ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ’ IN
TBMM GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA

29 Kasım 1994

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz hafta içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde uzun zamandan beri görüşülen özelleştirme Kanunu kabul edildi ve daha sonra da Sayın Cumhurbaşkanı tarafından imzalanarak, şu anda yürürlüğe girdi.

Ben. cumartesi günü yaptığım bir basım toplantısında, Anamuhalefet Partisi olarak. bu yasayı Anayasa Mahkemesine götürme hakkımızı kullanmayacağımızı ifade ettim. Bunun sebebi daha önce de hepinizin yakından izlediği gibi bu Özelleştirme Kanunu geniş ölçüde bizim Plan ve Bütçe Komisyonunda arkadaşlarımızın verdikleri değişiklik Önergeleri istikametinde şekillenmiş olmasıdır. 40 maddeden ve bazı geçici maddelerden oluşan bu kanunla ilgili olarak bizim verdiğimiz 40'dan fazla değişiklik önergesi bu Kanunun içine girmiştir. Dolayısıyla şu anki yürürlükte olan kanun. geniş ölçüde bizim görüşlerimiz doğrultusunda şekillenmiştir.

Hatırlayacağınız gibi. biz bu Kanunun su anda ihtiva ettiği bazı hükümlerin de aslında kanunun amacına uygun olarak uygulanabilmesini engelleyecek nitelikte olduğunu ifade ettik. özellikle uygulamada önem taşıyan özelleştirme Yüksek Kurulunun karar mekanizmasının, yani oybirliğiyle karar alındığında. bu kanunun etkinliğini azaltacağını işlemez hale getirebileceğini savunduk. Maalesef bu görüşümüz koalisyon içindeki dengelerin bir sonucu olarak dikkate alınmadı;ama buna rağmen, biz esas itibariyle bu kanunun geniş ölçüde bizim önem verdiğimiz bazı hususları ihtiva etmekte olduğunu değerlendiriyoruz. Bu nedenle de bu konuda herhangi bir şekilde yargı yoluna gitmeye gerek görmüyoruz. Ama bu kanunun uygulamasında Anavatan Partisi olarak bizim çok yakından izlememiz gereken birtakım hususlar olduğunu bir defa daha dikkatinize getirmek istiyorum. Bunlardan birincisi KİT'lerde çalışanların mağdur edilmemesi keyfiyetidir. Kanunda geniş Ölçüde bizim inisiyatifimizle bu konuda bazı düzenlemeler yapılmıştır. özellikle isten ayrılacaklara ödenecek olan işsizlik tazminatının. iş kaybı tazminatının oranının artırılması gibi burada zarara uğrayabilecek işçilerin bu zararlarının karşılanması konusunda. diğer düzenlemeler gibi bazı hususlar su anda kanunda mevcuttur. Bunların uygulanmasını geniş ölçüde izlemek zorundayız. Burada KİT'lerin özelleştirilmesinden dolayı, çalışanların haksız yere zarara uğramalarını önlemek. herhalde bu kanunun uygulanmasında bize düşen en önemli görev olsa gerek.

ikinci olarak. özelleştirme Kanunun uygulanmasında dikkat edeceğimiz husus toplumun. tüketicilerin bu uygulamadan zarar görmemesidir. Bunun için. daha önce de ifade ettim. aslında doğru olan Özelleştirme Yasasından önce, Anti Tekel Yasasının çıkarılmasıydı. Maalesef bu mümkün olmamıştır. Ama zannediyorum şu anda Meclis gündemindeki yasalardan birisi de Anti Tekel Yasasıdır. özelleştirme uygulamalarına, Özellikle tekel konumundaki işletmelerin özelleştirilmesi uygulamalarına geçilmeden önce. anti tekel yasasının Meclisten çıkarılması gene bizim katkılarımızla. en iyi şekilde işleyebilecek tarzda çıkarılması büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde. devlet tekeli konumundaki bir işletmenin özelleştirme yoluyla özel tekel şeklinde hayatiyetini sürdürmesi tüketiciler açısından muhtemelen bugünkünden daha sakıncalı bir durum yaratacaktır.

Yine özelleştirme uygulamasında yakından takip etmemiz gereken diğer önemli bir husus özelleştirme uygulamalarının şeffaflık, açıklık ilkesine uygun yürütülmesidir. Şeffaflık, sadece özelleştirme. satış. devir kiralama vesair uygulamalarla ilgili değildir. Şeffaflık aynı zamanda özelleştirme Fonunun hesaplarıyla ilgilidir. bu Fonun yürütülmesiyle ilgilidir. Dolayısıyla muhalefet olarak şimdi özelleştirme konusunda bu yasa çıktıktan sonra bu üç hususun bizim açımızdan önem taşıdığını düşünüyorum. Bu hususları yakından takip etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Gene cumartesi günü yaptığım basın toplantısında. bugünkü 1995 yılı bütçe konun tasarısının birçok noktalardan Anayasaya aykırı düzenlemeler ihtiva ettiğini ve eğer Anayasaya açıkça aykırı olan bu düzenlemeler Plan ve Bütçe Komisyonundaki veya Genel Kuruldaki müzakereler sırasında bu kanunda ayıklanmazsa, bunlar aleyhine bunların iptali için Anayasa Mahkemesine gidebileceğimizi ifade ettim. Cumartesi günü Türk-İş'in öncülüğünde gerçekleştirilen işçi yürüyüşe esas itibariyle Bütçe Kanunundaki bu düzenlemelerle ilgilidir. Bunlardan bir tanesi devlette ve KİT'lerde işçi statüsünde çalışan kişileri memur statüsüne geçiren düzenlemedir. Bu o işçilerin geniş ölçüde maddi kayba uğramasına yol açan bir düzenlemeydi. Aşağı yukarı maaşlarında yarıya yakın bir azalmayı doğurabilecek olan bir düzenlemeydi. Aynı zamanda da işçi statüsüyle sahip oldukları sendikal haklarını kaybetmeleri sonucunu doğuran bir düzenlemeydi.

Gene ikinci olarak KİT'lerde çalışan veya devlette geçici statüde çalışan işçilerin geçici statüde çalışmaları halinde bundan böyle senede azami üç ay çalışmalarını öngören bir düzenleme Bütçe Kanununa koyulmuştu. Bildiğiniz gibi. 4 aydan az çalışılması halinde. bu kişiler sosyal güvenlik haklarından yararlanamamaktadır. Bu da. bu kişilerin sosyal güvenlik haklarından mahrum kalmaları sonucunu getiren bir düzenlemeydi. Üçüncü olarak, ta 1950'li yıllardan beri bir yasaya göre devlette çalışan işçiler. toplu sözleşmeyle aldıkları ikramiye haklarına ilave olarak, bu yasaya göre, her yıl iki ikramiye almaktaydılar ve genel tatbikatta da bu toplu sözleşmede elde edilen iki munzam ikramiye ile birlikte yılda dört ikramiye anlamına geliyordu. Bu Bütçe Kanunu, 30 yıldan beri uygulanmakta olan kanundan gelen bu iki ikramiyeyi de kaldıran bir düzenleme ihtiva ediyordu.

Gene bu Bütçe Kanununda, çalışanlara ve emeklilere ilaç paralarına yüzde 50 katılım zorunluluğu getiren bir düzenleme vardı. Biliyorsunuz. Konsey zamanında yapılan bir düzenlemeyle. emekliler ilaç paralarına yüzde 10 oranında çalışanlar da yüzde 20 oranında katkıda bulunmakta idiler. Biz bunu Anavatan iktidarı döneminde hiç değiştirmedik aynen muhafaza ettik. Simdi bu 1995 Bütçe Kanununda hem çalışanlar hem emekliler için ilaç paralarına Maliye Bakanlığının kararıyla yüzde 50 katılım zorunluluğu getiriliyordu. bu yüzde 50'ye çıkarılabiliyordu. Sosyal güvenlik kurumlarının bugün içine düştükleri durum, geniş ölçüde bu Koalisyon Hükümeti zamanında getirilen yanlış birtakım tedbirlerin sonucudur. önünüzdeki sene üç sosyal güvenlik kuruluşunun 100 trilyon liraya varan açık vermeleri beklemektedir. Anlaşılan Koalisyon Hükümeti kendi çıkardığı yasalardan, kendi aldığı kararlardan kaynaklanan bu durumu. şimdi emeklilere ve çalışanlara Ödetmenin hesabındadır. 1995 yılında bu amaçla ilaç paralarına katkının yüzde 50'ye çıkarılması öngörülmüştü.

Ayrıca servis hizmetlerinden yararlanan çalışanların da buna katkıları öngörülmüştü. Bunun da şehir içi ulaşım ücretlerinin 30 günlük hesabı üzerinden yapılması öngörülüyordu.

Gene, Bütçe Kanununda. daha önce de burada değindiğim başka bir düzenleme. Özelleştirmeden elde edilecek gelirlerin Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarının teklifi ve Maliye Bakanlığının onayı ile bütçeye irat kaydedilebilmesini, öngörmekte idi. Ve nihayet fonlarla ilgili bütçede mevcut bir düzenleme, Başbakanın imzasıyla fonlar arasında her türlü aktarmaya cevaz veren bir düzenleme idi. Bu saydığım son iki düzenleme geçtiğimiz hafta kabul edilen özelleştirme Yasasındaki hükümlere de aykırı idi; çünkü bildiğiniz gibi özelleştirme Kanunu. bizim değişiklik önergemizin sonucu olarak özelleştirme gelirlerinin hiçbir şekilde bütçeye aktarılamayacağı, ayrıca özelleştirme Fonunda toplanan gelirlerden başka fonla aktarına yapılamayacağı hükmü konmuştu.

Hem özelleştirme Kanunu ile çelişen yani bu konudaki Özel kanunla çelişen hükümler söz konusu idi hem de genel bir prensip olarak ve Anayasamızın 61 inci maddesinde düzenlenmiş bir hüküm olarak. bütçe kanunlarında bütçeyle ilgili olmayan hususların düzenlenememesi keyfiyeti veyahut da Bütçe Kanununda sadece doğrudan doğruya bütçeyle ilgili hususların düzenlenebileceği ilkesi geçerlidir. Anayasa Mahkemesi, son iki yıl içerisinde. 1992-1994 yıllan içerisinde üç defa; ikisi bizim müracaatımız üzerine birisi de bizim zamanımızda Sosyaldemokrat Halkçı Partinin müracaatı üzerine, bu nedenle Bütçe Kanununun çeşitli hükümlerini iptal etmiştir.

Yani, Anayasa Mahkemesinin iki yıl içerisinde verdiği üç tane karar ortada iken, bugünkü Hükümet, bütçeyle düzenlenmemesi gereken özel kanunlarla yapılması gereken bazı düzenlemeleri 1995 yılı bütçesine koymuştu. Bu saydıklarım, sadece bunun bazı örnekleridir, bunu aslında daha çoğaltmak da mümkündür. Mesela yabancı ülkelerle anlaşma yapma yetkisini Bakanlar Kurulundan Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığına devreden bir düzenleme vardı. Bunlar hep ancak özel kanunlarla yapılması gereken düzenlemelerdir, bütçede yer almaması gereken düzenlemelerdir. Hükümetin bunları bütçe kanunu içine koymuş olması, iki şekilde yorumlanabilir: Bir tanesi Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürüyemeyeceği için. Hükümet iptale kadar geçecek zaman içerisinde bunları gerçekleştirmek ve belki de o süre içerisinde bu konudaki kanun değişikliklerine gitmek hesabını yapmış olabilir.

İkincisi Bütçe Kanunu, devletin işleyişini ilgilendiren çok temel bir kanun olduğu için, kamuoyu baskısıyla Bütçe Kanununun iptali için Anayasa Mahkemesine gidilemeyeceğini düşünmüş olabilir. Ama ben. cumartesi günü bu konuda hem Anayasaya açıkça aykırılık söz konusu olduğu için hem sosyal devlet ilkesine açıkça aykırı düzenlemeler söz konusu olduğu için. Anayasa Mahkemesine gitmekte tereddüt etmeyeceğimizi ifade ettim. Ve Cumartesi, pazar günleri yapıları Plan ve Bütçe Komisyonu toplantısında bu söylediğim hususlar geniş ölçüde değişikliğe uğramıştır. Hükümet bunların aşağı yukarı tamamından geri adım atmıştır.

Şimdi, Bütçe Kanununun son şeklinde. bizim mutabık olmadığımız belki bir iki hüküm söz konusu olabilir; ama. geniş ölçüde Hükümetin bu geri adım atması dolayısıyla Bütçe Kanunu, su anda bizim eleştirdiğimiz bu hususlardan arındırılarak komisyondan geçmiştir. Yarın saat 14.00'de bir saatlik özel bir oturum yapacağız, özel bir grup toplantısı yapacağız. Sayın Pakdemirli Plan ve Bütçe Komisyonundan geçen 1995 yılı Bütçe Kanununun son sekliyle ilgili Grubumuza bilgi verecek. Plan ve Bütçe Komisyonundaki arkadaşlarımız da, teknik olarak bu bütçeyle ilgili bazı izahlarda bulunabilirler. Bu bir saatlik özel grup toplantımızın amacı bütün grup üyesi arkadaşlarımızın 12 Aralıkta Genel Kurulda görüşülmeye başlanacak olan Bütçe Kanunu konusunda genel bir fikir edinmelidir. Dolayısıyla bütçeyle ilgili asıl görüşmemizi yarınki o özel oturumda yapacağız.

Üçüncü olarak değinmek istediğim konu, Terörle Mücadele Yasasıyla ilgilidir. Terörle Mücadele Kanunu, ilk defa bizim iktidarımız zamanında çıkarılan bir kanundur Nisan 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu Türkiye'de demokratikleşme açısından son 50 yıl içerisinde atılmış en önemli adımdır. 50 yıldan beri hemen herkesin karşı çıktığı, değiştirilmesini arzuladığı düşünce yasaklarını, bir istisnasıyla, tamamen kaldıran Türkiye'nin demokratikleşmesinde çok önemli bir adım teşkil eden ama aynı zamanda Türk Devletinin son yıllardaki en önemli meselesi olan bölücü terörle mücadelede devlete yeni bir hukuki altyapı getiren devlete yeni birtakım koruyucu tedbirler getiren çok önemli bir yasadır.

1991 yılında çıkardığımız bu kanun, üç yıldan beri uygulanmaktadır ve uygulamada değiştirilmesini gerektirecek herhangi bir aksaklık söz konusu olmamıştır. Kanun geniş ölçüde amacına ulaşmıştır ve bugün bu kanunun değiştirilmesini gerektiren herhangi bir objektif neden söz konusu değildir. Buna rağmen hepinizin yakından izlediği gibi bu Koalisyon Hükümetinin bünyesinde bu kanun bir pazarlık konusu haline getirilmiştir. Koalisyon ortağı olan Sosyaldemokrat Halkçı Parti, ne kadar demokratik olduğunu ispatlayabilmenin ölçüsünü bu kanunu değiştirmekte aramıştır.

Bu kanunun veya bu kanunu değiştiren kanun tasarısının en büyük talihsizliği, Koalisyon Hükümetini demokratikleşme paketinin en önemli bir parçası gibi toplum takdim edilmek istenmesidir. Bu açıkça bir aldatmacadır. Çünkü bu kanunla Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından bir ileri adım değil tam tersine geri bir adım söz konusudur. 1991 yılında bizim yaptığımız düzenleme Türkiye'de bölücü propaganda dışında, bütün düşünce suçlarını kaldıran bir düzenlemedir. Yani, o tarihe kadar geçerli olan Türk Ceza Kanununun 141, 142 ve 163 üncü maddelerinde düzenlenen bütün düşünce suçları, Terörle Mücadele Yasasının çıkmasıyla birlikte tarihe karışmıştır. Artık bu düşünceleri dile getirmek suç olmaktan çıkarılmıştır.

1991 yılındaki bu düzenlemeden sonra muhafaza edilen tek düşünce suçu, bölücü propagandadır. Ve Anavatan Partisi olarak biz. 1994 sonunda bugün. hala Türkiye'nin özel şartlarında, Türk Devletin karşı karşıya olduğu tehdit karşısında bölücü propagandanın bir düşünce suçu olarak muhafaza edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Parti görüşümüz budur.

Şimdi yapılan bu düzenleme. daha önce bizim kaldırdığımız düşünce suçlarını yeniden getirmektedir. Anayasanın 2 nci maddesinde sayılan Cumhuriyetin temel niteliklerine aykırı düşünceleri yeniden suç haline getirmektedir. Bir anlamda 141, 142 163 yeniden ihya edilmektedir. bu suçlar yeniden ihdas edilmektedir. Burada hemen malumunuz olan önemli bir hususun tekrar altını çizmek istiyorum. Eğer bir düşünce kanunlarda suç sayılmış herhangi bir eylemi tahrik ediyorsa övüyorsa, onun işlenmesini teşvik ediyorsa veya cebir kullanılmasını öngörüyorsa, o düşüncenin özüne bakılmaksızın. yani komünist bir düşünce olmasına, faşist bir düşünce olmasına bakılmaksızın, o zaten suç kapsamındadır. Bizim 1991 yılında yaptığımız düzenlemeye göre de böyledir, bugün de böyledir.

Burada söz konusu olan husus, hiç cebirle kuvvet kullanımıyla ilgisi olmayan şiddet öngörmeyen aykırı fikirlerle ilgilidir. 35 yıldan beri Türkiye'de yürürlükte olan düzenlemeye göre insanlar cumhuriyetin temel niteliklerine aykırı düşebilecek fikirlerini serbestçe söyleyebilir laikliğe aykırı fikirleri savunabilir. monarşiden yana olduğunu söyleyebilir. bunlar bugün artık suç değildir. Bugün sistemimizde suç sayılan tek düşünce, bölücü düşüncedir. Yani, orada biz kuvvet, şiddet, cebir öngörüp görmediğine bakmaksızın. sadece bölücü düşüncenin dile getirilmesini suç saydık, hiçbir istisna tanımadan suç saydık.

Şimdi bu kanun ne yapıyor bu kanun evvela cumhuriyetin temel niteliklerine aykırı düşen bütün düşünceleri suç sayıyor. Cumhuriyetin temel nitelikleri de Anayasamızın 2 nci maddesinde düzenlenmiştir. Anayasamızın 2 nci maddesi hepinizin bildiği gibi, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, laik bir devlet olduğunu. ama aynı zamanda bir sosyal hukuk devleti olduğunu öngörmüştür. Şimdi buradan hareket ederseniz. sosyal devlet ilkesine inanmayan yani devletin tam liberal bir devlet olması gerektiğini, toplumdaki herkesin hiçbir devlet yardımı olmaksızın, devlet himayesi olmaksızın, bir anlamda her köyünün kendi bacağından asılması gibi purliberalizme inanan. liberal sisteme inanan bir insan. bu kanuna göre düşünce suçlusu olacaktır. terörist sayılacaktır. Kanun. Anayasanın 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin niteliklerine aykırı düşünceleri savunan herkesi terör suçlusu ilan ederken daha sonraki yani bu değişiklik tasarısının 3 üncü maddesinde ana kanunun 8 inci maddesini değiştiren bir düzenleme ile bölücü düşünce suçlarını diğer suçlardan ayırmıştır.

Yani. devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine işlenmiş düşünce suçları. iki ayrı istisnaya tabi tutulmuştur. Evvela bu bölücü düşüncelerin inceleme, tartışma. eleştiri sınırını aşıp aşmadıklarına bakılacaktır. Yani, eğer bölücü bir düşünce inceleme sınırına giriyorsa. tartışma kapsamına giriyorsa veya eleştiri niteliğini aşmıyorsa suç olmaktan çıkarılmıştır. Eğer bütün bunları aşsa dahi bunun suç olabilmesi ikinci bir şarta bağlanmıştır, bu da açık ve yakın tehlike oluşturmasıdır. Açık ve yakın tehlike. bizim hukuk sistemimizde yerleşmiş bir kavram değildir. Yakın tehlike, bizim hukuk sistemimizde yerleşmiş bir kavram değildir. Buna hakim karar verecektir. Yani bu bölücü düşüncenin devlet açısından açık ve yakın tehlike oluşturup oluşturmadığının takdirini hakim yapacaktır. Bana sorarsanız. bu düzenlemeyle Türkiye'de bölücü propaganda suç olmaktan çıkarılmaktadır. Hali hazırda bu nedenle tutuklu olan veyahut mahkum olmuş olan kişilerin önemli bir bölümü bu kanunun çıkması halinde. tahliye edileceklerdir ve şu anda yargılanmakta olan kişilerin önemli bir bölümü de bu düzenlemeye dayanılarak beraat edeceklerdir. Bunun ayrıca ertelenebileceği öngörülmüş. Bir şey daha var; bu bölücü düşünce suçlan için mevcut cezalar da hafifletilmiştir. cezalarda azaltmaya gidilmiştir.

Şimdi burada çok özet olarak söylüyorum, Terörle Mücadele Kanununa getirilen bu değişiklik şu anda tek düşünce suçu olan bölücü propaganda yanında, yeni düşünce suçları ihdas etmektedir bizim kaldırdığımız düşünce suçlarını yeniden getirmektedir; ama. düşünce suçları arasında da bir ayırım yapmaktadır. yeni getirilen, bizim kaldırdığımız düşünce suçlarında. herhangi bir istisna söz konusu değildir. Yani bunların eleştiriye. tartışmaya, incelemeye dönük yapılıp yapılmadığına bakılmayacaktır. bunların yakın veya açık bir tehlike oluşturup oluşturmadığına bakılmayacaktır, bunlar her halükarda suç sayılıp tecziye edilecektir. ama devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine işlenecek bölücü propaganda suçunda. ancak bu şartlar gerçekleşmişse yani bunlar inceleme, tartışma, eleştiri hududunu aşıyor ve toplum için açık ve yakın bir tehlike oluşturuyorsa bunlar suç sayılacaktır. Dolayısıyla bu konunun getirdiği iki tane önemli değişiklik vardır; bir tanesi, kaldırılan düşünce suçlarını geri getirmektedir. bu açıdan bir geri adımdır, demokratikleşmede bir ileri adım değildir tam tersine bir geri adımdır. ikinci getirilen değişiklik, bölücü propaganda suç olmaktan fiilen çıkarılmaktadır, öyle şartlara başlanmaktadır ki. fiilen uygulamada suç olmaktan çıkarılmaktadır.

Bu kanunun, bizim yine hiçbir şekilde benimseyemeyeceğimiz bir yönü, Türkiye'de belki bin seneden beri hiçbir iktidarın yapmayı düşünmediği. yapmaya cesaret edemediği bir düzenlemeyi ihtiva etmesidir. Eğer kurulu bir vakıf yöneticileri bu suçları islemişlerse, vakıf mahkeme kararıyla kapatılmakta, mal varlığı müsadere edilmektedir. Burada bizim bin yıllık vakıf geleneğimize aykırı, onu ayaklar altına alan bir düzenleme söz konusudur. Aynı zamanda, şu andaki Vakıflar Kanununa aykırı bir düzenleme söz konusudur. ve bu düzenleme, her türlü provokasyona da açık bir düzenlemedir. Bir vakfın yöneticisi burada suç sayıları, kapsamı çok daha genişletilen fiillerin herhangi birine karışmış olabilir. Bu elbette ki eğer kanun bu şekliyle çıkarsa, bu saydığım fiiller suç olarak tanımlanırsa o kişilerin şahsi mesuliyeti sonucunu doğurur, o kişilerin yargılanması ve tecziye edilmesi gündeme gelir. Ama bundan dolayı yöneticilerin bu tavrından dolayı, çoğu yüzlerce yıllık olan bu vakıfların kapatılması. mal varlıklarının müsadere edilmesi. hem bizim geleneklerimize aykırıdır hem de hukukun temel kavramlarına aykırıdır. Dolayısıyla bu yönüyle de kanun fevkalade sakıncalı bir düzenlemeyi getirmektedir.

Biliyorsunuz, Terörle Mücadele Kanunu. Özelleştirme Kanunu ile karşılıklı pazarlık konusu haline getirilmiştir. özelleştirme Kanunu. Koalisyon ortağı DYP'nin bir hedefi olarak benimsenmiş, takdim edilmiştir, Terörle Mücadele Kanununda yapılacak bu değişiklik de. diğer Koalisyon ortağı olan SHP'nin bir hedefi olarak demokratikleşme açısından önemli bir hedefi olarak takdim edilmiştir. Ve bu iki Koalisyon ortağı. kamuoyunun önünde günlerce. haftalarca açık açık bu iki meseleyi pazarlık etmişlerdir. Bir kere. Anavatan Partisi olarak bu kadar çirkin bir pazarlığı ne anlayabilmemiz ne de kabul edebilmemiz mümkün değildir; çünkü, ülke bütünlüğü gibi. hayati önem verdiğimiz bir konunun başka herhangi bir konuyla pazarlık konusu yapılabilmesini anlamak mümkün değildir.

Onun için. bizim bu düzenlemeyi bu haliyle kabul edebilmemiz mümkün değildir. Tam tersine. inanıyorum ki bize düşen görev, bu kanunu engelleyebilmek için hem Meclis içinde hem Meclis dışında bütün gücümüzü seferber etmektir... Burada kamuoyunu yanıltmak için, kamuoyunu aldatmak için, çok çirkin bazı oyunlar tezgahlanmaktadır. Bir kere, bu söylediğim düzenlemeler, kanunda fevkalade dolambaçlı yollardan yapılmıştır. Yani. kanunu dikkatle okumayan, iyi incelemeyen bir kişinin, düşünce suçları arasındaki bu çifte standardı kolay kolay bulabilmesi mümkün değildir. Ayrıca bu kanun. objektif, açık esaslar içermediği için, tıpkı Türk Ceza Kanununun bizim kaldırdığımız 163 üncü maddesi gibi, uygulamada amacı ne olursa olsun. fevkalade sakıncalı sonuçlar doğurabilecek bir kanundur. Bunun için bir tesadüf olduğuna inanmıyorum bu bilinçli olarak kaleme alınmıştır. Bu şekilde sonuç doğurması amacıyla kaleme alınmıştır. Burada açıkça, Koalisyonun bir ortağı öbür ortağını Koalisyonu sürdürme tehdidiyle. özelleştirme Kanununun çıkmasını engelleme tehdidiyle Terörle Mücadele Kanununu bir koz olarak kullanmış ve kanunun bu şekliyle Meclise gelmesini sağlamıştır.

Şimdi bu bir Hükümet tasarısıdır yani bir kanun teklifi değildir, bir milletvekilinin, milletvekillerinin verdikleri bir teklif değildir. Bu bir Hükümet tasarısıdır. Kanunun altın bütün Bakanların imzası vardır, Meclise gelen tasarının altında Sayın Başbakanın imzası vardır. Kanun Tasarısı. Meclisin Adalet Komisyonuna geldikten sonra Doğru Yol Partili Adalet Komisyonunun bazı üyeleri bize gelmişlerdir: Bu kanun tasarısına kesin karşı olduklarını bu tasarının çıkmaması için mücadele vereceklerini, bizden de hiç olmazsa iki arkadaşımızın Adalet Komisyonunda ' bizim 6 üyemiz var. Komisyona katılmasının bu tasarımın reddi için yeterli olacağını ifade etmişlerdir. Ben Doğru Yol Partisi'ndeki mekanizmaların nasıl işlediğini bildiğim için Doğru Yol Partili üyelerden bizim grup başkanvekili arkadaşlarımızdan gelen bu bilgiye itibar etmedim. 6 Arkadaşımızın da Adalet Komisyonundaki toplantıda hazır bulunmasını istedim. Bu 6 arkadaşımdan ikisi. ara seçim olan ve o seçim çalışmalarına süresiz katılan arkadaşlarımdı, seçim çalışmalarını bıraktılar, o komisyon toplantısına geldiler ve maalesef, Adalet Komisyonunda yapılan görüşmelerde ve oylamada, Doğru Yol Partisinden bir tek üye bile bizimle beraber oy kullanmamıştır... Ve gazetelere de intikal eden bilgilere göre, Sayın Başbakan komisyon üyelerini teker teker çağırarak. bu kanun tasarısına müspet oy vermeleri için onları ikna etmiştir. Sanıyorum bir üye katılmamıştır, geri kalan katılan bütün Doğru Yol Partili üyeler kabul oyu vermişlerdir.

Şimdi değerli arkadaşlarım, sakıncalarını biraz önce özetlediğim, bizim Türkiye'yi getirdiğimiz demokratik noktadan Türkiye'yi geri götürmeyi amaçlayan, bizim kaldırdığımız düşünce suçlarını yeniden ihdas eden bu arada. bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu özel şartlarda mutlaka muhafaza edilmesi gereken, bölücü propaganda suçunu fiilen suç olmaktan çıkaran bize göre son derece sakıncalı bir kanun tasarısı söz konusu. Bu bir Hükümet tasarısı. Adalet Komisyonundan geçmiş. şimdi genel kurula gelecek. Bu safhada bir kamuoyu baskısı. kamuoyu tepkisi oluşmuş. Kamuoyu bu tasarının gerçek niteliğini anlayınca. kamuoyunda haklı bir tepki ortaya çıkmış ve bu tepki yaygınlaşmış. Şimdi, bu tepki ortaya çıkıp yaygınlaşınca, Doğru Yol Partisi'nin yöneticileri, sanki bu tasan kendi hükümetlerinin sevk ettiği bir tasarı değilmiş gibi şimdi bu tasarıya karşı olduklarını ifade etmektedirler. Bu tasarının Genel Kuruldan geçmeyeceğini. buna da kendilerinin öncülük yapacaklarının ifade etmektedirler.

Bir kere. biraz önce söylediğim gibi meselenin bu noktaya gelmiş olması dahi başlı başına bir talihsizliktir. Ve meselenin bu noktaya gelmesi, bundan sonra Sayın Başbakanın ve Doğru Yol Partisinin alacağı tutum ne olursa olsun. onların devlet anlayışlarını yansıtan devlet anlayışlarındaki çarpıklığı yansıtan, onların samimiyetsizliklerini ikiyüzlülüklerini sergileyen açık bir örnektir. Bu tasarının Genel Kuruldan geçmemesi için Anavatan Partisi olarak, Grubumuzun bütün üyeleriyle. bir tek üyemiz bile eksik olmadan. önümüzdeki dönemde bu mücadeleyi vermemiz gerektiğine inanıyorum. Bu meseleden dolayı eğer Koalisyon bozulursa o zaman iki hayrı bir arada gerçekleştirmiş oluruz... Hem bu tasarıyı engelleriz hem de Koalisyonu devirmiş oluruz.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Sungurlu'nun da söylediği gibi. eski Rahmetli Sağlık Bakanı arkadaşımız Mehmet Aydın'ın eşinin cenazesi dolayısıyla 5 dakika sonra ayrılmak zorundayım. Konuşacak arkadaşlarım varsa Grup toplantısını sürdürebilirle; ama. çok kısa değinmek istediğim çok önemli bir konu var; bu da Bosna Hersek'deki son gelişmelerle ilgilidir.

Bildiğiniz gibi su anda Bosna-Hersek'in bir bölümünde fevkalade elem verici, acı verici olaylar cereyan etmektedir. Bosna-Hersek'de Birleşmiş Milletlerin ilan ettiği 5 tane güvenlikli bölge vardır. Bir anlamda güvenlikli bölgelerin bu 5 bölgenin, Birleşmiş Milletler tarafından açıklanmış olması, o bölgelerin güvenliğinin Birleşmiş Milletler güvencesinde olduğu anlamına gelir. işte, bu Birleşmiş Milletler tarafından açıklanmış olan 5 güvenlikli bölgeden bir tanesi. su anda Sırpların saldırıları karşısında neredeyse düşmek üzere olan Bihaç şehrinin de bulunduğu bölgedir.

Bihaç dışında o bölge içerisinde iki tane daha şehir vardır güvenlikli bölge olarak açıklanmadan Önce orada 170180 bin insan yaşıyordu. bunun yüzde 90'ı Müslüman Boşnaklardı. Güvenlikli bölge olduktan sonra, diğer bölgelerden bu bölgeye yapılan göç hareketleri sonucunda şu anda burada 250 ila 300 bin insan yaşamaktadır. Sırplar şu anda bütün bu bölgenin kapısı durumunda olan Bihaç şehrinin 200-300 metre önündedirler. Yani bugün Bihaç'ın düşmesi sürpriz olmayacaktır.

Bu durum karşısında Birleşmiş Milletler. maalesef tamamen seyirci durumundadır. Geçtiğimiz hafta içerisinde NATO'ya mensup savaş uçakları bölgede bir hava harekatı düzenlemiştir. Bana göre sadece uyarı amacını taşıyan bir hava harekatıdır. Yani caydırma amacını değil, cezalandırma amacını değil sadece uyarı amacını taşıyan bir hava harekatıdır. Çünkü. mesela hava meydanlarının pistleri bombalanmıştır ama, hava meydanlarındaki Sırp uçaklar bombalanmamıştır, Hava harekatıyla hiçbir sonuç elde edilememiştir. Sırplar saldırılarına devam etmişlerdir.

Dediğim gibi, bugün yarın Bihaç'ın düşmesi, arkasından da bütün o bölgenin Sırp hakimiyetine geçmesi söz konusudur. Aslında yapılması gereken gayet basittir, bölgeye bir kara harekatı yapılması zorunluluğu vardır. Kara harekatının yapılabilmesi, belli bir zamanı gerektirebilmektedir. Ama, daha 15 gün öncesine kadar oradaki Birleşmiş Milletler askeri gözlemcileri, böyle bir saldırının söz konusu olmadığı. böyle bir ihtimalin bulunmadığı yönünde rapor vermişlerdir. Dolayısıyla bir kara harekatı için gerekli hazırlıkların da yapılmasını engellemişlerdir. Şu anda televizyonlardan da izlediğiniz, dünyanın en vahşi saldırılarından birisi söz konusudur. 5 yaşında, 10 yaşında çocuklar uzak mesafelerden keskin nisancılar tarafından vurulup öldürülmektedirler. Napalm kullanılmaktadır, kimyevi silahlar kullanılmaktadır ve bütün bunlar, 21 inci yüzyıla 5 yıl kala Avrupa'nın tam ortasında olmaktadır. Avrupa'nın ortasında bunlar olurken kendisini Avrupa Birliği diye tanımlayan kuruluşun dün yaptığı Bakanlar Konseyi toplantısında Bosna-Hersek ile ilgili herhangi bir askeri müdahale yapılmaması kararlaştırılmıştır. Böyle bir askeri müdahalenin yanlış olacağı, Avrupa Birliğinin bu konudaki gayretlerini tarafları diplomatik platforma çekmek yönünde olması gerektiği kararlaştırılmıştır.

Bosna-Hersek'de bugün yaşanan olaylar, son üç dört yıldan beri yaşanan olayların belki de en kritik noktasını en acı görüntülerini yansıtmaktadır. Hükümet bu konuda dünyayı alarma etmek için. Batının bu iki yüzlülüğünü teşhir etmek için. birtakım şeyler yapmaktadır ama. bize göre yapılabilecek olanların asgarisini bile yapmamaktadır. Esasen Dışişleri Bakanı bile olmayan. Dışişleri Bakanlığa bile vekaletle idare edilen bir Koalisyonun daha 'fazla yapacağı da bir şey yoktur. Ama, Meclis olarak bu meseleye daha fazla sahip çıkmamız gerektiğine inanıyorum. Meclis olarak halkımızın gerisinde kaldığımıza inanıyorum. Bu konuda Sayın Vehbi Dinçerler bugün Mecliste gündem dışı bir konuşma yapacaktır. Benim grup başkanvekili arkadaşlarıma teklifim Sayın Dinçerler'in başkanlığında Grubumuzdan milletvekillerimizden bir heyet yarın sabah buradaki Birleşmiş Milletler Temsilciliği'ni ziyaret etsinler ve Birleşmiş Milletlerin bu konudaki pasif tavrından parti grubu olarak duyduğunuz rahatsızlığı, memnuniyetsizliğimizi hepimizin hissiyatı olarak Birleşmiş Milletler Temsilciliği'ne iletsinler.

İkinci bir önerimiz dün Sayın Dinçerler bana ifade etti. ben de çok uygun gördüm Meclisin bu konuyu. Bosna-Hersek'deki gelişmeleri daha yakından izlemesine imkan verecek bir mekanizmanın kurulması için biz öncülük yapalım parti olarak. Meclisin bu isle ilgili olabilecek 4 tane komisyonu var; birisi Dışişleri Komisyonudur, birisi Adalet Komisyonudur, birisi Milli Savunma Komisyonudur. bin de insan Hakları Komisyonudur. Bu dört komisyondaki arkadaşlarımız da ayrı ayrı komisyon başkanlıklarına önerge versinler; her komisyonda, Bosna-Hersek'deki gelişmeleri izlemek için bir izleme Komitesi oluşturulsun.

Yani, çeşitli partilerden komisyon üyelerinin katıldıkları birer izleme komitesi oluşturalım. Bütün siyasi partiler aralarındaki görüş farklılıklarına bir yana bırakarak Bosna Hersek konusunda bu komitelerin çalışmalarına yardımcı olalım, işbirliği yapalım. Meclis olarak bu izleme komitelerinin burada ve yerinde yapacakları incelemeler sonucunda konuyu meclisin gündemine getirelim. Sadece, şimdiye kadar olduğu gibi, genel görüşme şeklinde getirmeyelim, meclisin tıpkı Kıbrıs konusunda ki gösterdiği hassasiyet gibi, bu konudaki duyarlılığını ortaya koyabilecek şekilde meseleye müdahil olmasını sağlayalım diye düşünüyorum. Bu konuda hükümetin pasifliğini, meclisin bu güne kadar gösterdiği ataleti aşabilmek için öncülük görevinin de Anavatan Partisi olarak bize düştüğüne inanıyorum. Bu konuda eğer başka önerisi olan arkadaşlarını varsa onlarında bu önerilerini bizlere iletmelerini rica ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)