BAŞBAKAN MESUT YILMAZ'IN TBMM ANAP GRUP KONUŞMASI 25 Haziran 1996
Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz
gibi, hatırlayacağınız gibi, son Grup toplantımızda Doğru Yol
Partisinden istifa ederek partimize katılan çok değerli milletvekili
arkadaşlarımızın partimize katılmaları vesilesiyle bir araya gelmiştik
geçtiğimiz Cuma günü. Bu vesileyle bir defa daha tekrarlamak istiyorum
ki, bu arkadaşlarımızın yıllar yılı siyaset yaptıkları, parti yöneticiliği
kademesinde bulundukları, Genel Başkan Yardımcılığı yaptıkları
partilerden istifa ederek partimize katılmış olmaları, şu anda Türkiye’deki
siyasi gelişmeleri büyük ilgiyle izleyen milletimiz için de bir mesaj
niteliğindedir. Evvela, bu arkadaşlarımız, Seçim Kanununun, seçim
sisteminin azizliği dolayısıyla partimizin uğradığı bir haksızlığı
telafi etmişlerdir. Bildiğiniz gibi, 24 Aralık seçimlerinde, biz
Anavatan Partisi olarak, Doğru Yol Partisinden 150 bin oy fazla almış
olmamıza rağmen, iki milletvekili eksik çıkarmıştık. Bu da, doğrudan
doğruya uygulanan seçim sisteminin bir azizliği idi. Şimdi, bu arkadaşlarımızın
aramıza katılımıyla Anavatan Partisi olarak Meclis Grubumuz 131’e yükselmiştir,
yani Doğru Yol Partisinin 2 milletvekili önüne geçmiş oluyoruz. Aslında,
bugünkü durum, adil bir seçim sisteminin ortaya çıkaracağı bir sonuçtur.
Bu bakımdan, bu arkadaşlarımıza, parti olarak, hakikaten büyük şükran
borçluyuz; ama, bu arkadaşlarımın asıl yaptıkları katkı, inanıyorum
ki çok daha geniş boyutludur, önümüzdeki günlerde çok daha büyük
ölçekte tezahür edecektir. Bu arkadaşlarımız, Türkiye’de bugün
siyasi istikrarsızlığın en önemli nedeni olan, temel nedeni olan, Türkiye’de
şimdiye kadar her zaman sağ kitlenin yeniden birleşmesine, bütünleşmesine
öncülük etmişlerdir. 2 Haziran seçim sonuçlarından sonra, bu arkadaşlarımızın
da aramıza katılmaları, inanıyorum ki, önümüzdeki günlerde vatandaşlarımızın
bugüne kadar tercih yapmakta karşılaştığı zorlukları aşmada çok
önemli katkıda bulunacaktır.
Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz Grup toplantımızdan sonra,
geçen bir hafta içerisinde en önemli, en üzücü ve zannediyorum
sadece partimizi değil, bütün milletimizi derinden etkileyen olay,
HADEP Kongresinde Bayrağımızın uğradığı hakarettir. Bayrak, bir
ulusun birliğinin, bütünlüğünün sembolüdür, bağımsızlığının
sembolüdür. Hele biz Türkler için bayrağın çok öze, çok kutsal
bir anlamı vardır. Elbette ki bayrağımıza karşı, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı sıfatını taşıyan, statüsünü taşıyan bazı
kendini bilmez hainler tarafından girişilen bu eylem, hepimiz için son
derece üzücüdür. Nefretle, şiddetle telin edeceğimiz, kınayacağımız
bir olaydır.
Ama, burada dikkatinizi çekmek istediğim olayın bir başka yönü
var. Bu olayı yapanlar, bu olayı tertipleyenler, bu olaya göz yumanlar,
aslında, bu olaydan çok daha ileri birtakım sonuçlar ummaktadırlar.
Onun için, bu olaya karşı gösterilecek tepkinin, onların ekmeğine yağ
sürmemesine özen göstermek durumundayız. Elbette ki bu olaya karşı
memleket sathında vatandaşlarımızın gösterdikleri duyarlılık,
fevkalade sağlıklıdır. Milletimizin kutsal değerlerinden addettiği
bayrağa karşı olan bağlılığının yeni bir tezahürüdür. Ama,
netice itibariyle 65 milyonluk bir ülkede birkaç yüz, birkaç bin
haininin olmamasını -elbette olmaması temenni edilir ama- beklemek
hayalcilik olur. Türkiye’de de sayıları işte bir salona sığacak
kadar bu tür hain vardır. Önemli ola, devlet bu olayda görevini yerine
getirmiştir. Hem o Kongreyi düzenleyenlerin, bu olaya müdahale
etmeyenlerin, o Kongrenin sorumluluğunu üstlendikleri halde Bayrağımızın
uğradığı bu rezil hareket karşısında seyirci kalan parti yöneticileriyle
ilgili Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı gerekli takibatı başlatmıştır
hem de emniyet mensupları, bizzat o olayları meydana getiren kişileri gözaltına
almışlardır. Binaenaleyh, devlet olaya karşı kayıtsız değildir.
Devlet, hukuk devletinin kuralları içerisinde olayın üstüne gitmiştir.
Bundan sonraki safha yargının sorumluluğundadır; ama, netice
itibariyle olay şu anda tamamen devletin kontrolündedir.
Yine, bu olayın yarattığı toplumdaki gerginlikten yararlanarak,
ertesi günü Anayasa Mahkemesinin bir kararını protesto için polisle
çatışmayı planlayan bir gruba karşı da devlet kendi polisi aracılığıyla
etkinliğini bir defa daha kanıtlamıştır.
Değerli arkadaşlarım, biz iktidara geleli henüz daha 3,5 ay
olmuştur. 3,5 ay içerisinde diğer devlet kuruluşlarında olduğu gibi,
emniyet teşkilatında da henüz daha geniş bir düzenlemeye gitme imkanını
bulamamıştık. Geçtiğimiz hafta içerisinde emniyet üst düzey
kademelerinde gerekli değişiklikler yapılmıştır. Bu 3,5 aylık dönem
içerisinde, terör olaylarıyla mücadelede devletin etkinliğinin daha
da arttığı hepinizin malumudur. Özellikle Habitat gibi bütün dünyanın
bir araya geldiği ve Türkiye’deki bölücü terörist çevrelerin
adeta bir fırsat olarak değerlendirdikleri bir organizasyon vesilesiyle
en ufak bir asayişsizliğe meydan verilmemiştir. Daha önceden yapılan
bütün ihbarlara, duyumlara, istihbari bilgilere rağmen, bu olay, hiçbir
kargaşaya, asayişsizliğe meydan vermeden tamamlanmıştır. İstanbul
polisi hakikaten bu konuda çok iyi bir sınav vermiştir.
Yine, geçtiğimiz bu 3,5 aylık dönemde, yönetici kademelerde
yaptığımız değişikliklerin yanında, polis teşkilatımıza fiziki açıdan
da önemli ölçüde destek sağladık. Gerek araç yönünden gerek
kontrol cihazları açısından, taşıt açısından polis teşkilatımızın
eksikleri süratle giderilmektedir. Ben bugün, biraz sonra Polis
Akademisinin mezuniyet törenine katılacağım. Orada genç
polislerimize, genç emniyet mensuplarımıza Hükümet olarak bu konudaki
güvenimizi ve takdirlerimizi bir defa daha ifade etme imkanı bulacağım.
Cumartesi günkü bu üzücü olaydan sonra ve Pazar günkü bu üzücü
olay sırasında, ben Floransa’da düzenlenen Avrupa Birliği Zirve
Toplantısına katıldım. Biliyorsunuz, daha önceki dönemde İspanya’nın
başkanlığındaki dönemde Madrid’de yapılan toplantıya, Türkiye,
sadece Troika ile görüşmek üzere davet edilmişti; yani, şu anki,
daha önceki ve bundan sonraki başkanların katılacağı üçlü bir görüşme
için davet edilmişti. Sayın Tansu Çiller, Başbakan olarak -biraz da
zoraki bir davetti, yani bizim dirije ettiğimiz, kendi kendimizi davet
ettiğimiz bir toplantı idi- katıldığı halde, karşısında Troikanın
hiçbir Başbakanı yoktu. Türkiye açısından aşağılayıcı bir
toplandı idi. Esasında bir toplantı da değildi, asıl zirve toplantısının
yapıldığı yerin dışındaki bir mahalde ayaküstü yapılan bir
buluşma idi. Bu, iç kamuoyuna belki tam bu şekilde yansıtılmamıştı;
ama, maalesef gerçek buydu. Bu sefer, Dönem Başkanı olan İtalya, bizi
resmen davet etmiştir. Troikaya ilaveten, Avrupa Birliği dahil bütün
üyelerin de gönüllü olarak katılımına açık bir toplantı için
davet edildik. Ben, Sayın Dışişleri Bakanı ile birlikte katıldım,
İtalya’nın Floransa şehrinde yapıldı. 2,5 saat sürdü toplantımız;
toplantıya Avrupa Birliğinin belli başlı bütün ülkeleri katıldılar,
Fransa Cumhurbaşkanı ile katıldı. Üç Troika ülkesi de Başbakan düzeyinde
katıldılar; İtalya, İspanya ve İrlanda’nın Başbakanları katıldılar.
Diğer ülkelerin de, Almanya, Avusturya’nın Başbakan Yardımcısı, Dışişleri
Bakanları seviyesinde katıldılar. Bu toplantı, bizim açımızdan
-bunu diplomatik lisansla söylemiyorum, yani her toplantıdan sonra alışılmış
basma kalıp anlamında söylemiyorum- hakikaten son derece yararlı bir
toplantı olmuştur; çünkü, gerek Türkiye-Yunanistan ilişkileri,
Ege’de yoğunlaşan sorunlarla ilgili ihtilaflar, gerekse gümrük birliğinin
işlememesinden, özellikle mali hükümlerinin gerektiği şekilde işlememesinden
kaynaklanan sıkıntılarımızı birinci elden, birinci ağızdan
muhataplarımıza iletmek imkanını bulduk. Onların Türkiye ile ilgili
birtakım tereddütlerini giderme imkanını bulduk. Netice itibariyle gümrük
birliğinin bizim için hiçbir zaman bir hedef olamayacağını, bizim gümrük
birliğine, ancak asıl hedefimize ulaşmak için katlanılması gereken
bir aşama olarak gördüğümüzü, Türk ekonomisinin bu zor sınava
Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi, benzeri ülkelerden çok daha
dezavantajlı olarak, çok daha zor şartlarda sokulduğunu; ama, bunun
dahi gerektiği şekilde işletilmediğini, binaenaleyh bunun Türkiye’ye
karşı büyük bir haksızlık olduğunu, Avrupa Birliği açısından da
kendi yükümlülüklerini yerine getirmeme sonucunu doğurduğunu ifade
ettik. Yunanistan ile bu konuda aramızda bir polemik oldu, bir tartışma
oldu; ama, memnuniyetle söyleyebilirim ki, toplantıya katılan bütün
ülkeler -Yunanistan dışındaki- bizim tezlerimizin haklılığında
birleşmişlerdir, Türkiye’ye haksızlık yapıldığında birleşmişlerdir.
Türkiye’nin Avrupa’nın vazgeçilmez, ayrılmaz bir parçası olduğunu
bir defa daha vurgulamak ihtiyacını duymuşlardır. Bu konuda en büyük
desteği de Fransa Devlet Başkanı Sayın Chirac’dan gördük. Chirac,
hem bizimle yapılan 2,5 saatlik toplantımızda hem de bizden önceki asıl
zirve toplantısında, Türkiye’nin ne kadar önemli bir ülke olduğunu,
Türkiye’yi dışlayan Avrupa’nın ne kadar eksik olacağını, en çarpıcı
şekilde dile getirmiştir. Hakikaten, zannediyorum ki Avrupa Birliği ilişkilerimizde
Floransa zirvesi önemli bir köşe taşı olacaktır, bir dönüm noktası
olacaktır. Bunun tabii önümüzdeki dönemdeki somut yansımalarını
hep birlikte göreceğiz; ama, zannediyorum ki, Yunanistan’da, bizim 24
Martta uzattığımız zeytin dalının bugüne kadar müspet karşılık
görememesi, geniş ölçüde iç politika nedenlerinden kaynaklanmaktadır.
Eğer Papandreu’nun ölümü olmasaydı, bu hafta sonunda Pasok Kongresi
yapılacaktı, o Kongrede bugünkü Başbakanın parti başkanlığına seçilmesi,
muhtemelen kendisini Türkiye’ye karşı ilişkilerinde daha güçlü kılabilecekti,
manevra alanını genişletebilecekti, partisi içerisinde Türk düşmanlığı
kendisine siyasi malzeme yapmış olan bazı kişilerin pasifize etme
imkanını sağlayacaktı. Papandreu’nun ölümü ile şimdi bu tarih
biraz daha ertelenmiştir, Kongre daha ileri bir tarihe bırakılmıştır;
ama, inanıyorum ki birkaç aylık bir gecikmeyle de olsa, evvela
Yunanistan ile ilişkilerimizin normalleşmesi, ondan sonra Avrupa Birliği
ile gümrük birliği anlaşmasının uygulanmasında karşılaşılan güçlükler
birer birer aşılacak ve yeterince pazarlık edilmeden, Türkiye’nin
hakları yeterince korunmadan, Avrupa’dan almamız gereken tavizler,
yardımlar gereğince sağlanmadan, sadece iç politikada propaganda amaçlı
olarak yapılan gümrük birliği anlaşması, kısa bir zamanda Türkiye’nin
bütün haklarının yeterince korunduğu, Türkiye’nin gerçekten tam
üyelik perspektifi içerisinde, onu tam üyeliğe ulaştıracak bir aşama
olarak benimsenen bir statüye dönüşecektir.
Değerli arkadaşlarım, bugün buraya gelmeden önce de Gümüşhane’de
Köse Barajının temelini attık Bakan arkadaşımla beraber. Oradaki törende
de söyledim, şimdi bizim Hükümetimiz 3,5 aylık bir Hükümettir.
Bizim Hükümetimize yapılan en temel eleştiri, 3,5 ay zarfında yeterli
icraat yapmamaktır. Hatta, ortağımız Doğru Yol Partisinin Genel Başkanı,
bizim Hükümette hiç icraat yapmadığımızı iddia edecek kadar işi
ileriye götürmüştür. Bugün benim temelini attığım baraj, 3,5 ayda
attığımız 5. barajın temelidir. 18 Marttı Çanakkale savaşlarının
yıldönümünde Çanakkale’de Umurbey Barajının temelini attım. Daha
sonra Niğde’de Yeşilburç Barajının temelini attım, Gaziantep’te
Karkamış Barajının temelini Sayın Cumhurbaşkanı ile beraber attık,
geçen hafta Bayburt’ta Demirözü Barajının temelini attım. 3,5 ayda
5 tane barajın temelini atmışız. Sadece baraj temeli atmakla kalmadık,
Birecik Barajında fiili inşaatı başlattık, Diyarbakır’da Göksu
Barajını hizmete açtık, Adana’da 4 seneden beri inşaatı yüzde 90
gerçekleşme ile bıraktığımız, 4 seneden beri geri kalan yüzde
10’unun tamamlanamadığı Çatalhan Barajının su tutma işlemini başlattık.
İstanbul içme suyunun finansmanı için Japonlarla kredi anlaşmasını
yaptık ve yine geçtiğimiz Cumartesi günü, ben İtalya’ya gitmeden
önce, Tekirdağ’da Marmara Ereğlisinde 600 küsur megavatlık bir
termik santralın temelini attım. Devletin hiç kaynak tahsis etmediği,
tamamen özel sektörün yap-işlet modeline göre gerçekleştireceği
bir termik santralın temelini attım. Önümüzdeki günlerde siyasi gelişmelerin
neler getireceğini şu anda kestirmek mümkün değil; ama, eğer göreve
devam edersek, 9 Temmuz’da da hem İstanbul’daki Haliç Köprüsünün
ilave inşaatının açılışını yapacağız hem de Bursa’da, 1400
megavatlık bir termik santralın, doğalgaz çevrim santralının
temelini atacağız.
Bu arada, size daha önce söylemiştim, maalesef, bizim 5 sene önce
dışarıya enerji ihraç eder vaziyette devrettiğimiz Türkiye, şu anda
fiilen Bulgaristan’dan enerji ithal etme durumunda kalmıştır. Şu
anda Bulgaristan’dan enerji ithal ediyoruz. Sene sonunda yeni enerji
ithal imkanımız da kısıtlı olduğundan, elektrik kısıtlamasına
gitme tehlikemiz vardır. Bunu önleyebilmek için, tamamlanmış olan,
ama çevre nedenleriyle devreye girmeyen iki santralla ilgili çalışmamızı
da devam ettiriyoruz. Bunlardan birisi Bursa’daki Orhaneli Santralıdır;
onun desülfürizasyon tesislerinin inşaatını hızlandırdık. Bu sene
içerisinde onu devreye sokmayı planlıyoruz. İkincisi de, hem enerji
bakımından çok önem taşıyan hem de turizm açısından fevkalade
duyarlı olan Gökova Projesidir. Orada yeni bir öneri var, onu değerlendiriyoruz.
Oradaki kalitesiz, düşük tenörlü kömür yerine, özel tip bur doğalgaz,
kondensa diye özel bir doğalgaz işleyecek şekilde 150 milyon dolarlık
bir yatırımla 6 ay içerisinde o santralı devreye sokmamız mümkündür.
Böylece çevreyle ilgili bütün endişeler ortadan kalkacaktır; çünkü,
bu doğalgazdan daha temiz, daha rafine bir yakıttır ve hiçbir şekilde
bir artık söz konusu olmayacaktır, çevre kirlenmesi söz konusu
olmayacaktır. O zaman desülfürizasyon tesisine de ihtiyaç kalmayacaktır.
Bu 150 milyon dolarlık yatırımı da yapmak için bir müracaat vardır
Enerji Bakanlığımıza, şu anda onunla görüşülüyor. Bütün bu
tedbirleri alarak, bir yandan da mevcut enerji yatırımlarını hızlandırarak,
Türkiye’yi 4 senelik bir ihmalin sonunda bugün geldiği enerji darboğazından
çıkarmaya çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, biz, 3 ayda 5 tane barajın temelini
atarken, 1 tane termik santralın temelini atarken, bu enerji yatırımlarını
bir yandan hızla yürütmeye çalışırken, kısacası ülkeyi bir
enerji darboğazından kurtarmaya çalışırken, bu enerji darboğazının
sorumlusu olan Hükümetin başındaki ortağımızın, Sayın Çiller’in
bizim Hükümetimizi icraatsızlıkla suçlaması, en hafif deyimiyle haksızlıktır.
Ama, bu siyasetin bir icabıdır. Buna alışığız, buna geçmiş tecrübelerimizden
de yeterince alışkanlığımız vardır. Biz işimize bakmaya devam
edeceğiz. Daha önümüzde yapacak çok hizmetlerimiz vardır. Yapacak çok
hizmetlerimiz olduğu gibi, bunların yanında, Allah’a şükür ki
korkacak hiçbir ayıbımız yoktur. (Alkışlar)
Evet, yapacak çok işimiz var, korkacak hiçbir ayıbımız yok,
örtecek hiçbir hesabımız da yok... (Alkışlar) Tabii, burada benden
en fazla zannediyorum merakla beklediğiniz konu, Hükümet kurma çalışmalarıyla
ilgili olarak yürütülen temaslara ilişkindir. Biliyorsunuz, Sayın
Erbakan, bundan üç hafta önce Hükümet kurmakla görevlendirilmiştir.
Üç haftadan beri bu temaslarını sürdürmektedir. Biz, kendisinin görevlendirilmesinden
üç gün sonra, kendisiyle bir görüşme yaptık, kendisine o gün ne söylediysek
Anavatan Partisi olarak bugün de aynı noktada duruyoruz. Bizim söylediğimiz
şudur: Biz sizinle geçmişte koalisyon görüşmesi yaptık. Sizinle niçin
ortak bir Hükümet kuramadığımızı biz kendi hesabımıza biliyoruz,
bunun sebeplerini biliyoruz. Ama, o zaman bizim dışımızda hiçbir
parti sizinle koalisyon müzakeresi yapmaya yanaşmadı, sizi muhatap
almadı, sizi sistem dışı ilan ettiler, daha ileri gittiler, sizi Türkiye
için en büyük tehlike ilan ettiler. Sizinle görüşmeye bile yanaşmadılar.
Şimdi, bu partiler içerisinde Doğru Yol Partisinin tavrı değişmiştir.
Neden değiştiği vatandaşlarımızın malumudur ama, o şu anda bizi
ilgilendirmiyor.
Doğru Yol Partisinin şu anda Refah Partisi ile bir koalisyon
kurma konusundaki tavrı, seçim sonrasına kıyasla değişmiştir.
“Bunu değerlendirin” dedik; yani, “belki olabilir ki, Doğru Yol
Partisi ile bizimle sağlayamadığınız uzlaşmayı sağlayabilirsiniz.
O zaman zaten sayınız yeter, bir koalisyon hükümeti kurarsınız. Yok
eğer orada uzlaşma sağlayamazsanız, biz sizinle daha önce bıraktığımız
noktadan başlayarak görüşmeye hazırız. Daha önce bıraktığımız
nokta bellidir. O noktadaki mutabakatımız bellidir. Mutabık olamadığımız
hususlar bellidir, mutabık olduğumuz hususlardan geriye gitmemizi
herhalde bizden beklemezsiniz; ama, mutabık olamadığımız hususları
da bir mutabakata bağlayabilmek için biz sizinle görüşebiliriz. Ama,
bu görüşmeyi yapmamız için evvela Doğru Yol ile olan görüşmenizi
tamamlamanız lazım. Ha, Doğru Yol Partisi ile siz anlaşıp, çoğunluğunuz
olduğu halde bizi de koalisyona davet ederseniz, bizim de olmamızı
isterseniz, bu konuda bize talebinizi yaparsınız, biz onu da değerlendiririz.”
Biz, Refah Partisine, bu şekilde, gayet yapıcı, gayet geniş imkanlar içeren
bir teklif götürdük. Bu teklifimizi de memnunlukla karşıladılar.
Ama, üç haftadan beri hala ses yoktur. Birtakım gayri resmi temsilciler
geliyor gidiyor, arkadaşlarımıza geliyorlar, ne kadar yetkili olduklarını
bilmediğimiz birtakım aracılar geliyor; ama, Refah Partisinden bize o
toplantıda vaat edilen -biz Salı günü görüşmüştük, Perşembe günü
bize cevap vermeyi vaat etmişlerdi- o perşembeden sonra iki Perşembe
daha geçti, daha hala Refah Partisinden bu konuda bir cevap alabilmiş değiliz.
Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, Anayasamıza göre,
bizim Hükümetimizin istifasından itibaren 45 gün içinde yeni bir Hükümet
kurulup Meclisten güvenoyu alamadığı takdirde, Sayın Cumhurbaşkanının
Meclisi fesh etme hakkı doğmaktadır. Bir seçim hükümeti kurarak,
üç ay içerisinde de Meclisi seçime götürme hakkı doğmaktadır. Bu
45 günlük sürenin hepsinin bir tek parti tarafından kullanılması,
hem adil değildir hem doğru değildir. Refah Partisinin tek başına şu
anda bu sürenin aşağı yukarı yarısını tüketmiştir. Gelinen
noktada, hangi noktaya geldiklerini de bilmiyoruz. Pazarlıklarının
nereye vardığını da bilmiyoruz. Kim kimin başbakanlığını kabul
etti, kimden dönmeye başlayacaklar, hangi hesapları kapatacaklar, hangi
soruşturmalar için ne taahhütlere girdiler, hangi açık hükümlerle
hangi gizli hükümlerle bir protokol taslağında mutabık kaldılar,
bunların hiçbirini bilmiyoruz. Bize bu konuda bir bilgi verme nezaketini
de göstermediler, biz de gazetelerden o çelişkili haberlerden bu gelişmeleri
takip ediyoruz. Ama, şimdi, bugün geldiğimiz noktada, bazı köşe
yazarları, bazı siyasetin tecrübeli isimleri bize diyorlar ki: Anavatan
Partisi olarak sizin bu bunalımdan çıkmak için bir yol göstermeniz
lazım. Sayın Çiller köşeye sıkışmış
-köşeye sıkışmak ne demekse bilmiyorum- onu köşeden çıkarmadan
Türkiye’de istikrar sağlanamazmış, onun için Anavatan Partisi
olarak biz, bu konuda bir öneri yapmalıymışız, bir yol göstermeliymişiz...
Bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi Sayın Alparslan Türkeş, tamamen
kendi inisiyatifi ile ve tamamen iyi niyetle birtakım temaslar yaptı,
bana geldi, Sayın Çiller’e gitti. Sayın Çiller’in elçisi olarak
bana gelmedi, tamamen kendi inisiyatifi ile geldi. Sayın Türkeş, mevcut
Hükümetin devam etmesi gerektiğine inanmaktadır. Refah Partisinin içinde
yer alacağı bir Hükümetin Türkiye açısından yanlış olacağına
inanmaktadır. Kendisinin şahsi değerlendirmesidir. Ve gerekirse, üçüncü
bir partinin ortaklığı sağlanarak veya gerekirse yapısında birtakım
değişiklikler yapılarak, mevcut Hükümetin, yani Anavatan Partisi - Doğru
Yol Partisi ekseninde kurulan bu Hükümetin devam ettirilmesi için iyi
niyetle birtakım çabalarda bulunmaktadır. Benden bu konuda kendisinin
bir yazılı taahhüt talebi olmuştur. Bunun gizli kalacağı, gizli
olarak Sayın Çiller’e intikal ettirileceği ifade edilmiştir. Ben Sayın
Türkeş’e iki maddelik bir metin yazdım ısrarı üzerine. Dedim ki:
Bunu gizliliği filan yoktur, bunu basına da açıklayabilirsiniz. Bunun
birinci maddesi, Meclis denetimiyle ilgili hususlarda, benim her zaman söylediğim
gibi, Meclis kürsüsünde de söylediğim gibi, siyasi mülahaza ile
hareket edilmemesi için genel başkanlar ellerinden gelen gayreti gösterecektir.
Benim Sayın Çiller’in çok önem verdiği, adeta Türkiye’nin bütün
meselelerini unutup, Hükümeti üzerine oturtmak istediği Meclis
denetimi konusunda, Meclis soruşturmaları konusunda daha fazla
verebileceğim hiçbir teminat yoktur. Neticede irade Meclisin iradesidir.
O irade içerisinde bizim yerimiz bellidir. Hatta Hükümet olarak dahi
yerimiz bellidir. Ha, benim orada yapabileceğim, sizlerle paylaştığım,
kamuoyu ile paylaştığım düşünceleri ben taahhüt olarak da kağıda
yazabilirim, onu yaptım. Dedim ki: Siyasi mülahazalarla soruşturmaların
yürütülmemesi için ben elimden geleni yaparım. Benim taahhüdüm
bundan ibarettir.
İkincisi, üçüncü bir kişinin başkanlığı formülü atılıyor.
Üçüncü bir partinin dahil olması formülü atılıyor. Bunlar da
dahil olmak üzere, her türlü Hükümet modelini de müzakere etmeye hazırız
dedim.
Ayrıca, biliyorsunuz daha önce burada da söylediğim, kamuoyuna
da deklare ettiğim bir pozisyonumuz var, tezimiz var, biz diyoruz ki: 53.
Hükümeti Anavatan Partisi olarak biz bozmadık. 53. Hükümetin bozulmasına
müncer olan olaylarda bizim herhangi bir katkımız da yok; yani,
protokolü çiğneyen taraf filan değiliz. 53. Hükümet, tersine,
koalisyonda öngörülen, Meclis denetimiyle Hükümet icraatının farklı
olması hükmüne rağmen, Sayın Çiller’in kendi meselesini hükümet
meselesiyle özdeşleştirmesinden dolayı bozulmuştur.
Şimdi, bu durumda eğer bizden desteğini çekmiş olmalarına,
bizim aleyhimizdeki gensoruyu destekleyeceklerini açıklamalarına,
Anayasa Mahkemesinin bu konudaki kararına can simidi gibi sarılmalarına
ve bu nedenle Hükümetin bozulmasına yol açmalarına rağmen, bugün
fikir değiştirip Hükümeti yeniden ihya etmeyi düşünüyorlarsa, biz
aynı noktada devam etmeye hazırız. Aynı şartlarla görüşmeye de hazırız.
Ha, aynı şartlarla devamı söz konusu olamaz, yeni şartlar görüşelim
derlerse, onları görüşmeye de hazırız.
Üçüncü bir partinin ortaklığını görüşmeye hazırız.
Üçüncü bir ismin başbakanlığını da görüşebiliriz; ama,
daha önce de söyledim, benim tecrübemden çıkardığım ve
zannediyorum Türkiye’nin gerçeklerinin ortaya koyduğu bir siyasi
realite var, üçüncü isin, ancak seçim hükümetleri için düşünülmelidir.
Üçüncü ismin başbakanlığındaki bir koalisyonun ciddi icraat yapmasını
kimse beklememelidir. Ben bunu, bu 53. Hükümette bizzat yaşadım. Sayın
Nihat Menteşe’nin bütün iyi niyetlerine rağmen, Sayın Çiller ile
arasındaki iletişim kopukluğu, bazen Sayın Çiller’e ulaşamasının
günlerce zaman alması, Hükümetimizin icraatını yavaşlatan önemli
bir sebep oldu. Onun için, bence icra hükümeti kurulacaksa, 4-4,5
senelik bir hükümet kurulacaksa, onun içerisinde tercihen bütün genel
başkanlar yer almalı, başbakan, genel başkanlardan bir tanesi olmalı,
o hükümet siyasi bakımdan en güçlü hükümet olmalı. Yok eğer buna
imkan bulunamazsa, bir seçim hükümeti gündeme gelirse, üçüncü isim
de dahil, hangi partiden olursa olsun, üzerinde mutabık kalınacak
üçüncü isim de dahil, böyle bir geçici hükümet için, böyle bir sınırlı
misyona sahip bir hükümet için, diğer modeller de tartışılabilir, görüşülebilir.
Biz bu bazda Doğru Yol Partisi ile görüşmeye hazırız.
Değerli arkadaşlarım, benim bugün asıl söylemek istediğim
husus şu: Bugünkü Meclis tablosu, daha seçimlerden hemen sonra hep
birlikte tespit ettiğimiz gibi, çok zor bir tablodur. Bu tablodan
istikrarlı bir hükümet çıkması fevkalade müşküldür. Ama, Türkiye’nin
bir başka gerçeği var: Türkiye’de 1960’lardan beri, 3,5 seneden
erken erken seçim olmamış. Yani, bu tablonun güçlüğüne rağmen, bu
Meclisin kendi iradesiyle bir erken seçime gitmesini beklemek doğru değildir.
Eğer böyle bir karar, Meclisin iradesiyle Meclisin oyu ile çıkarsa, o
zaman yapılacak bir seçimde, bugünkü siyasi tablodan çok farklı bir
siyasi tablo beklemek de doğru değildir. Yani, bugünkü durumunu iyileştirebilecek
olan partiler var, bugünkü durumunun daha gerisine düşebilecek olan
partiler var; ama, zannediyorum ki, bir erken seçim, hiçbir partiyi tek
başına iktidar yapmayacaktır.
Şimdi, böyle bir durumda, bir yandan erken seçimin çözüm
olmaması, bir yandan erken seçime gidilmesinin fevkalade zorluk göstermesi,
öte yanda da bu tablo içinde, bu Meclis dağılımı içerisinde
istikrarlı bir Hükümet kurulamaması gerçeği karşısında, bizim
meseleye biraz daha geniş plandan bakmamız lazım. Benim bu konudaki önerim
şudur: Bugün Türkiye’de siyasi istikrarsızlığın temel nedeni,
merkez sağdaki bölünmedir, Anavatan Partisi ile Doğru Yol Partisi arasındaki
bölünmedir. Arkadaşlarımızın partimize katılım töreninde de geçtiğimiz
Cuma günü söylediğim gibi, ben Anavatan Partisi Genel Başkanı
olarak, merkez sağdaki bu bölünmüşlüğün giderilmesi için, merkez
sağda bütünleşmenin, birleşmenin sağlanması için, dolayısıyla Türkiye’de
siyasi istikrarın temin edilebilmesi için üzerime düşecek her şeyi
yapmaya hazırım. (Alkışlar)
Şimdi, bizim Doğru Yol Partisi ile kuracağımız yeni bir azınlık
hükümeti ve hatta üçüncü bir partinin katılımıyla kuracağımız
bir çoğunluk koalisyonu veya bizim Refah Partisi ile kuracağımız bir
koalisyon hükümeti veyahut da Doğru Yol Partisinin Refah Partisi ile
kuracağı bir koalisyon hükümeti; netice itibariyle bu Meclisten çıkabilecek
hükümet formülleri bunlardır. Bu formüllerin hiçbirisinin partilerin
mevcut görüşleri, programları değişmedikçe, Türkiye’yi bugünkünden
daha istikrarlı bir tabloya taşıyabilmesi ve hele yasama döneminin
sonuna kadar icraat yapacak bir hükümete imkan vermesi mümkün değildir.
Yani, biz siyasilere düşen görev, aslında mevcut alternatifler içerisinde
ülkeye en yararlı olan veya en az zararlı olanını seçmektir. Onun için
biz birinci tur müzakerelerde bütün alternatifleri değerlendirdik,
sonunda o tablo içerisinde Anavatan Partisi - Doğru Yol Partisi azınlık
Hükümetinin bir siyasi zorunluluk olarak, bir mecburiyet olarak kurulması
gerektiğini ifade ettik. Bunun devamının da zor olduğunu, çok
sorumluluk gerektireceğini ifade ettik. Ama, gördünüz ki, üç ay
sonra, tamamen bizim dışımızdaki sebeplerden, Doğru Yol Partisinin de
dışındaki sebeplerden, tamamen Sayın Çiller’in kendi şahsına bağlı
sebeplerden bu koalisyon tıkanmıştır. Dolayısıyla Türkiye’yi
istikrara kavuşturmanın yolu, aslında, zorlama, suni hükümet
modellerinden değil, azınlık koalisyonlarından, üçlü, dörtlü, beşli
koalisyon modellerinden değil, bana göre merkez sağdaki bütünleşmeden
geçiyor.
Şimdi, benim orada Doğru Yol Partisine, Anavatan Partisine,
merkez sağa gönül veren bütün seçmenlere bir çağrım var, diyorum
ki: Anavatan Partisi de Doğru Yol Partisi de kongre dönemini yaşıyor,
kongre döneminin de sonuna geldik. Biz 52 ilde kongremizi tamamladık
Anavatan Partisi olarak, 26 ilde de kongremiz için gün tespit ettik, önümüzdeki
bir ay içinde onları da tamamlayacağız. Ağustos ayının birinci yarısında
büyük kongremizi yapmayı planlıyoruz. Çok emin değilim ama,
zannediyorum Doğru Yol Partisi de Temmuz ayı içerisinde, Temmuz ayı
sonunda, 22 Temmuz’da büyük kongre yapmayı kararlaştırmış.
Benim önerim şudur: Anavatan Partisi olarak biz, kongremizi,
bilmiyorum arkadaşlarımla çalışalım, daha da öne çekebilirsek çekelim,
her iki parti de kendi kongresini yaptıktan sonra o kongrelerde gerekli
kararları aldıkları takdirde birleşme, bütünleşme için ikinci bir
kongreyi ortaklaşa yapalım. (Alkışlar)
Burada hiç öyle Cumhuriyet Halk Partisi ile Sosyal Demokrat Halkçı
Parti arasındaki gibi aylarca sürecek pazarlıklara, müzakerelere girişmeye
ihtiyacımız yok. Çok basit bir teklifim var: Delege sayısı eşit
olacak, Anavatan Partisi kendi genel başkan adayını kendi kongresinde
tespit edecek, Doğru Yol Partisi kendi genel başkan adayını
kongresinde tespit edecek. Diyelim ki 900 Anavatan delegesiyle 900 Doğru
Yol delegesi bir araya gelecekler, birleşecek olan partinin genel başkanını
seçecekler. (Alkışlar)
Şimdi, bu önerimin hiç kimse şahsi hesaplarla yapılmış bir
öneri olduğunu söyleyemez. Birincisi, Anavatan Partisinin büyük
kongresinde genel başkan adayı olarak kimi göstereceğini şu anda hiç
kimse bilmiyor; çünkü, daha kongrelerimiz bile tamamlanmamış. İkincisi,
ortak kongreden kimin genel başkan çıkacağını da kimse bilmiyor.
Ama, bir şeyi ben iddia ile söylüyorum: Merkez sağın birleşmesini
gerçekten isteyen, öyle laf olsun diye değil, gerçekten isteyen, ülkenin
yararı için bu iki merkez sağ partinin gücünün birleşmesinin
gerektiğine inanan hiç kimse, bu öneriye karşı çıkamaz. (Alkışlar)
Bu öneriye karşı çıkan olursa, bilinki o ülkesini değil kendisini düşünüyordur.
(Alkışlar) Kendisini düşünen birisi de, merkez sağı birleştirme
misyonunda samimi olamaz. Onun için, bugün bu çağrımı henüz daha
vakit geçmeden, Doğru Yol Partisi muhtemelen sonra çok pişmanlık
duyacağı tarihi bir hataya düşmeden, bugün yapmakta yarar gördüm...(Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, umarım ki, önümüzdeki günlerde Türkiye’yi
ancak çok kısa bir süre, çok kısıtlı bir süre soluk aldıracak
suni formüllerde, kısır çözümlerde kafa yormak yerine, Türkiye’yi
orta ve uzun dönemde rahatlatacak olan benim bu önerim üzerinde bir
tartışma odaklaşır. Anavatan Partisi olarak elbette biz de bunun
modalitelerini, şartlarını kendi aramızda otururuz, konuşuruz, geliştirebiliriz;
ama, bize oy veren vatandaşımız, bize geçmişte oy verip de sonra oy
vermeyen vatandaşımız veya bize oy vermeyi düşünen vatandaşımız,
neticede bütün vatandaşlarımız, Türkiye’de gerçekten kimin
istikrar istediğini, kimin birlik, bütünlük peşinde olduğunu artık
açıkça görmek durumundadırlar. Onlara bu konudaki samimiyetimizi
ortaya koyabilmemiz, onlara bu konudaki samimiyetimizi fiilimizle, davranışımızla
da göstermek zorundayız. Türkiye’de siyasetin yeni bir ivmeye muhtaç
olduğu, yeni bir motivasyona muhtaç olduğu, sadece bizim için değil,
bütün partilerin tabanlarında “Ülke nereye gidiyor ?!” kaygısının
yerleştiği, hatta askeri müdahale söylentilerinin ayyuka çıktığı
günlerde, siyasetçiler olarak meselelere, kendimizi aşıp daha sorumlu
eğilmek zorundayız.
Ben bugün, aslında Doğru Yol Partisine bu birlik, bütünlük çağrısıyla
birlikte, bu sorumluluk çağrısını yapıyorum. (Alkışlar) |