmeyi başkalarından farklı yapmak zorundayız.

Eğer biz, bu seçimlerde, yüzde 21 küsur değil de, yüzde 30 alsaydık, bu değerlendirmeyi gene aynı gözlükle yapmamız lazımdı. Niye 35 aldığımızı sorgulamamız lazımdı. 35 oy alsaydık, niye 40 almadığımızı sorgulamamız lazımdı. Çünkü, netice itibariyle şimdi her şey söylenecektir, bizi karıştırmak için, kafamızı bulandırmak için maksatlı, her türlü yayın yapılacaktır, her türlü yorum yapılacaktır. Ama, bütün bu yorumların içerisinde, bir gerçek payı vardır, gerçek olan bir şey vardır. Bu kadar başarısız bir iktidara karşı Anavatan Partisi’nin sağladığı oy oranı, bunun çok daha üzerinde olmalıydı.

Buna niye ulaşamadığımızı doğru tahlil etmemiz lazım. Bu konuda ben, dışarıdan gazel okuyan, geçmişte zaten bu sonucun ortaya çıkması için elinden gelen her türlü çabayı harcayan, Anavatan’a hiçbir zaman sıcak bakmayan kişilere, çevrelere hiç itibar etmiyorum. Ama bu konuda parti içerisinde benimle beraber bu mücadeleyi yürütmüş, benimle beraber partinin başarısı için çalışmış olan her arkadaşımın yapacağı en sert eleştiriden bile mutlaka yararlanırım. Onun için, arkadaşlarımdan, biraz sonra başlayacağımızı, bugün tamamlayamazsak, veyahut da olmayan arkadaşlarımız, henüz daha seçim itirazları dolayısıyla bölgelerinden buraya intikal etmeyen arkadaşlarımın da katılımına imkan sağlamak için önümüzdeki günlerde, yarın ve daha sonra devam edeceğimiz bu değerlendirme çalışmalarında, arkadaşlarımın hiçbir çekingenliğe, hiçbir başka mülazaya kapılmadan görüşlerini açık açık ortaya koymalarını rica ediyorum. Gerçek nerede olursa olsun, arayıp onu bulmalıyız. Gerçeği bulamazsak, yanlışlarımızı düzeltemeyiz.

Şimdi, bu sene başında, yani aşağı yukarı bu seçim kampanyasının başında, yapılan bütün kamuoyu araştırmaları bizi ikinci parti olarak gösteriyordu, Anavatan Partisi birinci partiydi. Birçok araştırma kuruluşunun verilerine göre, daha çok bizim itibar ettiğimiz tarafsız araştırma kuruluşlarının sonuçlarına göre, ülke genelinde Refah Partisi bizden sonra ikinci parti durumundaydı. Doğru Yol Partisi üçüncü parti durumundaydı. Ve, astronomik rakamlar ileri sürülüyordu, Anavatan Partisi’nin ülke genelinde yüzde 32,33 oy oranına sahip olduğu iddia ediliyordu. Ben bu sonuçları her zaman ihtiyatla karşıladım. İhtiyatla karşılamamın iki sebebi vardı: Bir tanesi, ben Doğru Yol Partisi’nin, Doğru Yol Partisi’ne vücut veren kadroların, böyle bir seçim ortamında, devleti, iktidarı nasıl ayağa düşüreceklerini, nasıl istismar edeceklerini gayet iyi biliyorum. Bunun, en aşağı 5-10 puanlık değişime sebep olacağını biliyordum. İkincisi, sanıyorum ki, bazı çevrelerin, suni olarak Doğru Yol Partisi’ni bu kadar düşük, 10’larda, 12’lerde, 13’lerde göstermelerinin nedeni, daha sonra elde edilecek bir sonucu, sanki bir başarı gibi takdim etmenin altyapısı olarak hazırlanmıştı. Doğru Yol Partisi’nin o kadar düşmesi mümkün değildir. Yani, 10’lara düşmesi mümkün değildi, Doğru Yol Partisi’nin sağlam bir teşkilatı vardır, lider değişikliğine rağmen, Hükümetin başarısız icraatına rağmen, o teşkilat her zaman Doğru Yol Partisi’ni belli bir oy oranında tutabilirdi. Ben, birlikte değerlendirdiğimiz arkadaşlarıma, Doğru Yol Partisi’nin hiçbir zaman, bu seçimlerde, yüzde 20’nin altına düşmesinin mümkün olmadığı konusundaki şahsi görüşümü de söyledim.

Şimdi, son seçimlerde, ortaya çıkan tabloyu kendimiz açısından değerlendirdiğimiz zaman, biz koyduğumuz hedefin gerisinde kaldık. Bizim seçimlerle ilgili hedefimiz, öyle abartmalı bir hedef değildi, biz mütevazı bir hedef koyduk, dedik ki, bizim bu seçimlerdeki hedefimiz seçimlerden en büyük parti olarak, birinci parti olarak çıkmaktır. Beni çok zorladılar, oran olarak; hiç oran vermedim. Çünkü, dediğim gibi, bu seçim sırasında oynanacak oyunları, yapılan baskıları tahmin ediyordu, onların ne kadar etkili olacağını da kestiremiyordum. Ama, hiçbir zaman Anavatan Partisi için bir oy oranı vermedim. Hedefimiz, birinci parti olarak çıkmaktır dedim ve şimdi bu hedefimiz, muhtemelen gerisinde kalacağız, çok az da olsa, yarım puan da olsa, hedefimizin gerisinde kalacağız. Belki dediğim gibi, son oyların eklenmesiyle bu hedefimizi kıl payı yakalayacağız, ama bu, hiç birimizi tatmin eden bir oran da olmayacak. Yani, ülke genelinde sağladığımız oy oranı, hiçbirimizi tatmin eden bir oran olmayacak.

Şimdi bunun sebeplerini incelediğimiz zaman, bana göre bir bizim dışımızda bir takım sebepler var, bizim elimizde olmayan, bizim değiştiremeyeceğimiz bir takım sebepler var. Bir de, mutlaka bizden kaynaklanan sebepler var. Bakın, bizim dışımızdaki sebeplerin en başında geleni, ben iktidar partilerinin bu seçim öncesinde, medyanın büyük desteğiyle, televizyonların, bazı basın organlarının büyük desteğiyle, televizyonların, bazı basın organlarının büyük desteğiyle, Türkiye’nin gündemini saptırdıklarına, gündemi değiştirdiklerine inanıyorum. Türkiye’nin bugün gündeminde en önemli konu, halkın ekonomik sıkıntıları ve henüz daha tam hissedemediği ekonomik kriz olduğu halde, seçim öncesinde, gayet koordineli, gayet bilinçli bir şekilde ve muhtemelen birtakım senaryoların uygulamaya konmasıyla ülke gündemine bazı konular getirilmiştir. Laiklik gibi, Atatürkçülük gibi birtakım senaryoların uygulamaya konmasıyla ülke gündemine bazı konular getirilmiştir. Laiklik gibi, Atatürkçülük gibi birtakım konular, hiç gereği yokken, hiç yeri değilken, zamanı değilken, ülkenin böyle bir derdi yok iken, ülkenin gündeminin baş sırasına çıkarılmıştır. Ve, netice itibariyle bu kampanya, Refah Partisi’nin işine yaramıştır. Refah Partisi, hiç gereksiz yere mağdur parti durumuna itilmiştir.

Gene bu kampanya sırasında, terörle mücadele konusu, geçmiş hiçbir dönemde, hiçbir iktidar tarafından, hiçbir Başbakan tarafında olmadığı ölçüde, siyasi istismar konusu yapılmıştır, bakın sadece parti açısından istismar konusu yapılmıştır, bakın sadece parti açısından istismar konusu yapılmıştır. Sayın Başbakanın şahsi istismar konusu yapılmıştır. Başbakan kendi kendisini, muazzam cesaretiyle, kararlılığıyla terörle mücadelenin kahramanı ilan etmiştir. Defalarca söyledim, buradan söyledim, Meclis Genel Kurulunda söyledim, basın toplantılarında söyledim, terörle mücadelede konusu, hiçbir partinin istismar etmemesi, sahiplenmemesi gereken bir konudur.

Çünkü terörle mücadelenin arkasındaki en önemli unsur, milli uzlaşmadır, milli birliktir. Eğer bunu Sayın Çiller, kendi şahsi meselesi olarak istismar etmeye kalkarsa, terörle mücadelenin arkasındaki bu asıl gücü tehlikeye atar. O zaman bütün partiler, bu meselenin, bu meselede sağlanan gelişmenin, teröre karşı mücadelede aldığı mesafenin, Başbakan tarafından bu şekilde seçim meydanlarında, seçim ilanlarında, seçim konuşmalarında istismar edilmesini, onun tarafından oya dönüştürülmesine görünce, bu milli mutabakattaki desteklerini geri çekecekler. Maalesef bu uyarılarımız hiç dikkate alınmamıştır. Sayın Başbakan, bu meseleyi, üstelik tahrif ederek, seçim kampanyası sırasında en geniş biçimde kullanmıştır. Bunun ne kadar çarpıtıldığının en canlı şahitleri sizlersiniz. Dokunulmazlıkların kaldırılması meselesi daha istismar edilmiştir Başbakan tarafından. O dokunulmazlıkların kaldırılması meselesi ki, onu ilk dile getiren, bu kürsüden benim.

Yani, Başbakan daha bu konuda hiçbir tavır ortaya koymamışken, altı ay önce bu kürsüden bunu söyleyen benim. Ondan sonra bunun komisyonda ele alınması sırasında oy veren bizim arkadaşlarımızdır. Dokunulmazlıkların kaldırılması sanıyorum 1 oy farkıyla geçmiştir. Oy verenlerin 5’i, komisyondaki bizim arkadaşlarımızdır. Komisyondan geçtiği halde, aylarca Genel Kurula getirilmemiştir, arkadaşlarımız Danışma kurulunda çeşitli defalar bu konunun Genel Kurula getirilmesi için müracaat etmişlerdir. Buna rağmen getirilmemiştir. Seçime 1 ay kala, ani bir kararla, arkadaşlarım hepsi seçim bölgelerinde çalışma yaparken, ben daha önceden ilan edilmiş bir gezi için Niğde’de bulunurken, dokunulmazlıkların kaldırılması bir gün önce alınan bir kararla Genel Kurula getirilmiştir. Grup başkanvekili arkadaşlarımdan rica ettim, bütün milletvekili arkadaşlarımıza haber verin, çok acil veya çok önemli meşguliyeti olmayan arkadaşlarım katılsınlar görüşmelere dedim. Sanıyorum Grubumuzun üçte 1’i katılmıştır veya yarıya yakını katılmıştır. Katılan arkadaşlarım hepsi, bir tek, daha sonra Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği bir tek dosya hariç, eğer ben burada olsaydım ben de o dosyanın aleyhinde oy verirdim. Onun dışında hepsi için müspet oy kullanmışlardır; yani Komisyon kararı doğrultusunda oy kullanmışlardır. Bu oylamaların, sadece Mezarcı’yla ilgili olanları hariç, DEP milletvekilleriyle ilgili oylamaların hiçbirine Başbakan katılmamıştır. Mecliste bulunmasına rağmen katılmamıştır. Baştan görüşmelere 15 dakika katılmış, oylamaların hiçbirine katılmamıştır ve sonra Sayın Başbakan, bu konuyu bize karşı bir suçlama, bir istismar vesilesi olarak kullanmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bu olay, geçmişte kalan bir olay değil, bu olay bir ay içerisinde hep birlikte yaşadığımız bir olay. Bir gerçeği böyle tahrif eden bir Başbakana güvenebilir miyiz? Böyle biri haksız yere, üstelik de ortağının vermediği bir desteği verdiğimiz bir konuda, bizi suçlayan, bizim destek vermediğimiz, bizim destek vermediğimiz saptırmasından, yanıltmasından kendisine oy sağlamayı uman bir Başbakana güvenebilir miyiz, kişilik olarak güvenebilir miyiz? Komisyonda biz olmasak, komisyondan geçiremiyordu. Kendisi Genel Kurula katılmıyor, bizi katılmamakla suçluyor. Arkadaşlarım, katılanlar hepsi müspet oy kullanıyorlar, Anavatan bizi yalnız bıraktı diyor. Seçim için bazı ufak şeyler yapılabilir, yani olan şeyleri olduğundan fazla gösterebilirsiniz, bazen olan şeyleri olduğundan küçük gösterebilirsiniz, bunlar normal seçim taktikleri içindedir, propaganda anlayışı içerisinde mazur görülebilecek şeylerdir. Ama, bu kadar açık bir gerçeği, bu kadar çarpıtarak seçim malzemesi olarak kullanmak, bir Başbakan tarafından yapılsa dahi mazur görülmesi mümkün değildir.

Terör istismarı yanında, bu seçim kampanyasında sanıyorum Türk siyaset tarihinde hiç örneği yok da, dünya siyaset tarihinde de olmayan bir olmayan yaşandı. Bir iktidar partisi, iktidarın büyük ortağı, seçim kampanyasını, kendi yapacağı icraatları anlatmaya teksif etmesi gerekirken, sadece benim üzerine kurdu. Gazetelere benim siluetlerimi bastılar; yani ben karşınızda şu anda, bir iktidar partisinin seçim kampanyasının tek konusu, tek kahramanı olan dünyanın ilk muhalefet lideriyim. Sadece benim üzerime kampanya yaptılar. Ben her yerde de söyledim, eğer iki buçuk sene ülkeyi yönetmişlerse, iki buçuk senede kendi iddialarının hiçbirine ulaşamamışlarsa, kendi vaatlerinin hiçbirini gerçekleştirememişlerse, iki buçuk sene önceki Anavatan İktidarını, iki buçuk yıl önceki Anavatan İktidarını, iki buçuk yıl önceki Anavatan Başbakanını suçlamaktan medet umuyorlarsa, o takdirde bu iktidarın, bu partinin iyi niyeti olduğu düşünülmelidir:

Bir tanesi, demek ki bugünkü iktidar yapısından çok memnundur, ortağından çok memnundur, bu böyle devam edecektir. Ülke meselelerini aşmada bize hiç ihtiyacı yoktur; yani, bugüne kadar bizim gönüllü verdiğimiz desteğe dahi ihtiyacı yoktur. Bu şekilde ipleri koparmasının bir anlamı bu.

Ama ikinci, asıl önemli anlamı, iki buçuk yıldan beri süren başarısızlığını halktan gizlemeye çalışmaktadır. Başka izahı yoktur.

Benim seçim öncesi en önemli endişemi, en önemli korkumu teşkil eden, devlet ve iktidar imkanlarını bunu kullanmasını çok iyi bilen Doğru Yol Partisi kadroları tarafından bu seçimlerde kullanılabileceği konusu maalesef korktuğumdan daha geniş ölçüde gerçekleşmiştir. Sadece birkaç misal vermek istiyorum. Seçimlerden sadece üç hafta önce, 3 Mart 1994 günü, Bayındırlık Bakanlığı İller Bankasına talimat gönderiyor, Belediyeleri tashih ediyor, tahmin edeceğiniz gibi o belediyeler hepsi iktidar partilerinin belediyeleri, bu belediyelerin acil ihtiyaçları için şu meblağları diyor, işte 5 milyar, 10 milyar, 30 milyar neyse, 1995 yılı ödeneklerine mahsuben ödeyin. Şimdi dikkatinizi çekiyorum, üç hafta sonra seçim var, o seçimde, o belediye başkanlarının kazanıp kazanamayacakları belli değil. O belediye başkanları seçime girecekler, muhtemelen kazanamayacaklar, başka başkanlar seçilecek. O başka başkanların, yeni seçilecek başkanları, bir yıl sonra, 1995 yılında, İller Bankası’ndan kullanacakları kanuni hakları olan ödenekler, üç haftası kalan iktidar belediye başkanlarının seçim kazanması için kullanıldı, bunun başka izahı yoktur.

Geçen gün bir özel televizyonda, sanıyorum 32. Gün müydü, Çapraz Ateş miydi, Mehmet Ali Biran’ın yaptığı bir programa çıktık, orada Sayın Karayalçın da Ankara’dan katılıyordu, ben bunu dile getirdim, Sayın Karayalçın bunun, devletin devamlılığının bir gereği olduğunu söyledi. Yani dedi ki, bazı yatırımların devam etmesi lazım, onun için bu hizmetin sürekliliği açısından bu yapılabilir.

Ben, bizim iktidarımız döneminde böyle bir şeyin yapıldığını sanmıyorum. Yani, belediyelere, fonlardan yardım yapabilirsiniz, Maliye Bakanlığı’nın elinde fonlar var, Bayındırlık Bakanlığı’nın elinde fon var, o fonlardan belediyelere yardım yapabilirsiniz, o fonları zaten bunlar tamamen partizanca kullanıyorlar. Ama İller Bankası’ndaki, o belediyenin kanuni hakkını, 1995 yılındaki bölümü, seçime üç hafta kala o belediyeye tahsis etmeniz, herhalde savunulabilecek bir davranış değil.

İkinci olarak, Başbakanlığın bir genelgesi var. 4 Şubat tarihli bir genelge. Yani bundan iki ay önce çıkmış bir genelge. Genelgenin personel alımlarıyla ilgili bölümünde şöyle deniyor: Devlet kuruluşlarına bundan sonra, devamlı veya geçici bir tek işçi bile alınmayacaktır. Çok acil işçi, eleman ihtiyacı olan kuruluşlar, bunlara KİT’ler dahil Maliye Bakanlığı’na, Başbakanlığa başvuracaklar ve ondan diğer kuruluşlardan eleman fazlası olan veya özelleştirme fazlası olan kuruluşlardan aktarma yapılacak. Yani, en acil ihtiyacı olan devlet kuruluşları için dahi, yeni eleman almayı yasaklayan bir tasarruf genelgesi var. Şimdi bu genelge yürürlükteyken, ben yurt gezisinde illeri dolaşıyorum, her gittiğim ilde bakıyorum işçi alma sınavları açılmış, her yerde. Rize’de, Trabzon’da, Çay-Kur yapıyor, Giresun-Ordu’da Fiskobirlik yapıyor, Samsun’a geliyor TEKEL yapıyor. Geçiyorum Ege’ye, TEKEL yapıyor, Manisa’da, şurada burada. Orman yapıyor Çorum’da. Kömür İşletmeleri... Şimdi bunları bütün arkadaşlarım herhalde kendi değerlendirmelerini aktarırken bile getirecekler, ama Türkiye’nin her yerinde, çeşitli devlet kuruluşlarına eleman alımı için ilanlar başlatılmış, bazılarında imtihanlar yapılmış. Mesela TEKEL’de, sadece Samsun’da 32 bin kişi müracaat etmiş. Stadyumda imtihan yapmışlar. Tamamen dandik bir imtihan, sordukları soru, Türkiye Cumhuriyetini kuran kimdir? Mesela, Atatürk dediniz mi kazanıyorsunuz imtihanı. Herkes imtihanı kazanmış. Samsun’da arkadaşlarım herhalde anlatacaklar, herkes imtihanı kazanmış umutla mülakatı bekliyor;ama mülakat seçimden sonra. Sözlü sınavı kazanmış mülakatı da kazanıp işe girecek. Tabii ki arada bir tek işlem var, ailesiyle beraber seçimde Doğru Yol Partisi’ne de oy verecek. Bu işçi alımının, bu kadar yozlaştırıldığı başka bir seçim olduğunu sanmıyorum.

Tabii, Köy Hizmetleri, diğer devlet kuruluşları da seferber olmuşlar, bir beldeye gidip, 1 kilometre asfalt döktüğünüz zaman o beldenin oylarının önemli ölçüde etkileme imkanınız var. Bu da sonuna kadar kullanılmış zaten Doğru Yol Partisi’nin illerde ve ilçelerde bizim çok gerimizde kalmış olmasına rağmen, beldelerde ve kırsal kesimde bizim önümüze geçmiş olmasının başka izahı yoktur. Bu imkanlar, yani devletin hizmet imkanları, bu belediyelerde, kırsal kesimde, olağanüstü boyutlarda kullanılmıştır.

Bir de, devlet bankaları meselesi var. Ben buradan da dile getirdim. Daha sonra çeşitli vesilelerle de dile getirdim. Bakın, 1986 yılında, Kamu Ortaklığı İdaresi bir ilan vermişti gazeteye, Gelir Ortaklığı Senetlerinin satışıyla ilgili. O günkü muhalefet partileri, Seçim Kurulu tarafından. Bu sefer seçimlerden iki ay önce bana bazı duyumlar geldi. Başbakanın eşi, hiçbir resmi sıfatı yok, devlette hiçbir sorumluluğu yok, banka yöneticilerini ve o bankaların çalıştıkları reklam şirketlerinin yöneticilerini, Başbakanlık konutuna çağırmış ve bunlarla teker teker toplantı yapmış, onlara, bu kampanyayı izah etmiş. Kampanyada kullanacakları sembolleri, anahtarları filan da kendisi bu reklam şirketlerine, banka yöneticilerine ifade etmiş ve sonra birdenbire, 5 tane devlet bankası birden, bir büyük kampanyaya başladılar, bir büyük atağa geçtiler. Bakıyorsunuz bilboardlarda onların ilanları, televizyonda dakika başına ilanlar, gazetelerde çarşaf çarşaf ilanlar, altında o ekonomik terör ilanlarında olduğu gibi kullanılan Başbakanlığın sembolleri var. 2001 yılı, bilmem ne, başarı filan...

Şimdi, Emlak Bankası, ucuz konut vaadediyor, Halk Bankası esnafa ucuz kredi verecek, Vakıflar Bankası ev kadınlarına ve gençlere düşük faizli kredi verecek, Şekerbank çiftçilere düşük kredi verecek, 5 tane kamu bankası, hepsi bir kesime yüzde 55 yıllık faizli kredi dağıtacak.

Şimdi bakan, devlet kendisi, yüzde 129 faizle Hazine Bonosu satışına teşebbüs etti ama talip olmadığı için, faiz düşük görüldüğü için satamadı. Yani devletin şu anda borçlanabilmek için vermeye hazır olduğu faiz yüzde 129’dur. Yüzde 129 faizle para toplayan devlet, kendi bankalarından bu kesimlere yüzde 55 faizle kredi dağıtacak. Maalesef, Türkiye’de buna inananlar da var. Binlerce müracaat oldu, onun çok küçük bir bölümü ancak karşılanabildi. Ama yapılan reklam harcamaları, verilen kredi hacminin birkaç katıdır. Tabii bu reklam harcamalarının iki boyutu var, bir tanesi, halkı etkiliyor, halk birden bire Hükümetin kendisini hatırladığını, kendisine, mesela esnaflar iki buçuk seneden beri kendileri için hiçbir icraatı olmayan Hükümetin, birdenbire kendilerine düşük faizli kredi dağıttığı zehabına kapılıyorlar. Başbakan da bunu gayet güzel izah ediyor, mesela her esnafa kredi verince, bir anda Türkiye’de 5 milyon işsiz iş sahibi olabiliyor.

Tabii bunu böldüğünüz zaman, bir kişinin iş sahibi olabilmesi ancak 20 bin lirayla filan mümkün olmuyor. Ama millet o detaya girmiyor, o hesabı yapmıyor. Ama ikinci bir yönü daha var; bu kampanyayla, medyaya da büyük kaynak aktarılıyor, yani gazetelere, seve ilan yoluyla çok bir kaynak aktarılıyor. Dikkat ederseniz özellikle seçimlerde önceki son 15-20 günlük sürede, bütün medya, özellikle büyük şehirlerde bizim kazanmamız için, iktidar partilerinin adaylarının başarılı olabilmesi için, her türlü desteği vermiştir. Kamuoyu araştırmalarıyla vermiştir, yayınlarıyla vermiştir, adayları lanse ederek vermiştir; ama, neticede bütün bunlar sadece, hem onların destek verdikleri adayların başarısına evet demiştir, hem de bizi, ikinci kılmakla kalmamıştır, Refah Partisi adaylarının hem İstanbul’da, hem Ankara’da seçilmesi sonucunda etkili olmuştur.

Yine bu seçim kampanyası sırasında, zannediyorum ki şimdiye kadar Türkiye’de hiçbir Başbakanın başvurmadığı birtakım yöntemlerin kullanıldığını da hep birlikte gördük. Sayın Başbakan gecekondu mahallelerine gitti, gecekondulara tapu vereceğini vadetti. Yine Sayın Başbakan, gittiği ilçelerde, futbol takımlarını birinci lige çıkarmayı vaadetti. Adana’da İmamoğlu Sporu birinci lige çıkarmayı vaadetti.

Şimdi değerli arkadaşlarım, bu bizim dışımızda olan ve seçim sonucunu etkileyen bütün unsurlar, bunlar daha da çoğaltılabilir, ama bizim kendi değerlendirmemizi sağlıklı yapmamızı engellememelidir. Çünkü, netice itibariyle bütün bu unsurlara rağmen, bizim...

İçel, yani solun kalesi gibi görünen veya Doğru Yol Partisi’nin kalesi gibi görünen yerlerde, hem kaleler devrilmiştir, hem büyükşehirler alınmıştır, bütün metropolleriyle birlikte alınmıştır, hem de il genel meclisinde Anavatan Partisi birinci duruma geçmiştir.

Dolayısıyla, aldığımız sonucu değerlendirirken, bölgeler itibariyle ortaya çıkan bu farklılıkların temeline de inmek zorundayız. Eğer Anavatan Partisi’nin mesajı doğru değilse, performansı yeterli değilse, o zaman mesela İçel’de bu sorucu almaması gerekirdi, Bursa’da bu sonucu almaması gerekirdi. Bu açıdan bakıldığı zaman, bu farklılıkların teşhisini doğru koymamız lazım. Buradaki arkadaşlarımızın çalışmasıyla, başka arkadaşlarımızın çalışmasını, oradaki şartlarla diğer bölgelerdeki şartların farklılığını doğru bir şekilde tahlil etmemiz lazım.

Ben, taşıdığım sorumluluğun gereği olarak, kendimle ilgili her hususu, hem kendi kendime, hem de sizinle tartışmaya hazırım. Bunu hiçbir zaman alışılmış, geçmişte ve bugünkü onları taklit eden bazı liderlerin yaptıkları gibi, bir tabu haline getirmek, benim tabiatıma uymaz, yönetim anlayışıma da uymaz. Ama, herkesten ricam, bu ortak değerlendirmeyi yapmadan önce, herkesin benim gibi kendisiyle hesaplaşması lazım.

Yani, acaba hepimiz kendimiz yapmamız gerekeni yaptık mı, bir kere bu soruyu kendimize sormamız lazım. Ben, bir buçuk ayda 49 tane ile gittim, 100 küsur mitingte konuştum. Belki biraz daha zorlasaydım, 49 yerine 55’e gidebilirdim; ama, daha fazlası fiziken mümkün değil. Herkesin bir kere kendi kendiyle bu hesaplaşmayı yapması lazım.

Ondan sonra birbirimizi değerlendirmemiz lazım. Ondan sonra birlikte teşkilatlarımızı değerlendirmemiz lazım. Bu mesele, hiç birimizin alınmasına, darılmasına, gücenmesine vesile olabilecek bir konu değildir. Hiç kimsenin şahsi meselesi de değildir, hepimizin ortak meselesidir. Ben bu konuda, dile getirilecek görüşlerin, eleştirilerin hiç birinin ardında kötü niyet arama ihtiyacında değilim. Hiç, ne basındaki o yorumlara kulak veririm, ne biraz önce dediğim gibi, bizim dışımızda olan, bizim karışmamızdan, bizim kötüye gitmemizden medet uman insanların telkinlerine kulak veririm, ama bu Partinin içerisinde olan, benimle birlikte alışmış olan arkadaşlarımın dile getireceği her türlü eleştiriyi mutlaka dikkate alırım.

Onun için, bu değerlendirmeyi olanca açıklığıyla yapmamız lazım. Kendi içimizde yapmamız lazım.

Çoğu zaman mümkün olmuyor; ama, bu değerlendirmemizi dışarıya taşırmadan yaparsak daha faydalı olur. Çünkü bunun çoğu zaman çarpıtılarak dışarıya yansıtılması, demin söylediğim Anavatan Partisi’nin zayıflatılmasından medet uman çevrelerin işine yarar. Mümkün olduğu kadar, bunun kendi içimizde tartışmamız lazım...

Şimdi, bu tablonun ortaya koyduğu, bizim Partimizi aşan bir başka gerçek var. Türk siyaseti, bir aşırı bölünmüşlüğe doğru gidiyor. Mevcut tablo, seçim öncesi tablo, bir bölünmüşlük tablosu iken, çoğu çevreler siyasetteki bu bölünmeden şikayetçi iken ve bunun seçimler yoluyla giderilmesi beklenirken, maalesef bu seçimlerde ortaya çıkan tablo, bu bölünmüşlüğü daha da artıran bir tablodur. Şimdi, Türkiye bu kadar parçalı, bölünmüş bir siyasi yapıyla istikrar sağlayamaz. Türkiye siyasi istikrarı yakalayamadıkça da, diğer sorunlarına çözüm bulamaz.

Burada, bu tablo karşısında, mademki, seçmen iradesi kendiliğinden bu istikrarı yakalayamamıştır, bir istikrar tablosu ortaya koyamamıştır, bunu kolaylaştıracak bazı yasal düzenlemeyi şimdiden düşünüp tartışmak ve gerçekleştirmek siyasilere düşer, Meclise düşer. Ben bu gelişmeyi tahmin ettiğim için, bundan iki yıl önce seçim sisteminde değişiklik yapmamız gerektiğini, iki turlu dar bölge sistemine geçmemiz gerektiğini, Sayın Cindoruk’un düzenlediği bir Anayasa değişiklikleriyle ilgili bir parti başkanları toplantısında dile getirdim. O zaman Sayın Demirel, benim bu önerime çok sıcak yaklaştı ve Türkiye’nin eninde sonunda bu sisteme geçmeye mecbur olduğunu ifade etti. Maalesef Sayın Erbakan ve Sayın İnönü, bu seçim sistemi değişikliğine karşı çıktıkları için, o zaman bunun gerçekleştirilmesi yolunda daha ileri adımlar atılması mümkün olmadı.

Ama, bakın, Pazar günü ortaya çıkan tabloda, seçilen belediye başkanlarının aldıkları oy oranlarına bakın, göreceksiniz ki, yüzde 80’i yüzde 20 ile 25 arasındaki oy oranıyla seçilmişlerdir. Bu hiçbir partiyle ilgili bir mesele değil. Ama, yüzde 20 oy oranıyla seçilen bir belediye başkanının, orayı yönetmekte ciddi güçlükleri olacağı veya seçimin demokratikliği açısından tartışmaya açık olacağı ortadadır. Bizim önerdiğimiz sistemde, eğer o zaman gerçekleşseydi, muhtemelen bu Pazar günü yapılan seçimde il bazında söylüyorum hiçbir belediye başkanı seçilememiş olacaktı, yani yüzde 50’ye hiç biri ulaşamamış olacaktı.

Şimdi, önümüzdeki günlerde, bir ekonomik istikrar paketinin gündeme gelmesi söz konusudur. Bununla ilgili koalisyon ortakları arasında görüşmeler, pazarlıklar sürüyor. Onların, bazı güçlüklerle karşı karşıya olduğu anlaşılıyor.

Burada, bizim dışımızda, bizim ülkenin çıkarını düşünmediğimizi düşünen, sadece kendilerinin ülkenin iyiliğini düşündükleri saplantısı içinde olan çevreler, bize belli senaryoları empoze etmeye çalışmaktadırlar. Birtakım, daha önce ortaya atılmış formülleri yeniden gündeme getireceklerdir. Belki oralarda bazı ufak tefek rötuşlar yapıp yeni formüller empoze ettikleri yönde davranmamız için üzerimize baskı koyacaklardır. Benim üzerime koyacaklardır, sizlerin üzerine koyacaklardır.

Benim arkadaşlardan ricam, işte bu son seçimlerde de birlikte yaşadık, bu çevrelerin, bazı basın organlarının bizimle ilgili tavırlarını gördük, menfi veya müspet, hiçbir önyargıya kapılmadan, hiçbir peşin hükümle hareket etmeden, bundan sonraki tavrımızı, yapacağımız ortak değerlendirmeler ışığında ve tabii ki Türkiye’nin menfaatlerini her şeyin üzerinde tutarak, birlikte tespit edelim. Bu konuda dışarıdan bize yapılacak yönlendirmelere itibar etmeyelim. Türkiye’nin menfaatini, bizden daha çok düşündüğünü iddia eden çevrelerin hiçbirine itibar etmeyelim. Biz, kendi yolumuzu kendimiz çizelim.

Türkiye’nin bugün içinde bulunduğumuz şartlarda, Anavatan Partisi’nin ne kadar önemli bir konuma sahip olduğu, Türkiye’nin yakın geleceğinin şekillenmesinde Anavatan Partisi’nin ne kadar önemli bir rol oynayacağı, sanıyorum ki burada uzun boylu izaha ihtiyaç göstermeyecek bir husustur. Bütün arkadaşlardan ricam, bunun bilincinde olarak, hem parti olarak, ülke olarak önemli bir dönemden, parti önemli bir sınavdan geçeceğimiz önümüzdeki günlerde, Oltan Bey’in de konuşmasının sonunda ifade ettiği gibi, Parti dayanışmasını, birlik beraberliğini koruma hususunda azami dikkati, özeni göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. Bütün arkadaşlardan bu yönde davranmalarını rica ediyorum.

Daha önce birkaç defa vurguladım, bu arkadaşlarımızın değerlendirmelerinde gerçekçi olmalarını engelleyen bir husus değildir. Geçmiş dönemin muhasebesini en geniş şekilde yaparız, seçimlerin tahlilini en gerçekçi şekilde yaparız, ama dışa karşı özellikle, Anavatan Partisi’ni istedikleri şekilde yönlendireceğini düşünen çevrelere karşı, parti olarak tam birlik, beraberlik olgusu içinde olmalıyız. Ben, bugüne kadar olduğu gibi, bütün arkadaşlarımın, bundan sonra da bu hususta azami dikkati göstereceklerini ve parti olarak bu sınavı da başarıyla geçeceğimize inanıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. Teşekkür ederim.