ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ’IN
TBMM GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA
 
01 Mart1995

Değerli Arkadaşlarım, evvela bu Grup toplantımıza katılan Kırıkkale Teşkilatımıza mensup arkadaşlarıma, yeni olağanüstü il kongresini tamamlayana, yeni seçilen Kırıkkale’deki parti yöneticisi arkadaşlarıma, biraz önce bizlere Erdemir ile ilgili çok değerli bilgiler veren Ereğli Belediye Başkanı ve Ereğli’den gelen diğer arkadaşlarıma, Samsun’dan ve diğer illerden gelen teşkilat mensubu arkadaşlarıma hoşgeldiniz diyorum.

Biraz önce kürsüden konuşan değerli arkadaşlarım Güneş Taner’in partimize geri dönmüş olması dolayısıyla memnuniyetimi, mutluluğumu bir defa daha ifade etmek isterim. Güneş Taner arkadaşımız, partimizin kurucusudur, partimize bakan olarak, yönetici olarak büyük katkılarda bulunmuştur. Hepinizin yakından bildiği gibi, aramızda bazı ufak tefek anlaşmazlıklar olmuştur. Bizim hatalarımız olmuştur, kendisinin hataları olmuştur ama, bir hususu zannediyorum bütün arkadaşlarım benimle birlikte teslim etmek durumundadırlar; Güneş Taner arkadaşımız her zaman Anavatan Partisine sahip çıkmıştır. Anavatan Partisine sahip çıkan herkesi bu partiye kazanmayı da Genel Başkan olarak kendime görev biliyorum.

Bu düşüncelerle Güneş Taner arkadaşımıza tekrar aramıza hoşgeldin diyorum ve bundan sonra, biraz önce kendisinin de ifade ettiği gibi, Anavatan bayrağını hep birlikte daha yukarılara çıkarmak için çalışmamız gerektiğini ifade etmek istiyorum. Ben Ramazan boyunca, daha önce size açıkladığım programı uyguladım. 15 vilayeti ziyaret ettim. 15 vilayette parti teşkilatıyla iftar yemeklerine katıldım. İftar yemekleri öncesinde açık hava toplantıları yaptım, iftar yemeklerinden sonra da kapalı toplantılar yaptım. Hepsinin özeti olarak ve aşağı yukarı her ilden aldığım ortak izlenimler olarak size söyleyebilirim ki, Anavatan Partisi için, artık Güneş Taner arkadaşımın biraz önce burada söylediği, iktidar yürüyüşünü başlatmak için gerekli ortam oluşmuştur. Halkımız, medyanın yansıttığından çok farklı biçimde, bugünkü iktidardan yaka silkmektedir. Tepkiler artık doruk noktasına gelmiştir. Henüz daha Anavatan Partisini vatandaşın kurtarıcı olarak, tek umut olar gördüğünü söyleyemen. Burada bizim de eksiklerimiz vardır, bu eksiklerini kapatmamız gerektiğini söyleyebilirim; ama, bizim için çok daha yoğun bir çalışma için, artık uygun bir ortamın, elverişli bir zeminin olduğunu tespit ettim. Bu zemin üzerinde, daha önce tespit ettiğimiz gibi, eğer Ramazan Bayramından itibaren yoğun bir çalışma yürütebilirsek, hiç şüpheniz olmasın ki, önümüzdeki ve muhtemelen gelecek seneye kalmayacak olan genel seçimlerin en yakın galibi Anavatan Partisi dir.

Bu arada, Samsun- Havza İlçesi Bekdeğin Belediye Başkanı, bağımsız olarak seçilen Belediye Başkanı Mustafa Dayıoğlu arkadaşımız partimize katıldı, kendisi buradalar, Mustafa Beye de hoşgeldin diyorum. Hemen bu toplantıdan sonra giriş formunuzu imzalayacağız, hayırlı olsun, hoşgeldiniz.

Şimdi değerli arkadaşlarım, biraz önce Ereğli Belediye Başkanı Halil Posbıyık arkadaşım Erdemir ile ilgili size bilgi verdi. Benden sonra da dağılmamanızı rica ediyorum, Cem Kozlu arkadaşımız Havaş ile ilgili kısa bir bilgi verecek.

Özelleştirme konusu, hepinizin bildiği gibi, benim burada defalarca dile getirdiğim gibi, Anavatan Partisi olarak bizim çok önem verdiğimiz ve Türkiye’nin ekonomik yeniden yapılanmasında çok önemli saydığımız bir politikadır. Bizim dönemimizdeki gelişmeleri biliyorsunuz. Muhalefetin direnmesi karşısında, kamuoyunda bu konuda gerekli uzlaşmanın sağlanamaması karşısında, özelleştirme konusunda gönlümüzden geçen mesafeyi alamadık. Sanıyorum 2 milyar dolara yakın bir özelleştirme yaptık. Bu, bizim yapmayı hedeflediğimiz özelleştirmenin çok gerisinde kalan bir hedefti. Sonra, Koalisyon Hükümeti işbaşına geldi, 1,5 sene, artık dünyada terk edilmiş olan, özelleştirme değil, özerkleştirme denilen bir model uğruna heba edildi. İşte TÖYÖK’ler kurulacaktı, İnterKİT’ler kurulacaktı, hiçbiri kurulmadı, 1,5 sene özelleştirme alanında boşa geçti. Sayın Çiller işbaşına geldikten sonra, özelleştirme konusunda hiç gereksiz bir hukuk savaşı yaşadık; üç defa Anayasa Mahkemesinden geri döndüler, Meclisi dışlamak amacıyla, bu işi kanun hükmünde kararnamelerle yürütme ısrarı bir yıl daha kaybettirdi. Sonunda geçtiğimiz sene Eylül ayında geldiler Meclise teslim oldular. Bize geldiler dediler ki, nasıl isterseniz öyle yapalım. Getirdikleri kanun tasarısını aşağı yukarı baştan aşağı değiştirdik, 40 küsur maddesini değiştirdik. Anavatan Partisi olarak Abant’ta tespit ettiğimiz ilkelerin tamamını yeni kanuna koyduk. 4046 sayılı Kanun, bizim katkılarımızla çıktı.

Sayın Başbakanın, o kanun çıkana kadar hergün tekrarladığı bir tekerlemesi vardı: Özelleştirmenin yapılanmamasından dolayı devletin günde 250 milyar lira zarara uğradığını söylüyordu. Aradan 20 gün geçti, bütçe görüşmeleri yapılıyordu, bütçe görüşmelerinde söyledim, daha Özelleştirme İdaresinin başkanını atamamışlardı, Özelleştirme Yüksek Kuruluna dahil olacak bakanları tayin etmemişlerdi. Bizim eleştirimiz üzerine apar topar Yüksek Kurulu kurdular, Özelleştirme İdaresinin başına da birisini atadılar ve o günden beri, aşağı yukarı iki buçuk ay geçti, uygulamaları hep birlikte izliyoruz. El attıkları her uygulama ayrı bir rezalettir. Daha başarıyla gerçekleştirdikleri bir tek özelleştirme örneği mevcut değildir. Et Balık Kurumunu söylemiyorum. Önce sattılar, sonra iptal ettiler; ama, bakın ben geçen hafta Karabük’te idim. Bir kere 4046 sayılı Kanunun hiçbir yerinde hibe diye bir şey yok. Yani, “ devlet isterse hibe eder” demiyor. Karabük’te yapılan aslında bir hibedir; 1 liraya satıştır. Bütün borçları devlet devralıyor, kıdem tazminatlarını, işletmenin bütün borçlarını hepsini devlet devralıyor, üstüne ayrıca 1 trilyon lira kredi açıyor 500 milyar lirası nakit kredisi, 500 milyar lirası da teşvik şeklinde ve 1 lira karşılığında bütün işletmeyi, tesisleri, o tesislerin uzantılarını, işte sosyal tesislerini- içinde stadyum bile var- hepsini bir gruba 1 lira karşılığında satıyor. Şimdi, bu grup kimden oluşuyor. Yüzde 30’u Karabük’teki Ticaret ve Sanayi Odasının üyelerinden oluşuyor, geri kalan yüzde 10’u Karabük’teki halktan oluşuyor. Böyle 4 grubu bölmüşler kurulacak şirketi, Kardemir diye bir şirket kuracaklar, 4’e bölmüşler.

Şimdi, geçtiğimiz hafta ben Karabük’e gitmeden önce Kardemir Şirketinin Kurucular Kuruluna şunlar atanmıştır, Yönetim Kuruluna da şunlar seçilmiştir diye Özelleştirme İdaresi açıklama yaptı. Ben Karabük’e gittim, Karabük’te kıyamet kopuyor. Çünkü, Ticaret Odası dedi ki: Hiç kimse bize sormadı. Yani, bu insanların seçimini biz yapmadık. Halbuki şeye göre birlikte seçmemiz, atamamız lazım. 10 tane Kurucular Kurucular Kurulu Üyesi, zannediyorum 5 tane de Yönetim Kurulu Üyesi, hiç oradaki esnafa, oradaki Ticaret Odasına sorulmadan, Özelleştirme İdaresi tarafından ilan edilmiş. Ama daha önemlisi, Kardemir Şirketinin statüsü, yayımlanmış, o statüye göre, aslında üç sene içerisinde, yani üç sene zarfında şirket hisselerinin nama yazılı olması zorunluluğu var, üç sene sonra ancak hamiline hisse senedi çıkabiliyor, üç sene çeşitli yollardan bütün Karabük işletmelerinin üç beş kişinin eline geçmesi imkanı mevcut. Yani, statü, buna herhangi bir şekilde bir engel getirmiyor. Aslında bir kişinin yüzde 1’den fazla hisse almama veya alamama mecburiyeti var, kısıtlaması var bu üç sene için. Gruplar arasında hisse devrini yasaklayan, sadece grupların kendi içinde hisse devrini öngören düzenlemeler var; ama, netice itibarıyla orada toplantı yaptım, esnafla, Ticaret Odasıyla gitmişler hukuk profesörlerinden de mütalaa almışlar bu statü uygulandığı takdirde üç sene sonra üç sene içinde değilse bile- bütün Karabük İşletmelerinin 1 lira karşılığında 5 kişinin, 10 kişinin eline geçmesi mümkün, hukuken mümkün. Ve şimdi dün bana Karabük’teki 20-30 kuruluş ortak fax gönderdiler. İşte, “ Biz, bu statü değiştirilmediği takdirde biz Kardemir’e katılmayacağız” diyorlar. Yani, Karabük’teki durum budur.

Devlet daha hiçbir taahhüdünü yerine getirmemiştir. 15 trilyon lira kadar bir maddi yükümlülük altına girmiştir, kıdem tazminatı olarak, şirketin borçları olarak, hiçbirini yerine getirmemiştir. Üç aylık süre koymuşlardır, üç ayda yükümlülük yerine getirilmezse anlaşma geçersiz olacaktır, bir ayı kalmıştır ve şimdi sendika da, “ Eğer devlet bu yükümlülükleri yerine getiremezse, anlaşmayı yürütmeyeceğini ” açıkça ifade etmektedir. Bir ay içinde devlet bu 14 trilyon lirayı neden ödeyecek, nasıl ödeyecek, bu iş nasıl yürüyecek, herşey meçhuldür. Yani, şu anda Karabük ile ilgili durum, bana göre, bir çıkmazdadır.

Erdemir ile ilgili durum, aslında daha enteresandır; çünkü, Halil Beyin de biraz önce söylediği gibi, Erdemir, aslında bir KİT değildir, bir anonim şirkettir; fakat, yönetimi devletin elinde olan bir anonim şikrettir. Kar eden bir anonim şirkettir, büyük ölçüde kar eden bir şirkettir ve hepsinden önemlisi, Türkiye’de yassı mamul üretiminde tekel konumunda olan bir işletmedir ve zannediyorum şu anki mal varlığı da 4 ila 6 milyar dolar arasındadır. Havaalanı vardır, 2 tane limanı vardır, arazileri vardır.... Şimdi, 4 ila 6 milyar dolar arasında değeri olan Erdemir’in devletin elinde olan yüzde 30 hissesinin blok satışı söz konusudur. İhale açılmıştır, firmalar teklif vermişlerdir. Şimdi, bu yüzde 30 ayrıcalıklı hisse senetleridir. Yani, şirketin yönetimini bu yüzde 30 yapacaktır, bu yüzde 30 ’u eline geçiren tüm şirketi yönetecektir ve yönetilecek şirket bir tekeldir. Yassı mamulde Türkiye’de tekeldir. Söylendiğine göre verilen teklifler 300-350 milyon dolarlık tekliflerdir. Halbuki aslında 4 milyar dolar kabul edilse bile, bunun yüzde 30’u 1 küsur milyar dolarlık asgari teklif verilmesi lazımdır.

Yönetim hakkı dolayısıyla bunun daha da yukarı olması lazımdır. Yönetim hakkı dolayısıyla bunun daha da yukarıda olması lazımdır. Ama hepsinden önemlisi, Anavatan Partisi olarak bizim bir ilkemiz var, birlikte tespit ettiğimiz bir ilkemiz var, biz diyoruz ki: Antitröst düzenlemesi yapılmadan, tekelleşmeyi yasaklayan yasal düzenlemeler yapılmadan, tekel durumundaki KİT’leri özelleştirilmemesi lazımdır. Onun için, Erdemir’in şu safhada özelleştirilmesi, bize göre sakıncalıdır. Biz özelleştirmeye karşı filan değiliz, karlı bir KİT’in özelleştirilmesine de karşı değiliz, ama tekel konumundaki bir KİT’in rayiç değerinin çok altında bir bedelle belli bir gruba peşkeş çekilmesine karşıyız, karşı çıkmaya mecburuz. Ereğlilerin bu konuda yürüttükleri mücadeleye parti olarak tam destek vereceğiz. Hiç kimse de bunu bizim özelleştirme politikamızın bir çelişkisi olarak inteleme hakkına sahip değildir. Çünkü, özelleştirme farklı şeydir, Özer’leştirme farklı şeydir. Biz özelleştirmenin yanındayız, biz özelleştirmeyi destekleyeceğiz.

Havaş ile ilgili durumu biraz sonra Cem Kozlu arkadaşım anlatacak. Oradaki rezalet ayyuka çıkmıştır, gazetelere yansımıştır. Şirketin genel müdürünün oğlu şirket kuruyor, özelleştirmeye 24132413 talip oluyor ve babası oğlunu inkar ediyor, “ böyle bir oğlum yoktur ” diyor.

Hayır, babanın kızını inkar ettiğini görmüştük de, burada baba oğlunu da inkar ediyor.

Şimdi değerli arkadaşlarım, bakın size bir olay açıklıyorum. Bu olay, 1993 yılı Ağustos ayında oluyor. Belgeleri filan hepsi burada, olay şu: O zamanki Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Yüksek Kurulu bir ihale açıyor. İhalenin konusu, Tofaş Otomobil Fabrikasının, devletin elinde olan hisselerinin satışıyla ilgili. Bu satışın danışmanlık hizmeti, satış hizmetleri vesaire kim tarafından yapılacak, bu konuda bir ihale açılıyor, teklifler geliyor, sonunda bu teklifler ikiye indiriliyor. İki tane özel banka yanlarına yabancı firmaları almışlar, iki tane grup halinde teklif vermişler. İhale Komisyonu var, ihale komisyonu idarenin başkanvekili, başkanlığında 6 kişilik bir İhale Komisyonu. Şimdi bakın, size buradan bir ifade okuyacağım, bu ihale Komisyonunun kararı, imzalı falan, resmi yazı. Bakın burada ne diyor: şu şu firmaların 18.8.1993 tarih ve 5520 evrak kayıt nosuyla vermiş oldukları kapalı zarf içindeki son tekliflerinin zarfları Komisyon huzurunda adı geçen ortaklık temsilcilerine imzalatılmış ve Başbakanlık makamının talimatları doğrultusunda zarflar açılmadan Başbakanlık makamına sunulmak üzere, İdaremiz Başkanvekili filan’a teslim edilmiştir.

Şimdi, herhalde açık değil mi, izaha lüzum yok. Teklifler veriliyor, başbakan demiş ki: Açmayın zarfları, zarfları bana verin... Şimdi, zarflar geldi Başbakana, ondan sonra ne oldu? Şimdi, İhale Komisyonunun bu okuduğum 6 numaralı kararı idi, şimdi aynı tarihli 7 numaralı kararının bir bölümünü okuyorum. İdaremiz, Sayın Başkan işte Yeşilada tarafından Başbakanlık makamına götürülen ve Sayın Başbakan Profesör Doktor Tansu Çiller tarafından açılan zarflar içindeki teklifleri incelenmiş ve isteklilerin talep ettikleri danışmanlık ücretlerinin aşağıdaki şekilde olduğunu tespit etmiştir....- bir şey daha okuyorum - ve Sayın Başbakan Profesör Doktor Tansu Çiller’in eklemiş olduğu Briç Finansıng Köprü Finansmanı konusundaki direktifleri konusunda... filan, falan karar verilmiştir.... Şimdi bakın, hadise şu: Son teklifleri iki firma veriyorlar, iki özel banka ve ikisinin de yabancı ortakları var. Başbakan diyor ki: Zarfları alacaksınız, açmadan bana getireceksiniz. Zarflar geliyor Başbakana, Başbakan zarfları açıyor, tesadüf bu ya, bankalardan bir tanesi de Başbakanla çok yakın olan bir banka, açıyor, Başbakan.... Şimdi, yani ne oluyor zarflar değişiyor mu değişmiyor mu....Ama sonunda Başbakan diyor ki: Alın bakın bunlar böyle teklif vermişler.

Şimdi değerli arkadaşlarım, bir insan ya başbakanlık yapar, ya ihale komisyonu başkanlığı yapar... Bakın, tesadüfen bu evraklar bana geldi, bunlar resmi evrak, Başbakan olduktan üç dört ay sonra olmuş bu olay, iki üç ay sonra olmuş. Ben hukukçulara incelettim, dediler ki: ihaleye fesat karıştırmanın okullarda okutulabilecek bütün unsurlarını ihtiva eden örnek olaydır. Yani, ihaleye fesat karıştırma diye bir suç varsa, bu suç nedir diye hukuk fakültesinde öğrencilere öğretmek gerekirse bu olayı göstermek gerek....

Şimdi, değerli arkadaşlarım, olay küçüktür, büyüktür önemli değil; olay, resmi bir ihaledir. Benim aldığım bilgilere göre, buna benzer 6-7 tane daha böyle ihale olmuştur. Başbakanın zarfları isteyip sonra neticeye tebliğ ettiği 6-7 tane ihale vardır benim bildiğim. Şimdi, bunu buradan suç duyurusu yapıyorum, ayrıca savcılığa vereceğiz, Denetleme Kurulunu göreve çağırıyoruz. Benim duyduğuma göre Denetleme Kurulu da bu konuda da bir şey başlatmış. Ama İhale Komisyonu üyeleri için başlatmış. Başbakan için değil. Şimdi, tabii Meclise de getireceğiz.

Değerli arkadaşlarım, endişem şudur: ülkenin yıllar boyunca büyük fedakarlıklarla gerçekleştirdiği, bugünkü değeri belki 50 milyar dolar, belki 60 milyar dolar olan KİT’ler özelleştiriliyor. Bunda bizim de vebalimiz var, o kanunu biz beraber çıkardık, biz destek vermeseydik kanun çıkmayacaktı. Kanunu çıkarırken, aslında o kanuna devletin menfaatini koruyacak, kamunun menfaatini koruyacak, şeffaflığı sağlayacak bütün hususları da eklemeye çalıştık, koymaya çalıştık. Biz diyoruz ki: Özelleştirme, bütçe açığını kapatmak için, devletin cari açığını kapatmak için devletin elindeki yok pahasına sattığı bir uygulama olamaz. Özelleştirme, o işletmelerin daha verimli çalışmasını sağlayacak, katma değer yaratmasını sağlayacak, devletin gelirini artıracak bir uygulama olması lazım, verimliliği artıracak bir uygulama olması lazım. Bizim bütün söylediklerimizi kabul ettiler. Buradan bütçeye para aktarılamaz diye yazdılar, ondan sonra bizim istediğimiz diğer bütün hususları kanuna koydular. Kanun çıktıktan sonra Başbakan çıktı ve dedi ki: Eğer bu kanun daha önce çıksaydı, bu sene bütçe açığı daha az olacaktı. Yahu, kanuna demişiz ki, bütçe açığında kullanılamaz. “ Bu kanun daha önce çıksaydı, bütçe açığı bu kadar olmazdı” diyor. Velhasıl bu Hükümetin özelleştirme konusundaki yaklaşımından çok ciddi endişelerimiz var. Kendisi ihale zarflarını açan bir Başbakanın, hele önünde seçim endişesi taşıyan, seçim korkusu olan, seçimden kaçmaya çalışan bir Başbakanın, milyar dolarlık bir özelleştirme işlemlerini dürüst yürüteceğinden şüphemiz var. Açık söylüyorum...

Bakın, bugün bir büyük gazete, geçen sefer benim burada söylediğim bir kamu bankasıyla ortak alacağı bankadan vazgeçmiş, bankayı almaktan vazgeçmiş. Şimdi ben bunu burada söyledim, ondan sonra gazete üç gün neşriyat yaptı. Benim haksız olduğumu, kendilerinin haklı olduğunu söylediler. Ee haklıysa devam etmeliydi, niye vazgeçti, niye vazgeçti o zaman? Haklıysa, yaptığı iş normalse, devam etmeliydi. Bakın bir kere benim dediğimi anlamamışlar. İşin ideali, eğer mesleki açıdan bakarsanız, basın görevi yapanların ticari iş yapmamalarıdır. Ticari iş yaptığınız zaman, dolaylı da olsa devlete gebe kalırsınız. Devlete gebe kaldığınız zaman tarafsız basın görevi yapamazsınız. Onun için, başka hiçbir ticari faaliyette bulunmamak, bir basın grubu için en büyük sermayedir. Ama, biz ne kanunlarımız nede biz Anavatan Partisi olarak, “hiç bir basın kuruluş hiçbir ticari faaliyet yapmasın” demiyoruz. Biz diyoruz ki, “ Devletle iş yapmasın, doğrudan doğruya devletle bağlantılı iş yapmasın” Sabah Gazetesinin yaptığı, Türkiye’de ilk örnekti. Nedyi bu ilk örnek? Bir kamu bankasıyla ortak bir yabancı bankanın buradaki kurduğu bir bankayı satın almak. Şimdi biz soruyorduk: 1- Bu kamu bankası özelleştirilmesine karar verilen bir banka, kanuna da yazmışız, “ iki sene içinde Ziraat Bankası hariç- bütün kamu bankaları özelleştirilecektir-taksimetle işlemeye başlamış, iki ay da geçmiş, 20-22 ay sonra Emlak Bankasının özelleştirilmesi lazım, kanunun emri. Özelleştirilecek bin bankayı siz başka bir bankanın azınlık hissesini- küçük bir bankanın almak için iştirake zorluyorsunuz. Ben bankanın genel müdürünü aradım o işlem olduktan sonra, burada konuşmadan önce. “ Kardeşim, sen özelleştirilecek bir bankasın, bir azınlık hissesi için, yüzde 30 hisse için milletin parasını bu iştirakte nasıl kullanırsın? ” Değerli arkadaşlarım, bana verdiği cevap şudur: “ Bu bir siyasi karardır” bu bir siyasi kararsa bu takip etmek de siyasi parti olarak bize düşer...

Şimdi özelleştirilecek bir bankanın böyle bir iştirake zorlanmış olması, bir kere, bizce tamamen maksatlı bir davranıştır, yanlış bir davranıştır. Ama bir başka husus daha var: bu bankaya daha önce başkaları talip olmuş, üç ay beklemişler Hazine izin vermemiş, nedense bu gazeteyle kamu bankası ortak mücadele edince, müsaade bir saatte çıkmış, aynı gün çıkmış.

Şimdi, bakın, ben gazetelerin ticaret yapmasına da karşı değilim. Ama, eğer devletle bu şekilde içli dışlı olursanız, bunun bir bedeli vardır, bunu ödemek zorundasınız. Bugün bu bedelin hergün ödendiğini hep birlikte görüyoruz. Ben, hayatımda hiçbir gazeteden bana destek olmasını filan istemedim, hiç bir zaman istemedim. Bana şimdi sitem ediyorlar; bu olaylardan sonra bana sitem ediyorlar. Benim arkadaşlarıma, bana açtılar, efendim zamanında, ben Anavatan Partisine Genel Başkan olduğum zaman, bu gazete beni desteklemiş, bana destek vermiş. Bana destek verirken iyiymiş de, bugün başkasına destek verirken kötüymüş. Bu benim çifte standardımmış. Yahu ben kimseden destek filan istemedim; ama, eğer siz benden ileride sağlamak için bana destek verdiyseniz, o desteği başında ikrar etmeniz lazım ve ben o desteği sizden o zaman reddederdim. Ben hiçbir zaman sizin desteğinizi istemedim. Ama bu şartınızı bilseydim, ben o zaman sizin desteğinizi reddederdim.

Şimdi değerli arkadaşlarım, bakın açık açık söylüyorum: Türkiye’deki basın, bugün bu siyasi iktidar tarafından, bugünkü Koalisyon Hükümeti tarafından, Sayın Çiller’in Hükümeti tarafından, hiçbir dönemde olmadığı ölçüde, geçmişte hiçbir dönemde olmadığı ölçüde, maddi destek görmektedir. Açık açık söylüyorum. Ben tekzip edeceklerse, öyle palavraya edebiyata falan sığınmasınlar. Kamu bankalarından aldıkları bütün kredileri açıklasınlar. Ben size ne dedim: Emlak Bankasından kredi alıp, başka bir bankayı satın alıyor dedim. Bana diyor ki: “ Biz Emlak Bankasından bu maksatla kredi almadık” Yahu, bu maksatla kredi alman önemli değil, sen hangi kamu bankalarına ne kadar kredi borcun var, onu açıkla. Fark eder mi Emlak Bankasından aldığım krediyle mi aldın, yoksa Vakıflar Bankasından aldığın krediyle mi aldın? Ama kamu bankasından aldığın krediyle, kendi öz kaynağınla değil... bakın, belki ona da bir şey söyleyemezdik, adam kendi parasıyla gidip banka satın alsaydı, kamu bankasını peşine takmasaydı, başka bir kamu bankasının kredisiyle finanse etmeseydi, biz banka almasına da bir şey diyemezdik. Ama, kamu bankalarından kredi alacaksın, o krediyle başka bir bankayı satın alacaksın ve yanına ortak olarak devlet güvencesi sağlayacak, arkanda devlet olmasını sağlayacak bir kamu bankasını takacaksın. Bu, basın görevinin kötüye kullanılmasıdır.

Değerli Arkadaşlarım, Sabah Gazetesini, şu nedenle bu nedenle bundan vazgeçmiş olmasını takdirle karşılıyorum. Ve bunun basında genel olarak bütün basında, bu anlamda bir ticarettin arınmanın başlangıcı olmasını diliyorum. Basındaki bu bankacılık faaliyetlerinden ayrışmanın, ayrılmanın, bir başlangıcı olmasını diliyorum. Maalesef, Sabah Gazetesi bugüne kadar bize karşı fevkalade hasmane yayım yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. Bakın değerli arkadaşlarım, şu hususu gözden kaçırmayın: Destek gördükleri bir hükümet var, o Hükümete bunların da yayın olarak o desteğin karşılığını vermeleri lazım. Ama bugün Türkiye o kadar kötü idare ediliyor ki, enflasyon yüzde 160 olmuş, ekonomi yüzde 7 gerilemiş, işsizlik almış başını gitmiş, millet burnundan soluyor... onu da denediler: Haydi Türkiye, Tansu Çiller helal olsun sana... Manşetler attılar, hatırlayın... ama bunu yaptıkları zaman tirajları düştü. Altı ay öncesine göre bugün tirajları belki yarıya inmiştir. 1 milyona çıkan tiraj bugün yarım milyonun altında. Dolayısıyla bu şekilde kendilerine yardım edenlere yaranmaları mümkün değil. Onlara bunu ödemenin yolu, bize vurmak, rakiplerine vurmak. Yani mademki onları methedemiyorlar, mal meydanda, memleketin idaresi ortada, onları methetmem mümkün değil, methederse tiraj kaybedecek, onlara yapacakları tek iyilik, onların rakibine vurmak. Tansu Çiller rakip olarak kimi görüyor: Fatih seçimine geldiler, “ Yahu, Refaha oy verin de Anap’a oy vermeyin”.

Şimdi, bize yaptıkları eleştiri, bize yaptıkları yayın, aslında Hükümete yaptıkları yardımdır. Ama bakın, bunu İstanbul Büyükşehir Belediye Seçiminde yaptılar. Dışarıdan kamuoyu şirketleri getirdiler, hiç böyle bir şey düşünebiliyor musunuz? İstanbul’da 3-3,5 milyon seçmen var, son günü, seçimden bir gün önce, binde 2 yanılma payı diye, işte seçim sonucu diye manşet attılar, sonunda birinci gösterdikleri adam üçüncü çıktı, üçüncü veya dördüncü gösterdikleri adam seçimi kazandı, birinci çıktı. Yanılma yapı binde 2 değil, yüzde 40 oldu. Yüzde 40 yanılmak için kamuoyu araştırması yapmaya lüzum yok. Yani, kafadan sallasanız daha yakın tutturursunuz. Soruyorum bugün: Acaba o gazete İstanbul’u Refah Partisinin kazanmasından memnun mu? Bugün yaptıkları iş de aynı amaca hizmet eder. Öyle, olmayan partileri patlatamazlar. Bu kadar kötü yönetim partileri iktidar yapamazlar. Ha, bize zarar verebilirler mi? Bize zarar verebilirler, o zararı göze alacağız. Ama, bize verdikleri zarardan daha çoğunu Türkiye’ye verirler, kendilerine zarardan daha çoğunu Türkiye’ye verirleri, kendilerine verirler. Onun için, hesabı onlar yapması lazım. Yani, bakın burada, bilmiyorum iki sene önce söylemiştim, zamanı geldi tekrarlıyorum: Hazreti Ali’nin bir lafı var: Haklı olduğunuz zaman kimseye boyun eğmeyeceksiniz. Eğer boyun eğerseniz hem hakkınızdan olursunuz hem şerefinizden olursunuz.... Hayatta hiç çiğ yemedim, kimseye boyun eğmeye niyetim yok. Ama sizin desteğinize ihtiyacım var, burada sağlam durmaya ihtiyacım var.

Bakın, ben Engin Civan’ı bakan yapacakmışım, sürmanşet atıyor. Zannederseniz ki Üçüncü Dünya Savaşı başladı. Üçüncü Dünya Savaşı başladı der gibi manşet atıyor: “ Mesut Yılmaz Civan’ı bakan yapacaktı ” yahu, bak, tesadüfen Ekrem Pakdemirli burada, Güneş Taner yanında, önce Güneş Taner almak istemiş, istifasını da almış Engin Civan’ın alamamış, niye alamadığını başka zaman anlatır, arkadan Ekrem Pakdemirli iki defa rahmetli Cumhurbaşkanı rica etmiş, kabul ettirememiş, herhalde anlatmıştı daha önce, biz genel müdür olarak görevden almak istediğimiz adamı bakan yapacakmışız!... Kaldı ki, benim, Allah büyük söyletmesin, ama mecbur kalmadıkça milletvekili seçilmemiş bir insanı hayatta bakan yapmam...

Şimdi değerli arkadaşlarım, bunu ortaya atıyorlar, niye ortaya atıyorlar? Çünkü ortada bir rezalet var, maalesef bizim bir bürokratımızın karıştığı bir rezalet var, bu rezaleti bana bulaştırmaları lazım, bana bulaştırırlarsa, hem kendi üzerlerinden atacaklar hem de, bana zarar verecekler... bundan büyük şey olur mu... Ben Selim Edes’i batırmak için talimat vermişim! Yahu, ben burada mı anlattım, gazeteye mi anlattım, benim Selim Edes ile ilgili Başbakanlıktan ayrılmadan üç gün önce önüme bir yazı devretmiş, o İtalyan şirketinden toplu konut geri alacak.... Ekrem Pakdemirli de dedi ki: “ Ben inceledim, bu yapılan bir hatanın telafisidir. Yani, satış çok düşük bedelle yapılmış, biz şimdi aynı bedelle bunu geri alıyoruz. Bu devletin lehinedir, bunu imzala” Bakanlar falan imzalamış, bir tek benim imzam kalmış. Ben de imzalayacağım. O sırada Ahmet Özal bana telefon açtı ? diye bir soru takıldı.... birgün beklettim, birgün sonra tekrar telefon açtı, “ Aman bu iş gecikmesin....” İki gün sonra Hükümeti devredeceğiz, 18 Kasım falan.... Ben bu işten rahatsız oldum, Engin Civan ile benim hiç bir samimiyetim yok, hiç tanımam, Ekrem Beye bağlı o sırada, fakat benim kardeşim okuldan onun ağabeyisi oluyor, 3-4 sınıf büyüğü oluyor, okuldan tanışıyorlar, kardeşime dedim ki: “ şunu bir sor bakalım, böyle bir şey var mı, ne diyor bu konuda Engin Civan. “ Engin Civan’ın kardeşimin vasıtasıyla bana söylediği: “ Bu çok kirli bir iştir, Sayın Başbakan imzalayıp da bu işe bulaşmasın ” Ben de imzalamadım, bıraktım. Aslında iş doğru bir işti, yani orada imzalanması gereken iş doğru bir işti. Nitekim, bizden sonra gelen Sayın Demirel Hükümeti imzaladı değil mi... Ve arsayı geri aldı. Benim Edes’i tüm iş hayatımda, bütün bakanlıklarım, başbakanlığım sırasında teki ilişkim bundan ibarettir. Bir de kültür bakanı iken beni Kıbrıs’a davet ettiler, bir otelin sadece temelini attım ve o da yapılmadı... Onu dışında ne işleriyle ilgilendim, ne bilgim var, ne dostluğum var, hiçbir şeyim yok. Yani, diğer arkadaşlarım ne kadar tanıyorlarsa ben o kadar tanıyorum. Benim bildiğim, araştırdım bu yayın çıktıktan sonra Selim Edes 1989 yılında kredilerini ödeyememiş...1991’de ben istesem bile kurtaramam, bırakın batırmayı kurtarmam mümkün değil. Zaten batmış adam.

Şimdi bunların hepsi senaryodur, hayal ürünüdür, meseleyi saptırmak için yapılan yayınlardır. Bu yayınlar devam edecektir, onu da söyleyeyim. Yani biz bu işte mücadele edeceksek bunları göze alacağız. Bunlar devam edecektir, bunları yapanlar eğer birgün oturup bir vicdan muhasebesi yapmazlarsa, yani bununla kime hizmet ettiklerinin, ülkeyi nereye götürdüklerinin muhasebesini yapmazlarsa, bundan hep birlikte zarar görürüz, biz de zarar görürüz, ülke de zarar görür, onlarda zarar görür. Çünkü şunu bilmeleri lazım; yani, değil bu kadar, sabah akşam methiye düzseler, DYP’yi diriltmeleri mümkün değildir. Ha, bize zarar vermeleri mümkün müdür? Bize zarar vermeleri mümkündür. Buyursunlar versinler. Ama bu takdirde kime hizmet ederler; onu kendileri düşünsünler.

Tekrar söylüyorum, Ramazan boyunca benim aldığım hava, bizim meydanlara çıkmamız için vakit gelmiştir. Halkımız bizim önümüzdedir şu anda, bizden şevklidir, bizden heyecanlıdır ve bizden bir şeyler beklemektedir. Yani, demiyorum, size: Şu anda herkes arkamızdadır, şu anda siler süpürürüz. Şu anda çalışmamız için vakit müsaittir, zemin müsaittir. Her bölgede illere gittim, güneydoğuya gittim, şimdi bayramda Karadeniz’e gideceğim; ama, her gittiğim bölgede aldığım ortak hava budur, bu havayı beraber değerlendirmemiz lazım. Olağanüstü il kongrelerimizi tamamladık. Bu bayramdan itibaren size daha önce söylediğim, eski ve yeni milletvekili arkadaşlarımla, bütün arkadaşlarımla bir program dahilinde, Türkiye’yi harmanlayacağız. Başka çaremiz yok. 3 gün burada çalışacağız,4 gün Anadolu da çalışacağız. Ve hiç şüpheniz olmasın, şu anda hiçbir partinin, “ ben tek başıma iktidarım, ben seçimden tek başıma iktidarım” diyecek hali yoktur. Şu anda seçmenin kafası karışıktır, anketlerin ortaya koyduğu gerçek budur. Ama, bütün samimiyetimle inanıyorum ki, tek başına iktidar olma hedefine en yakın parti biziz. Yani, önümüzdeki dönemi değerlendirirsek, iyi çalışırsak, iyi koşturursak, bu süreyi iyi değerlendirirsek, bu hedefe en yakın olan parti biziz.

Ben, arefe günü Trabzon’da olacağım, ondan sonra bayramda Rize’de olacağım, bayram ertesinden itibaren o programı arkadaşlarımıza hazırlıyoruz, grup grup, birkaç grup halinde bu gezilerimizi devam ettireceğiz. Bütün arkadaşlarımın da bunlara katılmalarını rica ediyorum. Hem bu kongredeki delege yoklamaları, kongrelerde arkadaşlarımın sorumlu olduğu illerde, ilçelerde bu görevlerini yürütmeleri lazım hem de bu propaganda çalışmalarında bizimle beraber iştirak etmeleri lazım.

Şimdi, Hükümetle ilgili birtakım gelişmeler var. O konuda bu Grup toplantısına girmiyorum, önümüzdeki haftaya kadar açıklık kazanacaktır. Bizimde bazı temaslarımız olmaktadır, olacaktır. Bütün bu konularda size önümüzdeki hafta çok daha geniş bilgi vereceğim. Zannediyorum o zaman kadar da meseleler geniş ölçüde açıklık kazanmış olacak.

Hepinize saygılar sunuyorum.