ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ’IN
TBMM GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA
 
14 Temmuz 1994

Değerli arkadaşlarım, biraz sonra parti grubumuzun talebi üzerine olağanüstü olarak toplanacak olan Meclis Genel Kuruluna katılacağız. Bu grup toplantısına gecikmeli olarak katıldım, çünkü bir ay öncesinden Ankara’daki Avrupa Topluluğu büyükelçileriyle bir buluşmam, bir yemeğimiz vardı, onlara Avrupa Topluluğu- Türkiye ilişkileri hakkında Anavatan Partisi olarak görüşlerimizi bildirmek için bu daveti kabul etmiştim. Avrupa Topluluğunun yeni dönem Başkanı Almanya’nın Büyükelçisinin bir daveti idi. Bazı arkadaşlarımla beraber o yemeğe katıldım. O yemekten erken ayrıldım ve Sayın Başbakanın Türkiye Elektrik Kurumu Salonunda yaptığı basın toplantısının önemli bir bölümünü izledim. Sonra aranıza geldim.

Şimdi, evvela önemli bir hususu dikkatinize getiriyorum, önümüzdeki günlerde de bunun takipçisi olacağız. Sayın Başbakan, yurt dışındaki mal varlığıyla ilgili olarak, bizim verdiğimiz araştırma önergesi konusunda açıklama yapmak üzere, yurt dışındaki mal varlığını açıklamak üzere, bir basın toplantısı yapacağını ilan etmiştir. Bu basın toplantısını naklen yayımlamaları için devletin televizyonuna ve özel televizyonlara telkinde bulunulmuştur. Meclis Başkanı, bu uygulamanın içtüzüğe ve teamülüne aykırı olduğu gerekçesiyle Mecliste yapılmasını veya Mecliste yapılacak bir toplantının televizyonlarda yayımlanmasını engellemiştir. Bunun üzerine bir devlet kuruluşunda bu basın toplantısı yapılmıştır.

Biz bu sabah TRT’ye uyarıda bulunduk. TRT’nin bir partinin grup toplantısının naklen yayımlamasının, TRT’nin yasasındaki yayın ilkelerine aykırı olduğunu, böyle bir yayını yaptıkları takdirde, hem kendileri hakkında suç duyurusunda bulunacağımızı hem de Radyo Televizyon Üst Kuruluna şikayette bulunacağımızı uyardık, buna rağmen TRT naklen yayımlamıştır.

İzlediğim geniş bölümünden ve daha önce söylediklerinin metninden anladığıma göre, Sayın Başbakan bu basın toplantısı aslında doğrudan doğruya millete yönelik bir propaganda vesilesi olarak kullanmayı amaçlamıştır. Asıl basın toplantısının konusunu teşkil eden, bizim sorularımıza teşkil eden konuda sadece bir kaç dakika konuşmuştur. Yaptığı açıklamalar, kendi milletvekillerini dahi ikna etmemiştir, bunu televizyon izlediğiniz zaman siz de net göreceksiniz. Mesela niye bakan olarak Amerika’da yatırım yaptığını sormuş ve cevap vermemiştir. Verdiği cevap şudur: ben bu yatırımı eskiden de yapmıştım, tek cevap budur, izlediğiniz zaman göreceksiniz.

Sayın Başbakan, uzun uzun terördeki başarısını anlatmıştır, dış politikadaki sözde başarılarını anlatmıştır, ekonomik durumla ilgili dün yaptığı basın toplantısını tekrarlamıştır. Ondan sonra, asıl bu basın toplantısının amacını teşkil eden konuda, evvela bizi bir suçlamayla işe girmiştir, Anavatan Partisinin Genel Başkanı Mesut Yılmaz Meclisi olağanüstü toplantıya çağırmıştır. Bir kere yanlış, ben toplantıya çağıramam, biz sizinle beraber çağırdık. Başbakan soruyor: “ Niye çağırmıştır, memlekette büyük bir terör olayı mı var veya ekonomik kriz mi var veya turizmde büyük bir şey mi var, onun için mi çağırıyor aslında bunların hepsi var- ama benim mal varlığımla ilgili çağırmışlar. Benim mal varlığım Meclisin böyle olağanüstü toplanması için gerekli bir sebep midir?

Şimdi bakın değerli arkadaşlarım, aynı Başbakan geçen sene 25 Ağustos 1993 akşamı yine televizyonlardan yayımlanan bir “ Ulusa Sesleniş” konuşması yapmış. Orada Başbakanın söylediklerini aynen tekrarlıyorum, söylediği şu: “ Herşeyden önce temel bir ahlaki anlayışı yerleştirmek zorundayız. İnsanların zenginliği, haksız kazanç üzerine kurulamaz. Nerede yolsuzluk varsa, bunlar nerede vurdumduymazlık yaratıyorsa, orada çürüme başlamış demektir. Çürümüşlükle yani yolsuzlukla mücadele, aslında toplumun yaşam savaşıdır”. Bunu ben söylemiyorum, bunu Başbakan söylüyor, 25 Ağustos 1993 günü Ulusa Sesleniş konuşmasında söylüyor, bunun toplumun yaşam savaşı olduğunu söylüyor. Yani, yolsuzluklarla mücadele etmenin, servetlerin haksız kaynağını araştırmanın, bir toplumun yaşam savaşı olduğunu söyleyen bir Başbakan bu önerge için bize teşekkür etmesi lazım.         (Alkışlar)

Başbakan aynı konuşmasından bir bölümü daha okuyorum: “ Yolsuzluklar her toplumda var, ancak her demokratik toplumda rüşvet ve yolsuzlukla mücadele için temel kurumlar ağır ve geciktirilmeden verilen cezalar var. Demokrasinin erdemi işte burada. Demokrasilerde bu olaylar kesinlikle örtbas edilemez”. İşte biz de bu iddiaların örtbas edilmemesi için Meclisi olağanüstü toplantıya çağırdık.

Şimdi değerli arkadaşlarım, iddia nedir? İddia, Sayın Başbakanın bakanlığı sırasında altını çiziyorum- Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bakanı için Amerika Birleşik Devletlerinde birtakım gayri menkuller, hanlar, oteller, vesaire almak için Türkiye’den Amerika’ya döviz transferi yaptığı, döviz yatırımı yaptığıdır. İddia budur. Şimdi, bu iddianın bir ahlaki yönü var. Türkiye Cumhuriyetinin bir Hükümet üyesi, hem de görevde olduğu bir sürede, bu memleketin döviziyle yurt dışında yatırım yapmalı mıdır? Böyle bir davranış ahlaki olur mu? Böyle bir davranış siyasi ahlakla bağdaşır mı? Bu işin birinci yönüdür. Bu Başbakan söz konusu olduğunda işin başka yönleri var. Bu Başbakan televizyona çıkmış, yurt dışındaki gurbetçi işçilere demiş ki: “ Memleketin durumu kötü, iktisadi kurtuluş savaşı yapıyoruz. Bir kampanya açsın, herkes Türkiye’ye 1 000 DM gönderin” Hakikaten memleketin ekonomik durumu kötü. Memleketin döviz rezervini yemişler bitirmişler, seçim uğruna bitirmişler. Memleketin dövize ihtiyacı var. Bir Başbakanın yurt dışındaki vatandaşlarına böyle bir çağrı yapmasını yürekten destekliyorum, ben de Başbakan olsam belki aynı çağrıyı ben yaparım, ama şimdi bütün millete soruyorum: bu çağrıyı yapan Başbakanın 12 bin işçinin gönderdiği meblağı şahsi yatırım olarak Amerika’ya göndermeye hakkı var mı yok mu?...Böyle bir Başbakanın, böyle davranan bir başbakanın samimiyetine güvenilir mi güvenilmez mi? Bu Başbakanın samimi olduğunu savunulabilir mi savunulamaz mı?

Tabii bu sözlerim size değil, bu sözlerim millete; ama, en başta Doğru Yol milletvekillerine, İktidarın milletvekillerine. Eğer bu davranışı samimi buluyorlarsa, bu Başbakanın samimi olduğuna inanıyorlarsa, buyursunlar önergemizi reddetsinler.

İşin bir yönü daha var, güven yönü var. Başbakanın eşi çıkıyor açıklama yapıyor: “ Çocuklarımızın geleceği için bu yatırımı yapmak zorundaydık ” diyor. Değerli arkadaşlarım, çocuğu olan herkes çocuğunun üstüne titrek, çocuğun geleceği için her türlü tedbiri alır, hepiniz alıyorsunuz, ben de alıyorum, ama çocuğun geleceğinin güvencesini Amerika Birleşik Devletlerinde arayan bir Başbakana güvenilir mi güvenilmez mi?.. Eğer bir Başbakan kendi memleketinin geleceğine güvenmiyorsa, o Başbakana bu millet nasıl güvenecek?..

Değerli Arkadaşlarım, şimdi bakın, Sayın Başbakan kendi kendisine sordu- biraz önce de söyledim-“ bana soruyorlar: Niye Amerika’da yapmış?.. Başbakanın verdiği tek cevap: Ben Amerika’da ilk defa gayri menkul almıyorum, ben 1973’te de Amerika’da gayri menkul almıştım.” Şimdi, işin doğrusuna bakarsanız, aslında bakarsanız, Başbakanın, Başbakan olmadan önce yaptığı yatırımlar, eğer mevzuata uygunsa, eğer yasal bir aykırılık yoksa, vergisi ödenmişse, filan falan, bizi ilgilendirmez, geçmişte istediği yere yatırım yapar...

“Efendim, yurt dışında çalıştım, orada kazandım aldım ” diyor, doğru olabilir, olmaz, o bizi ilgilendirmez. O, yetkili mercilerin işi. Bizi ilgilendiren bir yönü var. Biz diyoruz ki: Hükümet üyesi olarak, hem de ekonomiden sorumlu Hükümet üyesi olarak, milyonlarca dolarlık, milyarlarca liralık gayri menkul yatırımını Amerika’da yapılması bir ahlaka sığmaz iki, samimiyete uymaz, üç birde yasalara uygun mu onu da araştıralım diyoruz.

Şimdi bakın, Sayın Başbakanın eşi bir açıklama daha yaptı, dedi ki: “ Biz Türkiye’deki mal varlığımızı, bazı şirketlerimizi sattık, onun parasıyla Amerika’da bu gayri menkulleri aldık. “ Galiba biraz aceleyle yapılmış bir açıklamaydı, ihtiyatsız bir açıklamaydı. Bizim arkadaşlarımız gittiler, o şirketlerin kayıtlarını incelediler. Bakın ne oldu: o sattık da parasıyla Amerika’da gayri menkul aldık dedikleri şirketler, bir holding şirketi geçen sene toplam 38 milyon lira vergi ödemiş. Ondan önceki sene toplam 29 milyon lira vergi ödemiş... Başbakanın bugünkü ifadesini söylüyorum: “ Yaptığımız yatırım topu topu 925 bin dolar ” diyor. Yani, o zamanki değerle 10-15 milyar lira. Ama siz de biliyorsunuz ki, gayri menkullerin bugünkü değeri 7 milyon- belki daha da fazla dolar.

Arkadaşlarım bu gayri menkullerin nasıl edinildiğini de incelediler, bu gayri menkuller aslında kelepir fiyatına alınmış, yani değerinden daha düşük alınmış, ama bunların daha sonra....için muhtemelen Türkiye’den ek kaynak götürmüş, şu anki değerleri 7 milyon, 10 milyon dolar. Şimdi, yasal yönü için bir şey söylemiyoruz. Sayın Başbakan diyor ki: “ İşte dosya yaptım, dağıtacağım, bunların hepsi yasaldır, kanuni yollardan transferleri yapılmıştır.” Ama bu yasal yönünün de bir araştırılması lazım, onu söylüyoruz. Bunların vergisi ödenmiş mi” Yani, dışarıya yatırım olarak gönderilen bu fonlar Türkiye’de vergilendirilmiş mi? Bunların vergisi ödenmiş mi? Transferleri kambiyo mevzuatına uygun yapılmış mı? Transfer edilen meblağ, orada harcanan meblağın tamamı mı? Bunları araştırmak lazım diyoruz.

Şimdi, Sayın Başbakan bugüne kadar bu konuda hiçbir doyurucu açıklama yapmamıştır. Bugün yaptığı açıklama da doyurucu değildir. Çünkü, dediğim gibi, bu yatırımın kaynağı olarak gösterilen şirketleri araştırdığınız zaman, ister istemez eriye gitmeniz lazım. Geriye gittiğiniz zaman da, huzurunuzda açıkça ifade ediyorum, çok kirli işler çıkmaktadır. Çünkü bu söylenen holding, o yatırımları yaptı denen holding, eşi İstanbul Bankasının Genel Müdürü iken, o batan bankanın genel müdürü iken, kendisi de eşinin danışmanı iken, faaliyet gösteren bir holdingtir. Ve işte gazetelerde de okuyorsunuz, bizim elimizde de var, o zaman düzenlenen teftiş kurulu raporları var. Bankanın kaynaklarının kendisinin ortak olduğu bu şirkete akıtıldığı konusunda müfettişlerin ifadesi var.

Mesele bununla da bitmiyor, bu şirketin yurt dışında ortakları var. İsviçre’de üç tane finansman şirketine ortaklığı var, kendisi bugün de kabul etti. Libya’da ve Suudi Arabistan’da inşaat şirketlerine ortaklıkları var. Şimdi bir insan, hem bir bankanın genel müdürü olup, ondan sonra genel müdür sıfatıyla yani kendisine emanet edilen, milletin parasını, halkın parasını korumakla yükümlü olduğu parayı kendisinin ortak olduğu başka şirketlere aktarabilir mi? Sonunda banka iflas ediyor. Banka iflas edince, Ziraat Bankası bankayı devralıyor. Bizim Hükümetimizden önce bir kanun hükmünde kararname çıkarıyorlar, sanıyorum 1983 yılının Eylül ayında, Ziraat Bankası İstanbul Bankasını devralıyor. Sayın Pakdemirli o zaman Hazine Müsteşarı. Biz İstanbul Bankasını yolsuzluklarıyla usulsüzlükleriyle kötü yönetimiyle batıranlar hakkında dava açıyoruz. Hazine yönetimleriyle batıranlar hakkında dava açıyoruz, Hazine olarak dava açıyoruz. Bu dava görülüyor, mahkeme bu davada sanıkları ikiye ayırıyor, diyor ki: bunların bir kısmı, son olarak Ziraat Bankasının İstanbul Bankasını devraldığı dönemde görev yapmadıkları için onlar bu davanın kapsamından çıkarılmaları lazım. Bunun içerisinde Sayın Başbakanın eşi de var. Biz tekrar dava açıyoruz. Hazine olarak, o dava beraatle sonuçlanıyor, çünkü o günkü Bankalar Kanununa göre... Yani, o günkü Bankalar Kanunu böyle bir suç öngörmemiş. Bir bankanın idare meclisi, genel müdürü ortaklaşa bankayı batıracaklar, böyle bir suç öngörülmemiş, böyle bir durum öngörülmemiş. Mahkeme bunları beraat ettiriyor, onu da Yargıtaya götürüyoruz, Yargıtay üç ay önce, Nisan ayında bu kararı bozuyor.

Bakın dikkat edin, dün yapılan açıklama da gerçekleri çarpıtıcıdır; mahkemenin bozması, evet aralarında Sayın Başbakanın eşinin olmadığı diğer sanıklarla ilgilidir ama, mahkemenin bozma gerekçesinde başka bir husus var, mahkemenin sanıkları tefrik etmesini de temyiz kabul etmiyor. Yani, daha önce Sayın Başbakanın eşinin görev süresi itibarıyla bu davanın kapsamı dışında tutulmasına ilişkin mahkeme kararını da Yargıtay bozuyor.

Şimdi, bütün bu dava İstanbul’daki asliye ticaret mahkemesinde yeniden görülmeye başlayacak. Ve tabii o zaman görülmeye başlandığında, belki de bu dava safahatında hiç gündeme gelmemiş olan bu yurt dışı bağlantıları yeniden gündeme gelecek, bankanın kaynaklarının yurt dışına nasıl transfer edildiği, kimlere transfer edildiği gündeme gelecek. Sonra bu bankanın kaynaklarıyla yurt dışında kurulan ortaklıkların nasıl, kim tarafından, kime devredildiği, hangi bedelle devredildiği, hepsi bunlar önümüzdeki günlerde bu davanın safahatı içinde gündeme gelecektir.

Ama şimdi size soruyorum: Ortaya bir iddia atılmış, bir gazete bir iddia atmış, bu iddia kamuoyunda büyük yankı bulmuş. Buna karşı açıklama yapılmış, o açıklamalar ister istemez, meseleyi geri dönük, geçmişe dönük araştırma zaruretini ortaya çıkarmış. Şimdi, bu durumda, Sayın Başbakanın yapması gereken nedir? İki defa söyledim, aynı durum benim için söz konusu olsaydı, bir dakika bile tereddüt etmezdim, o araştırmayı ben talep ederdim... Sayın Başbakanın belki bu iddialardan aklanmaya şahsen ihtiyacı yoktur, ama oturduğu makamın buna ihtiyacı var. Başbakanlık makamı şaibeyle yapılamaz, şaibeyle orada oturtulamaz. Öyle tek taraflı dosya düzenleyecekseniz, onu dağıtacaksınız, “ İşte ben aklandım, ben açıklama yaptım ” diyeceksiniz; bu mümkün değil.

Meclisin duruma el koyması zarureti var, araştırma komisyonunun kurulması zarureti var, başka türlü aklanmak mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, biz elbette ki bu konunun üstüne gitmekle yükümlüyüz, Anamuhalefet Partisi olarak hiç bu konudaki eleştirilerden filan etkilenmeyiz, sonuna kadar bu işi kovalarız. Mecliste bugün reddederlerse yarın kamuoyunda daha beter kullanırız. Bunu her yere yayarız, her mitingde dile getiririz, bu işin peşini bırakmayız. Bize basında şimdi zorluk çıkaracaklar. Dün Hasan Korkmazcan arkadaşım çok önemli iddialar dile getirdi. Bugün bakarsanız basının onda dokuzunda bunları bulamazsınız. Akşam televizyonları izlediyseniz, bunların büyük kısmını orada göremediniz, dinleyemediniz. Böyle zorluklarımız olacaktır, ama yılmayız. Parti olarak poster kampanyası yaparız, Türkiye’nin bütün meydanlarına bütün duvarlarına bunları asarız.

Değerli arkadaşlarım, bakın bu olaylar Türkiye’yi nasıl etkiler? Demokrasimizi nasıl etkiler? Rejimi nasıl çürütür? Size bir örnek vermek istiyorum. Bir kere, bu olayların gündeme getirilmesini, bu olayların araştırılmasını, bunları üstüne gidilmesini, varsa suçluların cezalandırılmasını, yoksa aklanmasını demokrasimizin gelişmesi açısından çok önemli bir konu olarak görmemiz lazım. Yakın geçmişte, hepiniz biliyorsunuz, İtalya’da bir Temiz Eller Operasyonu yapıldı. Parlamentonun büyük bir kısmı, o operasyondan sonra bir daha Parlamentoya giremediler. Japonya’da üç defa yolsuzluktan Başbakan devrildi. Amerika’da Nıxon olayını biliyorsunuz. Bütün bunlardan o demokrasiler zarar görmedi, onlar güçlenerek çıktılar. Ama eğer Başbakan, şahsi korkusuyla bu yolu tıkıyorsa, aynı zamanda demokrasimize de zarar veriyor demektir. Kendisinin ifade ettiği, demokrasinin erdemi, sadece Amerika’da söz konusu değil, sadece Japonya’da söz konusu değil, o erdeme en fazla bizim ihtiyacımız var, Türkiye’nin ihtiyacı var.

Şimdi bakın, elimde bir fotokopi var, bu sabah aldırdım, daha Türkiye’de yok, gelmemiş. Ansiklopediya Brittanica, dünyanın en meşhur ansiklopedisi, geçen yıl, 1994 yılında bir yıllık basıyor, her yıl bir yıllık basar, yani ansiklopedinin her sene yeni yıllığı çıkar, o yıl içerisindeki bilgiler o yıllıkta yer alır. Şimdi burada, bu yıllıkta, geçen seneki yıllıkta yeni yayımlanan, yani 1994 yıllığında geçen seneki bilgiler yer alıyor. Orada bir bölüm de Sayın Tansu Çiller ile ilgili. Sayın Çiller’i tanıtıyor. Şimdi bakın, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını nasıl tanıtıyor: “ Kocasıyla beraber bir gıda malları zincire, dükkanlar zincire sahiptir ve arsa spekülasyonundan 60 milyon dolarlık bir servet yapmıştır.” Bunu Başbakan için söylüyor, bunun dünyanın en meşhur ansiklopedisi söylüyor.

Şimdi bakın, ara spekülasyonu yapmak yasak mı, yasa dışı mı: değil. Zamanında Başbakan, Başbakan olmadan önce, siyasete girmeden önce ara spekülasyonu yapmışsa, bunu yasalara uygun yapmışsa, bunu gündeme getirmek gene uygun olmaz. Ama dikkatinizi çekiyorum, 60 milyon dolarlık servet sağladığı arsa spekülasyonunu bakan olarak yapmış, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bakanı olarak yapmış. Bunu nasıl kabul edeceğiz?...

Şimdi değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan, hakkındaki iddiaların asıl bizim önem verdiğimiz, asıl bizim üstünde durduğumuz, ahlaki yönüne hiç cevap vermedi. Bugünkü basın toplantısında zaten bu konuya 5 dakika ayırdı ve buna hiç cevap vermedi. Yani, Sayın Başbakanın mantığına göre, Türkiye Cumhuriyetindeki bir bakanın ülkesi böyle bir ekonomik kriz yaşarken, böyle bir döviz sıkıntısıyla karşı karşıya iken, gidip bir başka ülkede, bir yabancı ülkede yatırım yapmasında anlaşılmayacak bir husus yoktur. Sayın Başbakanın mantığı budur. Ben bunu aranızda anlayabilecek hiçbir arkadaşımızın olduğunu sanmıyorum.

Ama, dediğim gibi, bu işin ahlakla ilgili yönüdür, samimiyetle, güvenle ilgili yönüdür. Ama, bir de dediğim gibi, bu işin asıl yönü var. Asıl araştırma komisyonunun araştırması gereken yönü odur. Bu hususlarda da Sayın Başbakan sadece yapılan işlemlerin yasalara uygun olduğunu belirtmekle yetindi. Tabii ki o yaptığı açıklamayı bizdeki bilgiler, bizdeki belgeler ışığında inceleyeceğiz. Önümüzdeki günlerde yasalara aykırı bu konuda ne işlem varsa hepsini gündeme getireceğiz. Ama, uzun zamandan beri bu konuda Sayın Başbakanın, anlamakta güçlük çektiğimiz, bir başbakana yakıştıramadığımız bir tutumu var. Sayın Başbakan, hakkındaki bu iddiaları doyurucu bir şekilde cevaplandırmadan, bunların araştırılmasına izin vermeden aklı sıra, bir karşı atağa geçti. bize “ hodri meydan” diyor, bana “ hodri meydan” diyor.

Ben de diyorum ki: Yahu suçlanan sensin, ben değilim. Devlet sensin, devletin bütün belgeleri elinde. Buradan bir defa daha söylüyorum, eğer benim hakkımda, sadece Başbakan olduğum, Bakan olduğum dönemle ilgili değil, doğduğum günden beri herhangi bir yasa dışı işlem yaptığım, hatta yasa dışından daha öteye gidiyorum, bizim asıl ondan suçlandığımız, asıl eleştirdiğimiz, ahlakla bağdaşmayan herhangi bir davranışım varsa, böyle bir iddia varsa getir ortaya, anında kabul edeceğim araştırmayı.

Bakın değerli arkadaşlarım, tekrar söylüyorum, üç yıldan beri iktidarlar, devletin bütün belgeleri, bilgileri, arşivleri ellerinde. Denetim organları ellerinde. Bizim kurduğumuz devletin kendi denetim organlarıyla yetinmemişler, özel denetim organları kurmuşlardır, denetimle, soruşturmalarla ilgili bakanlık ihdas etmişler, sırf millet önünde yalancı çıkmamak için iki tane arkadaşımızı iftirayla yalanla mahkemeye göndermişler, Yüce Divana göndermişler. Herhalde onların asıl hedefi Sayın Sefa Giray değil, asıl hedefleri Cengiz Altınkaya arkadaşım değil, en büyük hedef benim. Benimle ilgili herşeyi araştırmışlar, ortaya koydukları bir iddia yok. Eğer bir iddiaları varsa tekrar çağrı yapıyorum, getirsinler iddiayı. Eğer çürütemezsem, eğer o iddianın doğru olmadığını gösteremezsem, ispatlayamazsam, araştırma değil, doğrudan doğruya soruşturma isterim.

Şimdi bakın, bizim yapmak istediğimiz nedir; kimseyi suçlamıyoruz, diyoruz ki, ortada iddialar var, bu iddialar cevaplandırılamadı. Bu iddialar ne Başbakan tarafından ne eşi tarafından kamuoyunu tatmin edici biçimde cevaplandırılmadı. Cevaplandırıldıysa zaten gündemden düşerdi, onu gündemde tutmak sadece bizim gücümüzde olan bir husus değil, tersine yapılan açıklamalar, bu husustaki şüpheleri daha da artırdı. Bizim istediğimiz nedir; bu iddiaların sadece araştırılmasıdır. Araştırılacak ki doğru olup olmadığı ortaya çıksın. Bir şeyi araştırmadan, ama yetkili bir organ tarafından, yani daha önceki mal beyanlarını inceleyecek gidecek o şirketlerin kayıtlarını inceleyecek, Merkez Bankasına gidecek o belgeleri araştıracak yetkili bir organ olmadan bu iddiaların araştırılması mümkün mü? Bu iddialar araştırılmadan Başbakanın tek taraflı cetvelkalem yaptığı açıklamalarla, ne ölçüde doğru olduğu şüpheli birtakım açıklamalarla bu hususun açıklığa kavuşması mümkün mü?

Bizim istediğimiz, sadece bu meseleye Meclisin el koymasıdır ve bakın burada söylüyorum; burada en büyük sorumluluk, iktidar milletvekillerine düşüyor. Başbakan bugün onlara hep “ dava arkadaşlarım” diye hitap etti; ama, eğer onlar bugün öyle önümüzdeki günlerde yapılacak Hükümet değişikliği hülyalarıyla filan değil de namuslarıyla vicdanlarıyla oy kullanmazlarsa, o dava arkadaşları yarın suç arkadaşları olurlar.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda galiba en çok zorluğa düşen, en sıkışanların başında da SHP geliyor. SHP dün partisinin yetkili organını toplamış ve bizim önergemizi destekleme kararı almış. Sonra akşamleyin pazarlıklar filan oluyor, Başbakanla Başbakan Yardımcısı oturuyorlar bugünkü gazetelerde safaatı var- Başbakan diyor ki: “ Ret oyu verirseniz bu koalisyon biter” Bu koalisyon bitince SHP erir, onu biliyor. Yani, şimdi SHP bu sabah tekrar tavır değiştirmiş, ortak bir önerge veriyorlar. O ortak önergede işte 1983’ten sonra kurulan bütün partilerin ve onların liderlerinin mal varlıkları araştırılsın filan, falan. Şimdi gruplarında da onu tartışıyorlar.

Bakın değerli arkadaşlarım, 1983’ten sonra kurulan bir sürü parti var, onların liderleri var, bir tanesi benim, bir tanesi Sayın Cumhurbaşkanı, bir tanesi Rahmetli Cumhurbaşkanımız, bir tanesi Sayın Karayalçın, Sayın Erdal İnönü vesaire. Şimdi, böyle bir araştırmanın Meclis tarafından yapılmasına hiçbir itirazım yok. Ama, bu araştırma muhtemelen aylar sürecek bir araştırmadır. 1983’ten beri o partilerin mal varlıkları araştırılacak, o kişilerin mal varlıkları araştırılacak. Şimdi, böyle bir önergeyi ancak ve ancak bir tek kaste hamledebilirsiniz; Sayın Başbakan hakkında ortaya konulan ciddi iddiaları sulandırmak, bunları zamana yaymak, meseleyi dejenere edip gündemden düşürmek.

Bir şeye daha hamledebilirsiniz, Sayın Başbakan hakkındaki bu iddialardan o kadar rahatsızdır ki, bunun için birtakım liderlere, bu arada bana, tehditte bulunmayı düşünmektedir. Yani, üstüne gelirsen ben de senin üstüne gelirim.

Şimdi bakın, tekrar söylüyorum, bunun yolu bu değildir. Hakkında ciddi bir suçlama olan, hakkında ciddi bir iddia olan bir insan, “ Ben bu iddianın araştırılması için önce herkes hakkında aynı iddianın araştırılmasını istiyorum” diyemez. Bunun hukukta yeri yok. Ben başka bir şey söylüyorum, tekrar söylüyorum, bazen benim söylediklerim yeteri kadar anlaşılamıyor, sizin için değil ama millet için söylüyorum, anlamayanlar için, duymak istemeyenler için söylüyorum, eğer hakkımda herhangi bir iddia varsa, alakasız insanları filan bu işe karıştırmasın. Şimdi Necdet Calp girecek, ölmüş insanlar girecek, onları karıştırmasın. Madem ki hedef benim, devlet de elinde devletin bütün organları elinde, benim hakkımda ne iddia varsa başkalarını karıştırmadan benim hakkımda getirsin. Ama bunu kendisi hakkında yapılan iddialardan kaçınmak için, bunları sulandırmak için kullanmasın.

Şimdi, gazeteleri açıyorlar, abuk sabuk şeyler söylüyorlar. Tek görevleri Başbakan siper olmak olan birtakım bakanlar, birtakım genel başkan yardımcıları, hiç uzaktan yakından, gerçekle ilgili olmayan, benimle ilgili, kardeşimle ilgili filan şeyleri fısıldıyorlar, doğru dürüst iddia olarak ortaya koymuyorlar. Ne varsa diyorum getirsinler. Meclise getirsinler. Doğrudan doğruya desinler ki: Mesut Yılmaz şunu yapmış. Benim kardeşim de ticaret yapıyor, ama benim siyasete girdiğim anda, bütün siyasi faaliyetlerimi kesip, kardeşimden de bugüne kadar harfiyen uyguladığım bir ricam var: Devletle iş yapmasın, devlet bankalarıyla iş yapmasın. Bunun aksine kardeşimin devletle bir işi olmuşsa gelsin söylesinler. Devlet bankalarından kredi almışsa gelsin söylesinler.

Şimdi değerli arkadaşlarım, SHP’nin tutumu ne olacak bilmiyorum, Doğru Yol Milletvekillerinin bir kısmının bu senaryoya alet olmayı içlerine sindiremeyeceklerini zannediyorum, ümit ediyorum. SHP’nin de bu konuda artık, nihayet sorumlu bir tutum alacağını ümit ediyorum. Ama eğer ola ki, bizim bu önergemiz Mecliste reddedilirse, o takdirde, demin söylediğim gibi, bu meseleyi önümüzdeki dönemde canlı tutmak, gündemde tutmak, kamuoyunun dikkatini tersine bu konunun üstüne çekmek bizim görevimizdir. Çünkü bakın, Türkiye’nin bugün - herkes söylüyor- en fazla güvenilir bir yönetime ihtiyacı var. Millete güven veren bir başkana güven veren bir Hükümete ihtiyacı var. Kendisi hakkındaki bu iddiaları çürütemeyen, bu iddialar kamuoyunda tartışılan bir Başbakanın millete güven verebilmesi mümkün değildir. Binaenaleyh, bu mesele çözülmeden Türkiye’nin öbür meselelerinin çözülebilmesi mümkün değildir. Bu meseleyi bu açıdan gündemde tutmaya mecburuz.

Ben bugün sizlere seçim sonuçlarıyla ilgili, 27 Marttan bugüne kadar yapılan seçim sonuçlarıyla ilgili bir değerlendirme yapmak isterim, ama zannediyorum ona vaktimiz olmayacak. Çok kaba hatlarıyla size 27 Mart seçimleriyle ilgili, Yüksek Seçim Kurulunun yayınladığı bir istatistik ışığında bir değerlendirmemi aktarmak istiyorum. Çünkü kamuoyunda maksatlı, maksatsız çok yanlış değerlendirmeler yapılıyor. Ama, daha önce biz bu konuyu zaten kendi içimizde yeteri kadar değerlendirdik, bir takım sonuçlar çıkardık. Benim size eklemek istediğim değerlendirme şu: Şimdi bakın, 27 Mart seçimlerinde Türkiye’de toplam 28 128 000 geçerli oy kullanılmış. Bu geçerli oyların yüzde 70’de biraz fazlası belediyelerde kullanılmış, yani belediye olan yerlerde yaşayan seçmenlerin toplamı Türkiye’deki toplam nüfusun yüzde 70’inden biraz fazla. Sadece belediye nüfusunu dikkate alırsanız ki, bu 19 581 000 kişi tutuyor, Anavatan Partisinin oy oranı yüzde 23. Bizden sonra gelen Refah Partisinin oy oranı yüzde 19,1. Doğru Yol Partisinin oy oranı 18,9. Yani, Türkiye’nin yüzde 70’ini oluşturan belediyelerde Anavatan Partisi 4 puan farkla birinci parti.

Bunu şunun için söylüyorum, zaafımızı doğru görmek için, zayıf noktamızı doğru görmek için söylüyorum. Belediyelerde aldığımız yüzde 23 oy, bizim hedef aldığımız bir oy oranı değil. Yani, bize başarılıyız deme hakkını verecek bir oy değil, ama bu kadar bölünmüş bir siyasi tabloda, işte belediyelere yapılan bütün baskılara, iktidar olmanın belediye seçimlerindeki bütün avantajına, adaylarda bizim muhtemelen yaptığımız bazı yanlışlara rağmen, belediyelerdeki çekirdek oyumuz hala yüzde 23. Ama bizim zaafımız, Türkiye nüfusunun yüzde 30’unu oluşturan, belediyelerin dışında kalan kırsal kesimde bizim oyumuz yüzde 16’ya iniyor. Bundan sonraki parti stratejimizi belirlerken, bu hususa birinci önceliği vermemiz lazım.

Buradan iki sonuç çıkar: ya biz belediye seçimlerinde bu kırsal kesime yeterince önem vermedik, gitmedik, kırsal kesimde çalışmadık, teşkilatlarımız daha çok belediye seçimleriyle uğraştılar. Bu birinci sonuç. Bir de ikinci sonuç var; bizim kırsal kesimle ilgili politikalarımızı yeniden değerlendirmemiz lazım. Eğer kırsal kesimdeki oyumuz 16 yerine 18 olsaydı, Anavatan bugün birinci parti durumunda idi. Şu son yapılan, yani tekrarlanan seçimlerden sonra Anavatan Partisiyle Doğru Yol Partisi arasındaki oy farkı binde 3’tür, yüzde 0,3 tür. Ama, asıl bizim için oy kaybettiren, geri kalmamızı gerektiren kırsal kesimdir, belediyeler dışındaki kesimdir.

Ben yarın il başkanları, belediye başkanlarımız geldiği zaman onlara da anlatacağım. Önümüzdeki dönemde kırsal kesime hem ulaşmak hem de doğru mesajlara ulaşmak zorunluluğumuz var.

Ben kırsal kesimde de şu andaki siyasi nabzın 27 Marttan farklı olduğunu zannediyorum. Yani, mazota, gübreye, tohuma gelen zamlar, taban fiyatlarının enflasyon karşısındaki düşüklüğü, ödemelerdeki gecikmeler nedeniyle Kırsal kesimde de şu anda çok farklı bir siyasi tansiyonun olduğuna inanıyorum. Ama, her halükarda bizim kırsal kesime yönelik yeni stratejiler üzerinde kafa yormamız lazım.

27 Marttan bugüne kadar yapılan seçimlerle ilgili çok kısa bilgi vereceğim. 11 yerde belediye başkanlığı seçimi yapılmış. 360 bin geçerli oy kullanılmış. Anavatan Partisi yüzde 35,5 oy oranıyla birinci parti. Hemen arkamızda yüzde 35 ile Refah Partisi geliyor. Doğru Yol Partisi üçüncü parti, 13,8. SHP ile Doğru Yol’un birlikte oyu yüzde 19. Doğru Yol Partisinde yüzde 23 oy eksilmesi var. Bizde yüzde 50 oy artışı var. Belediye başkanlığı seçiminde de yüzde 50 oy artışı var, belediye meclis üyeliklerinde de. Yani, 27 Marttan bugüne kadar yapılan bütün belediye başkanlığı seçimlerinde, bütün belediye meclisi seçimlerinde ve il genel meclisi seçimlerinde Anavatan Partisi oyunu yüzde 50 artırarak birinci parti olarak çıkmış.

Değerli arkadaşlarım, bu seçimlerde Fatih’te bizim oy oranımızdaki artış yüzde 82’dir, Beykoz’daki oy artışımız yüzde 33’tür. Bu seçimler, özellikle İstanbul seçimleri bizim için aynı zamanda ileriye dönük bir laboratuar görevi görmüştür. Yani, daha önceden tespit ettiğimiz, burada da konuştuğumuz bazı eksikliklerimizi telafi etmemize imkan sağlamıştır. Mesela biz bu seçimlerde seçim sonuçlarını ilk alan parti idik, çok önemlidir. Sandıkta olup olmadığınızın ispatı orada yatar. Ben saat 23.00’te arkadaşlarımdan kesin sonuçları aldım ve ilk biz ilan ettik. Her zaman bizim önümüze geçen Refah Partisinin nedense o gün bilgisayarına virüs girdi.

Sandıklara hakim olduğumuz zaman, seçim organizasyonunu iyi koordine ettiğimiz zaman, hakkımızdaki bütün tezviratlara rağmen, seçimlere 10 gün kala bize oynanan oyunlara rağmen, netice alabileceğimizi gördük. Bu hepinize cesaret vermelidir. Önümüzdeki dönem için bize ışık tutmalıdır. Nasıl seçim çalışması yapmamız gerektiğini burada yaşayarak gördük. Ama önümüzdeki dönem, tekrar söylüyorum, güç bir dönemdir, bu Hükümetin, bu Hükümet ortaklarının filan bir şeyi yok, bunların arkasındaki oy yüzde 20’nin altına inmiş. Üstüne şimdi bir de bu şaibeler gelecek. Bunlar bizim rakibimiz değil. Bizim rakibimiz Refah Partisi olacak. Refah Partisiyle mücadeleyi onun metotlarıyla yapmamız lazım. Geçen seferde söyledim, onun gibi yapmamız lazım. Mahalle mahalle, sokak sokak, ev ev yapmamız lazım. Bu seçimde başarılı olmamızın birinci sebebi budur.

Vaktimiz geldi ama, benim bir borcum var, en başta Fatih’te bu sonucun alınmasında birinci derecede rolü olan Eyüp Aşık arkadaşıma, Beykoz’da oylarımızın bu ölçüde artmasında büyük rol oynayan Burhan Kara arkadaşıma, Yalova’da koordinatörlüğü üstlenen Mehmet Gedik arkadaşıma, Nevşehir’de bu koordinatörlüğü yürüten Mehmet Keçeciler arkadaşıma, kendilerine bu seçimlerle ilgili görev verdiğimiz ve tatillerini bile yarıda kesip bu seçim çalışmalarına katılan bütün milletvekili arkadaşlarıma, eski milletvekillerine, bütün teşkilat mensubu arkadaşlarıma teşekkür ederim. Mehmet bey arkadaşımın da biraz önce söylediği gibi, yarın bütün Belediye Başkanlarımızı ve İl başkanlarımızı Ankara’ya davet ettik. Orada mahalli İdarelerimizin şu anda karşı karşıya olduğu durumu tartışacağız. Belediye başkanlarımızın zorluklara nasıl yardımcı olacağımızı görüşeceğiz, onlara mahalli idareler politikamızla ilgili bazı mesajlar vereceğiz, onların dertlerini dinleyeceğiz, milletvekili arkadaşlarım da eğer çok önemli bazı işleri yoksa yarın bu toplantıya katılırlarsa hepinize çok müteşekkir kalırım.

Tekrar teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.