ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ’IN
ANAVATAN PARTİSİ TBMM GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA
 
13 EYLÜL 1994

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin bugünkü durumuna bir göz attığımız zaman, şu futbol heyecanından, günlük gailelerden biraz sıyrılıp da Türkiye’nin gerçek sorunları üzerinde ciddi bir şekilde düşünmeye başladığınız zaman, bugün Türkiye’nin hakikaten, aslında hepimiz için, hepimiz tarafından çok ciddi değerlendirilmeye muhtaç birtakım kritik sorunlarla, gelecek için endişe verici birtakım görüntülerle dolu olduğunu görmemek mümkün değildir.

ERKEN SEÇİM:

Bildiğiniz gibi, birkaç haftadan beri, Türkiye’nin gündeminin en öncelikli konularından birisi erken seçim konusu olmuştur. Bir kere, şu hususu bütün arkadaşlarımın gözden kaçırmaması gerekir: Eğer bugün Türkiye’de ülkeyi iyi yöneten bir hükümet olsaydı, eğer ülkenin sorunlarını çözebileceği konusunda millete ümit veren bir hükümet olsaydı, erken seçim konusunun Türkiye’nin gündeminin birinci sırasına yerleşmesi mümkün değildi. Muhalefetin bütün gayretine rağmen bu mümkün olmazdı. Eğer Türkiye bugün bir erken seçimden bahsediyorsa, eğer Türkiye’nin çözüm bekleyen sorunları, çözülmek bir yana giderek ağırlaşıyor, her gün bu sorunlara yenileri ekleniyorsa, ama böyle bir ortamda eğer Türkiye bir erken seçimi konuşuyorsa, buradan çıkarılacak en önemli sonuç, bu Hükümetin Türkiye’nin sorunlarını çözebileceği konusunda millete ümit vermemesidir.

TERÖR:

Ama son zamanlarda birbiri üstüne gelişen olaylar, bu Hükümetin sorunlar çözebilmek bir yana, Türkiye’yi karanlık bir geleceğe sürüklemekte olduğunun da işaretleridir. Bu Hükümet bugüne kadar yeni sayfa açmaktan, boş paket açmaktan başka hiçbir şey yapmamıştır. Ülkenin çözüm getirebildiği bir tek sorununu bile gösteremez. Terör konusunda Sayın Başbakanın ne kadar başarılı olduğunu sürekli tekrarladığı Türkiye’de, teröristler dün Anadolu’nun ortasında, Sivas’ta 9 vatandaşımızı katletmişlerdir, öğretim yılının başladığı dün Tunceli’de 6 öğretmen eşkıya tarafından şehit edilmiştir.

Şimdi, bir propaganda makinesinin ve bir papağan gibi terörde olmayan başarıları hergün tekrarlayan bir Başbakanın karşısında Anavatan Partisi olarak kendi gerçeğimizi unutmamak zorundayız. Bizim bıraktığımız Türkiye, 1991 Kasımında Koalisyon Hükümetine teslim ettiğimiz Türkiye, terör açısından bugünkünden çok daha iyi bir Türkiye idi. Bizim bıraktığımız Türkiye’de evet eşkıya vardı, bizim bıraktığımız Türkiye’de bugünkü gibi devleti parçalamak isteyen bölücü terör elemanları vardı, ama bunlar ülkenin küçük bir köşesinde, ülkenin güneydoğusundaki bir üçgene hapsedilmişti. Ve biz bu Hükümetin terörle mücadele konusundaki politikasını yetersiz bulduğumuzu, bu politikayla terörün devamlı büyümesi sonucunu doğuracağını her vesileyle tekrarladık. Çünkü, bizim anlayışımıza göre, terörle mücadele, sadece Silahlı Kuvvetlerle yapılabilecek bir mücadele değildir. Bizim anlayışımıza göre, terörle mücadelenin ekonomik boyutu vardır, terörle mücadelenin kültürel boyutu vardır, ama bu Hükümet gözünde ve bu Hükümetin icraatında terörle mücadele, sadece Silahlı Kuvvetlerle yapılan, sadece teröristleri ezmeyi amaçlayan bir mücadele şekline dönüşmüştür.

Evet, bu yeni yaklaşımın, bu Hükümetin uyguladığı yeni yaklaşımın, bölgede devletin etkinliğini, devletin caydırıcılığını artırdığını inkar edemeyiz. Tabii ki bizim zamanımızdaki bölgedeki Silahlı Kuvvetlerin sayısının bugün 4 katına çıkmış olması, bizim bıraktığımız korucu sayısının bugün 2 katına çıkmış olması, bölgede devletin etkinliğinin artırmıştır. Ama, unutulmaması gereken gerçek şudur: Meselenin ekonomik boyutu tamamen bir yana itildiği için, bu yeni politikayla devlet, bir yanda terörist üretmekte, teröristlerin üremesine neden olmakta, öbür yanda, kendi yanlış politikası nedeniyle çoğalan teröristleri öldürmekle övünmektedir. Sayın Başbakan, birkaç gün önce, geçtiğimiz hafta içinde yaptığı bir konuşmada, bir yıl içerisinde 19 bin teröristin etkisiz hale getirildiğini, ya öldüğünü ya yakalandığını ifade etmiştir. Bizim bıraktığımız Türkiye’de 19 bin terörist yoktu. Yani, gideceksiniz köyleri boşaltacaksınız... Devlet olarak boşaltabilirsiniz, güvenlik nedeniyle boşaltabilirsiniz. Bizim zamanımızda da -biliyorum- 20 tane mi 22 tane mi sınır köyü boşalttık, oradaki köylüleri aldık hepsini Muş’taki deprem evlerine yerleştirdik, hiç kimseyi aç, açık bırakmadık. Bunlar, bilmiyorum rakamlar açıklanmıyor, zannediyorum şu ana kadar 1.500 tane köy boşalttılar, şimdi o boşaltılan köylerdeki insanlar aç, sefil, Türkiye’nin büyük şehirlerinin kenar mahallelerinde yaşam mücadelesi veriyorlar. Bu, terörle mücadele değildir, bu terörü teşviktir. O insanların elinden tutmadığınız zaman, onlara yardımcı olmadığınız zaman, onların terör mücadelesinde, hiç olmazsa bir bölümüyle teröre destek olmasını önleyemezsiniz. Bunun örnekleri bugün Adana’da, bugün diğer büyük şehirlerimizde görmek mümkündür. Dolayısıyla terörle mücadele, aslında bu Hükümetin övünmesi gereken değil, muhtemelen bize çok daha ağır bir miras bırakacağı bir alandır.

EĞİTİM:

Ama, bu Hükümetin yaptığı tahribat sadece terörle mücadele konusundaki bu bilinçsiz politikadan ibaret de değildir. Bakın, dün yeni öğretim yılı açıldı. Arkadaşlarım herhalde kendi bölgelerinde de aynı hususu tespit etmişlerdir, bugün Türkiye’de okula kaydedilen çocuklardan para alınmaktadır. Milli Eğitim Müdürü çıkıp, katkı parası diye, hiçbir yasal dayanağı olmayan, hangi yasal dayanaktan kaynaklandığı belli olmayan bir paranın alındığını doğrulamaktadır. Bunun sadece belli bir miktarla sınırlı tutulduğunu ifade etmektedir. Burada önemli olan miktar değildir, burada önemli olan işin prensibidir. Türkiye’de temel öğretimin parasız olması esastır, devletin verdiği eğitimin parasız olması esasıdır. Sadece üniversitede yükseköğretim harcı vardır yasal olarak, onun dışında ilköğretimde, ortaöğretimde devlet parasız olarak bu öğretimi sağlamakla yükümlüdür. Bugün Türkiye’de okula kaydolan çocukların velilerinden çeşitli miktarlarda, çeşitli adlar altında katkı payı alınmaktadır. Aynı şekilde, Köy Hizmetlerinin bugün herhangi bir köyde herhangi bir hizmet yapabilmesi için, o köy halkından belli bir katkı payını Köy Hizmetlerine ödemesi istenmektedir, “akaryakıt parası” adı altında bir parayı köy halkının karşılaması beklenmektedir. Yani, tasarruf tedbirleri diye devletin getirildiği nokta, aslında devletin en temel ilkelerini zedeleyen bir nokta olmuştur.

Böyle bir Türkiye’de, bir yanda sadece Anavatan İktidarı döneminde değil, bizden önceki dönemde bile görmediğimiz birtakım tabloları yaşıyoruz. İşçilerle belediye meclisi üyeleri Türkiye’nin en büyük belediye meclislerinden birisinde dövüşmektedirler. Gene Türkiye’nin bir başka büyük şehrinde mezhep kavgasının tohumlarını atacak bir icraat bizzat o şehir belediyesiyle siyasi partiler tarafından körüklenmektedir. Ve böyle bir Türkiye’de maalesef ekonomi sürekli olarak -geçen hafta da detaylı olarak izah ettiğim gibi- sadece günü birlik tedbirlerle hiçbir geleceği kurtaracak yapısal tedbire başvurmadan yönetilmeye çalışılmaktadır.

Devlet, emeklilerin vergi iadelerini ödeyememektedir, yeni düzenlemeye göre üç ayda bir ödenmesi gereken vergi iadelerini devlet aylardır ödeyememektedir. Devlet, altına imza koyduğu toplu sözleşmeden doğan ücret farklarını işçilere ancak 6 ay sonra, 5 aylık gecikmeyle ödemeyi kabul edebilmiştir. Devlet, hiçbir sosyal güvencesi olmayan, yani sendikacılık imkanı olmayan, yaşamını sadece devletin lütufkarlığına bağlamış olan memuruna üç ay için ancak 200 bin lira bir ücret artışını sağlayabilmektedir. Böyle bir Türkiye’de 10 milyon dolara bir dış tanıtma projesi uygulanmaktadır ve bu dış tanıtma projesi, sadece ve sadece Başbakanın kişisel reklamına yöneliktir. Böyle bir durumu Anavatan Partisi olarak, devletin göz göre göre bu kadar tahrip edilmesine göz yumamayız. Bu duruma seyirci kalamayız. Türkiye’yi bu durumdan çıkarabilmek için Türkiye’yi bir an önce paylaşmak için, devletin nimetlerini bölüşmek için değil, Türkiye’nin sorunlarını çözmek için çalışan, millete güven veren, neyi niçin yaptığını bilen bir hükümete kavuşturmak, Anavatan Partisi olarak bizim en başta gelen yükümlülüğümüzdür ve bugünkü Meclis kompozisyonu karşısında, bunun tek yolu erken seçimdir.

ERKEN SEÇİM ŞARTI VE SİYASİ ÖNERİLER:

Biz daha önce ülkeyi erken seçime götürecek olan her formüle destek olacağımızı çeşitli vesilelerle ifade ettik. Eğer bugünkü Hükümet Türkiye’yi bir erken seçime götürmek isterse, biz onlara da destek olabiliriz, bugünkü Hükümetin bir kanadının erken seçime razı olmadığını hepiniz yakından biliyorsunuz -SHP’yi kastediyorum- eğer SHP’ye kalırsa Anayasayı değiştirerek bugünkü durumu devamlı hale getirmek, yani hiç seçim yapmamak en iyi çözüm. Ama, ümit ediyoruz ki, bu Hükümete güvenoyu veren milletvekilleri, parti grupları içinde hala ülkesine olan sorumluluğunu hisseden insanlar vardır. Ülkenin bu gidişle hiçbir yere varamayacağını, tersine sorunların daha da içinden çıkılmaz hale geleceğini fark edebilecek yetenekte insanlar vardır. İşte, asıl bu insanlara yönelik bir çağrı yapma ihtiyacını duyduk. Anavatan Partisi olarak, Türkiye’yi erken seçime götürebilecek bir azınlık hükümetine destek olmaktan, bir azınlık hükümeti kurmaktan, bir geçiş hükümeti, bir milli mutabakat hükümeti kurmaktan öteye, bugünkü Hükümetin Doğru Yol kanadı eğer erken seçime gitmeye razı olursa, böyle bir seçim hükümetinin içinde yer alabileceğimizi dahi, geçtiğimiz günlerde, olayların artan vahameti, Türkiye’nin sorunlarının artan ciddiyeti karşısında deklare etme ihtiyacını duyduk.

Bizim kastettiğimiz bir icraat hükümeti değildir. Bizim kastettiğimiz, Doğru Yol ile koalisyon kurup, Türkiye’yi 6 ay, 9 ay, 1 sene idare etmek değildir. Çünkü, böyle bir koalisyon, ne bizim Türkiye’nin sorunlarına kalıcı çözümler getirme konusundaki düşüncelerimizi gerçekleştirmemize imkan verir, ne de parti olarak bizim menfaatimizedir. Bizim kastettiğimiz, sadece bir seçim hükümetidir. Böyle bir hükümetin gündemindeki tek konu, seçim ve seçimle bağlantılı konular olacaktır. Bizim, biliyorsunuz erken seçimle birlikte Türkiye’nin düzlüğe çıkması için önerdiğimiz diğer bir husus, iki turlu seçim sistemidir. Biz mevcut sisteminin, iki turlu seçim sistemi şeklinde, iki turlu seçim sistemine imkan verecek şekilde değiştirilmesini, bu erken seçimden beklenen faydanın sağlanması için gerekli görüyoruz. Böyle bir Seçim Kanunu değişikliği yanında, Siyasi Partiler Kanununda yapılması gerekli olan ve üzerinde şu anda yeterli uzlaşma sağlanmış olan bazı değişiklikler söz konusudur. Keza, Anayasa değişiklikleriyle ilgili ve hatta özelleştirme konusuyla ilgili geniş ölçüde bir mutabakat şu anda mevcut bulunmaktadır.

Dolayısıyla, eğer bir seçim hükümeti kurulursa, eğer biz o seçim hükümetinin içinde yer alırsak, esas itibariyle bu seçim hükümetinin görev süresi içerisinde, bu Meclisin üzerinde mutabık kalınan bu hususları süratle yasalaştırması, seçim hükümetinin ise Türkiye’yi bir an önce sağlıklı bir seçime götürmesi beklenmektedir. Yoksa, kastettiğimiz, Doğru Yol Partisi ile bir hükümet ortaklığı, bir icraat hükümetinde bir araya gelmek değildir ve özellikle vurgulamak istediğim husus, ne zaman seçime gidilecek olursa olsun, ister hükümet ortağı olarak gidelim, isterse hükümetin dışında olarak gidelim, yapılacak ilk genel seçimde Anavatan Partisinin hedefi, tek başına işbaşına olacaktır. Hiçbir partiyle bir seçim ittifakı kurmayı hiçbir partiyle böyle bir ittifak içinde olmayı düşünmüyoruz. Tam tersine, bizim hedefimiz, bu Hükümetin beceriksizliği, bu Hükümetin başarısızlığı daha açık, daha net ortaya çıktıkça, bizim onlardan farklılığımızı ortaya koymak ve ülkenin bugün bu ölçüde ağırlaşan sorunlarının artık birtakım koalisyonlarla çözülemeyeceğini milletimize anlatarak, milletimizden bu sorunları çözmeye yeterli bir destek sağlamaktır.

HÜKÜMETİN UYGULADIĞI YANLIŞ POLİTİKALAR VE ÖZELLEŞTİRME:

Bugünkü Hükümetin bugüne kadar uyguladığı politikanın, Türkiye’nin sorunlarını daha da ağırlaştırdığını biraz önce söyledim. Bunun en önemli nedeni, bu hükümetin 14 ayı bulan görev süresi içerisinde hiçbir yapısal, köklü tedbir getirmemiş olmasıdır. Getirilen tedbirlerin hepsi, ek vergiler de dahil, KİT zamları da dahil, faiz politikası da dahil, alınan bütün tedbirler geçici tedbirlerdir. Sadece günübirlik amaçlara yönelik olan, geçici rahatlama sağlanacak olan, ama asıl sorunları geleceğe ertelemek sonucunu doğuran geçici tedbirlerdir. Geçici tedbirlere kalıcı bir istikrar sağlanabilmesi mümkün değildir. Kalıcı bir istikrar, ancak yapısal dengesizliği giderebilecek yapısal tedbirlerle mümkündür. Yapısal tedbirler arasında en güncel olan, üzerinde en fazla konuşulan ve en geniş ölçüde uzlaşma sağlanan da özelleştirmedir. Özelleştirme konusunda arkadaşlarımın bazı farklı görüşleri olduğunu biliyorum.

Bu görüşleri arkadaşlarım bana da ifade ettiler. Onun için, geçen hafta özelleştirme tasarısıyla ilgili bir kapalı grup toplantısı yapacağımızı ifade ettim, fakat, Hükümet tarafından bize verilen kanun tasarısı taslağı, bilahara yapılan temaslar sonucunda gene Hükümet tarafından geri alınmıştır. Şu anda bize intikal etmiş bir Hükümet tasarısı söz konusu değildir. Bizim o taslak üzerindeki farklı görüşlerimiz arkadaşlarımız tarafından yapılan temaslarda Hükümet yetkilileri ifade edilmiştir, sanıyorum ki önümüzdeki günlerde Hükümet bizim görüşlerimizi de dikkate alarak, kendi içinde de bu konuda bir uzlaşma sağlayarak, özelleştirme konusunda nihai metni bize verecektir. O nihai metin bize geldikten sonra, o toplantıyı Grubumuzda basına kapalı olarak bir özel oturumda yapmamızı ve bu konuyu tabii ki Türkiye’nin öncelikleri açısından tartışmamızın yararlı olduğuna inanıyorum. Ya önümüzdeki haftaki toplantıda ya da onu izleyen haftaki toplantıda sanıyorum o noktaya gelmiş olacağız; ama, bizim burada en çok üzerinde durmamız gereken konu, özelleştirmenin sadece bugünkü Hükümetin ömrüyle sınırlı bir konu olmadığı, yani azami yasal süresi olan iki sene içerisinde dahi tamamlanabilecek bir konu olmadığı, tersine, özelleştirmenin muhtemelen 2000 yılına kadar Türkiye’deki hükümetlerin en öncelikli konularından birisi olacağıdır.

İkinci üzerinde durmamız gereken konu, bizim ileri sürdüğümüz özelleştirmeyle ilgili ilkelerin, bu yasada yeterince güvence altına alınıp alınmadığıdır. Mesela, biliyorsunuz bizim üzerinde en çok durduğumuz konulardan birisi, özelleştirmede kamu bankalarına öncelik verilmesidir. Bizim bu ilkemiz, kamuoyunda da geniş ölçüde destek bulmuştur. Fakat Hükümetin bize verdiği kanun taslağında gördük ki, özelleştirmede kamu bankalarına öncelik verilmesi, sadece göz önüne alınacak ilkelerden birisi olarak belirtilmiştir. Bu bizi tatmin eden bir formülasyon değildir. Bunun kanunda daha bağlayıcı, daha net bir şekilde ifade edilmesi gerekir.

Keza, özelleştirmeden elde edilecek gelirlerin sarfıyla ilgili ve özelleştirme uygulamasındaki şeffaflık, açıklık ilkesiyle ilgili kanunda daha detaylı, daha bağlayıcı hükümler olmasında ısrarlı olacağız. Bizim en çok dikkat etmemiz gereken konulardan birisi, özelleştirme konusunda parti olarak en fazla dikkat etmemiz gereken konulardan birisi, özelleştirme adı altında ülkenin karlı çalışan KİT’lerinin satılması ve bundan elde edilecek gelirlerin, tıpkı Hükümetin bugüne kadar ki ve bugünkü anlayışı doğrultusunda, kısa vadeli amaçlar için, daha açıkçası bir seçim ekonomisinin finansmanı için kullanılmasına imkan vermemek olmalıdır. Yasayı bizim açımızdan bu güvencelerle donatılmış görmedikçe, bu güvencelerle mücehhez görmedikçe, böyle bir uzlaşmaya katkıda bulunmamız, böyle bir yasaya destek olmamız, bizim açımızdan da ülke açısından da doğru değildir. Onun için, arkadaşlarımızın yaptıkları temaslar, basında medyada abartılmaktadır. Öyle sağlanmış nihai bir mutabakat söz konusu değildir. Bizim ilkelerimiz ifade edilmiştir. Bu ilkeler muhataplarımız tarafından olumlu karşılanmıştır, ama henüz daha bunların kanuna derc edilmesi açısından, yani nihai formülasyon, nihai metin açısından bir uzlaşma söz konusu değildir. Bu temasları yürüten arkadaşlarımız bu konuda azami titizliği göstermektedir, ama onların yapacakları görüşmeler de sizleri bağlayıcı değildir.

Nihai bağlayıcı kararı burada sizlerle birlikte, arkadaşlarımızın bize verecekleri bilgiler ışığında bu konuyu tartıştıktan sonra alacağız. Konu, Türkiye için olduğu kadar bizim için de önem taşıyan bir konudur. Dolayısıyla bu konunun önemiyle mütenasip şekilde bu konuya bütün arkadaşlarımın kendi görüşleri doğrultusunda katkıda bulunmalarını bekliyorum.

Sayın Başbakan, dün zannediyorum bir gazetede verdiği demeçte, bir erken seçim düşünmediğini, Hükümetin 1996’ya kadar iş başında olacağını ve bu süre zarfında, önümüzdeki iki yıllık süre zarfında, Hükümetin belli hedefleri gerçekleştirmeyi, belli hedeflere ulaşmayı amaçladığını ifade etmiştir. Bunlardan bir tanesi demokratikleşmedir, bir tanesi özelleştirmedir, bir tanesi terörün tamamen ezilmesidir, birisi de gümrük birliğinin gerçekleşmesidir. Sayın Başbakanın ifadelerine göre, bu dört hedef gerçekleşmeden kendisi bir seçime gitmeyi düşünmemektedir.

Aslında, bu hedeflerin bu şekilde sıralanmış olması, üç seneden beri bu Hükümetin bu hedeflere ulaşma yönünde hiçbir mesafe katetmediğinin de ikrarıdır. Çünkü, 1991 Hükümet Programını ve Koalisyon Protokolünü açar bakarsanız, aynı hedefleri orada vardır. 1993’te Çiller Hükümetinin Programına ve Protokole bakarsanız, aynı hususlar orada da vardır. Dolayısıyla Sayın Başbakan, şimdi millete üç seneden beri yapmadığı şeyleri önümüzdeki iki yılda yapacağını söylemektedir.

Burada hepimizin dikkat etmesi gereken konu, Sayın Başbakanın artık iyice tanıdığımız, biraz da kanıksadığımız üslubu, stili içerisinde, bütün bu konuları, tıpkı terör konusunda olduğu gibi, yapmadan millete yapmış gibi takdim edip etmeyeceği hususu olmalıdır. Demokratikleşme konusunda daha bu Hükümetin üç seneden beri sağladığı hiçbir gelişme söz konusu değildir. Biliyorsunuz, geçtiğimiz sene, yani geçtiğimiz yasama yılında Sayın Karayalçın, SHP’nin Hükümete devam edip etmemesini demokratikleşme konusundaki gelişmelerle bağlamıştı. Üç defa vade vermiştir; önce sene sonuna kadar, sonra yasama yılının sonuna kadar, ondan sonra, şimdi tekrar üçüncü olarak da bu yıl sonuna kadar, demokratikleşme konusunda gelişme olmadığı takdirde SHP’nin Hükümetten ayrılacağını ifade etmektedir. Sanıyorum ki bütün bu konularda bu Hükümetin ciddi bir ilerleme sağlayabilmesi mümkün değildir; çünkü, bu Hükümetin bu konuları gerçekleştirecek kadrosu yoktur. Bırakınız kendi uyumunu, kendi içerisinde parti gruplarının bu konuda farklı görüşlerde olmalarını, bu hususlarda ciddi bir ilerleme sağlayabilmek için yeterli kadrosu dahi yoktur. Bakın, bugünkü Hükümet, hakikaten bir kadro yoksulu bir Hükümettir, kadro fakiri bir Hükümettir.

Evvela Merkez Bankasını dilediği şekilde kullanmaya yeltenmiştir, buna müsaade etmeyen bürokratları değiştirmiştir, Merkez Bankası başkanlarını değiştirmiştir. Ondan sonra Ziraat Bankasını bir yedek kasa gibi kullanmaya yeltenmiştir. Destekleme alımlarını ve sosyal güvenlik kurumlarının ödenmelerini Ziraat Bankası kanalıyla yapmayı alışkanlık haline getirmiştir. Ziraat Bankası Genel Müdürü, bunun sürekli hale gelmesine dayanamayınca onu da değiştirmiştir. Şimdi, en son olarak da, ekonomideki kötü gelişmeleri değiştiremeyince, istatistikleri değiştirmek için İstatistik Başkanını değiştirmiştir.

Burada yapılması gereken hadise, istatistiklerle oynamak değildir, burada yapılması gereken hadise, ekonomiyi sağlığa kavuşturmaktır. Ekonomideki, biraz önce ifade ettiğim, günübirlik tedbirlerden kurtulmak, ekonomiyi sağlıklı bir çizgiye oturtacak yapısal tedbirleri almaktır. Yoksa İstatistik Kurumunun yöneticilerini değiştirmekle, rakamlarla oynamakla ekonomiyi düzeltmek mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakanın ifadelerinden, Hükümetin ülkeyi yönetemediği gibi, ülkeyi yönetmedeki başarısızlığını fark edecek basirete de sahip olmadığı gözükmektedir. Yani, Hükümet, hem ülkeyi kötü yönetmektedir hem de kötü yönettiğinin farkında değildir. Sebep şu veya bu olabilir, ama her halükarda, bugünden itibaren ülkedeki bu kötü gidişatın değiştirilmesi konusunda Anavatan Partisine, bize hiç kimsenin yükleyebileceği bir vebal olamaz. Anavatan Partisi bu konuda kendisinden beklenen fedakarlık çizgisinin ötesine geçmiştir. Ülkenin bu Hükümetle yönetilemeyeceğini, bu Hükümetle ülkenin hiçbir sorununun çözümlenemeyeceğini düşünen ve bu konuda Anavatan Partisinden fedakarlık, özveri bekleyenlerin bize bundan sonra söyleyebilecekleri hiçbir şey söz konusu değildir. Anavatan Partisi, gerekli her türlü fedakarlığı hazır olduğunu ortaya koymuştur.

Sayın Başbakandan aldığımız karşılık, Doğru Yol Partisinin yanlışta ısrar edeceği yönündedir. Bugünkü Hükümetin, Sayın Çiller Başkanlığındaki bu Koalisyon Hükümetinin Türkiye’yi iki sene daha idare etmesi, Türkiye için bugün mevcut alternatiflerin en kötüsüdür. Türkiye için söz konusu olabilecek en kötü senaryodur. Esasen bu ülkede herhalde Sayın Çiller dahil hiç kimse, bu Hükümetin Türkiye’yi iki sene daha idare edebileceğine gerçekten inanmamaktadır. Her iki partinin kendi iç yapısı, Koalisyon uyumu, Türkiye’nin bu şekilde iki sene daha gitmesine imkan verecek şekilde değildir. Ama, bizim bu konuda, Anavatan Partisi olarak bu kötü gidişe, bu Koalisyon Hükümetinin ülkeyi göz göre göre bir ekonomik batağa doğru sürüklemesi karşısında, bundan başka yapabileceğimiz herhangi bir şey yoktur. O konuda arkadaşlarımın herhangi bir farklı görüşleri, önerileri varsa onu da görüşebiliriz; ama, eğer Anavatan Partisi olarak biz hakikaten ülke menfaatini kendi menfaatimizin üzerinde tutmayan bir parti isek, “önce Vatan sonra Anavatan” ilkesine gerçekten bağlı bir parti isek, benim arkadaşlarımın düşünebildiğimiz azami fedakarlık budur. Bunun ötesinde, bize düşen, bizden istenebilecek herhangi bir fedakarlık, dolayısıyla ülkenin bundan sonraki kötü gidişinden dolayı bize atfedilecek herhangi bir vebal söz konusu olamaz.

BİZE DÜŞEN GÖREV VE YAPACAKLARIMIZ:

Şimdi, bundan sonra bize düşen görev, bir yandan bu Hükümetin yanlış icraatları konusunda artık uyarı görevimizi değil, doğrudan doğruya milletimize şikayet görevimizi yürütmektir. Yani, bu Hükümetin hiçbir şekilde çözüm olmadığını, çözüm olmayacağını milletimize sadece Mecliste değil, sadece Ankara’da değil, milletin ayağına giderek anlatmaktır, bunu sürekli olarak yapacağız. Buna ne kadar çok arkadaşım da faal olarak iştirak ederse o kadar yararlı olur. Ama, bunun yanında ikinci önemli görevimiz, ülkenin geleceği konusunda neler yapacağımızı, nasıl bir programla bu sorunların üstesinden geleceğimizi hiçbir zaman -şimdiye kadar- elden bırakmadığımız dürüstlük, tutarlılık ve gerçekçilik ilkeleri ışığında belirlemektir. İşte, önümüzdeki hafta Meclis Grubumuz ve Merkez Karar Yönetim Kurulumuz olarak Abant’ta yapacağımız ortak toplantının esas gündemi budur.

Türkiye’nin bugün, bizim bıraktığımıza göre, çok daha ağırlaşmış olan sorunları ışığında, önümüzdeki beş yılda, 2000 yılına kadar geçecek olan beş yılda, Türkiye’nin nasıl bir programla yönetilmesi gerektiğini yeniden gözden geçireceğiz. Elbette ki orada üzerinde tartışacağımız, daha sonra kamuoyuna açıklayacağımız program, bizim 1983’te Anavatan Partisi olarak yola çıkarken koyduğumuz ana ilkelere bağlı bir program olacak, o ilkeler üzerine oturmuş bir program olacak; ama, bu egzersizin veya önümüzdeki hafta yapacağımız bu çalışmanın en önemli unsuru, ülkenin bugün geldiği noktada bu sorunların çok daha ağırlaşmış olması karşısında, hangi yeni politikaların bu programa ilave edilmesi gerektiği konusudur. Her halükarda bu program, Anavatan Partisi olarak bizlerin 2000 yılına nasıl bir Türkiye görmek istediğimizi, nasıl bir Türkiye’ye gitmek istediğimizi ortaya koyan ve eğer milletimizden yetki alırsak, Türkiye’yi önümüzdeki beş sene yönetme sorumluluğunu üstlenirsek, hangi politikalarla hangi programlarla o Türkiye’ye ulaşacağımızı gösteren bir çalışma olacaktır.

Daha önce de söylediğim gibi, bütün arkadaşlarımıza muhtemelen gelecek haftaki Grup Toplantımızda, bu konuda yapılan çalışmaların taslaklarını dağıtacağız. Arkadaşlarımdan, bu metinleri aldıkları andan itibaren, yani önümüzdeki hafta Grup Toplantısından itibaren bu konuda yoğun bir fikri çalışma yaparak, gerekirse tanıdıkları ilgili kişilerle, uzman kişilerle de temas ederek, o toplantıya, yani önümüzdeki hafta Cuma günü yapılacak toplantıya bu konuda hazırlıklı olarak gelmelerini rica ediyorum. Orada iki gün süreyle bu konuları en detaylı biçimde tartışacağız. Daha sonra o tartışmalar ışığında yeni bir redaksiyon çalışması yapıp, Anavatan Partisinin Türkiye’nin önümüzdeki beş yılına ilişkin görüşmelerini kamuoyuna tek bir doküman halinde açıklayacağız.

Arkadaşlarım orada, her zaman olduğu gibi, kendi kişisel bütün görüşlerini -ne kadar aykırı da olsa dile getireceklerdir, getirmelidirler. Ama, yine her zaman olduğu gibi, Anavatan Partisinin parti disiplinine, particilik anlayışına uygun olarak, üzerinde uzlaşma sağladığımız, çoğunluk olarak uzlaşma sağladığımız metnin, buradan sonra bütün arkadaşlarım tarafından kamuoyu önünde savunulması, desteklenmesi gereği vardır. İnanıyorum ki, bu çalışmalar, daha doğrusu bugünlerde parti olarak benimsediğimiz tutum, önümüzdeki günlerde gerçekleştireceğimiz bu çalışmalar, Anavatan Partisine uzun bir süreden beri ve haksız olarak yönetilen bir takım suçlamalara, birtakım eleştirilere de bir cevap teşkil edecektir. Bundan sonra hiç kimse Anavatan Partisinin, sadece kendi kişisel veya partisel çıkarları doğrultusunda politika yapan, ülke menfaatlerini göz ardı eden uzlaşma bir parti olduğunu savunamayacaktır veya böyle bir eleştiri artık bundan sonra kamu vicdanında haklı görülmeyecektir ve eğer bu çalışmayı, bizim aylardan beri yürüttüğümüz, sizlerin katkılarıyla sonuçlandıracağımız bu çalışmayı da kamuoyuna açıkladığımız zaman, artık Anavatan Partisinin sadece günlük kısır çekişmeler içerisinde politika yapan, geleceğe dönük açık, net program üretemeyen bir parti olduğu eleştirisi de geçerliliğini kaybedecektir. Dolayısıyla bu önümüzdeki dönem, önümüzdeki bir iki aylık dönem veya yılbaşına kadar olan dönem, bu açıdan hepinizin çok olağanüstü katkısını gerektiren bir dönemdir.

Bu söylediklerime ilaveten, Mecliste çok daha aktif olmak zorundayız. Yani, bir yandan meydanları daha çok kullanmak, daha fazla vatandaşın ayağına gitmek, bir yandan teşkilat konusunda sizlerin de katkılarıyla olgunlaşan sonuç aşamasına gelen bazı düzenlemelerimizi tamamlamak, bir yandan da Mecliste daha etkin bir muhalefet yürütmek zorundayız. İşte, Meclisteki bu etkinliklerimizden bir tanesi de, arkadaşlarımızın geçen hafta verdikleri Adalet Bakanı ile ilgili bir gensoru önergesidir. Bilmiyorum Danışma Kurulu ne zaman görüşür, ne karar verir ama... Muhtemelen önümüzdeki hafta bugün, yani Salı günü Mecliste görüşülecektir, o gensoruda arkadaşlarımın hiç eksiksiz bulunmalarını rica ediyorum. Bizim açımızdan çok önemli bir gensorudur. Bizzat iktidar partisi gruplarından da destek beklediğimiz, onların da içlerine sindiremediklerini bildiğimiz bir konuyla ilgilidir. Dolayısıyla arkadaşlarımın haftaya Salı günü mutlaka Mecliste olmalarını ve o gensoru oylamasına mutlaka katılmalarını rica ediyorum.

Bunun dışında, geniş ölçüde medyaya da intikal eden konularla ilgili Grup Yönetimimizin Meclis denetimine ilişkin başka hazırlıkları da vardır. Onları da önümüzdeki günlerde sizlerle tartışacağız. Ama her halükarda, tekrar söylüyorum, bu Hükümetten mümkün olan en erken tarihte kurtulmak Anavatan Partisinin hedefidir ve bu süreyi bir gün öne alabilmek için Anavatan Partisi olarak her türlü fedakarlığa hazır olduğumuzu her zaman tekrarlamak durumundayız. Sayın Başbakanın 1996’ya kadar Hükümetin devam edeceği konusundaki beyanı, sadece kendi taraftarlarına moral vermeye yönelik, kendisinin de muhtemelen hiç ihtimal vermediği, inanmadığı bir beyandır. Ben, Hükümetin bu seneyi çıkaracağından emin değilim. Yani, 1994 sonundan önce bu Hükümetin dağılmasını devam etmesinden daha güçlü bir ihtimal olarak görüyorum. Bu ihtimal, Anavatan Partisi olarak bizim her an hazırlıklı olmamızı gerektiren bir ihtimaldir. Her ihtimale hazırlıklı olmamızı gerektiren bir durumdur. Ve biz bir yandan olayları bu yönde etkilemek, yönlendirmek için, ama bir yandan da bizim dışımızda doğabilecek gelişmelere karşı hazırlıklı olmak için, her an tetikte olmalıyız.

Bizim hedefimiz, her zaman söylüyorum, halka da söylüyorum, sadece iktidar olmak değildir, sadece iktidar ortağı olmak değildir ve bizim hedefimiz, hiçbir zaman bunların üç seneden beri yaptıkları gibi, devletin nimetlerinden yararlanmak için iktidar olmak olmayacaktır. Bizim hedefimiz tam tersine... Bunların tarumar ettikleri devleti yeniden adam etmek için, ekonomiyi yeniden düzlüğe çıkarmak için, Türkiye’nin 2000 yılındaki hedeflerine ulaşmasını sağlamak için iktidar olmaktır. Böyle bir iktidar olmanın, bugünden başlayarak vecibeleri vardır. Arkadaşlarımın, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun ciddiyetiyle mütenasip, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunların ağırlığıyla mütenasip bir şekilde bu konuda üstlerine düşen her türlü sorumluluğun bilinci içinde hareket edeceklerini umuyorum. Bilhassa bugün geldiğimiz noktada bunun her zamankinden daha fazla önem taşıdığına inanıyorum ve arkadaşlarımdan da bu anlayış, bu bilinç içerisinde bundan sonraki çalışmalara verebilecekleri her türlü desteği, mümkün olan her alanda vermelerini bekliyorum.

Önümüzdeki hafta Grup Toplantısını, eğer özelleştirme kanun tasarısı Hükümetten bize gelirse, arkadaşlarımızın belirleyecekleri özel bir oturum şeklinde yapabiliriz, daha uzun bir oturum şeklinde yapabiliriz. Ama eğer tasarı bize gelmezse, o zaman benim arkadaşlardan ricam, toplantıyı biraz ileri almaları, çünkü benim İstanbul’da bir iki işim var, ancak öğleye doğru gelebilirim, yani saat 12.00’da filan Grup toplantısını yaparsak, Grup toplantısından sonra da birlikte Genel Kurula gireriz.

Ayrıca, eğer sürpriz bir gelişme olursa, bu özelleştirme kanun tasarısı arada gelirse, bunların dışında, yani normal şeyimizin dışında herhangi bir gün bir özel toplantı da arkadaşlarımla yapabiliriz.

Meclis platformunu daha iyi kullanma, Meclisteki denetim etkinliğimizi artırma yönünde, Grup Başkanlığımızın, Grup Yönetimimizin çalışmalarına ilave olarak, arkadaşlarımızın da özel olarak kendi ilgilendikleri konularda, kendi alanlarında katkıda bulunmalarında büyük yarar olacaktır. Bazı arkadaşlarımızın bu konuda hakikaten çok güzel çalışmaları oldu. Bunun diğer arkadaşlarımız tarafından da önümüzdeki dönemde daha yoğun biçimde sürdürülmesini rica ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.