Değerli
arkadaşlarım, bugün, bugünlük tartışmaların, günlük gayelerin üstüne çıkıp,
Türkiye'ye yukarıdan baktığınız zaman, Türkiye'ye dışarıdan baktığınız
zaman, Türkiye geçmişte hiçbir dönemde olmadığı kadar darmadağınık bir devlet görüntüsü
vermektedir. En altından en üstüne kadar, devletin çivisi yerinden çıkmıştır.
Devletin bu kadar dağınık olduğu bir ortamda, her gün yeni bir rezaletin yaşanmaması
da mümkün değildir. Bakın, Başbakan
Amerika'ya bir ziyaret yapıyor. şu anda Amerika Birleşik Devletlerindedir, belki bugün
Amerikan Başkanıyla görüşecek. Bir kere, bu ziyaretin zamanlaması ancak bu kadar
uygunsuz seçilebilirdi. Amerika'da paskalya tatili vardır, kongre tatildedir, hiçbir
kongre üyesiyle temas etme imkanı yoktur ve şu anda Amerika'da, kongre Başkandan daha
yetkilidir. Kongre' de, Türkiye'nin aleyhine birtakım kanun tasarıları vardır, kanun
teklifleri vardır, Kongrede Türkiye'nin aleyhine bir hava vardır, bir Başbakandan
beklenir ki, bu Amerika ziyaretinde gitsin, kongrenin önde gelenleriyle, kongre
üyeleriyle temas edip onları aydınlatsın. Ama, Başbakanın bu imkanı yoktur;
çünkü kongre tatildedir. Ama, sadece bununla
kalmıyor hadise, gazetelere bakarsanız, Başbakan her dış seyahatinde olduğu gibi,
her ben güvenmiyorum, bunlar delilleri yok ederler, ben iktidara gelince gereğini
yapacağım. Bize verdiği cevap budur. Hepiniz çok iyi biliyorsunuz ki, 1991 seçimleri,
diğer bir takım suçlamalar yanında ve vaatler yanında Anavatan Partisinin
yolsuzluklarla suçlandığı ve bunların hesabının sorulacağı vaadiyle geçmiş olan
seçimlerdir. Şimdi değerli
arkadaşlarım, 1991 seçimlerinden sonraki gelişmeyi de sizlere özetleyeceğim. Ama,
1991 seçimlerini bir daha hatırlayın ve bunu lütfen her gittiğimiz yerde
vatandaşlarımıza hatırlatın. Bunu bugün anlatmamız gereken yerdeyiz, anlatmamız
gereken noktadayız. 1991 seçimlerinde, bize karşı kullanılan 3 tane kampanya vardı.
Birincisi bizim zamanımızdaki demokrasiyi az görmüşlerdi, vatandaşa daha fazla
demokrasi vaat etmişlerdi. Şeffaf karakol vaat etmişlerdi, konuşan Türkiye vaat etmişlerdi.
Onlar geldikleri zaman, bizim zamanımızda eksik olan demokrasi tekemmül edecekti.
Şimdi aradan üç buçuk sene geçti, bakın bugünkü Türkiye'nin haline. Her hafta,
Avrupa'dan Türkiye'ye demokrasi müfettişleri geliyor. Avrupa'nın elinde şamar
oğlanına döndük, kendi demokrasimize güvencimiz kalmadı. Avrupa'nın her gün ayrı
bir Parlamentosu Türkiye hakkında kınama kararı alıyor. Devletin Başbakanları,
bakanları gidip Avrupa'da günah çıkarıyorlar. Anavatan iktidarı döneminde,
Türkiye'ye hiçbir zaman cüret edilemeyen davranışlar, işte sürgünde Kürt
Parlamentosu. bizim dostumuz bir ülkede, Hollanda yasaları buna mani değilmiş Hollanda
yasaları, acaba Anavatan iktidarında geçerli değil miydi? Neden Anavatan 'ın sekiz
yılında Kürt Parlamentosu kurulmadı? Bunun sebebi, demin söylediğimdir. Çünkü,
Türkiye'ye kötülük yapmanın artık müeyyidesi kalmamıştır. Hükümet, kendi
kendisine kötülük yapmaya başlamıştır. Şu Kıbrıs'a yapılan duruma bakın, Spor
Bakanı çıkıyor, Mecliste. millete yalan söylüyor. Milli müsabaka için izin aldık
diyor, işte Yücel Seçkiner arkadaşım söyledi, ondan sonra Avrupa'ya "biz sadece
antrenman maçı yaptık" diyorlar. Değerli
arkadaşlarım, tek yerine getiremedikleri vaat bundan ibaret değil. Bakın, 3 tane
dayanakları vardı; birisi demokrasi. İşte fos çıktığı ortadadır. İkincisi, o
meşhur ekonomik vaatleriydi. Bizim zamanımızda yapılan hizmetleri az gördükleri
gazete ilanlarını bir hatırlayın, 1000 tane ihtisas hastanesi, 10 bin tane sağlık
ocağı, 100 bin tane sağlık şeyi yapacaklardı. Yok bilmem herkese İki anahtar, bir
ev, bir araba vereceklerdi, yeşil kartla bedava tedavi vereceklerdi. Bütün bu vaatlerin
hepsinden vazgeçtim, Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en kötü ekonomik büyümesini
gerçekleştirdi. yani ekonomiyi küçülttüler. Bir yılda ekonomiyi yüzde 7
küçülttüler. Ekonominin bir yılda yüzde 7 küçüldüğü ülkede, diğer hiçbir
istatistiğin değeri yoktur. Yani, Türk parası bir yılda şu kadar değer kaybetmiş,
enflasyon yüzde 150'den yüzde 100'e inmiş, bunların hiçbir değeri yoktur. Siz,
ekonomi olarak küçülmeyi kabul ettiğiniz zaman, dünyadan kopmayı içinize sindirdiğiniz
zaman, öbür bütün istatistikler, sadece züğürt tesellisi olmaktan öteye geçemez.
Türkiye'yi getirdikleri nokta, cumhuriyet tarihimizin en kötü ekonomik durumudur. Bunu
burada her hafta konuşuyoruz, bunu da geçiyorum. Ama bir üçüncü
vaatleri vardı, bizi çok ilgilendiren bir vaatti bu. Bizden hesap soracaklardı,
Anavatan iktidarı döneminde yolsuzlukları ortaya çıkaracaklardı, bunların
hesabını bizden soracaklardı. Şimdi değerli arkadaşlarım geçen hafta bugün
verilen kararın önemi şuradadır: Bu kararla birlikte, Anavatan Partisinin, bugünkü
siyasi kadrosu içinde yer alan herhangi bir arkadaşımız hakkında, bugün yargıda hükme
bağlanmış değil, yargıda devam eden hiçbir dava yoktur. Yani, bu iddialardan dolayı
şu anda yargıda olan bir tek arkadaşımız bile yoktur. Şimdi, 3 tane koskoca
dosyaları vardı. Birincisi, TÜRK-SAT uydusuyla ilgiliydi. Bu meseleden dolayı bir
bakan arkadaşımız, belki de kahrından vefat etti. Genel müdürü mahkemeye verdiler,
mahkeme genel müdürü beraat ettirdi. Ondan sonra aynı genel müdürü. bizim önerdiğimiz
genel müdürü Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna seçtiler. Binaenaleyh. TÜRK-SAT
meselesinde, hiç bir şey elde edemediler. İkinci dosyaları.
hayali ihracat dosyasıydı, üç sene komisyon kurdular, araştırma komisyonu kurdular,
sonra komisyon kendisi, bu meseleden herhangi bir yolsuzluk olmadığını karara
bağladı. Şimdi onu da Genel Kurula getirecekler. Komisyonun kendi kararıyla
iddialarından vazgeçtiler. Üçüncü bir dosyaları
vardı, otoyol dosyasıydı. Şimdi değerli arkadaşlarım, bakın şunları eğer
hatırlamazsanız, bu meseleyi tam olarak görmek mümkün olmaz: Şimdiye kadar ki
Cumhuriyet Hükümetleri içerisinde yolsuzlukları araştırmak için özel bakanlık
kuran ilk Hükümet, bu Koalisyon Hükümetidir. Bir bakanı, sadece bu yolsuzlukları
araştırmakla görevlendirdiler. 0 bakan, yanına bir emekli hakim aldı, bir savcı
aldı ve eski mesleğini hatırlayıp yolsuzluklarla mücadele ordusunun komutanlığına
soyundu. Bütün teftiş kurullarını bu iş için seferber etti. Arada ağzını da
tutamadı, Anavatan döneminde önce 17 trilyon, ondan sonra 26 trilyon yolsuzluk olduğunu
açıkladı. Daha soruşturma yapılmada, mahkemeye intikal
etmeden bakan kendisi, yolsuzlukların portresini açıkladı milleti, Anavatan döneminde
bu kadar trilyon yolsuzluk yapılmıştır diye. Sonra mecliste bir önerge
verdiler, soruşturma önergesi verdiler, o soruşturma önergesinde otoyollarla ilgili
olarak bir soruşturma komisyonu kurulması kabul edildi. İç tüzük çiğnendi.
çünkü on soruşturma, on hazırlık komisyonu kurulması gerekiyordu, bunu ihmal
ettiler. Biz o komisyona üye vermedik, soruşturma komisyonuna Anavatan Partisi olarak
üye vermedik. 0 soruşturma komisyonuna sevk edilen Hükümet üyeleri içerisinde ben de
vardım, 26 bakan arkadaşım vardı. Biz o soruşturma komisyonuna gidip ifade de
vermedik. 0 komisyonu tanımadık. 0 komisyonun başkanı, henüz daha soruşturma devam
ederken reyde bulundu. Büyük yolsuzluklar
yapıldığını ifade etti. Anayasada hüküm var, İç tüzükte hükmü var, soruşturma
konusu olan meseleler, parti gruplarında görüşülemez diyor. Doğru Yol Partisi
Grubunda bu meseleyi görüştüler ve karar aldılar, dediler ki, bütün Hükümeti
birden Yüce Divan 'a sevk etmeyelim, sadece iki tane bakanı sevk edelim. Ertesi günü
Sayın Demirel'in gazetelere yansıyan beyanatı var, bütün bakanlar kurulunu verseydik
inandırıcı olmazdı, onun için ikisini verdik. Şimdi, soruşturma
komisyonu, soruşturma komisyonda görev yapan üyeler, sonra o soruşturma komisyonu
raporuna göre oy verecek olan milletvekilleri, Anayasa ve İçtüzük gizli oy
verilmesini öngörmüştür. Gizli oy veriyorsunuz; çünkü, yaptığınız görev
siyasi bir görev değil, vicdanı bir görev, adalete sevk ediyorsunuz, Yüce Divan 'a
sevk ediyorsunuz. Orada parti disiplini işlememesi lazım, orada siyasi ikbal kaygısı
işlememesi lazım. Orada sadece adalet duygusuyla oy kullanılması lazım. Ama, nasıl
oy kullandıklarını biliyorsunuz. Genel Başkanlarının emriyle oy kullandılar. Sırf
Genel Başkanlarının, seçimlerden önce söylediği sözleri. boş çıkarmamak için,
o sözleri havada bırakmamak için oy kullandılar, İnanmadan oy kullandılar. Çünkü,
daha önce teşkil edilen teftiş kurulunun raporu vardı, Bayındırlık
Bakanlığından, Maliye Bakanlığından, ilgili bakanlıklardan teşkil edilen bir
teftiş kurulunun raporu vardı. Ben, 1993 nisanında bu raporu açıkladım. 0 raporda,
ilgili bakanların hiçbir sorumluluğunun olmadığı sonucuna varılmıştı. Ama o
raporu beğenmediler, yolsuzluk bakanı tayin edilen kişi, başarısının ancak
yolsuzlukları ortaya koymakla belirleneceği düşüncesiyle. o rapora rağmen yeniden
soruşturma yaptırdı ve neticede arkadaşlarımızı Yüce Divan' a sevk ettiler.
Adaleti siyasete feda ettiler. Arkadaşlarımız. Yüce Divan' a gitti. Şimdi bakın.
hatırlayın, o kararın ertesi günü dedim ki, sırf kendi iddialarını geçerli kılmak
için Siyasi bir karar vermişlerdir. Bundan, arkadaşlarımız adına üzgünüz. Ama,
Anavatan Partisi olarak memnunuz dedim. Çünkü, bu bize aklanma imkanını verecektir ve
Yüce Divan kararı, bumerang gibi bunların yüzüne vuracaktır dedim. 30 Ocak 1993
tarihli gazetelerin kupürleri vardır. Benim beyanatımdır. Burada da söyledim, dışarıda
da söyledim, biz saibeli hiçbir arkadaşımıza sahip çıkmayız dedim, yanlış yapan
arkadaşımızın bu partide yeri yoktur dedim. Arkadaşlarla güvendiğim için
söyledim. Türkiye'de hiçbir siyasi partinin lideri, daha böyle bir şey söyleyemedi. Şimdi değerli
arkadaşlar, Yüce Divan kararını verdi. arkadaşlarımızı iddialara sabit görülmediği
için beraat ettirdi. Tekrar söylüyorum, öyle delil yetersizliğinden değil, dava, Yüce
Divan 'dan şimdiye kadar görülen en uzun davadır; iki sene üç ay sürmüştür.
Yüce Divan' da daha uzun süren bir dava yok. Sonra Genel Müdür de aynı davaya idhal
edilmiştir. Dosyalar en ince detayına kadar araştırılmıştır, bilirkişiler tayin
edilmiştir. Neticede, Yüce Divan,
arkadaşlarımızın suçsuzluğuna karar vermiştir. Şimdi, 12 Nisan. Yüce
Divan 'ın kararı. aynı gün, yukarıda aklanan arkadaşlarımızla birlikte basın
toplantısı yaptım. Dedim ki, bu kararla Anavatan Partisiyle ilgili olarak ileri sürülen
iddiaların doğru olmadığı da tescil edilmiştir, bu konuda son merci olan, en yüksek
yargı organı tarafından tescil edilmiştir. Şimdi bizim beklediğimiz. bu iddiaları
ortaya atan Sayın Cumhurbaşkanını, arkadaşlarımızdan ve Anavatan Partisinden özür
dilemesidir. Söylediğim budur. 15 Nisanda, Cumhurbaşkanlığı basın merkezi bir açıklama
yaptı. 0 açıklama, bu meseleyi bizimle bir polemik meselesi yapmayı amaçlayan bir düşüncenin
ürünüydü. Bakın o açıklamada ne diyor: "1991 yılına kadar 300 bilmem kaç
kilometre otoyol yapılmıştır, 1992 yılında şu kadar kilometre otoyol yapıldı,
1993'te su kadar otoyol yapıldı, 1994'te bu kadar yapıldı, su anda da 464 kilometre
otoyol inşaatı devam ediyor." Bunu, Cumhurbaşkanlığı açıklamasında söylüyor. Şimdi değerli
arkadaşlarım, hepsi 1500 küsur kilometre otoyoldur, şu anda Türkiye'de yapılmış,
yapılmakta olan, bitmiş, devam eden tümü 1500 küsur kilometre otoyoldur. 1500 küsur
kilometrelik bu otoyolun tamamının projesi, ihalesi Anavatan İktidarında
yapılmıştır. Dış kredileri Anavatan iktidarında alınmıştır. Bu iktadarın, bu
Koalisyonun ihale ettiği, başlattığı bir tane otoyol projesi yoktur. Bir tane bile
yoktur. Bizim zamanımızda yapılan, bunların zamanındada dış kredisi devam ettiği için
tamamlanan otoyolların kurdelasını kesmişlerdir, hizmete açmışlardır. temelini
attıkları bir tane yer vardır, Bolu geçişidir, onun da ihalesi bizim zamanımızda
yapılmıştır. Bolu geçişinin, Bolu tünelinin temelini Sayın Demirel atmıştır, su
anda da durmuştur. Şimdi, Cumhurbaşkanı
bizimle neyin polemiğine giriyor, otoyolların sahipliğini mi üstlenmek istiyor?..
Tekrar söylüyorum, Koalisyon Hükümeti zamanında, ihale edilmiş bir tane otoyol
projesi yoktur, tamamı Anavatan İktidarı zamanında yapılmıştır. Temelini
attıkları bir tane otoyol da durmuştur, Bolu geçişi de durmuştur. Kaldı ki,
Başbakan çıkıp demedi mi, ne lüzum var bu memlekete bu kadar otoyola diye. Şimdi değerli
arkadaşlarım, Cumhurbaşkanlığı açıklamasındaki birinci yanlışlık burada. Ama,
aceleyle ve bu meseleye bir Cumhurbaşkanı tarafsızlığıyla. bir Cumhurbaşkanı
olgunluğuyla değil de, bir siyasetçi polemikliği içerisinde eğilme kaygısıyla,
Cumhurbaşkanı 15 Nisandaki açıklamasında bir de yanlış yapmış. ben ne
yapacaktım, savcılar hazırlamışlar, getirdiler, savcıların raporunu ben Meclise gönderdim,
Mecliste ilgili komisyon bunu kabul etti, Yüce Divan 'a Meclis kararıyla sevk edildi
diyor. Bu doğru değil, işte dün yeni bir açıklama yaptı, Veli Aksoy ve
arkadaşlarının verdiği önergeyle gitti diyor. Yani, birinci açıklamasını
yalanlıyor. Telaşla, kaygı içerisinde ayağı dolanmıştır, birbirine
dolanmıştır. Şimdi bakın, değerli
arkadaşlarım, biz, Sayın Cumhurbaşkanından fazla bir şey İstemedik. Anavatan
Partisi olarak, bu yüzden Ekrem Bey 'in dediği gibi, biz, muhalefette kalıp aklanmayı
bekledik. Biz, üç buçuk sene boyunca bu iddialarla birlikte yaşadık. Geçen sene
mahalli seçimlerden önce Başbakan çıktı, ne yüzle bunlar milletten oy isteyecekler,
iki tane bakanları Yüce Divan da yargılanıyor, haklarında 138 tane yolsuzluk dosyayı
var dedi, demedi mi? Şimdi ben de soruyorum, arkadaşlarımız aklandı, hakkımızda
devam eden bir tek dosya yok. Acaba o Başbakan, şimdi ne yüzle milletten oy isteyecek?
Müfteri olarak mi isteyecek? Sayın Cumhurbaşkanı
bize soruyor, dün yine açıklama yapmış, bize soruyor, ben ne yapacaktım yani, benim
görevim yolsuzlukları takip etmektir, bunların hesabını sormaktır, ben de bunu
yaptım, ne yapacaktım diyor. Şimdi ben de diyorum ki, birincisi diyorum ki, Sayın
Cumhurbaşkanının görevi, yolsuzlukların hesabını sormak mı. Anavatan Partisinden
soracağı bir tek yolsuzluk daha varsa, hodri meydan. hesabını sorsun. Bizden
soracağı bir tek hesap kaldıysa, evvela onu sormasını istiyorum, bizden hesap
sormasını istiyorum. Eğer bizden soracağı hesap kalmamışsa, milletin önünde çıkıp,
suçlamalarda bulunduğunun itirafını yapmasını istiyorum. Birincisi bu.
İkincisi,Cumhurbaşkanının görevi, yolsuzlukların ortaya çıkarılması mı, emrinde
Devlet Denetleme Kurulu mu var, o zaman başta kendi yeğeni olmak üzere, kendi Başbakanı
olmak üzere... Evinde ihale zarfları açan Başbakan hakkında, hatta kendisini de yakînen
ilgilendiren İLK-SAN davası hakkında, İSKİ meselesi hakkında Devlet Denetleme
Kurulunun görevlendirmesini istiyorum. Herhalde İSKİ rezaletinin tek sorumlusu şu anda
hapiste yatan Su işleri Müdürü değildir. Şu üç buçuk sene
zarfında, yaşanan, kamuoyuna mal edilen ama hesabı verilmeyen rezaletler. yolsuzluklar
Anavatan iktidarıyla karşılaştırılamayacak ölçüde ve boyuttadır. Bakın, bizim, Anavatan
iktidarıyla ilgili olarak, bizim hakkımızda yapılan İşlem, Türkiye'de hiçbir
siyasi partiyle ilgili yapılmamıştır. Biz, isteseydik Anavatan iktidarı olarak devri
sabık yaratırdık. 130 tane Mecliste bekleyen dosya vardı. Bizi, o dosyaların hiçbirini
Mecliste denetim konusu yapmadık, dedik ki, o devri kapatalım. Ama bunlar ne yaptılar,
yolsuzluk bakanlığı kurdular, özel bakanlık kurdular,devletin bütün kademelerini,
sadece teftiş organlarını değil, devletin ilgili bütün kademelerini Anavatan
Yolsuzluklarını ortaya çıkarmak için kullandılar. Üç buçuk sene devleti
kilitlediler. Devlet, çarkını durdurdular. Neticede hiçbir şey
bulamadılar. Yaptıkları bütün çabalar, bizi aklamaya yaradı. Şimdi bunun siyasi
bedelini ödeyeceklerdir. Bunu öyle, bunlar geçmişteki hesaplaşmalardır, bunları
geride bırakalım filan diye bunu geçiştiremezler. Bunu bedelini ödeyeceklerdir. Biz. fazla bir şey
istemiyoruz, çıksın, desin ki. ben o zaman gözü dönmüş bir muhalefet lideriydim. 6
defa kaybettiğim Başbakanlığı yeniden almak için Anavatan 'a iftira ettim. Ama sonra
mahkeme kararıyla ortaya çıktı ki. Anavatan masumdur. Anavatan 'ın bugünkü siyasi
kadrosuna, bizim artık daha fazla İleri sürebileceğimiz hiçbir İddia kalmamıştır,
Anavatan Aklanmıştır. Bunu desin, bizden özür dilesin. Bunu yaparsa ne olur;
bunu yaparsa, Cumhurbaşkanı olduğu gün söylediğim gibi. geçmişin hesaplaşmasına
girmeyiz, devlete bir şey katmayacak olan kısır polemiklere girmeyiz. Bunu yaptığı
zaman, tarafsız Cumhurbaşkanlığına hak kazanır. Bunu yapmadığı zaman, geçmişinden
kurtulamaz. Bugün gazetede bir
şey okudum, demiş ki, Doğru Yollu milletvekillerini çağırmış yanına, sohbette
onlara demiş ki. sülükler yıkanmakla beyazlanmaz. Umarım ki doğru değildir, umarım
ki söylememiştir. Çünkü. bunu söyleyen insan, tarafsız Cumhurbaşkanı olamaz,
tarafsız Cumhurbaşkanı böyle şey söylemez. Eğer bu söz doğruysa, Türkiye'nin
gündemi yeniden sülü' ye döner. Değerli arkadaşlarım, iki-üç günden beri,
bu kararla ilgili olarak, bizim ortaya attığımız haklı talepler karşısında.
birtakım milletvekillerinin ortaya koydukları tepkiler, Türkiye'de hukuk anlayışının
bazı çevrelerde ne karar ilkel olduğunu bir defa daha göstermiştir. Söylenen
şeylere bakın, birisi çıkıyor bana, diyor ki, asıl Emlak Bankası davasından
aklasın Anavatan Partisini. Emlak Bankası davası yargıda görülmedi mi, yargıda görülen
o davadan dolayı, Anavatan Partisinden siyasi sorumluluk taşıyan herhangi bir
arkadaşımla herhangi bir milliyet bağı kurulabildi mi: Hiçbir arkadaşım bundan
dolayı yargı önüne çıkma durumuna geldi mi? 0 zaman, o dava bizi aklayan bir
davadır. Biz, hiçbir zaman dedik mi, Anavatan İktidarında sekiz sene boyunca hiçbir
bürokrat yolsuzluk yapmamıştır, hiç yanlış iş yapılmamıştır. Kim yanlış
yaparsa cezasını çekecek dedik. Eğer bürokrat yapmışsa, o bürokrat haliyle
çekecek, onu biz götürürüz yargının önüne. Ha, bizim arkadaşımız, siyasi
arkadaşımız yanlış yapmışsa, o bizden değil dedik. Allah'a şükür ki,
anavatan Partisinin siyasi kadrosunda, bugün. hüküm giymiş bir tek arkadaşım bile
yok... Ha, o 138 dosya
hikayesi. yine aldatmacadır. 0 138 dosyanın büyük kısmı, benim Başbakanlığımda,
Sayın Akbulut 'un Başbakanlığında başlatılmış dosyalardır. devam eden
dosyalardır. Sanki kendileri başlatmış gibi o dosyaları lanse ettiler. Ama neticede,
tekrar söylüyorum. bir tek arkadaşım bile onlardan dolayı hüküm giymedi. Şu anda
dava konusu olan bir tek arkadaşım yok. Aslında, Yüce Divan'
a intikal etmesi gereken belki başka dosyalar var; ama, siyasi hesaplarla da onları göndermiyorlar. Değerli
arkadaşlarım, maalesef, Cumhurbaşkanı, bu meselede, bizim kendisinden beklediğimiz
davranışı ortaya koyamamıştır. Bizimle polemiğe girmesi, bu konuda sadece geçmişteki
sözlerini şartlı olarak tekrarlayan bir arkadaşımızı mahkemeye verebileceğini ima
etmesi, bütün bunlar, aslında kendisini, toplumda daha çok tartışma konusu haline
getirir. Bizimle polemiğe girmesinden de kendisi bir şey kazanmaz, biz bir şey
kaybetmeyiz. Ama, Türkiye'nin bunlardan bir kazancı olmaz, yani Türkiye'nin, geçmişteki
bu tartışmaları, Türkiye'ye zaman kaybettiren. güç kaybettiren biraz önce Ekrem
Bey' in dediği gibi, kalkınmak gelişmek zorunda olan Türkiye'nin geri gitmesine amil
olan bu kısır tartışmalardan Türkiye'ye hiçbir fayda gelmez. Türkiye, bu kısır
tartışmaları aşmalıdır. Ama, tekrar söylüyorum.
Anavatan Partisi olarak, Türkiye'yi sekiz sene şerefle yönetmiş, Türkiye'ye çağ
atlatmış, Türkiye'yi yeniden yönetmeye talip olan, Türkiye'nin bugün karşı
karşıya olduğu bu ağır sorunları aşmak için tek deneyimli kadroya sahip, tek
programa sahip parti olarak, bizim de meselede haklılığımızın, temizliğimizin.
aklanmışlığımızın tescil edilmesini beklemek hakkımızdır. Bunu yapmak da. en
başta Cumhurbaşkanına düşer. Çünkü. bu iddiaları zamanında bizim hakkımızda
ileri süren kendisidir. Bunlar sanki gerçekmiş gibi, sanki Anavatan Partisi hakikaten
yolsuzlukların iktidarıymış gibi seçimlerde bunları bize karşı kullanan
kendisidir. Başbakan olduktan sonra, tamamen siyasi önyargılarla. arkadaşlarımıza
iki buçuk sene manevi işkence uygulanmasına sebep olan kendidir. Bundan dolayı bir
intikam hissi içerisinde değiliz; ama, sadece hakkımızın tescilini istiyoruz.
Yapılan yanlışlığın giderilmesini istiyoruz. Parti olarak bu bizim hakkımızdır. Bunu, elbette ki
milletimiz en iyi şekilde takdir edecektir. 0 söylenen şeylerin hepsi zırvadır. Yani,
bu kararın Türkiye'de adalete gölge düşürdüğü mealinde bir söz söylenmiş,
eğer bu şekilde otoyol davası beraatle sonuçlanırsa, Türkiye'de yolsuzluk yapmak
bundan sonra serbesttir mealinde sözler söylenmiş. Bakın, bu şekilde Türkiye'de
hukuk devletini yerleştirmek mümkün değildir. Eğer bunu bir milletvekili söylüyorsa,
bunu bir hukukçu söylüyorsa, o memlekette çok ciddi bir hukuk sorunu var demektir. 0
zaman çözüm ne olacaktır? Nasıl soruşturma komisyonu kurup tek taraflı karar
verdilerse, siyasi düşüncelerle karar verdilerse, milletvekillerinden Yüce Divan
kurarlar. o Yüce Divan'da da, arkadaşlarımızı, peşin hükümle mahkum ederler. Onların
hukuk anlayışı budur. ama, böyle bir hukuk anlayışıyla Türkiye 21 inci yüzyıla
varamaz. Maalesef, bu konuda,
son bir hafta zarfında, milletvekillerinin, Cumhurbaşkanının ve hatta çeşitli
çevrelerin, bazı basın organlarının, bazı köşe yazarlarının iyi bir imtihan
verdiklerini söyleyebilmek mümkün değildir. Ben tekrar
söylüyorum, arkadaşlarımızın beraat etmesi, Anavatan döneminin aklanması, elbette
bizim için, zaten beklediğimiz, milletimizin önüne bundan sonra daha da güvenli
olarak çıkmamızı sağlayacak olan çok önemli bir gelişmedir. Biz, bundan dolayı geçmiş
hesapları yeniden gündeme getirmek istemiyoruz. Biz, kısır çekişmeler başlatmak
istemiyoruz. Biz, Türkiye'ye hiçbir şey sağlamayacak olan o kısır siyasi kavgaları
yeniden başlatmak istemiyoruz. Ama eğer, Sayın Cumhurbaşkanı çıkıp da, Anavatan
Partisinin bu durumunu tescil etmezse, kendisinin geçmişte siyasi düşüncelerle yaptığı
yanlışları millet önünde ikrar etmezse, o zaman bu mücadeleyi yapmaktan da geri
kalmayız. Onun için, bu
vesileyle kendisine, bir defa daha çağrıda bulunuyorum. Kendisi, görevi gereği,
konumu gereği, şu anda Meclisteki bütün partilere eşit uzaklıkta olması gereken bir
konumdadır. Anavatan Partisine, kendisinin dahiliyle yapılmış büyük bir haksızlık
vardır. En yüksek yargı organının kararıyla bunu geçerli olmadığı tescil
edilmiştir. Şimdi kendisine düşen, bizden özür dilemektir. Bizden özür dilemediği
takdirde, bizimle polemiğe girdiği takdirde. en çok zararlı çıkacak olan kendisidir.
Çünkü, bütün bu gelişmelerin, baştan beri size söylediğim gelişmelerin ortaya
koyduğu önemli bir gerçek var. Bugünkü iktidar, yalan ve iftira üzerine kurulmuş
bir iktidardır. Yalan ve iftiraya ödünç oy isteyerek kurulmuş bir İktidardır. Bu
iktidarın temeli çürüktür. Şimdi, yalan ve iftira üzerine kurulmuş bir iktidarla,
Türkiye'nin bu dev meseleleri aşabilmesi mümkün değildir. Yapılması gereken hadise,
bir an önce, milletin oyuna gidip, milletin oyuna başvurup bu yanlışlığın
giderilmesine imkan sağlamaktır. Türkiye'ye yapabilecekleri tek iyilik budur. Bu
saatten sonra, üç buçuk yılda yapamadıkları icraatı, bir yılda yapacaklarına
inanmak, ancak safdillerin işidir. Memlekete verecek bir şeyleri yoktur. Yapmaları
gereken hadise, emaneti millete vermek ve milletin kararına saygılı olmaktır. Eğer, Anavatan
Partisiyle ilgili olarak, hala ispat edecekleri bir yolsuzluk varsa, ortaya koyacakları
bir belge varsa, delil varsa, sorumluluk taşıdıklarına inandıkları herhangi bir
arkadaşımız varsa, bu hesabı bizden sormalarını istiyorum. Tekrar söylüyorum,
hesabımızı sonuna kadar vermeden milletin önüne çıkmayız. Arkadaşlarımız
hakkında verilen karar. bizimle ilgili yapılan suçlamalarını kesin olarak sonuçlandığı
bir karardır. Şu anda ne mahkemeye sevk edilmiş bir arkadaşımız vardır, ne hüküm
giymiş arkadaşımız vardır, ne de hakkında ciddi bir iddia, suçlama bulunan arkadaşımız
vardır. Binaenaleyh, bundan
sonra seçim meydanlarına çıktığımız zaman, biz bu Hükümeti, bu iktidarı, sadece
milleti aldatmakla suçlamayacağız, bu iktidarı aynı zamanda, bize iftira etmekle suçlayacağız,
müfteri olmakla suçlayacağız ve eminim ki, bu yaşanan tecrübe, en son Yüce Divan
kararıyla ortaya çıkan bu gelişme. milletimizin önümüzdeki ilk seçimlerde, en sağlıklı.
en sağduyulu kararı vermesi için önemli bir etken olacaktır. Değerli
arkadaşlarım, emeklilik kanunuyla ilgili Ekrem Bey de söyledi, getirilen düzenleme.
Koalisyon içinde önce göstermelik bir pazarlık konusu yapılan, ondan sonra Bakanlar
Kurulunda nihai seklini alan tasarı, bizim kabul edeceğimiz bir tasarı değildir.
Bakın biz, 1987 yılında, emeklilik sisteminde çok önemli bir değişikliği, çok
büyük bir siyasi risk alarak gerçekleştirdik. 20 ve 25 yıllık hizmet süresine bağlı
emeklilik esasim. yani 38 kadın ve 43 erkeklerde emekliliğe imkan sağlayan bir düzenlemeyi,
yaş esasına bağladık ve kademeli olarak, tedrici bir biçimde 1992 yılında
kadınlarda 50, erkeklerde 55 yaşında emekli olmaya imkan sağlayacak bir statüye geçişi
gerçekleştirmek üzereydik. 1991'de bunlar geldiler, bütün yaptığımız işi berbat
ettiler. Sosyal güvenlik sistemini tümüyle felç ettiler. 110 trilyon lira açık
vermesine sebep oldular sosyal güvenlik sisteminin, bir senede. Şimdi, getirdikleri düzenleme,
bizim getirdiğimiz düzenlemeden daha ağır bir düzenlemedir. 50-55 yerine. 53-58 yaş
arasını getirecekleri söyleniyor. 55 60'ı getirecekleri. Artı, bu önemli değil,
sadece yaş önemli değil, çalışma günü olarak, 7600, 7800 gün. Bakın, bu ne
demektir; dört ay çalışıp. Biliyorsunuz, geçici işçiler dört ay çalışırlarsa
bizim sosyal güvenlik sistemine göre. sosyal güvenlik haklarından istifade ediyorlar,
yani emeklilik haklarına sayılabiliyor. Bu durumda, geçici işçi olarak 30 sene çalışan
bir işçi, emekliliğe hak kazanmayacak, 35 sene çalışsa yine hak kazanmayacak.
çünkü, 7500 günü doldurması mümkün olmayacaktır. Maalesef, bu konuda,
sendika yetkililerinin söyledikleri itirazlar tamamen doğrudur. Yani bu sistem,
mezarlıktan önce emekli olmanın yolunu kapayan bir düzenlemedir. Eğer bu kanun çıkarsa,
o bilhassa çalışma günü olarak 7 bin küsur günlük düzenleme kesinleşirse, belki
bundan sonra. 10 yıl sonra, 20 yıl sonra insanların mezarlarına şöyle yazılacaktır:
"Eğer yaşasaydı, 15 sene sonra emekli olacaktı." Onun için, o tasarıya
bizim o haliyle destek olmamız mümkün değildir. PTT'nin T' si konusuyla
ilgili yasa tasarısının, şu anda Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşmeleri
bitmiştir. Arkadaşlarımızın müdahalesiyle alt komisyona gitmiştir. Orada yapılan
değişiklikler zannediyorum kanuna girdi. Şimdi Genel Kurulda. bazı yeni önerilerimiz
olacak. Denetimle ilgili, fiyat düzenlemeleriyle ilgili bazı hususlarda, kanunda eksik gördüğümüz,
yanlış gördüğümüz bazı hususlar, bu konuda da değişiklik önerilerimiz olacak.
Onları da Genel Kurulda değiştirmeye çalışacağız. Aynı özelleştirme yasasında
olduğu gibi, PTT'yle ilgili bu yasada da tavrımız, engelleyici değil düzeltici olmaktır.
Yasanın Türkiye'nin menfaatlerine uygun şekilde çıkmasını ve suistimale açık
olmamasını sağlamaya çalışıyoruz. Bu çerçeve içerisinde yasaya destek vereceğiz. Bir de, ben daha önce
de size söyledim, bu Türkiye'den Avrupa Parlamentosunun o gümrük birliği için şart
koştuğu demokratikleşmeyle ilgili düzenlemelerin filan en önemli noktası, Terör
Kanununun 8 inci maddesidir, Anti terör Kanununun 8 inci maddesidir. Dün, Sayın
Başbakan vekili, bu konuda hiçbir uzlaşmaya açık olmadıklarını, Anti terör
Kanununun 8 inci maddesinin kaldırılmasında kesin ısrarlı olduklarını söylemiş,
Başbakan da bu konuda Amerika'da bazı ifadelerde bulunmuş. Bizim bu konudaki
tavrımız, daha öncekinden farklı değildir. Yani, Anavatan Partisi olarak, biz, üç
buçuk yıldan ben demokratikleşme konusunda, insan haklarının geliştirilmesi
konusunda gevezelikten başka hiçbir şey yapmamış olan bu iktidarın, bu meseleyi de
sadece bir İstismar konusu yapma eğiliminde olduğunu düşünüyoruz. Biz, Türkiye'de
düşünce hürriyeti üzerindeki engelleri çok geniş ölçüde kaldırmış olan bir
iktidarız, elli yıldan beri yapılamayan özgürleştirmeyi sağlamış bir iktidarız,
demokratikleşmeyi sağlamış bir iktidarız. Birinci dikkat edeceğimiz husus, bunlardan
bir geriye gitmeye müsaade edemeyiz. Yani, 141, 142, 163'te geriye gitmeye müsaade
edemeyiz. Eğer bu konuda dikkatli olmazsak, yapmak istedikleri birinci husus. odur, en
azından benim bundan önceki tartışmalardan edindiğim izlenim budur. İkincisi, biz düşünce
özgürlüğünden yanayız, ancak Türkiye'nin bugünkü ortamında, yurt dışında bölücü
Parlamentoların kurulduğu, bölücü hükümetlerin kurulduğu, ordumuzun yurt dışına
kadar taşarak bu konuda bir mücadele verdiği ortamda, bir bölücü propagandanın düşünce
özgürlüğü içerisinde serbest olmasına geçit veremeyiz. Onun için, ne pahasına
olursa olsun, bizimle bu konuda herhangi bir istişare yapılmamıştır, bizim fikrimiz
alınmamıştır; ama, kendi gruplarının eğilimini ne kadar yansıttığını
bilmediğim, Başbakanın ve Başbakan Yardımcısının bu beyanları bizi bağlamaz,
bizim tutumumuzu değiştirmemizi gerektirmez. Bakın orada bir husus
var, onu dikkatinize getireceğim, bizim oradaki muradımız, amacımız, bölücü
propagandanın suç sayılmasıdır. Biz, bölücü propaganda serbest olmasını
istiyoruz. Ama, bugüne kadar bundan dolayı açılmış zannediyorum 300 tane dava var,
50 tane de kesinleşmiş hükme bağlanmış dava var. Bunlar içerisinde bazıları,
kanun koyucunun bizim irademizi aşan uygulamalar olabilir. Tıpkı geçmişte 163 nasıl
bazı yargı organlarında amacından farklı uygulanmışsa, burada da bölücü
propaganda niteliği taşımayan bazı durumlarda, kanun koyucunun Meclisin iradesine
aykırı hükümler verilmiş olabilir. Bunun için gerekirse kanunun yeniden redaksiyonu,
yeniden gözden geçirilmesi, bu anlamda bir düzenlemede işbirliği yapmaya açığız.
Ama, prensibimizi baştan koyuyoruz, bölücü propagandanın serbest bırakılmasına hiçbir
zaman izin veremeyiz. Değerli
arkadaşlarım, önümüzdeki günler, Meclis çalışmalarının muhtemelen çok yoğunluk
kazanacağı günlerdir. Ben. kendi programımı, Meclis günlerinde devamlı burada
olacak şekilde, onun dışında kalan tüm zamanımı da yurt gezilerine ayırmak
şeklinde düzenliyorum. Arkadaşlarımdan da, aynı şekilde Meclis çalışmalarında
burada olmalarını, bunun dışındaki çalışmalarda hem kendi illerinde, hem de görevlendirildikleri
illerde, hele bu ortaya çıkan siyasi konjonktür ışığında. siyasi çalışmalarına
ağırlık vermelerini rica ediyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum. |