ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ’IN
ANAVATAN PARTİSİ TBMM GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA

11 Ekim 1994

 

Değerli arkadaşlarım, bugün 20 Kasım 1991 günü kurulan Koalisyon Hükümetinin 1027’nci günüdür. Sayın Çiller Başkanlığında kurulan İkinci Koalisyon Hükümetinin de 445’inci günüdür.

Hepinizin hatırlayacağı gibi, başlangıçta büyük iddialarla kurulan, mesele 500 gün zaafında enflasyonun yüzde 10’a indireceğini vaat eden ve bunu vaatler listesinin en başına yerleştiren Koalisyon Hükümeti, 1027 günlük icraatı sonunda, bugün Türkiye’yi yüzde 130 enflasyona götürmüştür. Yine, işbaşına geldiği zaman, Körfez Savaşından, 1991 yılındaki seçimlerden kaynaklanan ekonomik büyüme hızının yüzde yarım olmasından yakınan Koalisyon Hükümeti, 1027 günlük icraatı sonunda, bu yılın sonunda, Türkiye’yi eksi 4 veya 5 bir büyüme hızına getirmiş olacaktır.

Şimdi, bugünkü gazetelere bakarsanız, geçtiğimiz günlerdeki medyadaki yayınlara bakarsanız, bu Koalisyon Hükümetinin artık ömrünün sonuna gelmiş olduğunu hep birlikte görürsünüz. Sayın Çiller, baştan beri DYP-SHP Hükümetinin Türkiye için bir şans olduğunu ve bu Koalisyonun 1996 yılı sonuna kadar, yani normal seçim döneminin sonuna kadar işbaşında kalacağı iddiasını tekrarlaya gelmiştir. Ama, bugün gelinen noktada, artık kendisi de dahil, hiç kimse bu Koalisyon Hükümetinin iki sene daha devam edeceğine inanmamaktadır.

Türkiye’nin bugün geldiği noktada Koalisyon ortağı olan iki parti, kendileri açısından önemli addettikleri, adeta Hükümette bulunmalarının varlık sebebi olarak gördükleri birer konuyu, birbirlerine karşı adeta bir şantaj malzemesi gibi kullanmakta, Doğru Yol Partisi, özelleştirme konusunda SHP’nin destek vermemesi halinde, SHP’de demokratikleşme konusuna Doğru Yol Partisinin destek vermemesi halinde, Koalisyonun son bulacağını ifade etmektedir. SHP Lideri Sayın Karayalçın, herhalde hatırlayacaksınız, geçtiğimiz yasama yılında, Meclis tatile girmeden önce demokratikleşmeyle ilgili yasaların çıkmaması halinde, koalisyondan ayrılacaklarını ifade etmişti. Bunların hiçbiri Meclisten çıkmadı, ama buna rağmen SHP Koalisyonda kalmayı devam etti. Bu yasam yılı başladıktan sonra, Sayın Karayalçın yeni takvimler koymaya başladı; evvela bu ayın sonuna kadar, Ekim ayı sonuna kadar demokratikleşmeyle ilgili dört düzenlemenin Meclis tarafından sonuçlandırılması halinde SHP’nin Hükümetten ayrılacağını ifade etti. 4 -5 gün önce Başbakanla beraber yaptığı bir basın toplantısında bunu biraz daha sulandırdı ve Kasım ayına da taşabileceğini, ama her halükarda Kasım başında bunların çıkmaması halinde, Koalisyondan ayrılacaklarını ifade etti. Dün yaptığı bir açıklamayla bu süreyi yine öne aldı ve bu hafta içerisinde eğer bu konularda herhangi bir gelişme sağlamadığı taktirde, bu haftanın SHP-DYP Koalisyonunun son haftası olacağını kamuoyuna açıkladı.

Tabii, aslına bakarsanız, ülkenin bu kadar acil sorunları birbiri üzerine yığılmış çözüm beklerken, Türkiye yüzde 130 enflasyon oranıyla tarihinin en yüksek işsizlik oranıyla giderek artan, coğrafyası giderek genişleyen bir terör belasıyla boğuşurken, iki partinin demokratikleşme ve özelleştirme konularında adeta birbirlerini rehin almaları, Meclisi, Hükümeti işlemez hale getirmeleri anlaşılabilir bir tutum değildir. Türkiye’nin özelleştirme ve demokratikleşme dışında çok acil sorunları vardır ve bu sorunların çözümü, esas itibarıyla Hükümetten beklenmelidir.

Netice itibarıyla Koalisyon bir uzlaşma Hükümetidir. Koalisyon ortaklarının her konuda birbirleriyle tam uzlaşmaları beklenemez. Uzlaşamadığınız konuları bir yana koyarsanız, uzlaştığınız konularda ülkenin acil sorunlarına çözüm getirmeye çalışırsınız. Mademki demokratikleşmede anlaşamıyorsunuz, demokratikleşmeyi koyarsanız bir tarafa, onun yerine, mesela yeşil kart meselesini halledersiniz. Diğer vaatlerinizi yerine getirirsiniz. Aslında meselenin bu şekilde sadece bu iki konu üzerinde odaklaşmış olması, Koalisyon ortaklarının, bu koalisyonun yürümemesinin, bu Koalisyonun başarısız olmasının sorumluluğunu birbirlerine yükleme gayretlerinin sonucudur. Çünkü bu koalisyon Türkiye’nin üç senede hangi meselesini halletmiştir, hangi meselesinde kalıcı bir çözüm getirmiştir ki, mesele sadece bu iki meseleden ibaret olsun. Koalisyonun üç yıllık icraatı sonunda, millete gösterebileceği en ufak bir başarısı, herhangi bir konuda en küçük bir başarısı bile söz konusu değildir. Ama, Türkiye’nin daha büyük bir garabeti var; bir tarafta demokratikleşmeden bahsediyorlar, demokratikleşmeyi Hükümette kalmanın bir şartı olarak ileri sürüyorlar, öbür tarafta mesela bugünkü Cumhuriyet Gazetesini alıp bakın, o gazetenin en üstündeki manşet: Hükümetin bir SHP’li Bakanı, devletin köyleri yaktığını söylüyor. Bunu, Hükümetin bakanı söylüyor.

Şimdi, bunu söyleyen bir bakanın mensup olduğu bir partinin gerçekten demokratikleşme peşinde olduğu iddia edilebilir mi? Bunu söyleyen bir bakana sormazlar mı; devlet köyleri yakıyorsa sen orada nasıl bakanlık yapıyorsun? Hem de İnsan Hakları Bakanı. Devlet, iddia edildiği gibi, memleketin bir yöresinde herhangi bir köşesinde köyleri yakıyor mu yakmıyor mu bilmiyoruz, Başbakan yardımcısı bunu öğrenmek için Tunceli’ye gidiyor, öğrenemeden dönüyor. Başbakan yardımcısı, güvenlik gerekçesiyle yakıldığı iddia edilen köylere gidemiyor ve bunlar kendilerini terörle mücadelede başarılı ilan ediyorlar. Hem Köylere gidemiyor hem de Hükümetin Başbakan Yardımcısı ve bir bakanı orada vatandaşlar tarafından yuhalanıyorlar. Bakın, bunu da özel televizyonlara borçluyuz; eğer özel televizyonlar olmasaydı devlet televizyonu hiçbir zaman vermezdi onu.

Geçen sene de Lice’de olaylar olduğu zaman, hatırlarsınız Başbakan Lice’ye gidememişti. Yani, bir devletin Başbakanı, Başbakan Yardımcısı güvenlik sağlanamadığı için Türkiye’nin bir ilçesine veya bir köyüne gidemiyorlar. Memleketin geldiği durum budur. Ve Hükümetin terörle mücadele konusuna Başbakanın her akşam televizyonda tekrarladığı başarısı, sadece sözde bir başarıdan ibarettir. Terörle mücadele konusunda Başbakanın her akşam televizyonda tekrarladığı başarısı, sadece sözde bir başarıdan ibarettir. Terörle mücadele konusunda maalesef bugün devletin dişinden tırnağından artırarak sağladığı bütün kaynaklara rağmen, olağanüstü hal bölgesinde vatan görevini yapan 300 bin küsur askerimize rağmen, terörle mücadelede 1991’den daha iyi noktada değiliz.

Tam tersine, terör bugün hem yoğunluğunu artırmıştır, her Allah’ın günü 10-15 vatandaşımız güvenlik görevlisi terörden hayatini kaybetmektedir, masum insanlar yine şehirlerarası yollarda araçları durdurup öldürülmekte, rehin alınmakta, kaçırılmaktadır hem de terörün coğrafyası şimdiye kadar hiçbir dönemde olmadığı ölçüde genişlemiştir. Bu coğrafya şimdi ta Sivas’a kadar gelmiştir, Erzincan’a kadar gelmiştir. Memleketin bütün büyük şehirleri terör tehdidiyle karşı karşıyadır. Terör meselesini sadece güvenlik güçlerine havale eden anlayışın ülkeyi getirdiği nokta budur. 1500 tane köy boşaltılmıştır, tam rakamı bilmiyoruz, ama 1500 civarında köy boşaltılmıştır. 1500 köyde her birinde 500 kişi yaşasa 750 bin kişi yapar. Şimdi bu insanlar aç, sefil, büyük şehirlerin varoşlarında hayat mücadelesi veriyorlar. Devlet bunları aramıyor, sormuyor; siz ne yaparsınız, neyle geçinirsiniz, tarlanızı kaybettiniz; nasıl ayakta duruyorsunuz, nasıl yaşıyorsunuz diye devlet kendilerine sormuyor.

Hükümetin böyle bir derdi yok ve ben burada üçüncü defa söylüyorum: Bu politika terörü önleyen değil, terörü besleyen bir politikadır. Bu politikayla her gün yeni teröristler yaratırsınız. Ve bunun faturasını başkalarına çıkarmak.... Elbette ki bu işlerden medet uman yabancı güçler var, Türkiye’nin gelişmesinden rahatsız olan, Türkiye’nin başına bela çıkarmayı kendi devlet politikası sayan yabancı güçler var. Elbette ki bu terörün arkasında terör örgütü var, ama benim söylediğim husus, terörle mücadeledeki yanlış yöntemi, Hükümetin meseleye yaklaşımındaki sakatlığın terörü artırması boyutudur. Evvela biz terörle mücadelede doğru yöntemleri benimsemek zorundayız.

Bakın, Anavatan iktidarı döneminde bütün güçlüklere rağmen, bölgedeki ekonomik aktiviteyi devam ettirmek için bölgede altyapı hizmetlerini tamamlayabilmek için, hiç tavizsiz bir mücadele verdik. Bazen teröristler geldiler, yaktılar, yıktılar biz yenisini yaptık. Çünkü biliyorduk ki, ekonomik boyutu olmadan, ekonomik yönüne önem verilmeden terörle mücadeleden netice alınamaz. Terörle mücadele, sadece oradaki askerlerin, polislerin, özel timlerin yürüteceği bir mücadele değildir. Çünkü, terörle mücadele, sadece silahla kazanılabilecek bir mücadele değildir. Terör mücadelesinin ekonomik boyutu var, onu ihmal ettiğiniz zaman terörü belki geçici olarak dize getirebilirsiniz, terörün kökünü kazıdığınızı zannedebilirsiniz, ama yarın o ekonomik nedenler çok daha büyük bir terör dalgasının besleyicisi olur. Bugün maalesef Türkiye’de bu süreci yaşamaya başladık. Ve endişem odur ki, yakın gelecekte terör olayları, bugün artık daha çok kırsal kesimde yoğunlaştığı görülen terör olayları, büyük şehirlerin göçle beslenen varoşlarında patlak verecek. Meseleyi bu şekilde ele almadan, sadece ucuz siyasi istismar vasıtası olarak kullanan, terörle mücadelede başarılı olduklarını devamlı tekrarlayarak, bu meseleyi bir siyasi prim kazanmak konusu haline dönüştüren Sayın Başbakanın ve Hükümetin politikası, bugün Türkiye’yi terör açısından, bölücü terör tehdidi açısından her zamankinden daha riskli bir duruma getirmiştir.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan, sürekli olarak Meclisi çalıştırmamaktan, yasa çıkaramamaktan, iş yapamamaktan şikayet etmektedir. Bir kere, iktidarların iş yapamamakta şikayet etmeye hakkı yoktur. Çünkü herşeyden önce hükümet şikayet yeri değildir, Hükümet icraat yeridir. Eğer bir Hükümet kanun çıkaramamaktan şikayet ediyorsa, iktidarını kaybetmiş, demektir. Eğer Meclisi çalıştıramıyorsa, Meclisteki çoğunluğunu kullanamıyor demektir. Sayın Başbakan, iş yapabilmek için, Meclisten kanun çıkarabilmek için bizim desteğimizi istiyor, muhalefetin desteğini istiyor. Bu düpedüz demagojidir. Üstelik de Anavatan Partisi olarak biz, geçmişte hiçbir zaman onların bize vermedikleri ölçüde desteği her zaman bu Hükümete verdik. İşte bunun en önemli örneği, olağanüstü halle ilgili Mecliste geçen kararlardır. Kendi ortaklarının vermediği desteği verdik. Sadece destek vermekle kalmadık, çoğu zaman da yol göstericilik yaptık. İşte özelleştirmede yaptığımız budur; yanlış yapıyorsunuz, böyle yaparsanız biz size destek veririz dedik. Kaldı ki biz, iktidarı devrettiğimiz ilk gün söyledik: Bizim muhalefetimiz farklı bir muhalefet olacak dedik, biz sorumlu muhalefet yapacağız dedik. Ve bugüne kadar her zaman muhalefette bu sorumluluk bilinciyle hareket ettik.

Sayın Başbakan kendi aczini anlatırken, “ muhalefetin de sorumlulukları vardır” diyor, bizim sorumluluğumuzu bize hatırlatıyor. Ama, bize muhalefetin sorumluluğunu hatırlatan Sayın Başbakanın, kendi sorumluluğundan haberi yok. Evvela Hükümetin kendi sorumluluğunu öğrenmesi, kendi sorumluluğunun bilincine varması gerekir. Ve nihayet, Sayın Başbakan bir taraftan SHP ile koalisyon ortaklığına devam ediyor, öbür taraftan da yasaları geçirmek için bizden destek istiyor. Bunu ne demokrasiyle ne siyasetin realitesiyle bağdaştırmak mümkün değildir. Sayın Başbakan yine konuşmalarında sık sık, düzeni değiştirmekten bahsediyor. Değerli arkadaşlarım, eğer ortada değiştirilecek bir düzen varsa, bu düzeni bozan bu Koalisyon Hükümetidir.

Şimdi kendi bozdukları düzeni değiştirmeye çalışıyorlar. Aslına bakarsanız, eğer bir düzenden sıkıntınız varsa, bir düzenin aksayan yönleri varsa, şikayet edilecek yönleri varsa, onları değiştirecek olan iktidardır. Eğer hakikaten düzeni değiştirmek istiyorlarsa, artık daha fazla konuşmayı bırakıp, üç sene sonra icraata başlamaları lazımdır. Ve bana sorarsanız, bu icraata da evvela kendi şaibeli servetinin hesabını vermekle başlamalıdır. Çünkü, bugün eğer Türkiye’de sistemin işlemesinde birtakım zorluklar yaşanıyorsa, eğer vatandaşların demokratik sisteme, Meclise, Siyasi partilere güvenleri aşınmışsa, emin olun ki bunun en önemli nedenlerinden birisi, bu Meclisin asli görevleri olan denetim ve yasama faaliyetlerini gerektiği şekilde yürütemediği içindir. Bunun ikisinin de sorumlusu biz değiliz. Meclisin yasa çıkaramamasının sorumluluğu, o yasaları çıkarmakla yükümlü olan iktidarın Meclisteki çoğunluğunu seferber edememesinden kaynaklanıyor. Kendi iç çekişmelerinden kaynaklanıyor. Ama Meclisin denetim görevini yerine getirememesi de, gene keza bu iktidarın hatasıdır. Eğer bizim gündeme getirdiğimiz İLKSAN meselesinde, İSKİ meselesinde, Adalet Bakanı ile ilgili, Başbakanın servetiyle ilgili konularda bu Meclis denetim görevine sahip çıksaydı, Meclisin denetim faaliyeti iktidar çoğunluğu tarafından siyasi hesaplarla engellenmeseydi, Meclisin itibarı bu kadar düşmüş olmazdı.

Sayın Başbakan, sık sık, “ Ülke ekonomisi bir erken seçimi kaldıramaz” diyor. Ama ondan sonra, geçen gün basın toplantısında da izlediniz, gene büyük yatırım paketleri açıklamaya devam ediyor. Çanakkale boğazına köprü yapacakmış. Geçen hafta Cem Kozlu arkadaşımız İl Divanı Toplantısı için Şırnak’a gitti, Kurtalan’da 100-150 metre uzunluğunda bir köprüyü bir sene önce teröristler havaya uçurmuşlar, sabotaj yapmışlar, o 100 metrelik köprü bir seneden beri yapılamadığı için, şimdi oradan arabaların geçmesi mümkün olmuyormuş, arabalar demiryolu köprüsünden rayların üstünden atlayarak geçiyormuş. Şimdi Kurtalan’da 100 metrelik köprüyü bir seneden beri yapamayan Hükümet Çanakkale Boğazına köprü yapmaktan bahsediyor.

Değerli arkadaşlarım, Başbakan üç gün önceki basın toplantısında, birden bire böyle trilyonluk yatırım paketleri açıklaması, bir tesadüf eseri değildir. Bu, doğrudan doğruya yedi hafta sonra yapılacak olan ara seçimleri etkilemeye matuf yeni bir propaganda manevradan ibarettir. Üç seneden beri ülkenin en elzem yatırımları bile yapamamışlar, şimdi birdenbire, hem de enflasyonun yüzde 130 olduğu bir ekonomik konjonktürde, yapmaya koyuluyorlar. Bakın üç senelik, yatırım ihmalinin ilk acı meyveleri yaşanmaya başlamıştır. İşte İstanbul’un içme suyu meselesi. Türkiye’ni en büyük kenti, Türkiye’nin en gelişmiş kenti, ülkenin vergi gelirlerinin yüzde 40’ını tek başına sağlayan, ülkenin en zengin kentinde, insanlar çeşme başlarında ellerinde kovalarla- televizyonlarda görüyorsunuz - 12 saat, 18 saat su kuyruklarında yürümemiş olmasıdır, tamamlanmamış olmasıdır, bu alanda hiçbir şey yapılmamış olmasıdır.

Ama, bugün İstanbul’un yaşadığı su sıkıntısını, yarın Türkiye’nin her yerinde başka alanlarda hep birlikte yaşayacağız. Ve muhalefet olarak bizim bunda hiçbir vebalimiz yoktur. Ben 1992 yılı Mecliste görüşülürken çıktım söyledim; “ eğer bu yatırımlara devam etmezseniz 1996 yılında Türkiye karanlığa mahkum olacak dedim. Üç seneden beri yaptıkları tek enerji yatırımı yoktur. Sayın Demirel ile Erdal İnönü, Çankırı’ya gittiler, Orta Termik Santralının temelini attılar, üç seneden beri o yatırım olduğu gibi duruyor. Temelini atmışlar, şantiye bile kurmamışlar. Türkiye’nin mevcut elektrik kapasitesine ilave sağlayacak hiçbir yatırım yapmamışlar. Halbuki, Türkiye’deki elektrik üretimi ve tüketimi, dünya ortalama üretim ve tüketimin yarısıdır. Yani gelişmiş ülkeleri bırakıyorum, bütün dünyanın ortalamasının sadece yarısıyız. Eğer her sene 3 milyar dolar enerji yatırımı yapmazsak, 2000 yılında Türkiye’nin elektrik talebini karşılamamız mümkün değil. Şimdi bunlar üç yılı boşa geçirmişler. Önümüzdeki 5 sene bu üç yılın boşluğunu da kapatacak kadar enerji yatırımı yapmaya mecburuz.

Şimdi, Anavatan Partisi olarak bir süreden beri Türkiye’nin bu kötü gidişinin değiştirilmesinde, Türkiye’nin yeniden düzlüğe çıkarılmasında, toplumun ümidi, toplumun beklentisi yeniden bize yönelmiştir. Bizim bugünkü yapı içerisinde, bugünke Meclis aritmetiği ile bu beklentilere cevap verebilmemiz mümkün değildir, metamatik olarak mümkün değildir. Ama bizim önemli bir rol üstleneceğimiz bir başka misyon söz konusudur; biz, Türkiye’yi mümkün olan en erken tarihte bu koalisyondan kurtarma misyonunu üstlenmek zorundayız. Bu Hükümetten Türkiye’yi kurtarmadıkça, Türkiye zaman kaybetmeye devam edecektir. Türkiye’yi bu hükümetten kurtarabilmek için, Anavatan Partisi olarak bütün ihtimalleri düşünüp, gerektiğinde değerlendirmek zorundayız.

Ben daha önce bu kürsüde de söyledim, gerekirse Doğru Yol Partisi ile Sayın Çiller’in başkanlığında bir koalisyon hükümetini, bizim için en aykırı bir formül olarak, bunu dahi düşünmeliyiz. Ama, böyle bir hükümet ortaklığının kaçınılmaz, vazgeçilmez, tek hedefi, erken seçim olmalıdır. Yani, bu hükümeti seçime zorlayabilmek için onu dahi düşünmek durumundayız. Bizim hükümete katılmamıza gerek göstermeyecek diğer bütün formülleri zaten daha önce gündeme getirdik. Yani, bizim dışımızdaki bir azınlık hükümetini bu hükümetten kurtulmak için, Türkiye’yi erken seçime götürmek için hepsini ve bütün formüller içerisindeki bize düşecek görevi, baştan istemesek de, beğenmesek de bugüne kadar ki çizgimizle tartışılır olsa dahi ülke için düşünmek zorundayız.

Burada, bugünlerde gazetelerde, medyada, televizyonlarda bu konularda bir sürü şeyler yazılıp, çizilecektir. Bunların çoğu, olanları değil, olması arzulananları yansıtan şeylerdir, yani çarpıtılmış şeylerdir. Ben size buradan tekrar, hiç tereddüde mahal bırakmamak için, en açık şekilde ifade ediyorum: Sayın Çiller’in başkanlığındaki bir koalisyona, hedefi sadece ülkenin en kısa sürede seçime götürmek değil de, belli konularda icraat yapmayı hedefleyen bir koalisyon hükümetine katılmayı Anavatan Partisi olarak hiç bir şekilde düşünmüyoruz. Benim beyanım, sadece ülkeyi seçime götürebilmek için, mümkün olan en kısa süredeki bir erken seçime götürebilmek için üstleneceğimiz bir fedakarlık anlamındadır, ama biz bunu gündeme getirdikten sonra, hem kendi partisi içerisindeki bazı gruplardan rahatsız olan hem de SHP ile artık koalisyonu devam ettirmenin imkansızlığını gören DYP yöneticileri, bizden bazı arkadaşlarımızla temas kurmak suretiyle bizim bir erken seçim için düşündüğümüz bu hükümet ortaklığı formülünü, daha esnek bir hale getirip getiremeyeceğimizi araştırmasına girişmişlerdir.

Çeşitli arkadaşlarımıza değil, onların dışındaki bazı arkadaşlarımıza da Doğru Yol Partisi milletvekilleri yöneticilerinden bu şekilde bazı temaslar yapılmıştır, ama hiçbirisinde, benim daha öncesi size burada ifade ettiğim ve şimdi de tekrar ettiğim tutumumuzdan farklı bir mesaj verilmemiştir. Bir kere şunu söyleyeyim; bir taraftan bugünkü Hükümet devam ederken, bir taraftan da onu ikame edecek yeni bir koalisyon hükümetinin görüşülmesini, ne siyasi adaba ne de ahlaka uygun bulmak mümkün değildir. Ortada bir Koalisyon Hükümeti vardır, bu Koalisyon hükümeti şu anda işbaşındadır.

Sayın Çiller, 5 Nisan kararlarından bir gün önce, 4 Nisanda bu ekonomik kararlarla ilgili olarak beni ziyaret ettiği zaman, kendisi bu konuyu bana açmıştır. Böyle bir işbirliğini Anavatan Partisi olarak nasıl değerlendirdiğimizi bana sormuştur, ben de kendisine, işbaşında bir koalisyon hükümeti varken kendisi ile bu konuda hiçbir şekilde görüşmeyeceğimi söylemişimdir. Bu açıdan değişen bir durum yoktur. Yani, yine ortada bir koalisyon hükümeti vardır, herkesin artık aylarla haftalarla değil günlerle ömür bittiği bir Koalisyon Hükümeti var, ama netice itibarıyla meşru bir hükümettir. O hükümet bozulmadıkça, koalisyon hükümeti işbaşında oldukça, Anavatan Partisi olarak biz ne doğrudan ne de dolaylı olarak herhangi bir koalisyon müzakeresine giremeyiz. Başkalarının siyaset anlayışı, ahlak anlayışı buna müsait olabilir, ama bizimki buna müsait değildir.

Fakat, biz Anavatan Partisi olarak, aynı zamanda ülkeyi bu Hükümetten kurtarmak, bu Hükümete girmek değil, bu Hükümetle işbirliği yapmak değil- göreviyle karşı karşıyayız. Ülkeyi bu Hükümetten kurtarmanın en kestirme yolu erken seçimdir. Erken seçimi sağlamanın aracı da icabında böyle bir seçim hükümetinde yer almak olabilir. Ama tekrar söylüyorum, hiç bir zaman uzun süreli bir icra hükümetinde Sayın Çiller’in başkanlığında yer almayı düşünmüyoruz. Çünkü, böyle bir hükümetin, geçtiğimiz- başta söyledim- 445 günlük Çiller Hükümeti ve 1027 günlük Koalisyon Hükümetinin icraatlarına baktığımız zaman, böyle bir Hükümetin başarılı olabileceğine ihtimal vermiyoruz. Anavatan Partisi olarak bizim hedefimiz, değişmez hedefimiz, nihai hedefimiz tek başına yeniden Türkiye’nin yönetim sorumluluğunu üstlenmektir. Türkiye’nin bütün sorunlarını tek başımıza omuzlamaktır.

Şimdi, zannediyorum hepinizin dikkatini çeken bir başka gariplik daha var, Sayın Başbakan çıkıyor televizyona, ortağının direnmesi nedeniyle Meclisten geçiremediği bir takım yasalar için bizden destek istiyor. Muhtemelen, eğer bugün yarın Bakanlar Kurulunda bu yasalar imzalanmazsa, Doğru Yol Partisi, özelleştirme yasa tasarısını da tasarı olarak değil, teklif olarak getirecek ve bizden koşullarda destek vereceğimizi daha önce ifade ettik. O koşullar karşılanırsa, destek verebiliriz. Ama, önemli olan şu: Kendi sayısı yetmediği için, ortağını ikna edemediği için, bizden destek isteyen Sayın Başbakan, öbür tarafta gidiyor mesela Şırnak’ta bizim belediye başkanımızı devletin kesesinden 20 milyar lira rüşvet verip il teşkilatını da onun aşiretine verip, orada açılan kömür ocaklarına alınacak işçileri belirleme yetkisini de ona verip, bizden transfer etmekle kalmıyor, aynı zamanda ciddi ciddi Meclisteki bir başka partiyle beraber, bizim partimizden ayıracağı milletvekilleriyle yeni bir hükümet kurmanın hesaplarını yapıyor, bunu da kamuoyunun önünde yapıyorlar. Bizim belediye başkanlarımıza, bizim milletvekillerimize çengel takacak, bizden adam ayartacak, öbür tarafta gelecek parti olarak benden destek isteyecek. Böyle bir şeyin mümkün olabileceğini dahi düşünen birisini Türkiye’nin yönetimindeki en üst makamda oturması, Türkiye için bir talihsizliktir.

Evvela bakın görüşlerimizde ayrılıklar olabilir, temel görüşlerde de farklı düşünebiliriz; bütün görüş ayrılıkları, nihayet karşılıklı uzlaşma ile halledilebilir, ortak çözümler bulunabilir, ama ahlaki meselede eğer aranızda böyle bir uçurum varsa, işbirliği yapmanız mümkün değildir. Bizim işbirliği yapacağımız kişilerde, partilerde aradığımız birinci nitelik, ahlaki esaslara uygun davranmaktır. Maalesef yapılan şeylerin, yapılmak istenen şeylerin şu anda ahlaki standartlara uygun olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir.

Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 4 Aralıkta yapılacak olan ara seçimlerin, seçmen iradesinin hür bir biçimde sandığa yansımasına imkan verecek şekilde cereyan edip etmeyeceğinde büyük şüphelerimiz olduğunu daha önce söyledim, buradan da söyledim, basında da söyledim. Maalesef bugüne kadar, şu son günlerde yaşanan gelişmeler, bu endişelerimizi daha da artırmıştır. Bölgeye giden arkadaşlarımızın bize getirdikleri izlenimler, bu konudaki endişelerimizi daha da artırıcı yönde olmuştur. Hatta size bir şey daha söyleyeyim; evvelsi gün kendisiyle özel bir toplantıda bir araya geldiğimiz Sayın Başbakan Yardımcısı Karayalçın da aynı konudan bana yakınmıştır. Yani Doğru Yola Partisinin başta Şırnak olmak üzere, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde devlet imkanlarını ve devlet baskısını seçim neticelerini kendi yönünde etkilemek için kullanmakta olduğundan bana yakınmıştır.

Şırnak’ta bizim bazı belediye başkanlarımızı transfer ederken, iki tane de SHP’li belediye başkanını Doğru Yol’a transfer etmiştir. Bu şartlarda Güneydoğu Anadolu Bölgesinde sağlıklı bir seçim yapılabilmesi mümkün değildir. Çünkü, seçimi saptırabilmek için, akla gelebilecek her yol denenmektedir, temposu gittikçe artırılmaktadır. Muhtemelen seçim gününe kadar da bu konudaki gayretler artarak sürecektir. Korucu başları Ankara’ya çağrılmaktadır, korucu başlarını olağanüstü hal valiliğinin ödeneklerinden ödemler yapılmaktadır. Orada göstermelik bir yatırım hamlesi başlamıştır. 3 seneden beri yatan iş makineleri birdenbire, sadece ara seçim yapılacak illerde faaliyete koyulmuştur. Sadece o bölgelere ilişkin birtakım yatırımlar, muhtemelen önümüzdeki günlerde başlatılacaktır. Ve tabii, her zaman olduğu gibi, seçimden sonra yine temeli atılmış, arkası gelmiş, izni verilmiş, tamamlanmış, yarım kalmış bir sürü işletme seçimden sonra, bundan sonraki iktidar tarafından devralınacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bu koşullara rağmen, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yakından izlediğimiz bütün bu seçmen iradesini saptırma gayretlerine rağmen, dün Merkez Karar Yönetim Kurulu toplantımızda Anavatan Partisi olarak, milletvekilliği ara seçimi yapılacak bütün seçim bölgelerinde seçime girmeyi kararlaştırdık. Zamanın darlığını dikkate alarak, seçim yapılacak yerlerin özelliklerini dikkat alarak, zannediyorum diğer bütün siyasi partilerin de muhtemelen yapacakları gibi, bu ara seçimlerde bütün adaylarımızı merkez yoklamasıyla tespit etmeyi kararlaştırdık. Bugün seçim takvimine göre bunun Yüksek Seçim Kuruluna bildirilmesi gereken son gündür. Bugün bu bildirimizi yapacağız.

Geçen hafta da sizlere ifade ettim, her seçim çevresinde- ki 14 seçim çevresi oluyor - 14 seçim çevresinde seçim çalışmalarını yürütmekle görevli, seçim çalışmalarının koordinasyonunu üstlenen birer milletvekili arkadaşımızı görevlendirdik. O arkadaşlarımız, bölgelere gittiler, ilk ön temaslarını yaptılar. Adaylar konusunda onların teşkilatla birlikte, teşkilatla istişare ederek yaptıkları bu ilk değerlendirmelerin sonuçlarını dünkü Merkez Karar toplantımızda görüştük, 22 milletvekilliğinden 2 tanesi için adaylarımızı kesinleştirdik. Birisi İstanbul’da Üsküdar Bölgesinde eski Odalar Birliği Başkanı Ali Coşkun arkadaşımızı aday göstermeyi kararlaştırdık, Batman’da da eski belediye başkanımız Ataoğlu Hamidi arkadaşımızı aday göstermeyi kararlaştırdık. Geri kalan 20 milletvekilliği için, en geç 10 gün zarfında bu arkadaşlarımızın teşkilatlarla işbirliği halinde yapacakları temaslar sonunda adaylarımızı kesinleştirip kamuoyuna açıklayacağız.

Geçen hafta de söylediğim gibi, bütün milletvekili arkadaşlarımdan ricam, bu koordinatör arkadaşlarımızla temas ederek, her arkadaşımın bir veya birden çok - ilgi derecesine göre- seçim çevresinde bu seçim çalışmalarına faal olarak katılmasıdır. Tabii ki seçim yapılan illerin milletvekilleri sadece kendi bölgelerinde görevli olacaklardır; ama, onun dışında diğer arkadaşlarımız birkaç ilde birden görev üstlenebilirler. Oradaki koordinatör arkadaşımızla bir an önce temas kurup, zaten o arkadaşlarımız da sizlerle temas kuracaklardır, bütün milletvekili arkadaşlarımızın bu seçim çalışmalarında en az bir bölgede bu çalışmalara katılmalarını rica ediyorum.

Bu ara seçimlerle ilgili olarak, bütün seçim süresince, yani seçim takviminin yürürlükte olduğu süre içerisinde, Mecliste de birtakım önemli konular olduğu süre içerisinde, Mecliste de birtakım önemli konular gündeme gelebilir. Onun için Meclis çalışmalarını Grup Başkanvekili arkadaşlarımız koordine edeceklerdir, Meclisi de boş bırakmamak durumundayız; ama, ağırlığımızı bu seçimlere vermemiz ve bu ara seçimlerden Anavatan Partisi olarak birinci parti olarak çıkma hedefimize ulaşmak için, hep birlikte çalışmamız gereklidir.

Geçen hafta yaptığımız geniş bir araştırmanın, 12 bin denekli bir araştırmanın sonuçlarını aldım. Orada çok çarpıcı birtakım hususlar var. Zannediyorum yarın Hürriyet gazetesi bir kısmını yayımlayacak; ama, bana en çarpıcı gelen husus şu olmuştur: Bütün Türkiye’de örnekleme suretiyle yapılan ve 12 bin denek üzerinde yapılan bu araştırmada, 1989,1991 ve 1994 yılında yapılan son üç genel seçimde, yani 1989 belediye seçimi, 1991 milletvekili seçimi ve 1994 belediye seçiminde aynı partiye oy veren seçmenlerin oranı sadece yüzde 10’dur. Yani, kendilerine soru sorulan deneklerin yüzde 90’ ı bu üç seçimde farklı partilere oy verdiklerini söylemişlerdir.

Bu, Türkiye’de siyasetin ne kadar kaygan bir hale geldiğini göstermektedir. Ben, doğrusu Türkiye’de siyasi parti tercihlerinin çok daha stabil olduğunu, çok daha az değişken olduğunu zannederim, eğer bu araştırmanın bulguları doğru ise, dediğim gibi, 5 yıl içerisindeki üç seçimde yüzde 90 seçmen oyunu bir seçimden öbürüne değiştirmiştir. Partilerine her halükarda bağlı kalan seçmenlerin oranı sadece yüzde 10’dur. Dolayısıyla gerek bu ara seçimlerde, gerekse ara seçimlerden sonra kısa bir zamanda gelecek olan erken seçimde, artık eski siyasi kalıplarla meseleye bakmamız lazım. Yani, şu partiden bize oy gelmez, bu partiden oy gelir veya şu felsefede olan insanlar bize oy vermezler diye bakarsak yanılırız. Türkiye’de yakın siyasi geçmiş şunu gösteriyor ki; her partinin her partiden oy alması mümkündür. Şu anda Türkiye’de bütün siyasi partilerin birtakım güçlükler yaşadıkları doğrudur.

Toplum gözünde siyaset kurumunun itibar yitirdiği doğrudur. Ama, mukayeseli bir değerlendirme yaptığınız zaman, en az sorunlu parti biziz. Gerek parti için birlik açısından, gerek kadroların kalitesi açısından, gerek program felsefesi üzerindeki uzlaşma açısından, parti dayanışması açısından şu anda Türkiye’de en huzurlu parti, en güçlü parti Anavatan Partisidir. Önümüzdeki günlerde diğer partilerin içerisindeki birtakım gelişmeleri, Türkiye’yi hangi sonuçlara götüreceğini hep birlikte göreceğiz. Ama eğer, bu fevkalade kritik dönemde ve muhtemelen Anavatan Partisine çok daha ağır görevler gerektirecek olan bu dönemde, parti olarak bu görevlerimizi yeterince yerine getirebilmemizi arzuluyorsak, toplumun bizden talebini karşılamayı hedef alıyorsak, o zaman bu özelliklerimizi kıskançlıkla muhafaza etmek zorundayız.

Bizim parti platformlarımız, her parti platformumuz, her düşünceye her zaman açık olacaktır. Her türlü eleştiri, özeleştiri bizim partimizin şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da vazgeçilmez araçları olmaya devam edecektir. Ama dışa karşı parti olarak birlik görüntüsünü, Anavatan Partisinin sadece birtakım ufak hesaplarla iktidar peşinde olan bir parti olmadığı, tam tersine, Türkiye’nin giderek kangrenleşen, giderek ağırlaşan sorunlarına kalıcı çözümler getirmeyi hedefleyen bir parti olduğu imajını kamuoyuna mutlaka vermek zorundayız. Kamuoyunda Anavatan Partisinin bu saydığım özellikleriyle, diğer bütün partilerden farklı bir parti olduğu imajını vermek zorundayız. eğer Anavatan Partisi olarak, bu özelliklerimizi koruyabilirsek, pekiştirebilirsek, göreceksiniz ki sadece ara seçimlerde en başarılı parti olmakla kalmayacağız aynı zamanda Türk Siyasetinde bugünkü zaafların, bugünkü sıkıntıların en önemli nedeni olan siyasi bölünmüşlüğü ortadan kaldıracak yeni bir siyasi cazibe merkezi haline geleceğiz.

Önümüzdeki günlerde bu konuda bazı gelişmeleri hep birlikte yaşayacağımızı tahmin ediyorum. Hiçbir önyargıya kapılmadan, şimdiye kadar, her zaman olduğu gibi, Türkiye’nin sorunlarını kendi sorunlarımızın üstüne koyarak, bu sorunlara çözüm getirebilmek için bundan sonra da bütün gücümüzle çalışmak zorundayız. esasen hem kendi varlık nedenimizin hem de milletimizin bize verdiği desteğin gereği budur.

Yolsuzluklarla mücadele konusunda geçtiğimiz hafta parti olarak bir çalışma yaptığımızı sizlere söylemiştim. Dün Merkez Karar Yönetim Kurulumuzda arkadaşlarımızın hazırladığı bu çalışmayı yeniden değerlendirdik. Bazı konularda da daha da geliştirilmesi gerektiğini tespit ettik. Önümüzdeki günlerde bu çalışmamız tamamlandığı zaman,- arkadaşlarımızın imzasına da açılacaktır - esas itibarıyla getirmeyi düşündüğümüz değişiklik, yolsuzluk olaylarını önlemeyi değil, ama bunların sorumlularını ortaya çıkarmayı kolaylaştırıcı bir düzenlemedir. Yolsuzluk olaylarını önlemeye matuf önerilerimizi, zaten daha önce Meclis Başkanlığına verdik.

Geçen hafta da söyledim, 14 yasada değişiklik yapan kanun tekliflerimiz şu anda Meclis Başkanlığının kurduğu Partilerarası Komisyonda görüşülmektedir. Burada bizim şu anda öncelik taşıdığına inandığımız yasa değişikliği, bu yolsuzluk olaylarını sorgulayan ve yargılayan makamlara daha fazla bağımsızlık sağlamayı amaçlayan, milletvekilliği dokunulmazlığını sadece bu olaylar için, rüşvet ve yolsuzluk olaylarıyla ilgili olarak sınırlamayı amaçlayan, dolayısıyla ve aynı zamanda bu davaları gören mahkemelerin ihtisaslaşmasına, uzmanlaşmasına imkan sağlayan bir düzenlemedir. Dediğim gibi yapacağımız bu değişiklik önerileri, yolsuzluk olaylarının kökünü kurutmayı değil, onları önlemeyi, azaltmayı değil, yapılmış olan yolsuzluk olaylarının sorumlularını ortaya çıkarmada yargıya yardımcı olmayı amaçlayan düzenlemelerdir. Elbette ki yargının bu şekilde işlerlik kazanması, bu olayların faillerini ortaya çıkarıp tecziye edebilmesi, ileride olabilecek yolsuzluk olayları açısından da caydırıcı bir etki yaratacaktır. Arkadaşlarımız bu çalışmaları zannediyorum bu hafta içerisinde tamamlayacaklardır. Ondan sonra, hafta sonunda veya önümüzdeki hafta bu konudaki Anayasa değişikliğimizi ve yasa değişikliği teklifimizi Meclis Başkanlığına vermeyi planlıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, ara seçimler 4 Aralıkta olacağına göre önümüzde sadece 6-7 haftalık bir süremiz var. Bu 6-7 haftalık süre içerisinde, Genel Merkez olarak ara seçim çalışmalarını en iyi şekilde yürütmek için bir dizi faaliyet planlıyoruz. Bunlardan bir tanesi de, Saygın Akyol’un yürüttüğü bu parti içi eğitim programıdır. Burada ara seçim yapılacak olan yerlerdeki teşkilatlarımıza öncelik vereceğiz. Ara seçimlere kadar sadece o illerden gelecek arkadaşlarımızın bu eğitim faaliyetlerine katılmasını öngörüyoruz. Bu eğitim faaliyetlerinde de zannediyorum önümüzdeki hafta Avni Bey burada bilgi verecek, bazı milletvekili arkadaşlarımızın görev alması gereklidir. Kendi alanlarında o çalışmalara katılmaları gereği var. O konuda da arkadaşlarımın yardımcı olmalarını rica ediyorum.

Kısacası, geçen hafta dediğim gibi, yıl sonuna kadar, muhtemelen çok hareketli, siyasi çalkantılarla geçecek bir dönemi yaşayacağız. Burada arkadaşlarımın mümkün olduğu kadar gelişmelerle ilgili kişisel düşüncelerini basına yansıtmak yerine, bana iletmelerini veya diğer görevli arkadaşlarımıza iletmelerini, partimizin sanki böyle kritik bir dönemde çok farklı görüşlere sahip imajı vermekten kaçınmalarını rica ediyorum. Ben veya parti adına açıklama yapan arkadaşlarımıza iletmelerin, partimizin sanki böyle kritik bir dönemde çok farklı görüşlere sahip imajı vermekten kaçınmalarını rica ediyorum.

Ben veya parti adına açıklama yapan arkadaşlarımız, her zaman parti çoğunluğumuzun, bütün arkadaşlarımızın eğilimlerini tespit etmeye, onların görüşlerini almaya özen göstereceğiz; ama, Anavatan Partisine izafeten birbirinden farklı, hatta birbirleriyle çelişkili ifadelerin basında yer alması, partimiz açısından zaaf teşkil eder. Arkadaşlarımın bu hususta hiç olmazsa bu dönemde, azami dikkat göstermelerini rica ediyorum. Çok dikkatli davranmamız gereken, çok duyarlı olmamız gereken çok kritik bir döneme giriyoruz. Anavatan Partisi olarak, belki de şu üç yıllık yasama döneminde en kritik haftalara girdiğimize inanıyorum. Burada gelişmelerin seyrine göre, eğer parti olarak çok önemli bazı temel kararlar almamız gerekiyorsa, temel tercihler yapmamız gerekiyorsa, ben Grup Başkanvekili arkadaşlarımızdan rica edeceğim, kapalı grup toplantıları düzenleyeceğiz; orada meseleleri daha geniş görüşeceğiz. Herhangi bir şekilde arkadaşlarımın görüşlerini almadan, onların tercihlerine ters düşecek, onların eğilimlerine ters düşecek bir takım angajmanlara girmeyi düşünmüyorum. Ama, arkadaşlarımdan da bu dönemin gereklerine uygun hassasiyeti, özeni göstermelerini rica ediyor, hepinize saygılar sunuyorum....