GENEL BAŞKAN MESUT YILMAZ'IN TBMM ANAP GRUP KONUŞMASI 02 Temmuz 1996
Değerli arkadaşlarım, ben de,
evvela, tekrar aramıza katılan, altı aylık bir aradan sonra tekrar
aramıza katılan çok değerli arkadaşımız Safder Gaydalı’ya
hepiniz adına, Anavatan ailesi adına aramıza hoşgeldin diyorum. (Alkışlar)
Bu grup toplantımız, Türkiye’nin çok önemli bir dönemeçten
geçtiği bir zamana rastlıyor. Bu toplantıda, Türkiye’nin bugün içinde
bulunduğu durumu ve muhtemelen önümüzdeki dönemde meydana gelecek
olan bazı gelişmelerin ülkemizin geleceği üzerindeki etkileri, hep
birlikte değerlendirmek durumundayız. Biz, bu değerlendirmeyi, dün,
Partimizin Başkanlık Divanı ve 53. Hükümette Bakan olarak görev yapmış
arkadaşlarımın katıldıkları bir geniş toplantıda yaptık. O
toplantıda vardığımız bazı sonuçları burada sizlerle tartışmaktan
ve Grubumuzun bu önemli sınavdan, şimdiye kadar her zaman savunduğu
ilkelerle tutarlı olarak ve birlik içerisinde çıkmasını sağlayabilmek,
şu anda Partimizin en önemli gündem konusudur.
Değerli arkadaşlarım, bu değerlendirmeye imkan sağlamak için,
sizlerle son altı aylık dönem içerisinde birlikte yaşadığımız bazı
gelişmeleri, bu gelişmeler karşısında Anavatan Partisi olarak izlediğimiz
politikaları bir defa daha özetle paylaşma ihtiyacını duyuyorum. İnanıyorum
ki, bunları doğru bir şekilde hatırlamadan, bugünkü tavrımızı
belirlemek ve Türkiye’nin yakın geleceğine muhtemelen yön verecek
olan Partimizin tutumunu sağlıklı bir şekilde tespit etmek mümkün
olmayacaktır.
Değerli arkadaşlarım, 24 Aralık’ta yapılan seçimlerden
sonra, Anavatan Partisi Meclis Grubu olarak, Türkiye’nin içinde
bulunduğu siyasi durumu, bütün yönleriyle, en geniş şekilde,
birlikte değerlendirdik. Aslında, seçimlerde ikinci parti olarak çıkmış
olmamıza rağmen, seçim sisteminin bir azizliği olarak, Mecliste
milletvekili sıralamasında üçüncü parti olarak yer aldık. Fakat,
buna rağmen, o günkü Meclis aritmetiği içerisinde Partilerin daha önce
açtıkları tavırlar çerçevesinde, Anavatan Partisi, Hükümet kuruluşu
için bir anahtar parti niteliğindeydi, bir kilit hüviyetindeydi.
Hatırlarsınız ben, seçimlerden hemen sonra, Anavatan Partisi
olarak, Refah Partisi bizimle ilgili söylemini değiştirmedikçe,
bizimle ilgili söylediklerini geri almadıkça, kendileriyle bir
koalisyon görüşmesine dahi girmeyeceğimizi kamuoyuna açıkladım.
Daha sonra, Refah Partisi Mecliste en fazla sandalyeye sahip parti olarak,
Hükümeti kurmakla görevlendirildi. Sayın Refah Partisi Genel Başkanı,
Cumhurbaşkanı tarafından, Hükümeti kurmakla görevlendirildi. Sayın
Refah Partisi Genel Başkanı, Hükümet kurma çalışmaları çerçevesinde,
diğer partileri ve bizi ziyaret etti.
O tarihte, Meclisteki partilerin hiçbirisi, Refah Partisiyle bir
koalisyon görüşmesi yapmaya yanaşmadı. Sayın Erbakan bizi ziyaret
ettiği zaman, ben kendisine, bizimle ilgili olarak, seçimlerden önce
ileri sürdüğü bazı iddiaları geri almadıkça, asılsız bazı suçlamalarından
rücu etmedikçe, kendileriyle bir koalisyon görüşmesi yapamayacağımızı
kendisine ifade ettim. Sayın Erbakan, Partisinin yetkili organlarında
veya partisini temsil eden kişilerin ağzından, bizim aleyhimize
herhangi bir fikir beyanının söz konusu olmadığını, bizimle ilgili
olarak asılsız yapılan yayınların netice itibariyle kendilerini bağlamayacağını,
o kişilerin veya o basın organlarının sorumluluğunda olduğunu, eğer
kendisinin seçimlerden önce bizimle ilgili, bizi rencide edecek beyanları
olmuşsa, bunların da siyasetin cilvesi olarak kabul edilmesi gerektiğini,
bunlardan dolayı eğer bizden özür dilemesi isteniyorsa, buna da hazır
olduğunu ifade etti. Biz, arkadaşlarımızla değerlendirdikten sonra,
Refah Partisiyle aramızdaki bütün görüş farklılıklarına rağmen,
o zaman size ısrarla tekrarladığım gibi, vurguladığım gibi,
muhtemelen görüşleri itibariyle bizden en aykırı parti olmasına rağmen,
Refah Partisiyle bir Hükümet kurmanın mümkün olup olmayacağını değerlendirmeyi
kararlaştırdık. Bunu da, Refah Partisi Genel Başkanının Hükümet
kurma görevini üstlendiği süre içerisinde değil, sürenin, takvimin
işlemesi ve bu görevin bize verilmesinden sonra yaptık. Yani, Hükümet
kurma görevi benim üzerimdeyken, Sayın Refah Partisi Genel Başkanıyla,
dana önce başladığımız bu Hükümet kurma müzakerelerini, uzun bir
süre devam ettirdik. Bu süre zarfında, zannediyorum üç hafta süren
bu süre zarfında, ortak bir komisyon kurduk. Bu komisyon, belli bir çalışma
yaptı.
O sırada, Doğru Yol Partisi, bizimle, daha önce kabul etmediği
şartlarla; ama, Refah Partisinin kabul ettiğini açıkladığı şartlarla
bir Koalisyon Hükümeti kurmaya hazır olduğunu bildirdi.
Yine burada birlikte değerlendirdik ve arkadaşlarımın bazılarının
karşı görüşmelerine rağmen, arkadaşlarımın bir kısmının müspet
görüşmelerine istinaden, Doğru Yol Partisiyle kuracağımız bir
koalisyonun, ortak bazı politikalarda uzlaşmak ve bu politikaları daha
uyumlu hayata geçirebilmek bakımından daha elverişli olacağını
kararlaştırdık. Yani, Doğru Yol Partisiyle, daha uyumlu bir Hükümet
ortaklığı yapacağımızı kararlaştırdık.
O tarihte, konjonktür tamamen bizim lehimizeydi. Çünkü biz,
netice itibariyle Meclisteki bütün partilerle bir Hükümet ortaklığını
görüşmeye açık bir tavır sergiledik. Hiçbir partiyi dışlamadık,
hepsiyle Hükümet müzakeresi yaptık.
Yine o tarihte, hatırlayacağınız gibi, aslında benim ve
zannediyorum birçok arkadaşımın ağırlıklı tercihi, böyle bir
kurulacak koalisyon hükümetinin içerisinde, Demokratik Sol Partinin de
yer almasıydı. Bunun, hem Hükümete daha geniş bir taban sağlayacağını,
hem de uygulanacak politikalar bakımından daha avantajlı olacağını
değerlendiriyorduk. Ama, Sayın Ecevit, o tarihte, böyle bir Hükümetin
içinde yer almayacağını, gerek DYP’nin gerek Refah Partisinin katılacağı
bir Hükümette yer almayacağını ısrarla ifade etti. Onun için, bu
girişimlerimiz maalesef sonuçsuz kaldı.
Sonunda, bütün alternatifleri değerlendirdik ve Doğru Yol
Partisiyle, bizim Başbakanlığımızda ortak bir Hükümet kurulması için
birlikte karar verdik.
Yaptığımız Koalisyon Protokolünde, o tarihte beni en çok düşündüren
konu, bana açıkça ifade edilmemekle birlikte beni en çok düşündüren
konu, böyle bir ortaklıkta, bizim öteden beri şikayetçi olduğumuz
birtakım yolsuzluk iddialarının, iktidarda olmanın bedeli olarak,
bizim tarafımızdan görmezlikten gelineceğinin, kapatılacağının, örtbas
edileceğinin beklendiğiydi, onun için, Doğru Yol Partisi, bizimle böyle
bir koalisyona hazır olduğunu bildirdiği zaman, ben, bu Koalisyon
Protokolünün vazgeçilemeyecek hükümlerinden birisinin, her türlü
yolsuzluk iddiasının üzerine birlikte gidileceği ve bu konularda daha
etkin bir yasal düzenleme yapılacağı olması gerektiğini ifade ettim.
Bu da o zaman kabul edildi.
Doğru Yol Partisiyle birlikte bir Koalisyon Hükümeti kurduk.
Koalisyon Hükümetimizin kuruluş tarihi 7 Mart’tır, Meclisten güvenoyu
almamız 12 Mart’tır. 12 Mart’ta güvenoyu almış bir Koalisyon Hükümeti
olarak göreve başladık. Görevi devrettiğimiz tarih itibariyle, 3,5
aylık, güvenoyu aldığımız tarihten itibaren 3,5 aylık bir icraat dönemimiz
oldu.
Şimdi değerli arkadaşlarım, bu 3,5 aylık dönemde, bana Başbakan
olarak sorarsanız ki, senin en önemli tespitin nedir; ben netice
itibariyle bundan beş sene önce, yine kısa dönem, beş aylık bir Başbakanlık
yapmıştım. Aradan geçen 4-4,5 sene içerisinde, Anamuhalefet Partisi
olarak görev yaptık, sonra 3,5 ay tekrar bir Koalisyon Hükümetiyle ülkemize
hizmet etmeye çalıştık. Bu ikinci iktidar dönemimizde, 3,5 aylık dönemde,
eğer bana en önemli tespitimi sorarsanız, benim cevabım şudur: O dört
yıllık Anavatan Muhalefeti döneminde, Anamuhalefet yaptığımız dönemde,
bizim ısrarla gündeme getirdiğimiz, maalesef Mecliste hep parmak hesabıyla
kapatılan, üstüne sünger çekilen, bu nedenle de toplumun zihninde her
zaman soru işaretleri yaratan, siyasetin kirlenmesine neden olan o
yolsuzluk iddialarımızın maalesef devlette kat be kat fazlasıyla var
olduğunu gördüm
Bakın, o 3,5 aylık dönemde, bizim atamalarla ilgili olarak, Sayın
Tansu Çiller’le ihtilafa düştüğümüz atamalar, aslında öyle çok
sayıda değildir; ama, bunların neler olduğuna bakmak lazım. Bir
tanesi Emlak Bankasıyla ilgilidir, bir tanesi Halk Bankasıyla ilgilidir,
bir tanesi Hazineyle ilgilidir, bir tanesi Merkez Bankasıyla ilgilidir,
bir tanesi de Emniyet Genel Müdürlüğüyle ilgilidir. Bizim en fazla
ihtilafa düştüğümüz, en zor çözümlediğimiz, aslında bizim
sorumluluğumuzda olmasına rağmen, yani parti olarak bize bağlı olmasına
rağmen, Tansu Hanım’ın en fazla müdahil olmak istediği atamalar
bunlardır. Bu bir tesadüf değildir.
Emlak Bankasında, biz iktidara geldikten hemen sonra, bize hemen
seçim öncesinde yapılmış, daha önce sizlere de ifade ettiğim, çok
büyük boyutlarda yolsuzluk iddiaları gelmiştir. Ben bunlarla ilgili
olarak, Sayın Çiller’e, bu iddiaları incelettiğimi, bu iddiaların,
inceleyen denetim kurulları tarafından fevkalade ciddi bulunduğunu, bu
nedenle soruşturma açacağımı, soruşturmanın selameti bakımından
da, Emlak Bankası Genel Müdürünü, Genel Müdür Yardımcılarını değiştireceğimi
ifade ettiğim zaman, Sayın Çiller bana, bunun, Koalisyonun bitiş
nedeni olacağını söylemiştir. Bunu söylediği zaman, daha Koalisyon
güvenoyu alalı 15 gün olmamıştı. Yani, Emlak Bankası Sayın Çiller
için o kadar önemli bir yerdir. Koalisyon, bu yüzden biter demiştir.
Ben, buna rağmen, kararnameyi Sayın Cumhurbaşkanına gönderdim.
Koalisyon Protokolünde, biliyorsunuz, Başbakan imzasıyla yapılacak
atamalarda, Başbakan Yardımcısının da parafının olması öngörülmüştü.
Bu konuda yasal düzenleme yapılıncaya kadar, Başbakanın tek imzasıyla
yapılan bütün tasarruflarda, Başbakan Yardımcısının, Doğru Yol
Partili Başbakan Yardımcısının da imzasının olması öngörülmüştü.
Ben, Sayın Çiller’e, eğer Başbakan Yardımcısı Sayın Menteşe bu
parafı atmazsa, buna rağmen Cumhurbaşkanına tek imzayla göndereceğimi
söyledim. Sayın Menteşe, bu atamayı onaylamadı, buna rağmen Sayın
Cumhurbaşkanına gönderdim. Kendisiyle ilgili arkadaşımızı da gönderdim,
bilgi verdim. Sayın Cumhurbaşkanı da, bu atamayı onayladı ve biz
Emlak Bankası yönetimini tümüyle değiştirdik.
O tarihten sonra bir soruşturma başlattık. O soruşturma
maalesef, henüz sonuçlanmamıştır. Ama, o soruşturma sırasında,
benim Teftiş Kurulu Başkanlığından aldığım ara raporlar vardır.
Bunlara dayanarak, Emlak Bankasında sadece o seçim öncesinde yapılan
iki-üç tane usulsüz işlemle ilgili değil, Emlak Bankasının 1991 yılından
beri bütün işlemleriyle ilgili olarak soruşturma açılmasına karar
verdim ve bu soruşturmanın sadece Başbakanlık Teftiş Kurulu elemanları
aracılığıyla değil, Maliye Müfettişleri, Bakanlar Yeminli Murakıpları
ve Bayındırlık Bakanlığının Fen Kurulu üyelerinin de katılımıyla
yapılması gerektiğini söyledim. Şu anda, o soruşturma devam ediyor.
Yine, biz görevi devretmeden bir süre önce, Halk Bankasıyla
ilgili, zannediyorum bugün bir gazetede de var, Halk Bankasıyla ilgili,
bizzat bankanın içinde görev yapmış olan bazı kişilerden bana bir
ihbar geldi. Bankanın, aslında esnafa kredi vermek için kurulmuş olan
bu bankanın, tamamen siyasi amaçlarla kullanıldığı, medya kuruluşlarına
Halk Bankasının, neredeyse bütün sermayesini aşan ölçüde kredi
verildiği. Bu kredi karşılığında gerekli teminatların alınmadığı,
bunların şahsi kefaletle verildiği, ipotek alınmadan verildiği, bu
kredilerin usulsüz işlemler olduğuna ilişkin, aynı zamanda, halihazırda
Doğru Yol Partisi milletvekili olarak görev yapan kişilerin şirketlerine
trilyonlarca lira usulsüz kredi verildiğine ilişkin bazı iddialar vardı.
Bunları da incelettim. O inceleme sonunda, bu konuda da hem soruşturma açılması
hem de bunların savcılığa verilmesi gerektiği konusunda bana rapor
verildi.
Başbakanlıktan ayrılmadan üç-dört gün önce, bu konuda, hem
soruşturma açtım, hem de savcılığa suç duyurusunda bulundum. Bu
konudaki inceleme bitince de bana vermelerini söyledim bu konudaki
dosyaları. Dosyalar bana Pazar günü intikal etti. Biliyorsunuz ben
Cumartesi günü görevi devrettim. Pazartesi günü, yani dün, bir yazı
ekinde Sayın Erbakan’a hepsini yolladım. Bunların gerektiği şekilde
soruşturulmasına ve sorumluların ortaya çıkarılmasına gerekli
ilgiyi göstermesini kendisinden rica ettim. Sayın Erbakan, dünkü
ziyaretimde de bana, bu konuda, dosyaların kendisine ulaştığını ve
gerekeni yapacağını ifade etti.
Şimdi, demek istediğim, kamu bankaları, Halk Bankası, Emlak
Bankası, geçtiğimiz iki buçuk yıllık Çiller Hükümeti döneminde,
Türkiye’de, şimdiye kadar hiçbir dönemde rastlanmadık ölçüde
siyasi amaçlı olarak kullanılmıştır, medyayı beslemek için kullanılmıştır.
Aslında, esnafa kredi açmak için, dar gelirlileri konut sahibi yapmak için
kurulmuş olan bu bankalar, alacaklı oldukları firmaların listesine
baktığınız zaman, sadece belli medya kuruluşlarının ve belli
holdinglerin, öyle böyle alacaklı oldukları firmaların listesine baktığınız
zaman, sadece belli medya kuruluşlarının ve belli holdinglerin, öyle böyle
değil, hortumla sömürdükleri, vantuz gibi sömürdükleri kuruluşlar
haline gelmişlerdir.
Ziraat Bankasına daha girme imkanımız olmadı. Oradaki durumun
da bundan farklı olmadığını biliyorum; ama, Ziraat Bankası daha çok
kamu finansman açığını kapatmak için kullanılmıştır. Yani,
oradaki açık daha çok sosyal sigorta kurumlarının ikinci bir merkez
bankası gibi kullanılmıştır. Emlak Bankası ve Halk Bankası, geçen
dönemde yapılan yolsuzlukların odak noktasıdır. Bu ikisiyle ilgili
ben üstüme düşeni yaptım. Bana gelen bütün bilgileri, teftiş
kuruluna verdim, soruşturmayı açtım, suç duyurusu yaptım. Benden
sonraki Başbakana bilgileri de ilettim. Bundan sonrası artık bir devlet
meselesidir. Eğer bunlar, şu veya bu hesapla kapatılırsa, bu bankaları
soyanlar bunun karşılığında cezasız kalırsa, o zaman bu devlet işlemiyor
demektir.
Bana, bu konuda izafe edilecek, yani Başbakandın da niye yapmadın
denilecek hiçbir nokta yoktur. Yani, yapabilip de yapamayacağım hiçbir
şey yoktur. Hükümet, netice itibariyle yargı organı değildir, biz
kimseyi cezalandıracak değiliz. Ama, usulüne uygun denetim açısından
yapılması gereken ne varsa hepsi yapılmıştır.
Biliyorsunuz, benzer bir soruşturmayı Emniyette başlattık.
Ummadığımız kadar büyük boyutlara ulaştı. Daha nereye kadar ulaşacağını
da bilmiyoruz... (Anlaşılamayan bir müdahale)
Görevimiz o zaten, Anamuhalefetiz.
Hazine ve Merkez Bankası bizde olmadığı için oralara
giremedik. Oraları, ısrarla... Merkez Bankasında, biliyorsunuz,
Koalisyon Protokolünü ihlal etmek pahasına, kendi üyelerini atamalarını,
bu kuruluşların da ciddi bir denetime muhtaç olduğunu göstermektedir.
Şimdi değerli arkadaşlarım, bu soruşturmalar devam ederken,
yani idarenin kendi içinde başlattığı bu soruşturmalar devam
ederken, Mecliste de, bildiğiniz gibi, Sayın Çiller hakkında üç tane
soruşturma komisyonu kurulmuştur, üç soruşturma önergesi kabul
edilmiştir. dolayısıyla geçen dönem, iki buçuk yıllık Tansu Çiller
dönemi, hem Mecliste, hem de bizzat idarenin içinde hallaç pamuğu gibi
atılmaya başlanmıştır, denetlenmeye başlanmıştır.
Böyle bir durumda... Ha, bu kuruluşlardan bir tanesi de
TURBAN’dır, onu unutmayın. Oradaki hadise pervasızdır, oradaki
hadise hiç tevil götürmeyecek şekildedir; yani, dünyanın en sihirbaz
mali müşavirleri gelse, oradaki yolsuzluğu, hırsızlığı izah
edemezler, kapatamazlar. Maliye Bakanlığımıza faturaları göndermişler...
Sahte fatura basmışlar; yani, devlet kuruluşu sahte fatura basıyor!...
TURBAN’daki hadise, hiç tevil götürmeyecek açık bir hadisedir.
TURBAN Yönetimini değiştirdik. TURBAN yönetimine yeni gelen kadro,
bize, bu konuda, zaman zaman gerekli bilgileri verdi. Aynı zamanda
Mecliste de bu konuda bir araştırma komisyonu kuruldu. Zannediyorum o
araştırma komisyonu da yakın zamanda savcılığa suç duyurusu yaptı.
Bizim, Sayın Çiller’le ihtilaflarımızdan, ilk ihtilaflarımızdan
birisi de TURBAN’la ilgiliydi. Sayın Çiller beni aradı, İstanbul’da
buldu, dedi ki, TURBAN’la ilgili araştırma komisyonuna Halit Dumankaya
Başkan seçilmiş, Halit Dumankaya oraya başkan olursa, bu Koalisyon
biter. (Alkışlar) Ben kendisine aynen şunu söyledim, dedim ki: Sayın
Dumankaya, bu konuya çok uzun zamandır emek vermiştir. TURBAN konusunu
en iyi bilen arkadaşımızdır. Aslında, onun Komisyon Başkanı olması,
bu işin açıklığa çıkması, bu işin gerçeğinin anlaşılması için
de bir şanstır. Tabii, itiraz etti, hem hakim hem savcı olunmaz dedi,
Sayın Dumankaya bu konuda her zaman bizi suçladı, vesaire falan. Eğer
Dumankaya Başkan olursa bizim milletvekili istifa ediyor dedi.
Milletvekili dediği, TURBAN’ın eski Genel Müdürü. Ben kendisine,
neticede bir teminat verdim. Daha o zaman Koalisyon kurulalı çok az olmuştu,
bilmiyorum, iki-üç hafta olmuştu. Kendisine bir teminat verdim, dedim
ki: Halit Dumankaya arkadaşım komisyon başkanı olarak bir hakim
titizliğiyle görev yapacaktır ve onun araştırması sonunda, o
komisyonun araştırması sonucunda ortaya çıkacak belgeler, eğer sizin
de artık hiçbir şey diyemeyeceğiniz çok açık belgeler olmazsa, bu
konuda arkadaşlarım adına ben size gerekli teminatı veriyorum; yani, yüzde
yüz kabul edilecek, çok açık belgelerle sorumlular ortaya çıkmadıkça,
bu konuda gerekli takibatın yapılmayacağı konusunda ben size teminat
veriyorum. Bunu, Sayın Dumankaya’ya da söyledim.
Neticede demek istediğim şudur: 3,5 aylık dönem, bir yandan
devletin olmayan bütçesini çıkardığımız, bir yanda kapısına
geldiği enerji darboğazına çözüm aradığımız, bir yandan iki yıldan
beri kaldırılacağı vaat edilip kaldırılmayan olağanüstü hali kaldırmak
için yasal düzenlemeler yaptığımız, bir yandan terörle mücadelenin
devam ettirildiği, hem de eskisinden çok daha etkin biçimde devam
ettirildiği bir dönem değil, aynı zamanda, bunların yanında,
maalesef, en fazla, geçmiş dönemden milletimize taahhüdümüz olan
yolsuzluklarla mücadele konusuyla uğraştığımız bir dönem olmuştur.
Bizim, bu konudaki duyarlılığımız, aslında kamuoyuna takdim
edilmek istendiği gibi, rakibimizi ortadan kaldırmak izin, siyaseten
kendimize avantaj sağlamak için, Doğru Yol Partisini veya onun liderini
bitirmek için başvurduğumuz bir yol değildir.
Değerli arkadaşlarım, her zaman söylüyorum, dünyadaki bütün
toplumlar, demokratik toplumlar, yolsuzluklar konusunda duyarlıdır. Bu
da, fevkalade doğaldır. Çünkü, toplum, kendisini yönetmek için
belli insanları seçer. O insanlar, kendi aralarında başka insanları
seçerler. Neticede bu otorite toplanır, piramit gibi, belli insanlar
tarafından kullanılır. Piramidin tepesinde, Türkiye’de, Başbakan
vardır. Onun altında bakanlar vardır, onun altında milletvekilleri
vardır, mahalli yöneticiler vardır. Bu insanların ülkeyi yönetmedeki
en bariz fonksiyonları, milletin ortak parasını kullanmaktır. Milletin
ortak parasını bu insanlar kullanırlar. Türkiye’de, toplam milli
gelirin yaklaşık dörtte biri bütçe olarak kullanılır, devlet
kaynakları olarak kullanılır. Bunun dışında, demin söylediğim kamu
bankalarının kaynakları vardır. Bir de, izlenen politikaların genel
ekonomi üzerindeki etkileri söz konusudur. Yani, bu insanların
verecekleri kararlar, toplumun ekmeğini ilgilendiren, geleceğini
ilgilendiren kararlardır. Kullandıkları kaynaklar da, milletin parasıdır.
Millet, kendi seçtiği insanların, bu görevi görürken, dürüst
olmalarına, adil olmalarına fevkalade önem verir. Bu sadece Türkiye’ye
has bir şey değildir, bütün dünyada aynıdır.
Bakın, Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en zengin ülkesi,
dünyanın süper gücü. Geçen sene, Başkan Clinton’la ilgili, doğrudan
doğruya halkın seçtiği Başbakanla ilgili bir soruşturma açıldı
Kongrede. Soruşturmanın konusu neydi biliyor musunuz; devletin
helikopteriyle tatil yerine gitmesidir. Öyle 500 dolar değil, 10 bin
dolar değil, 100 milyar dolar filan bahsetmiyorum, devletin helikopterini
özel tatil yerine gitmek için kullandığından dolayı Başkan hakkında
soruşturma açıldı. Gelişmiş toplumlar, bu konuda en duyarlı olan
toplumlardır.
Türk toplumu, bu konuda, o toplumlardan daha az duyarlı değildir.
Ama, maalesef Türkiye’de, bu iddialar ortaya atıldığı halde, bu
iddialar Mecliste parmak hesabıyla kapatıldığı için, denetim Hükümet
pazarlığıyla sonuçsuz bırakıldığı için, bu iddialar açıklığı
kavuşmadığı için, bu işleri yapanların bütün vebalini, bütün
sorumluluğunu hep birlikte üstleniyoruz. Halkın gözünde bunun diyeti,
bunun bedeli, bütün siyasetçilere çıkarılıyor, bütün siyaset
kurumuna çıkarılıyor.
Onun için, bu konuda bizim halktan daha duyarlı olmamız son
derece doğaldır. Yani, siyasetçiler olarak, en kendimizi böyle bir
vebalden kurtarmak istiyorsak, bu bühtandan kurtarmak istiyorsak, o zaman
bu konunun üstüne bizim gitmemiz lazım. Geçen dönem, Anavatan
Partisinin muhalefet döneminde, bu konuyu, toplumun gündemine sokan
biziz. Maalesef, hiçbir netice alamadık. Mecliste parmaklar kalktı,
lidere şirin gözükme hesabıyla, gelecek seçimlerde aday olma hesabıyla,
bütün kirli çamaşırları kapatıldı. Bu Meclis, yapısı itibariyle,
kompozisyonu itibariyle buna müsait bir Meclis değildir.
Şimdi yapılmak istenen, Hükümet pazarlığıyla bunları
kapatmaktır.
Şimdi, Sayın Çiller bir bahaneyle çıktı, bizim Hükümetimize,
Anayasa Mahkemesi kararını bahane göstererek, bizim hükümetimize
desteğini çektiğini söyledi. Değerli arkadaşlarım, ben diyorum ki,
bu Hükümetin, yani 53. Hükümetin, bizim Hükümetimizin son bulmasının
nedeni, ne Anayasa Mahkemesinin kararlarıdır, ne Hükümetin kendi içerisindeki
uyumsuzluğa düşmüş olmasıdır, bu Hükümetin son bulmasının tek
nedeni, benim ta Koalisyonun Başlangıcındaki, Koalisyon Protokolüne
koyduğum yolsuzluklarla mücadele meselesidir, bizim Anavatan Partisi
olarak kararlı olduğumuz, bu konuda gözümüzün kara olduğunu ortağımızın
anlamış olmasıdır. Başka hiçbir sebebi yoktur. (Alkışlar)
bu meseleyi fazla abarttığımızı düşünen arkadaşlarım
olabilir. Nitekim, basındaki bazı köşe yazarları topluma her gün
namustan, ahlaktan, faziletten, erdemden bahseden bazı köşe yazarlarının
çoğu da bu görüştedir. Bizim bu meselede, bu meselede bizim duyarlılığımızın
abartılmış olduğunu, mübalağalı olduğunu, aslında bizim bu konuyu
kullanarak ortağımıza uzak durduğumuzu iddia etmektedirler. Tekrar söylüyorum,
Türkiye’de bu mesele halledilmeden, Türkiye’de siyasi kirlenme
ortadan kaldırılmadan, Türkiye’nin hiçbir meselesini halletmek mümkün
değildir.
Bakın, neden mümkün değildir: Türkiye bugün öyle bir
durumdadır ki, mutlaka çok ciddi ekonomik tedbirlere ihtiyaç vardır.
Ciddi bir istikrar programı uygulamasına ihtiyaç vardır. Öyle kısa
vadeli de değil, orta vadeli bir istikrar programına ihtiyaç vardır.
Bunun için halktan fedakarlık isteyeceksiniz, başka çaresi yoktur,
herkesten fedakarlık isteyeceksiniz. Rant geliri elde edenlerden de
fedakarlık isteyeceksiniz, emeğiyle geçinenlerden de fedakarlık
isteyeceksiniz, emeklilerden, herkesten fedakarlık isteyeceksiniz. Tabii,
herkesten katlanabileceği ölçüde fedakarlık isteyeceksiniz. Halkın
bu fedakarlığı göstermesinin önşartı, bu fedakarlığı kendisinden
isteyenlere güvenmesidir. Türkiye’de, şu anda bu güven müessesesi
mevcut değildir. Bu güvenin olabilmesi için, mutlaka halka güven
veren, sadece politikalarıyla değil, tutumuyla, davranışlarıyla, kişiliğiyle
halka güven veren bir kadronun ülke yönetimini üstlenmesi lazımdır.
Türkiye’de, şu anda, hiçbir siyasi kadro, maalesef halkın gözünde,
bu anlamda, bu niteliklere sahip değildir.
Şimdi değerli arkadaşlarım, Sayın Çiller, bizden Hükümet
olarak desteğini çektikten sonra, Anayasa Mahkemesi... Ben,
biliyorsunuz, sonuna kadar Hükümeti devam ettireceğimizi söyledim.
Koalisyon Protokolüyle de bağlı olmadığımızı söyledim. Nitekim,
daha önce de size açıkladığım bazı Hükümet içerisindeki değişiklikleri
gerçekleştirdim. Anayasa Mahkemesi kararı yayınlandığı gün de,
istifamı götürüp Sayın Cumhurbaşkanına verdim.
Sayın Cumhurbaşkanı, doğal olarak, Mecliste en fazla sandalyeye
sahip olan Sayın Erbakan’ı hükümet kurmakla görevlendirdi. Sayın
Erbakan bizimle temas ettiği zaman, benim kendisine söylediğim şudur:
üç ay önce biz sizinle bir koalisyon görüşmesi yaptık. O tarihte,
Meclisteki hiçbir parti sizinle görüşmeye yanaşmıyordu. Doğru Yol
Partisi bugün bu tavrını değiştirdi, sizinle bir görüşmeye hazır
olduğunu söylüyor. Biz sizinle o zaman görüştük; ama, tam bir anlaşmaya
varamadık. Ortak bir Hükümet kurma konusunda uzlaşmaya varamadık.
Bizim, nerede anlaştığımız, nerede anlaşamadığımız bellidir.
Sizin için şimdi yeni bir imkan çıkmıştır, Doğru Yol Partisi tutum
değiştirmiştir. Siz, Doğru Yol Partisiyle eğer bir anlaşmaya varırsanız,
bizimle bir Hükümet kurmak isterseniz, biz sizinle görüşmeye açığız,
bizim neleri kabul ettiğimiz, neleri etmeyeceğimiz daha önceden zaten
bellidir. O bazda sizinle yeniden bir görüşme yapabiliriz. Ha, aranızda
anlaşıp, illa üçüncü bir ortak olsun, geniş tabanlı bir hükümet
olsun diye düşünürseniz, biz sizinle onu da görüşmeye açığız.
Nitekim, benim kendisine söylediğim bu hususları, Sayın Erbakan, o görüşmemizden
sonra kamuoyuna da açıklamıştır.
Şimdi değerli arkadaşlarım, benim çözemediğim bir soru var:
Biz, Sayın Erbakan’la böyle mutabık kaldık. Sayın Erbakan Cumhurbaşkanına
götürüp Hükümet listesini verdiği ana kadar, bize, Refah Partisi
tarafından taahhüt edildiği halde, söz verildiği halde, böyle bir görüşme
talebi gelmedi. Bu görüşme gecikmiş olarak dün gerçekleşmiştir.
Ama, o da, Hükümet Programı için bizden görüş sormak üzere gerçekleşmiştir.
Ben, Sayın Erbakan’a söyledim, biz sizinle en son görüşmemizde
-devir teslim görüşmesini saymıyorum- Mecliste, şöyle şöyle mutabık
kaldık. Baş başa da görüşmedik, benim yanımda arkadaşlarım vardı,
sizin yanınızda da vardı. Şöyle mutabık kaldık. Siz bize arada iki
defa mesaj gönderdiniz, dediniz ki, biz Doğru Yol Partisiyle anlaşmaya
varsak da, varmasak da, mutlaka Anavatan Partisiyle tekrar masaya oturacağız.
Buna rağmen, siz bize hiç bilgi vermeden, haber vermeden, böyle bir çağrıda
bulunmadan gittiniz, Hükümeti Cumhurbaşkanına verdiniz.
Bana göre, bunun bir tek sebebi var. Onu da Sayın Erbakan’a söyledim.
Biraz belki nezaketsizlik oldu; ama söyledim. Sayın Erbakan, Sayın Çiller’le
Hükümet görüşmesi yaparken, Sayın Çiller’den bize, çeşitli aracılarla
teklifler geldi. Bu tekliflerin hepsinin ortak noktası şu idi:
Komisyonlarda işbirliği yapılarak Meclisteki soruşturmalar kapatılacak.
Bundan sonra yeni soruşturma açılmayacak. Soruşturmalar konusunda
Meclis denetimini sınırlayan yeni bir düzenleme yapılacak, yeni bir
yasal düzenleme yapılacak. Biz bunları kabul etseydik, Sayın Çiller,
Refah Partisiyle müzakereyi bırakıp, bizimle Hükümeti devam ettirmeye
hazırdı. Yani, değişen şartları vardı, üçüncü bir isim olsun,
bilmem erken seçim olsun falan; ama, netice itibariyle, biz bu şartları
kabul etseydik, diğerleri müzakereye açık şartlardı. Biz Hükümeti
devam ettirebilirdik. Biz, bunu kabul etmeyeceğimizi açık bir şekilde
söyledik.
Şimdi, Refah Partisi bize, daha önce böyle bir görüşme taahhüdünde
bulunmuşken, bu görüşmeden vazgeçiyorsa, Doğru Yol Partisi, bizimle
bir Koalisyonun devamı için mutlaka soruşturmaların bu şekilde kapatılmasını
şart olarak koşuyorsa, o zaman ben diyorum ki, Refah Partisiyle Doğru
Yol Partisi arasında yapılan Koalisyon, sadece şu açıklanan, hiçbir
şey söylemeyen o Koalisyon Protokolüne dayalı olamaz. O açıklanan
Koalisyon Protokolünün yanında, bir de açıklanmayan protokol vardır.
Açıklanmayan protokol, gayri ahlaki bir protokoldür. Ahlaka aykırı
bir protokoldür.
Orada Sayın Çiller... Bakın, unutmayın, gazete koleksiyonlarında
görebilirsiniz, Sayın Çiller’in seçimlerden sonra biz Refah
Partisiyle görüşürken bir sözü var; Refah’la Koalisyon yapmak, ülkeye
ihanettir diyor. Biz, Refah’la koalisyon falan yapmadık. Refah
Partisiyle görüştük. Üstelik, ben Sayın Erbakan’a, görüşlerimizin
en az bağdaştığı, en fazla çatıştığı partinin kendileri olduğunu
açık açık söyledik. Bakın dedim, siz serbest ekonomi politikasında
bizden farklı düşünüyorsunuz, özelleştirmede farklı düşünüyorsunuz,
Avrupa Birliğiyle ilişkilerde farklı düşünüyorsunuz, bizim sizinle
ortak politikalarda buluşmamız çok zordur. Ama, buna rağmen, biz bu
egzersize hazırız; çünkü, biz, sizi bu sistemin bir partisi olarak görüyoruz,
biz sizi meşru bir parti olarak görüyoruz. Biz sizi, baştan dışlanacak,
tü kaka denilecek bir parti olarak görmüyoruz. Sayın Çiller’in dediği
gibi, rejim için en büyük tehdit olarak görmüyoruz.
Oturduk, müzakere ettik, bazı hususlarda anlaştık, bazılarında
anlaşamadık; ama, netice itibariyle bir diyalog yürüttük. Sayın Çiller,
aynı dönemde, biz bu görüşmeleri yaparken, Refah Partisiyle Koalisyon
yapmak, ülkeye ihanettir demiştir. Eğer söylediği doğruysa, Anavatan
Partisi ihanet içinde olmadı; ama, kendisi ihanet içinde. (Alkışlar)
Kendi söylediği doğruysa, kendisi şu anda ihanet içindedir.
Değerli arkadaşlarım, bu Koalisyon, dün de söyledim, bu
Koalisyon ayıplı bir koalisyondur. Sayın Çiller, kendisi hakkında açılan
soruşturmaları, devlette açılan ve muhtemelen kendisine uzanacak veya
kocasına uzanacak olan soruşturmaları örtbas edebilmek için,
partisini feda etmiştir, söylediklerinin hepsine ters düşmüştür ve
Sayın Erbakan’a teslim olmuştur. (Alkışlar)
Teslim törenindeki görüntüleri hatırlıyor musunuz; Başbakanla,
Başbakan yardımcısı, başpilotla hostes gibiydi. (Alkışlar)
Sayın Çiller, kendisiyle ilgili soruşturmalardan kurtulmak için,
daha önce sözlere burada ifade ettiğim örtülü ödenek rezaletini örtebilmek
içi, Sayın Erbakan’a teslim olmuştur. Bütün söylediklerini unutmuştur,
Partisinin geleceğini feda etmiştir, sadece kendisini kurtarmak için
teslim olmuştur. Bunun karşılığında Sayın Erbakan -dün kendisine
de söyledim- eğer hakikaten Sayın Çiller’le, bizim kabul etmediğimiz
bu şartları kabul ederek bir Hükümet kurmuşsa, o zaman Sayın
Erbakan’da, kendi savunduğu ilkelere, misyona ihanet etmiştir. Çünkü,
Sayın Erbakan dün görüşmemizde kendisi bana söyledi, bizim için en
önemli olan ahlaktır dedi. Biz, daha 23 sene önce, 27 sene önce, -o
zaman Milli Selamet Partisi miydi, Milli Nizam Partisi miydi- o partiyi
kurduğumuz zaman söyledik, en önemli şey ahlaktır dedi. Aslında doğrudur,
çünkü İslamiyetin tariflerinden birisi de, güzel ahlaktır. Eğer bu
doğruysa, o misyon bunu kaldırmaz. Nitekim, bunun ezikliği içerisindedirler.
Bakın Refah Partililerin suratlarına, hiç Hükümet olmanın neşesi
var mı; eziklik içerisindedirler, moral eziklik içindedirler.
Şimdi, bu doğru mudur değil midir, bunu hep birlikte göreceğiz.
Mecliste açılmış üç tane soruşturma var. Devlette açılmış soruşturmalar
var ve bunlar süreye bağlı. Bir ay sonra süreleri bitecek. Haydi bir
ay daha uzatılabilir, iki ay daha uzatılacak. Ama, ondan sonra bunların
bir daha uzatılması mümkün değil içtüzüğe göre. Eğer o soruşturmalarda,
o soruşturma önergelerini bizzat vermiş olan, soruşturmaları açmış
olan Refah Partisinin komisyondaki üyeleri Sayın Çiller’i aklayacak
raporlara imza atarlarsa, şu örtülü ödenek oylamasında olduğu gibi,
Refah Partisinin milletvekilleri burada Sayın Çiller’i aklamak için
parmak kaldırırlarsa, o zaman değerli arkadaşlarım, Sayın Erbakan,
koltuk uğruna, kendi misyonuna ihanet etmiş olur.
Ben görevi devrederken, Sayın Erbakan bana dedi ki, niçin kavga
ediyoruz, hepimiz aynı şeylere inanıyoruz, hep bir araya gelelim -dün
de aynı şeyi söyledi- bütün Meclisteki partiler bir araya gelelim.
Zaten doğrunun ne olduğu bellidir, çözümler bellidir, elbirliğiyle
ülkeyi yönetelim, sorunlara çözüm getirelim dedi. Dargelirli, yetim,
dul, hepsi bizden çözüm bekliyor, fakir halk ezilmiş, biz niye kavga
ediyoruz dedi. Ben de Sayın Erbakan’a dedim ki, bakın, biz, bizden
istenen bazı şeyleri yerine getiremediğimiz için, bizim Hükümetimiz
gitti, bizim hükümetimiz son buldu. Ama, o Hükümeti devam ettirmek için
bizden talep edilen şey, aslında sizin söylediğiniz o yetimin hakkıydı.
Biz, onu yedirmediğimiz için, Hükümeti bitirdik. (Alkışlar) Korkarım
ki, aynı açmaza siz de düşebilirsiniz, aynı ikilemle siz de karşılaşabilirsiniz.
Bir yerde önünüze gelecek yol ayrımı, bir tarafta fakirin, yetimin
hakkı, bir tarafta koltuk. Bu da fazla değil, bizde bu 3,5 ay sürdü,
Sayın Erbakan’da belki 3,5 ay da sürmez.
Velhasıl değerli arkadaşlarım, Sayın Erbakan ve Refah Partisi,
şu anda Sırat Köprüsündedir. Çok kısa zamanda yol çatımına
gelecektir. Ya bizim gibi davranacaktır koltuğunu feda edecektir, ya da
Sayın Çiller’in ümit ettiği gibi davranacaktır, ilkelerini ve
misyonunu feda edecektir. Sayın Erbakan için, üçüncü bir alternatif
söz konusu değildir.
Değerli arkadaşlarım, önümüzdeki dönem, Türk siyasetinin
yeniden şekilleneceği bir dönemdir. Bu güvenoylaması da, belki şimdiye
kadar bu Mecliste yapılan oylamaların en önemlisidir. Pazartesi günü
yapılacak olan bu güvenoylaması, şimdiye kadar bu Mecliste yapılan bütün
oylamaların en önemlisidir. Çünkü bu oylama, aslında, bir güvenoylaması
değildir. Bu oylamada oy verecek olanlar, bir Hükümeti kabul veya
reddetmiş olmayacaklar, bu oylama, aslında bir fazilet oylamasıdır.
(Alkışlar)
Bazı milletvekillerinin, bizim dışımızdaki bazı
milletvekillerinin korkusu, endişesi olabilir, acaba ahlaktan yana oy
verirsek, faziletten yana oy verirsek memleket bir kaosa düşebilir mi,
erken seçim gündeme gelebilir mi, Cumhurbaşkanı 15-20 gün sonra
Meclisi seçime götürebilir mi? Bundan hiç kimsenin endişe etmesine
gerek yoktur. Çünkü, bu Hükümete verilecek ret oyları, bundan sonra
bizim kuracağımız bir Hükümetin güvenoyu alması için yeterlidir.
(Alkışlar)
Bakın bir şey daha var. Ben buradan, geçen hafta bir çağrı
yaptım. Sayın Çiller’e, Doğru Yol Partisi yönetimine bir çağrı
yaptım, dedim ki, sonradan pişman olacağınız bir hataya düşmeyin,
gelin, beraber kongre yapalım, kendi kongremizde karar alalım, sonra
birlikte ortak kongre yapalım, o ortak kongrede daha önce belirleyeceğimiz
esaslara göre, iki partinin bütünleşmesini, birleşmesini sağlayalım.
Belki de, benim bu çağrım, onların Hükümet kurmasına daha da hız
verdi, daha tabanlarının tepkisini bile göstermesine imkan vermeden,
alelacele gittiler, listeyi Cumhurbaşkanına verdiler.
Şimdi, o gün söyledim, bugün de söylüyorum, Türkiye’de,
sorunları çözümü için, güçlü bir Hükümetin kurulması için,
uyumlu çalışacak bir Hükümetin kurulması için, siyasi istikrar
gerekli ise, kaçınılmazsa, siyasi istikrarın sağlanması için de,
merkez sağın bütünleşmesi kaçınılmazdır. Merkez sağ bütünleşmeden,
merkez sağdaki bölünme ortadan kalkmadan, ülkede siyasi istikrar sağlanamaz,
siyasi istikrar sağlanmadan da, Türkiye’nin sorunları çözülemez.
O zaman, bu güvenoylaması aynı zamanda, merkez sağdaki bütünleşme
açısından da değerlendirilmelidir. Eğer bu Hükümet güvenoyu
alamazsa, o zaman Merkez sağın bütünleşmesi kolaylaşmış olur. Bu Hükümete
güvensizlik oyu verecek herkes, merkez sağdaki bütünleşmeye yardımcı
olur, teşvik eder. Bu Hükümet güvenoyu alırsa, bu Hükümetin Türkiye’yi
nelere götüreceğini, şu anda kestirmek bile mümkün değildir. Ama, böylesine
ahlaki temelden yoksun olan, çamur üzerinde kurulmuş bir Hükümetin, Türkiye’de
halkımızın beklediği, memleketimizin hayrına olan icraatları gerçekleştirmesi
mümkün değildir. Eğer, güvenoylamasında, sırf seçim olmasın kaygısıyla
kılpayıyla güvenoyu alabilse dahi, arkasındaki bu çoğunluğu, zaman
içinde sürdürebilmesi mümkün değildir.
Velhasıl, Anavatan Partisi olarak, şu anda önemli bir misyonla
karşı karşıyayız, görevimiz, bize düşen görev, evvela ahlaki
temelden mahrum olan bu Hükümetin güvenoyu almasını engellemektir.
Ondan sonra görevimiz, bu Meclis aritmetiği içerisinde, yeni bir Hükümetin
kurulmasına önayak olmaktır, öncülük etmektir. Eğer, koskoca
Mecliste, siyasi ahlaktan taviz vermeden Hükümet oluşturacak bir çoğunluk
bulunamazsa, bu dahi bizim pesetmemize neden olmamalıdır. Parti olarak,
tek başımıza kalsak dahi, bu mücadeleyi devam ettirmeliyiz. Tek başımıza
kalsak dahi, bu mücadeleyi devam ettirmeliyiz. (Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi olarak, beş yıldan beri
söylediğimiz şeylerin ne kadar doğru olduğu, ne kadar gerçek olduğu,
bugün yaşanan gelişmelerle, her zamankinden daha fazla ortaya çıkmıştır.
Türkiye’de, bir Hükümet oluşumunda, yolsuzlukların birinci öncelik
olduğu, ilk dönemi yaşıyoruz. Yani, yolsuzluk iddiaların kapatılmasını,
soruşturmaların örtbas edilmesinin
bir Hükümet kurulmasının önşartı olduğu, pazarlık konusu olduğu
ilk dönemi yaşıyoruz. Türkiye’de yolsuzluklar geçen dönemlerde de
oldu, bu iddialar geçen dönemlerde de ortaya atıldı; ama, bunlar, hiçbir
zaman, bir Hükümet oluşumuna vücut vermedi, bir Hükümet pazarlığının
ana konusunu oluşturmadı.
Dolayısıyla, söylediğimiz şeylerin bugün her zamankinden daha
fazla önem taşıdığını, halkımız tarafından her zamankinden daha
iyi anlaşıldığına inanıyorum.
Ve inanıyorum ki, bütün zorluklara rağmen, eğer bu mücadelede
sebat edersek, zaten şu anda işaretleri görüldüğü gibi, bugün
Safder Gaydalı arkadaşımın yeni bir ispatını gösterdiği gibi,
merkez sağın bütünleşme adresi, eninde sonunda Anavatan Partisi
olacaktır. (Alkışlar)
Şimdi, bu kadar önemli bir aşamada, bundan önce yaptığımız
gibi, bütün arkadaşlarımın, milletvekili arkadaşlarımın bu
konudaki görüşlerini açık açık ifade etmelerini rica ediyorum.
Bizim, dün yaptığımız değerlendirmede, Başkanlık Divanındaki
arkadaşlarımla, Hükümette görev yapan arkadaşlarımla bu konuda tam
bir görüş birliği sağlamış olmamız, bu konuda size tam bir ortak
öneriyle gelmiş olmamız, arkadaşlarımızın eğer varsa kafalarındaki
tereddütleri izhar etmelerine engel olmamalarıdır. Bu mücadeleyi,
ancak birlik beraberlik içerisinde götürürsek başarıya götürebiliriz.
Bu mücadelede, arkadaşlarımın hiçbir fire vereceğine ihtimal
vermiyorum. O gazetelerde çıkan yalan dolan haberlere rağmen, Anavatan
Partisinin, bu sınavdan da, hiç eksiksiz, hiç fire vermeden geçeceğine
inanıyorum. Ama, sadece bizim oylarımızla, sadece bizim Grubumuzun
oylarıyla, bu oylamaya yön vermemiz mümkün değil. Onun için,
buradan, bir defa daha, bütün siyasi partilere mensup bütün
milletvekillerine çağrıda bulunuyorum, Refah Partisinin
milletvekillerine, Doğru Yol Partisinin milletvekillerine, hepsine çağrıda
bulunuyorum. Benim çağrım, bir siyasi hesapla, bir parti çıkarına
dayalı hesapla yapılmış bir çağrı değildir. Ben diyorum ki, eğer
bugün ilkelerinizden vazgeçerek, ilkelerinizi terk ederek, sadece koltuk
uğruna, bu Hükümete güvenoyu verirseniz, veyahut da yine ilkelerinizi
unutarak, sadece birtakım iddiaları, birtakım suçlamaları örtbas
etmek için, soruşturmaları durdurmak için bu Hükümete destek olursanız,
bunun vebalinden kurtulamazsınız.
Kaldı ki, dediğim gibi, bu konuda, kendi kişisel endişesi olan,
kişisel kaygısı olan arkadaşlarım dahi, bu kurulan Hükümetin tek
alternatif olmadığını görmek durumundadırlar. Bu Meclisin içerisinde
çıkabilecek olan muhtelif alternatifler vardır ve bu alternatifler, Türkiye’yi
bir erken seçim mecburiyetiyle karşı karşıya bırakmadan, hem de bir
seçimin netice vermesi için gerekli olan birtakım değişikliklerin yapılmasına
imkan verecek şekilde çıkabilir. Bugün, bir nüfus tespiti yapmadan,
Seçim Kanununda yeni düzenlemeler yapmadan, Anayasada yapılan değişikliklere
paralel uyum yasalarını çıkarmadan yapılacak bir seçim, Türkiye’ye
çözüm getiremez. Onun için, Türkiye’nin, en azından bu değişiklikleri
yapacak, sağlıklı bir seçim ortamını hazırlayacak, bu arada da üzerinde
zaten uzlaşma sağlanmış olan konuları, mahalli idareler reformunu,
iller idaresi kanununu, bunun gibi benzer uygulamaları hayata geçirecek
bir hükümete ihtiyacı vardır. Bu Hükümet bu Meclisten çıkabilir ve
bu Hükümet bu Meclisten çıkacaktır ve bu Hükümet bu Meclisten
siyasi ahlak temeline dayalı olarak çıkacaktır.
Benim inancım budur. Arkadaşlarımın da bu konudaki görüşlerini
bir defa daha yapacağımız, şu andan itibaren yapacağımız kapalı görüşmede
açıkça ifade etmelerini rica ediyorum. Katılan bütün Partili arkadaşlarıma,
saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar) |