ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ’IN
TBMM GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA
 
12 Nisan 1995

  

Değerli arkadaşlarım, biraz önce Mehmet Keçeciler arkadaşımın da söylediği gibi, her şeyin bir sınırı vardır; aldatmacanın da sahtekarlığın da, kepazeliğin de bir sınırı vardır. Zannediyorum dünkü GAP töreniyle bu sınır aşılmıştır.

Ben, daha önce de bu kürsüden söylemiştim, Ramazan ayı içerisinde Şanlıurfa'ya gittiğim zaman, benimle beraber olan arkadaşlarımla birlikte, oradaki resmi yetkililerden, DSİ yetkililerinden, Şanlıurfa tünellerinin durumuyla ilgili brifing aldık. Bana orada resmi yetkililerin söyledikleri. daha önce ilgili arkadaşlarımızın burada tünellerin ilk açılışı dolayısıyla düzenlenen tören sırasında söylediklerini tamamen doğrulamaktadır. Yani, Fırat'ın sularını Harran ovasına akıtmak için bizim dönemimizde yüzde 96  oranında inşaatı tamamlanarak bu Hükümete devredilen ve normal programa göre, 1992 yılı Nisan ayında tamamlanması gereken işlem, şu anda, bugün itibariyle henüz tamamlanmış değildir. Yani, 28 kilometre bilmem kaç metrelik iki tünelin, henüz daha betonlaşma işlemi tamamlanmamıştır. Biz bıraktığımız zaman, çok ufak bir bölümü. zannediyorum 1700 metrelik bir bölümünün betonlaması kalmıştı. 2 numaralı tünel hala kapalıdır. 2 numaralı tünelde hiçbir betonlama işlem yapılmamaktadır.

Birinci yaptıkları hadise, bir by-pass borusuyla suyu havuza akıtmaktı, tören için havuza suyu akıttılar, ondan  sonra suyu durdurdular, şimdi tekrar suyu açıyorlar. Yapılmış olan kanaletlere suyu veriyorlar. Bu yapılmış olan kanaletler, aşağı yukarı 30 bin hektarlık bir alanın sulamasına yeterlidir. 1700000 hektarlık toplam alan dikkate alındığında, yapılan işlem, tüm sulamanın çok cüzî fair bölümüdür, yüzde 2'si filandır.

Değerli arkadaşlarım, GAP Projesi Türkiye'nin gururudur. GAP Projesine en büyük katkıyı sağlayan Anavatan iktidarıdır. Eğer, mutlaka bu projeyi bir insanin ismiyle özdeşleştirmek icap ederse, bu projeye en büyük katkısı geçen de, bizim kurucumuz rahmetli Özal' dır.

Ama, bu Hükümet, her meselede olduğu gibi, GAP konusunda da Türkiye'nin gururuyla oynamaktadır. Dün yapılan tören bir kepazeliktir. Eğer, dünkü tören emsal olacaksa, projenin tamamlanmasına kadar herhalde 500 tane tören yapılması gerekecektir. Yani, oradaki her köye su verilirken tören yapılacaksa, Başbakan, Başbakan Yardımcısı, bakanlar gidip oradan devletin radyo televizyonundan canlı yayınla, böyle şov yapacaklarsa, o zaman bu törenler bundan sonra her hafta tekrarlanacak demektir.

Şimdi, değerli arkadaşlarım; maalesef GAP Projesinde, bütün bu şovlara rağmen, göstermelik törenlere rağmen, çok ciddi bir gecikme söz konusudur. Dediğim gibi tünellerden birinin inşaatı şu anda durmuş durumdadır. Kanal inşaatlarında, 2 yıllık bir gecikme vardır. Yani, bugün  yapılsa dahi, 2 yıl sonra dahi bizim 1992 yılı için  hedefe ancak ulaşılabilme imkanı vardır. Bu  yük bir gecikmeyi, bu kadar büyük bir ihmali milletin  kaçırabilmek gizleyebilmek için hükümet şimdi bir şov seferberliğine girmiştir. Yapılan işlem, doğrudan doğruya milletle alay etmektir. Kendi eksikliklerini, kendi kusurlarını kapatmaya yönelik bir işlemden ibarettir. Ben de basında şu anda yaratılan hükümet güdümüyle yaratılan, bu aldatıcı havaya aldanmadan, ilgili arkadaşlarımızın bu konudaki gerçekleri Mecliste ve kamuoyunda dile getirmelerini rica ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz hafta ben Grup toplantısına katılamadım. Çünkü, Türk-İş 'in düzenlediği 5 Nisan kararlarıyla ilgili bir panele katıldım, Sayın Pakdemirli arkadaşımız, burada bilgi verdi. Geçtiğimiz hafta bizim Grup toplantımız, 5 Nisan istikrar tedbirlerinin uygulanmasının 1'inci yıldönümüne rastlıyordu. Dikkat ederseniz, Sayın Başbakan 5 Nisan kararlarının üçüncü ayında, altıncı ayında, dokuzuncu ayında, hep basın toplantıları yaptığı halde, birinci yıldönümünde basın toplantısı yapmadı. Basın toplantısını, önümüzdeki ay, mayıs ayında yapacağını söyledi. Beklediği hadise, nisan ayındaki enflasyon rakamlarının çıkması ve enflasyonun biraz daha düşmüş görünmesini sağlamaktır. Geçen sene nisan ayında kararlan yürürlüğe koyulmasıyla birlikte, enflasyonda büyük bir sıçrama olmuştu, zannediyorum yüzde 30-32.8 bir aylık fiyat artışı olmuştu. Şimdi, tabii bu sene ki nisan ayında. böyle toplu bir zam, mahalli seçimler dolayısıyla bekletilen toplu bir zam gündemde olmadığı için, muhtemelen aylık artış bunun altında olacaktır ve yıllık enflasyon rakamlarında da belki 20 puan. 30 puan bir düşme olabilecektir. Hükümet şimdi burada tıpkı dünkü GAP töreni gibi, yeni bir şova hazırlanmaktadır. Enflasyonu düşüren bir Başbakan olarak enflasyonu düşüren bir Hükümet olarak, mayıs ayının 4'ünde enflasyon rakamları açıklanacak, 5'inde gösterişli bir basın toplantısı yapacaklardır.

Ama, bakın burada önemli olan hadise şudur; bu sene için sene sonunda dahi, daha hedef aldıkları enflasyon rakamı, Koalisyon Hükümeti olarak ne bizden devraldıkları, yüzde 60 enflasyona ne de Çiller Hükümetinin kendisinin de içinde olduğu Demirel Hükümetinden devraldığı yüzde 70 enflasyona ulaşamamaktadır. Yani, 2 yıllık bir uygulama sonunda, ülkeyi getirdikleri nokta, aldıkları noktadan daha kötüdür. Ama burada, herkesin dikkat etmesi gereken. daha kritik bir nokta var; enflasyonda sağlanan bu nispi düzelme, Türkiye'nin kaynaklarını tüketmek pahasına sağlanmaktadır, Türkiye'nin küçülmesi pahasına sağlanmaktadır.

5 Nisan kararlarıyla ilgili değerlendirmenin, kamuoyunda sağlıklı yapılabildiğine inanmıyorum. Bu tartışmanın. hakikaten bilimsel objektif bir biçimde yapılabildiğine inanmıyorum. Burada, zannediyorum Hükümet içerisindeki, tek görevi demagoji yapmak olan bazı bakanlar, meseleyi sulandırmışlardır. Gerçeklerin milletin gözünden kaçırılmasına çaba harcanmıştır. Aslında, bir istikrar programı 1 yıllık bir uygulama sonunda, başka hiç bir  şeye gerek kalmaksızın, sonuçlarıyla değerlendirilmesi durumundadır. 0,1 yıllık uygulamanın sonunda, ekonomide ulaşılan sonuçlara bakarsanız, o sonuçlar size programın başarısını veya başarısızlığını gösterir. 1 yıllık 5 Nisan kararlarının uygulaması sonunda geldiğimiz nokta, 3 rakamlı enflasyondur ve cumhuriyet tarihinin en kötü ekonomik büyüme hızıdır, eksi 7'dir. Yüzde 130-140 bir enflasyon ve yüzde 7 bir ekonomik küçülme. 5 Nisan kararlarının Türkiye’yi getirdiği nokta budur. Ve bu noktaya geliş, hakikaten milletten bir defa daha aynısı istenemeyecek olan çok büyük fedakarlıklarla gerçekleşmiştir.

Toplumda yaşayan herkes. aşırı fiyat artışlarıyla, zamlarla bu fedakarlığa katkıda bulunmuştur. Geniş bir kesim ek vergilerle, hiç hesapta olmayan ek vergilerle bu fedakarlığa katılmıştır. Yine, toplumun çok önemli bir kesimi, sabit gelirli kesim de, ücret, maaş kayıplarıyla reel kayıplarla bu fedakarlıkların sonunda, geldiğimiz nokta, 1 yıllık kemer sıkmadan sonra, 1 yıllık fedakarlıktan sonra geldiğimiz nokta, maalesef Türk ekonomisi' nin 70 yıllık en kötü ekonomik performansıdır. Bu noktada artık bu kararlar başarılımıydı. başarısız mıydı diye tartışmanın bile anlamı yoktur. Evet, eğer çok pertavsız da bakarsanız. bu Programın içersinde bazı olumlu şeyler yakalamanız mümkündür. Mesela ödemeler dengesinde nispi bir iyileşme vardır. döviz rezervlerinde bir artış vardır, ihracatta nispi bir işaret vardır; ama, bakin burada, aslında sevinilmesi. Kutlanması değil, ileriye dönük endişe edilmesi gereken bazı gerçeklerde yatmaktadır. 1994 yılında, ithalatta çok önemli düşme olmuştur. Ama, bu düşme. maalesef, geniş ölçüde yatırım malları ithalatında değil, yatırım ve ara malları Türk olmuştur Yatırım ve ara mallarındaki bu düşme, Türkiye’nin bu sene ve önümüzdeki sene ekonomik kalkınmasını olumsuz etkileyecek bir faktördür. İthalat 5 milyar kadar bir azalma var. bunun sadece 1 milyar doları tüketim mallarından geliyor, gerisi yatırım mallarında ara mallardan geliyor. Yani, Türkiye'nin kalkınması, büyümesi için, zaruri olan malların ithalatından vazgeçmişiz. İhracat 17-18 bir artış var. Ama, bu öyle övünülecek bir artış değil Bir senede kur kaybınız yüzde 170-180. buna mukabil ihracattaki artışınız yüzde 17-18. Ha, onu da çift sayıyorlarmış, serbest bölgelere yapılan İhracatı iki defa saymak gibi bir suni işlem de olduğu iddia ediliyor, Ekrem Bey de o iddiada, ben araştırmadım onu bilmiyorum; ama öyle bir iddia da var. Bunu da hesaba katarsanız, ihracattaki artış daha da düşük oluyor. Reel olarak yüzde 11 civarında oluyor. Yüzde 170 paranızı ucuzlatıyorsunuz, devalüe ediyorsunuz. ihracatınız ancak yüzde 11 artıyor, bu Övünülecek bir tablo değildir.

Değerli arkadaşlarım, bu senin ikinci ayındaki büyüme rakamları da açıklandı, maalesef, ekonomideki küçülme devam ediyor ilk 2 aylık, ocak-şubat aylarındaki kamulatif ekonomik büyüme, eksi 4,4'tür. Geçen sene ilk 2 aylık ekonomik büyüme, artı 3,4'tür. Yani.   geçen senenin tümünde, ekonomi yüzde 7 küçülürken, ilk 2 ayda yüzde 3,4 büyümüştü. Şimdi, ilk 2 ayda da 4.4 'lük bir küçülme vardır. Dolayısıyla ekonomideki küçülme artarak devam etmektedir, geçen seneden daha olumsuz bir seyir takıp etmektedir. Türkiye, bu şeklinde kaynaklarını dışarıya transfer ederek, küçülerek istikrarı yakalayamaz, istikrarı yakalasa bile, sosyal olarak bunu taşıyamaz. Geçen sene ki, küçülmenin İşsizliğe getirdiği ek fatura, 600 bin kişidir, 600 bin kişinin işsiz olması, işsiz kalması. Yani, her sene yeniden 600 bin kişiye İş bulmak zoruna olan Türk Ekonomisi ve bunu gerçekleştirmek için asgari yüzde 5 net kalkınma hızına erişmek zorunda olan Türk Ekonomisi, geçen sene ki küçülmeden dolayı, yeniden iş isteyen 600 bin kişiye iş veremezken. iş sahibi olan 600 bin kişinin de işinden olmasına neden olmuştur ve bu trend maalesef devam etmektedir. Eğer, 1995 yılında, enflasyondaki bu nispi iyileşmeye rağmen, ekonomideki bu küçülme devam ederse, korkarım ki; işte bir süre önce Gaziosmanpaşa 'da, Ümraniye'de örneğini yaşadığımız sosyal olaylar daha büyük boyutlarda tekrarlanabilir.

Benim ekonomiye bu kadar ağırlık vermemi, Türkiye'nin bu kadar güncel olayları arasında ekonominin önemini devamlı vurgulamamı yadırgayan arkadaşlarım da çıkabilir. Ama, benim burada gayet basit bir yaklaşımım var. Nasıl Napolyon 'a sormuşlar: "savaşta kazanmak için ne lazım?" o da, "3 şey lazım; para para para" Ben de, eğer ekonomi kötüyse, ülkenin durumunu ve geleceğini görmek için diğer unsurlara bakmaya gerek yok diye düşünüyorum. Ekonominiz kötüyse, ne Başbakanın dediği zaman gerektiği halde bir daha bir daha Kuzey Irak harekatını yapabilirsiniz, ne söylediğim sosyal patlamaları önleyebilirsiniz, ne de ülkenin diğer sorunlarını çözebilirsiniz,

Değerli arkadaşlarım, Türkiye bir yandan İstikrarı yakalayamazken, bir yandan küçülürken. öte yandan da maalesef, geleceğini etkileyecek çok ciddi yatırımlardan sürekli mahrum kalmaktadır. Bunların olumsuz sonuçlarını önümüzdeki dönemde ciddi surette yaşayacağımızı zannediyorum.

Kuzey Irak harekatıyla ilgili olarak. daha 0 söylediğim bazı hususları huzurunuzda tekrar etmek istiyorum. Kuzey Irak Harekâti, hakikaten askeri bakım başarıyla yürütülen, geniş ölçüde amacına ulaşan bir harekat olarak devam etmektedir. Ama, işin asıl sorumluları. bu askeri başarıyı gölgelemek için ne yapılması gerekiyorsa yapmak için adeta yarış halindedirler

Şimdi, geçtiğimiz hafta Sayın Yücel Seçkiner arkadaşımızın. biraz önce ifade ettiği gibi. Milli Savunma Bakanı, Silopi 'ye gitmiştir, Seçkiner arkadaşımız da kendisiyle beraber o geziye katıldı. Orada Milli Savunma Bakanı bir basın toplantısı yapıyor. Basın toplantısında söylediği şey: "bu harekat sonunda öyle tedbirler alınacaktır ki, hatta alınmıştır ki, bir daha böyle bir harekata gerek kalmayacaktır" öyle değil mi Yücel Bey? Bizim de başından beri en çok üzerinde durduğumuz husus budur. Yani, oraya 35 bin tane askerinizi yolluyorsanız, oradaki 7-8 tane kampı temizleyip 200-300 tane teröristi öldürüp dönemezsiniz. Döndüğünüz zaman, bunun siyasi hesabını veremezsiniz. 35 bin kişiyle oraya gittiğiniz zaman, bu kapsamda bir harekat yaptığınız zaman, oradaki meseleyi temelli çözmeniz lazım. Yani, oradaki terörist birikimin, konuşlanmanın, yeniden olmaması için, gerekli tedbirleri de almış olmanız lazım. Milli Savunma Bakanı da bize o konuda cesaret verecek bir beyanda bulunuyor, bizi rahatlatacak bir beyanda bulunuyor. "Her türlü tedbir alınmıştır, bir daha olmayacaktır, gerek kalmayacaktır" diyor. Ertesi günü bakanı kendisini tekzip ediyor. Başbakan çıkıyor, diyor ki: “gerektiği taktirde, Kuzey Irak'a tekrar gireriz" Şimdi, ya bu Başbakanla, Milli Savunma Bakanının birbirinden haberi yoktur, ya da ikisi de ne yaptığını bilmemektedir.

Değerli arkadaşlarım, ayni durum bu harekatla ilgili olarak Batılı ülkelerle ilişkilerimize ilişkin verilen demeçlerde, beyanlarda da ortaya çıkmaktadır. Adeta, Hükümet içersinde bu konuda gizli bir iş bölümü var. Batılı ülkelerde ilişkilerimizi düzeltmek, sanki CHP'nin üstlendiği bir görevdir. Bu ilişkileri bozmak da. DYP'nin üstlendiği bir görevdir.

Sayın Başbakan ve bazı bakanlar, DYP'nin bazı parti yetkilileri, çıkıp Batı ülkeleri aleyhine ucuz kahramanlık yapıyorlar, atıp tutuyorlar. Söyledikleri hususların bir kısmı bizim de iştirak ettiğimiz hususlardır. Ama, bir Hükümet, sadece, başka ülkeleri kendi kamuoyuna şikayet etmekle yetinemez. Eğer, dost ülkelerse, müttefik ülkelerse, onlara gerçeği anlatmak lazımdır, onlara ikna etmek lazımdır. Eğer. bunlar terörü destekleyen düşman ülkelerse, onların da gereğini yapmak lazımdır. Sayın Başbakanın yaptığı, sadece, meseleyi iç politikada istismar konusu yapmaktan ibarettir. Şimdi, Sayın Başbakan çıkıyor, kendi grubunda önceki hafta: "bu silahlar bize lazım değil, eğer bunları bizim savunmamız için kullandırmayacaksanız alın silahlar sizin olsun diyor. Değerli arkadaşlarım, bundan 2 sene önce. hepiniz hatırlıyorsunuz, Meclis kürsüsünde ben çıktım söyledim, Almanya'ya bunlar mektup verdiler. "biz bu silahları hiç bir şekilde NATO amaçları dışında kullanmayacağız" diye mektup verdiler Almanya'ya, yazılı taahhüt verdiler. Bugün, Almanya'nın bağırıp çağırmasının altında yatan esas sebep o. Ben o zaman söyledim. Başbakanın bugün söylediğini o zaman söyledim. Savunmada, bizim her türlü savunmamızda kullanmayacağımız silahlar bize lazım değil dedim. Bu şartlarla yardım almayın, hatta bu silahların bir kısmı parayla alınmış silahlar. Böyle şartlı devlet, böyle şartlı dışarıdan silahlar almaz dedim. 0 zaman, inkar ettiler. Ama, şimdi bugün herkes biliyor ki, Almanya'ya bu konuda taahhütleri var. Dolayısıyla, yaptıkları hadise, sadece ucuz kahramanlıktan ibarettir, göz boyamaktan ibarettir. Bir devletin yapması gereken hadise değildir bu onuruna düşkün bir devletin yapabileceği bir şey değildir. Kendi yaptıkları hatayı milletin gözünden gizlemek için, şimdi meseleyi örtmeye, meseleyi başka yerlere çekmeye çalışmaktadırlar.

Sayın Başbakan, bu beyanlarda bulunurken, Almanya'ya atıp tutarken, kendi Dışişleri Bakanı, kendi Başbakan Yardımcısı o ülkelere gidip kulis yapmaktadır. Ben merak ediyorum, acaba gidip oralarda ne söylüyorlar, yarın Sayın İnönü ile görüşeceğim ona da soracağım. Herhalde diyorlar ki: "siz bizim Başbakan ' ın dediğine bakmayın, o iç politika yapıyor" Yani, "devletin asıl politikasını size biz söylüyoruz, Başbakan iç politika yapıyor" diyorlar herhalde, başka izahı yok.

Değerli arkadaşlarım, baştan söylediğimizi şimdi de söylüyoruz. Yani, harekatın ilk günü söylediğim şeyi, 3 hafta sonra tekrar söylüyorum: Bu harekatta, bizim için önemli olan, Türkiye'ye karşı. terörist saldırılar için bir üs haline gelen Kuzey Irak topraklarının, bundan sonra, aynı duruma tekrar gelmemesi için hangi tedbirlerin Hükümet tarafından öngörüldüğü ve alındığıdır. Bizim için, başarı ölçüsü budur. Asker görevini fazlasıyla yapmıştır. Şehit vermiştir, çok zor bir bölgede, çok zor tabiat şartlarında harekatı başarıyla sürdürmüştür. Ama, maalesef harekatın siyasi sonucu alınamamıştır. Böyle bir harekata giriştiğiniz zaman, onun siyasi sonucu konusunda da elinizde bir strateji olması lazım. 0 stratejiyi gerçekleştirmek için birtakım ön temasların yapılması lazım. İlgili ülkelerle bu temasları önceden yapacaksınız. onlarla belli mutabakatlar sağlayacaksınız ve askeri harekattan sonra, o planı, gerekirse onların da işbirliğiyle yürürlüğe koyacaksınız. Bunların hiç biri yapılmamıştır ve maalesef, bugün gelinen noktada Türkiye, oraya başka bir ülkenin topraklarına, haklı bir nedenle girdikten sonra, böyle büyük bir askeri harekatı bu noktaya getirdikten sonra, şimdi siyasi çözüm arayışına girmiştir. Bu da ciddi bir devlet tavrı değildir ve bugün gündemde olan bazı çözüm önerileri geçerli değildir. Yani, Türkiye kendi güvenliğini Kuzey Irak'taki birtakım kabile çatışmalarına terk edemez, Türkiye'nin bu konuda uygulanabilir, daha gerçekçi bir planı olması lazım.

Bakın. bugüne kadar, size sadece Milli Savunma Bakanı burada bilgi verdi. Verdiği bilgi, gazetede okuduğunuz şeyler öyle değil mi? Su kadar asker girdi, şuradan girdi falan. Bugüne kadar daha, Meclise, işin siyasi yönüne ilişkin Hükümet adına hiçbir bilgi verilmemiştir. Bana da verilmemiştir. Bana, Sayın Yücel Seçkiner aracı oldu, Genelkurmaydan geldiler brifing verdiler, bazı arkadaşlarım da vardı benimle beraber, verdikleri sadece askeri bilgilerdir. 0, askeri bilgiler evet önemlidir ama, bizi ikinci derecede ilgilendirir, bizim için önemli olan, işin siyasi yönüdür, siyasi yönüyle ilgili bize verilen hiçbir bilgi yoktur.

Ben bunu, sadece Hükümetin demokrasi anlayışından nasibini almamış olmasına, demokratik nezakete, siyasi nezakete sahip olmamasına bağlamıyorum. Hükümetin bize verecek bilgisi yok. Hükümet ne yapacağını bilmiyor ve eminim ki, biz Hükümet adına 4 ayrı kişiyle muhatap olsak, 4 ayrı bilgi alacağız. Hükümetin bu konuda bir politikası yok, Hükümetin bizden farkı yok. Hükümet, Genelkurmaya gidiyor 15 gün sonra askeri harekatla ilgili bilgi alıyor.

Değerli arkadaşlarım, askeri harekat, Silahlı Kuvvetler, hepsi bir devlet politikasının ancak aracıdırlar. Ortada o devlet politikası yok. Yani, biz böyle bir askeri harekat yapacağız bununla ulaşmak istediğimiz sonuç nedir? Bu sonucun daimi olabilmesi için, kalıcı olabilmesi için. ne gereklidir, askeri alanda ne gereklidir. İşte. o stratejiniz olmadan netice almanız mümkün değil. Şu anda meselenin diplomasi yönü yok, siyasi yönü yok, meselenin sadece askeri yönü var. Askerler onu yapıyorlar, ama diğerini uygulayacak hükümet yok.

Aynı başıbozukluk maalesef, Azerbaycan ile ilgili politikamızda da ortaya çıkıyor. Bu hükümetin, bir bakanının, Azerbaycan'ın Cumhurbaşkanına, Devlet Başkanına karşı girişilen bir darbede işbirliği yaptığı iddiaları var ve bunlar kamuoyunda açıklığa kavuşturulmuyor. Bunlarla ilgili bilgi kamuoyuna verilmiyor, adı geçen bakan apar topar Cumhurbaşkanıyla beraber Güney Amerika'ya gönderiliyor. İşte, bize vaat ettikleri şeffaf devlet bu. şimdi. bunu temizlemek için de kendisi koşa koşa Azerbaycan'a gidiyor.

Pazar günü, üniversite sınavları yapıldı, Değerli arkadaşlarım bunu kullanmamız lazım. Ben gezdiğim her yerde bunu söyledim. Millet bazen, yaşadığı şeyleri anlatmak için zamana ihtiyaç duyuyor. Bazı şeyleri ancak, yaşayarak görerek fark ediyor Biz Eylül 1993'te bu Başbakan kalkıp da, "üniversite sınavlarını kaldırdık, bundan sonra her isteyen üniversiteye girecek" dediği zaman, biz bunun doğru olmadığını ilk günü söyledik bunun aldatmaca olduğunu o gün söyledik  Ama o gün herkes bize inanmadı, hatta bir mahalli seçim öncesinde, bu belki onlara puan kazandırdı Acaba yapabilir mi acaba olabilir mi diye. Bir de, Türk Milletinin bir terbiyesi var Başbakan bir şey söyledi mi hemen olmaz diye kestirip atmıyor Başbakandır. Bir bildiği vardır, belki yapar diye düşünüyor 1993 Eylülünde Başbakan kalktı televizyonlardan müjde verdi bütün gençlere müjde verdi: "üniversite imtihanları kaldırılmıştır" dedi. Biz, ayağa kalkınca Milli Eğitim Bakanı şimdiki İçişleri Bakanı, dedi ki: "Başbakan yanlış anlaşıldı, aslında 2 basamaktan 1 basmağa iniyoruz" yani, 2 basamak üniversite sınavları yerine tek basamak yapılacak Ondan sonra, yine 2 basamak yapıldı 1994 yılında. 1994 'de sorduk 'hem tek basamağa iniyordu ne oldu?" dediler ki "'bu sene yetişmedi bu sene 2 basamak yapıyoruz seneye 1 basamak olacak" Şimdi 1995 ; pazar günü yapılan yine 1 'nci basamak, yine 2 nci basamağı gelecek arkasından 1 milyon 270 bin gencimiz imtihana girdi, 400-450 bini şimdi ilk basamakta elenecek, ondan sonra 2 nci basamak yapılacak, o 2 nci basamakta bir miktar daha elenecek, elenmeyenleri açık öğretime koyacaklar Açık öğretime katılanların 100 bini katılmadı bile Açık öğretime. Eğitimi tam bir çıkmaza soktular. dejenere ettiler sistemi. Ama, bunun için başka yerde suçlu, sorumlu aramaya gerek yok, bu iş Başbakandan başlıyor. 1993 Eylülünde Başbakanın beyanından başlıyor. Onun için, bu konuyu milletin dikkatine devamlı getirmemiz lazım. milletin yaşadığı 1 milyon 200 bin genç demek, en az 1 milyon aile demektir.

Bakın, aynı şaşkınlık özelleştirmede söz konusu. Şimdi Başbakanın beyanı vardı ne, hani herkesi üniversiteye imtihansız sokacağı gibi, yine kamuoyunda iz bırakan bir beyanı vardı: "Özelleştirme kanunu çıkmadığı için, günde 250 milyar lira devlet zarar ediyor" diyordu. 4 ay oldu, özelleştirme kanunu çıkalı. 4 aydan beri, yapılıp da kesinleşen özelleştirme sayısı. yapılıp da iptal edilenlerin daha azı. Yani, kesinleşen şu anda hiçbir şey yok aslında, yürüyen demek istiyorum. Ben evvelsi günü Karabük'te idim, işte Karabük'ü son gününde 90'ıncı gününde anlaşmayı yapmışlar, kıdem tazminatlarını ödüyorlar, ihbar tazminatlarını ödüyorlar işçilerin, bütün borçları devralmışlar, ondan sonra işletmeyi yeni kurulacak şirkete 1 liraya satmışlar.

Ben orada, yeni şirketin yöneticileriyle, yeni atanan genel müdürleriyle, yeni yönetim kurullarıyla toplantı yaptım. Onlara da söyledim. yani, ümit ederim ki, dilerim ki yürür. Ama, endişem var. Yürüyeceğinden endişem var ve hala içimde bir şüphe var. Yani, aslında bunlar Karabük'ü kapatmak istiyorlardı. Nitekim, geçen sene 5 Nisanda da hiçbir araştırmaya dayanmadan kapatacaklarını ilan ettiler, 5 Nisan uygulama planına da koydular. Karabük kapatılacak diye. Sonra, kapatmaya güçleri yetmedi, Karabük ayağa kalktı, şimdi "bizim elimizde kapatılacağına bari kurulacak özel bir şirketin elinde kapatılsın" diye bir düşünceleri var mı diye bir şüphem var.

Ama, bakın, özelleştirme konusundaki son rezalet, dünkü Ulaştırma Bakanının istifasıyla ortaya çıkan rezalettir. Ulaştırma Bakanının, bugün bir gazetede beyanı var, diyor ki: "Başbakan benden, yapamayacağım bazı taleplerde bulundu. onları yerine getirmeyince bana hakaret etti, o yüzden istifa ettim" bugünkü bir gazete. Yeni Yüzyıl gazetesi. Diğer haberlere bakarsanız, Bakan büyük bir suç işlemiş. PTT'nin değerinin "20 milyar dolar" olduğunu söylemiş. Halbuki, başkaları bu işi daha ucuza kapatmayı hesaplamışlar, onun için bakana çok kızmışlar.

Değerli arkadaşlarım, bu özelleştirme işi böyle yürütülecek bir iş değildir. Bu özelleştirme. ciddi bir iştir. Bugün geldiğimiz noktada, özelleştirme neye benzemiştir biliyor musunuz? Kediye ciğer emanet etmeye benzemiştir.

Şimdi, bakın bir ay önce , Gaziosmanpaşa'da olaylar oldu, Ümraniye'de olaylar oldu. Meclis Araştırma Komisyonu kurduk, Orhan Beyin önerisiyle arkadaşlarımız gittiler, araştırıyorlar. Ama, Hükümet daha olayların sıcaklığı içerisinde bir beyanda bulundu, bana göre yanlış bir beyanda bulundu. Hükümet dedi ki: "bu olaylar. provokasyondur, bu olayların arkasında provokatörler vardır." Bunu biz söyleriz, bunu gazete yazarları söyler, bu doğru da olabilir. Ama, Hükümet bunu söylerse, o pravakasyonu da ortaya çıkarması lazım, o provokatörler kimlerse, onları bulup adalete sevk etmesi lazım.

Bakın, bir ay geçti, Hükümetin söylediği provokatörler falan ortada yok. Ama, bir ay sonra ben diyorum ki, bu olayların arkasındaki asıl provokatör Hükümetin kendisidir. Asıl provokasyon Hükümettir. Neden Hükümettir? Çünkü. o zaman da söyledik, bu olaylar öyle 3 tane 5 tane baldırı çıplak serserinin yaptığı olaylar değil. Bu olayların altında, toplumdaki ekonomik sosyal gerilimler yatıyor. 0 ekonomik sosyal gerilimlerin altında, Hükümetin yanlış politikaları yatıyor. Ekonomi bu hale gelince, ekonomi 3 rakamlı enflasyona gelince, işsizlik yüzde 20'ye ulaşınca, bu olayların olmasına değil, olmamasına şaşmak gerekir. Bu olaylar olmadan yaşadığımız her gün, Türkiye açısından bir şanstır. Bu şartlarda, bu olaylarla karşılaşmadığımız her gün, kendimizi talihli saymalıyız. Hele basta böyle bu olayları yanlış tahlil eden, bunu 3-5 tane provokatöre bağlayan bir Hükümet varsa, kendi sorumluluğunu göz ardı ederek, olaylara doğru teşhis koyamayız, doğru analiz yapamayan, dolayısıyla bu olaylara çare olabilecek tedbirleri alma yeteneği olmayan bir Hükümet varsa, istikbalimiz daha da karanlık demektir.

Değerli arkadaşlarım, sonuç olarak, bu Hükümet Türkiye'yi hasta etmiştir. Hastalığın bütün belirtileri ortadadır. Yoksulluk vardır, fakirlik vardır, işsizlik vardır, umutsuzluk vardır, adaletsizlik vardır, itibar kaybı vardır. devletin itibar kaybı vardır, bina aleyh hastalığın bütün belirtilen ortadadır Aslında, bu hastalığın bütün belirtileri ortadadır. Aslında, bu hastalığın adı da bellidir. Bu hastalık, Türkiye'nin kötü yönetilmesidir. Hastalığın aslında, ilacı da bellidir, hastalığın İlacı, Türkiye'nin iyi yönetilmesidir. Bunun için de, ehil kadrolara ve ciddi bir hazırlığa ihtiyaç vardır. Aslında hastalığın doktoru da bellidir. Türkiye'yi şimdiki kötü yönetilme hastalığından kurtaracak Yani, Türkiye'yi iyi yönetecek olan tek kadro Anavatan Partisidir, tek kadro biziz. Bizim reçetemiz de bellidir, Abant ' ta, Pamukkale' de açıkladığımız, 2000'e 5 Kala Programımız, Türkiye'nin bütün sorunlarına çözüm getirip, aslında ayrıntılı bir uygulama programıdır. Bugüne kadar, bizden başka bu sorunları ciddiye alan, bu şekilde günlerce kapanıp tartışan. bu şekilde reform projesi hazırlayan başka hiç bir parti yoktur. Aslında, yapmak istese de bunu yapabilecek başka bir parti yoktur. Çünkü, bu kadrolara sahip başka bir parti yoktur, bu tecrübeye sahip başka parti yoktur ve ben su son 4 günlük gezimde bir defa daha gördüm ki, vatandaşlarımız artık geniş ölçüde zihin karışıklığından kurtulmak üzeredir. Yani, gerçekleri görmek üzeredir. Bu işin çözümünün ancak bizimle olabileceğini vatandaşımız geniş ölçüde fark etmiştir. Ama, bunu neticeye götürebilmek istiyorsak, Anavatan Partisi olarak, vatandaşın bu teveccühünü değerlendirmek istiyorsak, bütün arkadaşlarımın da bunun gerektirdiği çabayı göstermesi lazımdır. Meclisteki çalışmalarımızı aksatalım demiyorum. Bugün bir gensoru var, bütün arkadaşlarımızı özellikle öğleden sonra bu gensoruya katılmalarını rica ediyorum. Ara sıra, Mecliste yine önemli şeyler olabilir.

Ayrıca bu seyahatimde bir defa daha gördüm, bu Meclis yayınları vatandaş tarafından çok yakından izleniyor. Bana, Mecliste milletvekillerinin niye az sayıda katıldığının hesabını sordular her yerde. Yani, siz milletvekilleri olarak esas göreviniz, Meclis çalışmalarına katılmaktır. Meclisi biz televizyonda boş gördüğümüz zaman sizin çalışmadığınıza hükmediyoruz" dediler. Ben de, dilim döndüğü kadar, Meclis çalışmasının sadece Genel Kuruldan ibaret olmadığını, komisyonlarda çalışmaların olduğunu, ayrıca günde 20-30 bin tane vatandaşın milletvekillerine gelip, kendi sorunlarını takip ettiklerini anlatmaya çalıştım. Ama, zannediyorum ikna edici olamadım. Vatandaş bir kere, Genel Kurul saatlerinde milletvekillerinin mutlaka Genel Kurulda bulunmalarını istiyor. Onun için, zaten haftada 3 gündür, arkadaşlarımızın Meclis çalışmalarına mutlaka katılmalarını rica ediyorum, mazeretleri olmadıkça. Ama, onun dışındaki süreyi, artık bu saatten sonra, su, bana göre çok yaklaşan, en fazla 6 ay içerisinde yapılacak olan seçimlere kadar, öyle tatil matil bir tarafa bırakıp, her hafta sonu değerlendirmemiz lazım, her Meclis çalışmasından arta kalan günü, mutlaka değerlendirmemiz lazım.

Her arkadaşımın bir seçim bölgesi var, bir de ayrıca görevlendirildiği bölge var. Bazı arkadaşlarımız, daha geniş çerçevede görevlidir. Onun için, bütün arkadaşlarımdan, bu çalışmalara katılmalarını rica ediyorum. Sanıyorum, bu konuda da arkadaşlarımızın kapalı grup toplantımızda dile getirecekleri bazı hususlar olacaktır. Gerekirse onları da daha sonra tekrar değerlendireceğim.

Hepinize saygılar sunuyorum.