GENEL BAŞKAN MESUT YILMAZ'IN TBMM ANAP GRUP KONUŞMASI 09 Temmuz 1996
Değerli arkadaşlarım, Grup toplantımıza katılan sevgili
Anavatanlılar; bildiğiniz gibi, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu
yana kurulan 54. Hükümet, dün, Meclisimizden güvenoyu alarak göreve
başlamıştır.
Ben, bu güven oylamasının, Cumhuriyet tarihimizde ilk defa, aslında
Hükümet hakkında bir güven oyu olmaktan ziyade, Meclisin bir fazilet
oylaması olacağını söylemiştim. Dünkü oylamayı hep birlikte yaşadık.
Bu güven oylamasını ve ona tekaddüm eden bazı gelişmeleri, bütün
milletimiz, bütün açıklığıyla gördü.
Şimdi, dün bu Meclisten güvenoyu alan Hükümete bir isim koymak
gerekirse, bu Hükümet, dışarıdan kerhen desteklenen, ayıplı bir azınlık
Hükümetidir. (Alkışlar)
Bakın, buradan açık açık söylüyorum, bu Hükümet işbaşında
olduğu sürece, bu Hükümet aksini millete ispat etmediği sürece de, söylemeye
devam edeceğim; bugün Türkiye’yi yöneten koalisyon, bir ahlaksız
koalisyondur. (Alkışlar)
Şimdi bazıları zannederler ki, bu Koalisyon, Mecliste en fazla
sandalyeye sahip bulunan Refah Partisiyle, Mecliste üçüncü parti
durumunda olan Doğru Yol Partisinin kurduğu, iki partinin kurduğu bir
koalisyondur. Hayır, bu Koalisyon, açık açık söyleyelim, doğrudan
doğruya bir Refah Hükümetidir, Refah Partisinin Hükümetidir.
Sayın Çiller, kendi hesabını veremediği için, kendisiyle
ilgili iddiaları çürütemediği için, bunlara karşı kendisini
savunmaktan aciz olduğu için, Sayın Erbakan’a teslim olmuştur.
Bundan sonra, bu Koalisyon içerisinde, Doğru Yol Partisinin, artık, hiçbir
söz hakkı yoktur, hiçbir pazarlık gücü yoktur.
Bakın, bir iddiam daha var; bu Koalisyonun protokolü, sadece
kamuoyuna açıklanan protokolden ibaret değildir. İki lider arasında
yapılan, kamuoyuna açıklanmayan bir gizli protokol vardır. Bu protokolün
içeriğini herkes bilmektedir. Bu protokolün şartlarını, muhtevasını,
sokaktaki herkes bilmektedir. Ama, böyle bir protokolü belgeleyebilmek mümkün
değildir. Fakat, bunun varlığını nereden biliyorum diye sorarsanız,
Sayın Çiller, Refah Partisiyle Koalisyon Protokolünü son aşamaya
getirdiği zaman, bana haber yollamıştır. Benden, eğer kendisi hakkındaki
soruşturmaların kapatılacağını, bundan sonra yeni soruşturma açılmayacağını
ve bundan sonra Meclisin soruşturma hakkının sınırlanacağına ilişkin
kendi imzamla gizli bir belge kendisine verilirse, Koalisyonu Refah
Partisiyle değil bizimle yapacağını taahhüt etmiştir. Buna göre,
bana yapılan bu talep, Sayın Erbakan’la Sayın Çiller arasındaki
gizli protokolün de karnesidir. Hukukta, bazı şeyleri belgelemek mümkün
değildir. Rüşveti filan her zaman belgelemek mümkün değildir. Bu da
onun gibi ahlaksız bir ilişkidir. Ben bunu reddetmişimdir.
Şimdi, Sayın Erbakan dün Mecliste çıktı, dedi ki, Sayın Çiller
Sayın Yılmaz’ın yapamadığını yapmıştır. Benimle Sayın Çiller’i
karıştırmasın, bundan sonra abestir. (Alkışlar) Benim, Sayın Çiller’le
ilgili olarak üç seneden beri kamuoyuna anlatmaya çalıştığım şeyleri,
bugün, kamuoyunun artık kahir ekseriyeti görmüştür, anlamıştır.
Sayın Çiller’le ilgili notunu da vermiştir.
Bundan sonra, karşılaştırma, asıl anlamlı karşılaştırma,
benimle Sayın Erbakan arasındadır. (Alkışlar) Ben, Sayın Çiller’in
benden istediği güvenceyi vermedim. Ben, bana yapılan o ahlak dışı
ilişkiyi kabul etmedim, teklifi kabul etmedim ve ben, sonunda, bu nedenle
koltuğumu bıraktım. Şimdi, Sayın Erbakan’ın da, benim geldiğim
noktada nasıl davrandığını, hep birlikte göreceğiz. Onun için,
bundan sonraki asıl karşılaştırma, asıl değerlendirme, benimle Sayın
Erbakan arasındadır.
Bundan sonra, ülke yönetimi için, artık iki alternatif vardır;
birisi Refah Partisidir, birisi Anavatan Partisidir. (Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, tekrar söylüyorum, Doğru Yol Partisi,
bu koalisyonun içerisinde, sadece bir figürandan ibarettir. Doğru Yol
Partisi, bugün, sadece, Sayın Çiller’i kurtarma operasyonuna alet
olan bir siyasi kuruluş durumundadır. Doğru Yol Partili
milletvekillerinin, bunun ezikliğini nasıl yaşadıklarını, görüşmeler
sırasında hep beraber gördük. Görüşmelere katılamadılar, bakanları
gidip hükümet sıralarına oturamadılar ve Sayın Çiller, herhalde
utancından, bugüne kadar daha Sayın Erbakan’la yan yana fotoğraf
vermekten bile kaçındı.
Şimdi değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz günlerde, hakikaten,
siyasi ahlak açısından, hepimizi üzen, milletimiz tarafından da çok
yakından ve dikkatle izlenen bazı olaylar yaşadık. Bazı
milletvekilleri, ülkenin geleceği açısından bu kadar önem taşıyan
bir güven oylaması öncesinde, parti değiştirdiler. Birkaç defa parti
değiştirdiler, birkaç defa oy değiştirdiler. Bundan dolayı, bize
tarizler oldu, diğer partilere tarizler oldu. Arada şu ayırım yapılmadı:
Anavatan Partisi, kendi ilkelerine bağlı kalmak uğruna, kendi tutarlılığını
korumak uğruna, iktidarı gönüllü olarak bırakan bir partiydi. Bu mücadelede,
daha önceki partilerini bırakıp bize katılan arkadaşlarımız, aslında,
bir fazilet mücadelesinin neferleriydi. (Alkışlar) İşte, Şinasi Altıner
arkadaşım burada. İrfan Demiralp arkadaşım burada. Yaşar Dedelek
arkadaşım da belki burada. Tevfik Bey de burada. Ben, bu dört arkadaşıma,
unutmayın ben Başbakanken, daha Başbakanlığı bırakmamışken, ben
bu dört arkadaşıma ve Mustafa arkadaşıma dedim ki, eğer muhalefet
yapmaya hazırsanız, Anavatan Partisine öyle gelin. Ben, kimseye bir şey
vaat etmedim. Ben, kimseye iktidarın nimetleriyle parti değiştirmeyi
teklif etmedim. Ben onlara dedim ki, muhalefete hazırsanız bize gelin.
(Alkışlar)
Ama, bunun tersine, kurulacak olan bir iktidara, kurulacak olan bir
hükümete, hem de bu kadar ahlak dışı temel üzerine kurulan bir hükümete,
şu veya bu vaatlerle destek veren, katılan, bizim aramızdan ayrılıp,
kendi partilerinden ayrılıp bu Koalisyon Partilerine destek veren bazı
milletvekillerine, kamuoyunda bu arkadaşlarımızla, yani bu fazilet mücadelesini
bizimle birlikte yapmak için partilerini terk eden arkadaşlarımızla,
aynı değerlendirme yapılma eğilimi vardır. Bu farkı anlamadan, Türkiye’de
demokrasinin, Türkiye’de siyasetin fazilet mücadelesini sağlıklı
bir şekilde götürebilmek mümkün değildir.
Değerli arkadaşlarım, dünkü güven oylaması, bu Mecliste bir
fazilet oylamasıydı. Bugünden itibaren, bütün Türkiye için yeni bir
sınav başlıyor. Bu sınav, demokrasi sınavıdır.
Bakın, Refah Partisini bizim, Refah Partisi muhalefette olduğu sürece
yeterince anlatabilmemiz, kolay bir iş değildi. Birçok arkadaşım da,
daha önce bu kürsüden dile getirdikleri bir görüşleri vardı; o da
yabana atılacak bir görüş değildi. Arkadaşlarım dediler ki, Refah
Partisinin mutlaka denenmesi lazım, Refah Partisinin görülmesi lazım.
Refah Partisi, Türkiye’nin bugün içinde yaşadığı sorunların hiçbirisine,
akılcı, uygulanabilir, gerçekçi çözümler teklif eden bir parti değildi;
Refah Partisi, hayal aleminin partisiydi, Refah Partisi istismarın
partisiydi. Vatandaşın sıkıntılarını istismar eden, vatandaşın
inançlarını istismar eden, ama vatandaşın günlük ihtiyaçlarını söz
konusu olduğu zaman, ona hiçbir akılcı çözüm göstermeyen bir
partiydi. Böyle bir partinin, Türkiye’nin ekonomik zorlukları devam
ettiği sürece, Türkiye’nin normal demokratik şartlar içerisindeki
kalkınma çabaları devam ettiği sürece, prim yapması kaçınılmazdı.
Bizim teklif ettiğimiz zor çözümleri, fedakarlık gerektiren, özveri
gerektiren çözümleri içine sindiremeyenler, buna katlanamayanlar,
kolaycılığa sapanlar, toplumda uzun bir süreden beri hakim olan kolaycı,
hayalci eğilimler içine girenler, elbette ki umutlarını Refah
Partisine bağlayacaklardı ve Refah Partisi, kabul etmek lazım ki,
topluma hiçbir gerçek çözüm gösteremediği halde, uygulanabilir çözüm
gösteremediği halde, bu hayalleri çok iyi pazarlayan bir kadrosu vardı,
bir parti teşkilatı vardı. En büyük özelliği, hayal tacirliği olan
bir genel başkanı vardı. Onunla, akılcı bir tartışma yapmak mümkün
değildi. O, sadece kaynak tüketen, sadece vaat eden, herkese veren ama
kaynağının nereden geleceği sorusuna cevap getirmek zahmetine
katlanmayan, kısacası topluma karşılıksız umut dağıtan, karşılıksız
çek gibi umut dağıtan bir siyasi heyet, bir siyasi lider görünümündeydi.
(Alkışlar)
Şimdi, değerli arkadaşlarım; eğer Refah Partisi, normal şartlarda
seçimle tek başına iktidar olarak gelseydi, bu demokrasi sınavı Türkiye
için, çok daha zor şartlarda geçecekti. Şimdi, Refah Partisi,
iktidara gelmek uğruna, bugüne kadar kendisine inanan, belki bu nedenle
kendisini tercih eden, bunlar dürüsttür, bunlar benim hakkımı korur,
bunlar fakirin hakkını, yetimin hakkını korur diye kendisine gönül
veren, kendisine destek veren bütün kitleleri hüsrana uğratan bir biçimde
iktidardadır. Bütün ilkelerini bir yana bırakmıştır, bütün tutarlılığından
taviz vermiştir. Refah Partisi iktidara, siyasi ahlaka aykırı biçimde,
ortağının zaafından yararlanarak gelmiştir.
Bu, bir kere, baştan itibaren Refah Partisini zayıf kılan, zaafa
uğratan, onun iktidarının başarı şansını engelleyecek olan en önemli
husustur ve daha geldikleri ilk günden itibaren, güven oylaması almadan
önce, foyaları meydana çıkmıştır. Kendi programında, bizden kopya
ettikleri, adeta fotokopiyle çoğalıp bastıkları Hükümet Programında,
yolsuzluklarla mücadeleye yer vermemişlerdir; ama, bizim programımızda
olmayan basınla mücadeleye yer vermişlerdir. Sayın Erbakan, Mecliste
yaptığı konuşmada, bundan sonra basına baskı uygulayacaklarının açık
işaretini vermiştir.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de eğer basından şikayetçi
olmayan en fazla hakkı olan siyasetçi kimdir derseniz, benim. (Alkışlar)
Bu basın, müessesesine gölge düşüren birtakım paçavralar, seçimden
iki gün önce, benimle ilgili iftiraları manşet yapan milyonlarca nüshalar bastılar, bunu benim seçim
bölgemde her eve dağıttılar. Ben, buna rağmen, hiçbir zaman, basının
susturulmasından, basın hürriyetinin sınırlanmasından doğacak
zarar, öbür tarafta benim gördüğüm zarardan çok daha fazladır.
Memleket açısından baktığınız zaman çok daha fazladır. (Alkışlar)
Hür basının olmadığı, basının hür olmadığı hiçbir ülkede,
gerçek demokrasiden bahsedilemez. Basın bana haksızlık yapabilir, basın
Sayın Erbakan’a haksızlık yapılabilir, hepimize haksızlık yapılabilir;
mühim olan, buna karşı hak arama yollarının açık olmasıdır. Ben,
basınla ilgili 20 tane dava açtım. Her hafta da, 500 milyon, 1 milyar
tazminat alıyorum. Aldıklarımla altın filan alıyorum, aldıklarımı
vakıflara veriyorum. (Alkışlar)
Şimdi değerli arkadaşlarım, Sayın Erbakan, Meclisteki konuşmasında
basını tehdit etmiştir. Basını tehdit ederken, bundan sonra kamu
bankalarına borçlarını ödemeyen basın kuruluşlarının üstlerine
gideceklerini, bu nedenle basının da kendileri karşısında boyun eğeceğini,
kısa zamanda kendilerini övmeye başlayacağını söylemiştir. Aslında,
Sayın Erbakan, göreve başladıktan şu güne kadar geçen şu 10 gün içerisinde,
Hazinedeki ilgilileri bir çağırıp sorsaydı, deseydi ki, bana kamu
bankalarına borcu olan kuruluşların listesini getirin, o sözü söylemezdi
Mecliste. Çünkü, ben daha önce bunu yaptım. Bakın, Türkiye’de,
esnafa, sanatkara kredi vermek için kurulmuş olan Halk Bankasının, en
fazla kredi açtığı 5 kuruluştan ikisi basın kuruluşudur. Birisi
Sabah Grubudur, birisi Türkiye Grubudur. Aynı şey Emlak Bankası için
geçerlidir. Herkese ev yapmak için kurulan Emlak Bankası, asıl görevini
unutmuş, iktidar yandaşı gazetelere, medya kuruluşlarına kredi açan
bir kurum haline gelmiştir. Trilyonlarca liralık alacakları vardır bu
basın kuruluşlarından. Vadesi geldiğinde bunlar ödememiştir, hep
yeni krediler açılmıştır, kartopu gibi büyüyen borçlar oluşmuştur.
Ama bir şey daha, belki söyledim burada, ben Hükümete geldikten
sonra, Sayın Çiller’e, daha aramızın iyi olduğu, o görüştüğümüz
sıralarda, dedim ki “bundan sonra, medya kuruluşlarının, kamu
bankalarına vadesi gelen hiçbir borcunu ertelemeyeceğiz.” Sayın Çiller
bana dedi ki, “çok yanlış yaparsınız. Mahvederler sizi.” Halbuki,
buradaki ayırım şudur: Bazı bazın kuruluşlarının kamu bankalarına
beş kuruş borcu yoktur. Onların bu Hükümetten korkmak için bir
sebepleri de yoktur. Sayın Erbakan’ın tehditlerine aldırmaları için
bir sebepleri de yoktur. Nitekim, Türkiye’nin en büyük iki basın
kuruluşlarından birisinin sahibi, dün akşam bana özel bir mektup gönderdi.
Aynı mektubu, diğer bütün parti liderlerine de göndermiş. Mektubun
konusu, Sayın Erbakan’ın Meclis kürsüsünden kendilerine yaptığı
tehditle ilgilidir. Mektup özel bir mektuptur; ama, sizinle paylaşmamda
mahzur olmayan bölümü şudur: O gazete sahibi diyor ki “Benim kamu
bankalarına beş kuruş borcum yok. Elinden geleni ardına koyma. Ben,
basın hürriyeti için kavga etmeye, mücadele etmeye devam edeceğim.”
( Alkışlar)
Sayın Erbakan’ın kafasında başka bir dünya var. Sayın
Erbakan’ın kafasındaki dünya, sık sık örnek verdiği,
Suriye’deki, İran’daki, yani kapalı rejimlerdeki güdümlü basının
hakim olduğu dünyadır. Anlaşılıyor ki Sayın Erbakan, ilk defa Başbakan
olduğu için, bir Başbakanın, gerçek bir demokrasi içerisinde nasıl
hoşgörüyle, nasıl sabırla davranması gerektiği konusunda da
fevkalade bilgisizdir, fevkalade acemidir. Dünkü, konuşması da bunun
ispatıdır. (Alkışlar)
Ama, şunu bilmesi lazım: Öyle Başbakan olmakla, Hükümetin büyük
ortağı olmakla, Türkiye’nin 150 senedir kat ettiği mesafeyi geriye
çevirmek mümkün değildir. Türkiye’yi, o geri kalmış Arap ülkelerine
çevirmek mümkün değildir. (Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, önümüzdeki dönemde, hep birlikte,
birtakım gelişmeler yaşayacağız. Birçoğunuzun belki hatırlamadığı,
gençlerin hiç yaşamadıkları, o 1970’li yıllarda Erzincan’dan
arabaya konulup Ankara’ya getirilen hayali temelleri yaşatacağız.
Birtakım popülist politikaların uygulandığını göreceğiz. Herkese
bol keseden verildiğini göreceğiz. Kaynağı olmayan yatırımların
yapıldığını göreceğiz. Gösteriş uğruna, halkın gözünü
boyamak için, birtakım politikaların uygulandığını göreceğiz. Ama
bir yerde, bunları karşılayabilmek için, Hükümetin önüne iki tane
yol çıkacak: Birisi, bugünkünden daha fazla borçlanmaktır; yani,
kaynak sorunu çıkacak. O kaynak sorununu karşılamak için, ya daha
fazla borç alacaklar. Dışarıdan borç almaları da zorlaşacağı için,
içeriden daha fazla borç alacaklar. İçeriden daha fazla borç almak için
de, faizleri durmadan yükseltecekler. Bunu yapmadıkları takdirde,
dolaylı yollardan, bütün kanuni engellere rağmen, karşılıksız para
basacaklar. Başka yolu yoktur. Biz, onlara, Hazineyi 200 trilyon lira
nakit parayla bıraktık. Döviz rezervlerini de rekor seviyede bıraktık.
Cumhuriyet tarihinin rekorudur bıraktığımız döviz rezervlerinin
seviyesi. Bunlar, üç ay dayanır, altı ay dayanır, ondan sonra bu iki
yoldan birini uygulamak mecburiyeti vardır. Bunu uyguladıkları zaman
da, her ikisinin sonu aynı yere çıkar, hiperenflasyona çıkar, üç
rakamlı enflasyona çıkar.
Bu Hükümetin, yani Refah Hükümetinin, bu durumu önleyebilmek için,
tersine çevirebilmek için, öyle yapısal reformlar yapabilmesi filan da
mümkün değildir; çünkü, bunlarda, böyle bir kavram mevcut değildir.
Yapısal reform diye bir konsept yoktur, bir anlayış yoktur. Dünyada, bütün
ticaret engellerinin kaldırıldığı, devletin ekonomiden elini ayağını
çektiği, Rusya’da bile ekonominin özelleştirildiği bir çağda,
Refah Partisinin adil ekonomik düzen diye Türkiye’ye sunduğu reçete,
aslında ekonominin tümünü devletleştirmeyi öngörmektedir. Açın
okuyun adil ekonomik düzeni. Devlet nasıl vergi alacak, devlet, herkes
ne mal üretiyorsa, onun ürettiği maldan bir kısmını alacak. Adam
araba yapıyorsa, otomobil imal ediyorsa, o ürettiği otomobillerden
diyelim yüzde 20’sini devlet alacak. Adam ekmek fırını varsa, ürettiği
ekmeğin bir kısmını devlet alacak. Yani, bütün ekonomi, aslında bir
tek KİT’e dönüşecek. Adil ekonomik düzen dedikleri böyle bir
safsatadır. Bunun, uygulanma imkanı filan yoktur. Ama, Sayın Erbakan,
iktidara geldikten sonra, artık adil düzen filan unutmuştur. Zaten, böyle
ahlaksız bir zeminde adil düzen kurabilmek mümkün değildir. (Alkışlar)
Adil düzenin artık bütün o ekonomik iddiaları filan hepsi hasır
altı edilmiştir. Sayın Erbakan şimdi diyor ki, Mecliste de söyledi
galiba, bana görevi devrettiğim sırada da söyledi, yahu dedi, niye
kavga ediyoruz, hepimiz aynı gaye uğruna çalışmıyor muyuz, hepimiz
memleketin iyiliği için çalışmıyor muyuz, aşağı yukarı hepimizin
söyledikleri de birbirine benzer. Bir araya gelelim, kardeşçe memleketi
idare edelim. Yani, niye kavga ediyoruz dedi. Aslında, hepiniz
biliyorsunuz ki, bütün millet biliyor ki, bu kavgayı tırmandıran,
bizim hakkımızda, diğer siyasi muhataplarıyla ilgili en ağır
ithamları kullanan kendisiydi. Ama, o sırada, bana bunu söylerken, aklımdan
geçti, dedim ki, aslında bütün kavganın sebebi, sizin açınızdan
bakıldığı zaman, demek ki, üzerinde oturduğunuz o koltuk. Çünkü,
bir iktidar, bir yönetim, ancak belli ilkeler üzerine kurulursa, ancak
daha önce savunduğu fikirlerle tutarlı olarak sürdürülürse başarılı
olabilir. Bütün söylediklerimi unutacağım, seçimden önce millete
yaptığım bütün taahhütleri siyasi icabı söylenmiş, seçim amacıyla
söylenmiş boş laflar olarak niteleyeceğim, milletin onlara inanarak
bana verdiği oyları, sadece kişisel iktidarım için kullanacağım. Böyle
bir siyaset anlayışına bizim katılmamız, destek olmamız, ortak olmamız
mümkün değildir. Bizim, buna karşı yapacağımız bir tek şey vardır:
Mücadeleye devam etmek. Çünkü bu, siyasi oportünizmin, Türkiye’deki
en çarpıcı, en bariz örneğidir. Sayın Erbakan diyor ki, söylediğimiz
hiçbir şey bizi bağlamaz, seçimden önce söylediklerimizin hiçbiri
önemli değildir. Önemli olan, bugün halin gereğini yapmaktır, el ele
verip doğru olanı yapmaktır. Peki, bu doğrunun içerisinde, acaba hiç
ahlaki doğrular yok mu? Veya başka bir şey, acaba, adaletsiz bir yönetim,
adalet üzerine kurulmayan bir yönetim, doğru icraat yapılabilir mi, başarılı
olabilir mi, doğru iş yapsa bile, millet tarafından benimsenebilir mi?
Onun temelindeki yanlışlık, ahlaka aykırı unsurlar, her zaman yüzüne
vurulmaz mı, başarısını engellemez mi?
Değerli arkadaşlarım, bu kürsüden daha önce söylendi, dendi
ki, Anavatan Partisiyle Doğru Yol Partisi Koalisyon kurduğu zaman, bu
Koalisyon, üç aydan fazla gitmez dendi ve daha sonra dendi ki, bakın bu
söylediğim kehanet doğru çıktı. Üç aydan fazla gitmez dedik, üç
aydan fazla gitmedi. Aslında, bizim kurduğumuz koalisyonun, Doğru Yol
Partisi ile kurduğumuz Koalisyonun, üç ay devam etmiş olması bile,
bize rağmen sağlanan bir neticedir. Ben, daha önce burada söyledim. Hükümet
kurulduktan daha 15 gün sonra, biz ilk defa, TURBAN Komisyonuyla ilgili,
arkasından Emlak Bankası, Halk Bankasıyla ilgili, ondan sonra örtülü
ödenekle ilgili, velhasıl bütün koalisyon süresince yolsuzluklarla
ilgili olarak ortağımızla ihtilafa düştük. 15 günde de koalisyon
bitebilirdi. Eğer, Doğru Yol Partisi geri adım atmasaydı, Sayın Çiller
geri adım atmasaydı, daha TURBAN’ LA ilgili araştırma komisyonundan
dolayı Koalisyon bitebilirdi, 15 günde bitebilirdi.
Asıl söylemek istediğim şu: Bizim Hükümetimiz, üç ayda
bitmesinin, üç buçuk ayda bitmesinin bir tek nedeni vardır: o da,
bizim, Hükümet etmek uğruna, yolsuzluklara alet olamamamızdır, göz
yummamamızdır. Biz, koalisyon protokolünden bu konuda ne demişsek,
onun takipçisi olmuşuzdur. Ortağımız bizi yanlış anlamıştır,
ortağımız bizim iktidar uğruna bunlara göz yumacağımızı sanmıştır.
Bizim hükümetimizin üç ayda bitmesinin nedeni budur.
Şimdi, ben buradan başka bir kehaneti dile getiriyorum. Ben
diyorum ki, bu Hükümet, altı aydan fazla gidemez. Hepimiz buradayız...
(Anlaşılmayan bir müdahale) Canım, bir ay da olur, üç ay da olur;
ama, altı aydan fazla gidemez diyorum. Hepimiz buradayız, altı ay sonra
durumu tekrar birlikte değerlendireceğiz. Aslında, her hafta değerlendireceğiz;
ama, ben eğer devleti biliyorsam, ben Başbakanlığım döneminde
devletle ilgili yaptığım tespitler doğruysa, eğer Refah Partisinin Doğru
Yol Partisiyle kurduğu bu koalisyon, her iki ortak açısından da kerhen
kurulmuş bir ortaklıksa, Türkiye’nin iç ve dış konjonktürü
konusunda yaptığımız tespitler doğruysa, bu iktidarın altı aydan
fazla gidebilmesi mümkün değildir.
Yani, bununla söylemek istediğim şu: Biraz önce Nejat Arseven
arkadaşımın buradan söylediği gibi, bugünden itibaren Anavatan
Partisi olarak yeni bir döneme başladığımız doğrudur, yeni bir
muhalefet dönemine başladığımız doğrudur; ama, bu muhalefet dönemi,
öyle uzun sürecek bir muhalefet dönemi değildir. En fazla altı ay sürecek
bir dönemdir. Bu altı aylık dönemde, ben, sizlerden, dünkü oylamada
gelip burada hiç firesiz bu Hükümeti reddeden, yani o ahlak sınavındaki
tutumunuzu, altı ay boyunca her Meclis görüşmesinde tekrarlamanızı
istiyorum. Altı aylık muhalefet soluğu olmayan partiye iktidar hakkı
yoktur.
Türkiye’yi, ancak Anavatan Partisine vücut veren fikirlerin,
ancak Anavatan Partisinin kadrolarının esenliği çıkarabileceğini,
bugüne kadar milletimize anlatmakta zorluklarımız olmuştur. Ama, bugün
bizim açımızdan konjonktür çok daha uygundur. Çünkü, bugün
iktidarda olanlar, düne kadar sadece millete vaat eden, çözüm getirme
mecburiyetinde olmayan, hayali çözümlerle milleti aldatan kadrolardır.
Şimdi onların foyaları meydana çıkmaya başlamıştır. Süratle de
çıkacaktır. Daha dün, güven oylamasından sonra ve önce, bu Mecliste
meydana gelen olaylar dahi, bu Hükümetin nelere bel bağladığının,
nelere umut bağladığının açık ispatıdır. Öyle baskıyla, yalanla
basını susturarak, Meclisin denetim hakkını engelleyerek bizi etkisiz
kılabilmeleri mümkün değildir. En azından, bizim aksini ispat etme
mecburiyetimiz vardır.
Değerli arkadaşlarım, bu iktidarın ahlaki bir temel üzerinde
kurulmadığını daha önce söyledim, defalarca söyledim, Meclis kürsüsünden
de söyledim. Ne yazık ki, seçimlerde işbirliği yaptığımız,
ittifak yaptığımız, Meclise taşıdığımız Büyük Birlik Partisi,
Büyük Birlik Partisine mensup arkadaşlarımız, bu Hükümetin sadece
bazı yolsuzlukların örtülmesi amacıyla kurulan bir Hükümet olduğunu
ifade etmelerine rağmen, bunu Meclis kürsüsünden de dile getirmelerine
rağmen, alternatifi olmadığı için, alternatifini göremediklerin için
bu Hükümete kabul oyu vermek tercihinde bulunmuşlardır. Ben, Büyük
Birlik Partisinin Sayın Genel Başkanıyla, o oylamadan önce, iki defa
bir araya geldim. Bir hafta içinde iki defa bir araya geldim. Kendisine,
bu Hükümetin birden çok alternatifi olduğunu, mevcut alternatiflerin
hepsinin, bu Hükümetten çok daha şerefli alternatifler olduğunu, ülke
açısından yararlı alternatifler olduğunu söyledim. Maalesef,
kendisi, bu alternatifleri net göremediği için, bu alternatiflerin
kolay gerçekleşeceğini göremediği için, bizzat kendi ifadesiyle şaibeli
dediği bu Hükümete, kabul oyu verme tercihini yaptı. Mecliste yaptığı
konuşma, bence, siyasi ahlak açısından bir talihsizliktir. Çünkü, eğer,
sadece alternatifi olmadığı için, şaibeli bir hükümeti, bir Meclis
evet oyu vermek mecburiyetinde kalıyorsa, o zaman o Meclis, kendi içinden
şaibesiz bir Hükümet çıkaramayacağını da ikrar etmiş demektir. Eğer
bir Meclisten, şaibesiz bir Hükümet çıkmıyorsa, o Meclisin yapması
gereken şey, kendi kendini feshetmektir, kendi kendini lağvetmektir.
Ama, ben inanıyorum ki, Meclis kürsüsünde de söyledim, erken
seçim zarureti olmadan, bu Meclisten bir değil, birden fazla çıkabilecek
Hükümet modeli vardır. Refah Partili de vardır, Refah Partisiz de vardır,
Anavatan Partili de vardır, Anavatan Partisiz de vardır.
Biz, öyle mutlaka iktidar ortağı olmak uğruna, ilkelerimizden
taviz vermeyeceğimizi daha başında söyledik. Ama, ilkeli bir hükümet
kurabilecekken, ahlaki esaslara dayalı bir Hükümet kurabilecekken,
tamamen kuyudan adam çıkarmayı amaçlayan bir Hükümetin Türkiye’ye
neler getirebileceğini veya Türkiye’den neler götüreceğini hep
birlikte göreceğiz.
Değerli arkadaşlarım, her şerden bir hayır doğar. Bu Hükümeti
engellemek için elimizden geleni yaptık. Bu Hükümetin güven oyu
alamamasını sağlamak için elimizden geleni yaptık. Doğru Yol Partisi
içerisinde, ben, baştan beri bu işin kilidinin Doğru Yol Partisi içerisinde,
parti bağımlılığıyla, parti disipliniyle, siyasi kaygılarla, şahsi
beklentilerle değil, doğrudan doğruya siyasi ahlak ilkeleri doğrultusunda
oy verecek olan milletvekilleri olacağını söyledim, bu işin anahtarının
onlar olacağını söyledim. Dünkü oylamada, Doğru Yol Partisinden 15
milletvekili, bu vebalin dışında kalmıştır. Şimdi, o arkadaşlarımız,
aslında, tıpkı Anavatan Partisi Grubu gibi, bu fazilet sınavını başarıyla
geçmiş olan arkadaşlarımızdır. (Alkışlar) Bugün Türkiye’de,
bundan sonra yapılacak olan mücadelede, artık esas temel, ahlak temeli
olacaktır, fazilet temeli olacaktır. Bu mücadelede bizimle beraber
hareket eden, bu ahlaksız koalisyona ret oyu veren, kendi siyasi
geleceklerini riske eden o arkadaşlarımıza, Anavatan Partisinin kapıları
açıktır. (Alkışlar) Eğer o arkadaşlarımız, kendi siyasi
tercihlerini ayrı bir parti olarak sürdürmek yolunda kullanırlarsa,
aynı esaslarda onlarla işbirliğine, hedef birliğine de devam etmeye
hazırız. (Alkışlar)
Ama, onlarla birlikte, yarın onlara katılacak olan daha henüz o
ölçüde cesaret ortaya koyamayan, ama yarın onlara katılacak olan diğer
arkadaşlarımızla birlikte, hep birlikte, Türkiye’ye göstermemiz
gereken bir şey var; Türkiye’de, kapatacak hesabı olmayanların, Türkiye’de,
korkacak yolsuzluğu olmayan insanların, kısacası Türkiye’de,
namuslu insanların, en az namussuzlar kadar cesur olduğunu hep birlikte
milletimize göstermek durumundayız. (Şiddetli alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bugün yeni bir dönemin başladığı doğrudur,
Partimiz için yeni bir dönemin açıldığı doğrudur. Aslında, ben
siyasette hiçbir zaman öyle beyaz sayfalara inanmadım. Siyasette arkasına
bakmayanın önünü görebilmesi mümkün değildir. Yaşadığımız
olayların bize gösterdiği, bizi doğruladığı gerçekler de vardır,
bize gösterdiği yanlışlarımız da vardır. Önemli olan, ileriye
bakarken, ileriye giderken yanlışlarımızı tekrarlamamak, doğru bildiğimiz
çizgide devam etmektir.
Anavatan Partisi olarak, şimdi, yeni bir yolun başlangıcındayız,
bu yeni yol, bir süre daha mücadele etmemizi gerektirecek, muhalefet
olarak, yanlışları engellememizi bizden isteyen, bizden yanlışlara
engel olmamızı gerektiren bir yoldur. Bu yol, aynı zamanda, yeni
iktidarımıza daha hazırlıklı olarak, daha güçlü, daha tecrübeli
olarak hazırlanmamız gereken bir dönemdir.
Bu yolun başında, bütün arkadaşlarıma söyleyeceğim şudur:
Bu mücadele, öyle kerhen yapılacak bir mücadele değildir. Bu mücadele,
ancak inançla yapılacak bir mücadeledir. Öyle yorgun olan arkadaşlarımın,
bu mücadeleyi götürecek nefesi olmayan, soluğu olmayan, inancı
yetmeyen arkadaşlarımın, bu mücadelede bize fazla katkısı olamaz. Bütün
arkadaşlarımdan, önümüzdeki günlerde, yeni birtakım çağrılara
muhatap olacağını bildiğim, gelin bakın iktidar nimetleri bizde, eğer
bölgenize hizmet istiyorsanız bize gelin...
İki günlük ikbal uğruna çocuklarınıza, sizi anmaktan
utanacak bir isim bırakacaksınız. (“Bravo” sesleri, şiddetli alkışlar)
Bizim için, bu mücadeleyi yapmaya nefesi yetmez diyenler, bizi
bunun için ekabir bulanlar, önümüzdeki günlerde nasıl yanıldıklarını
hep birlikte göreceklerdir. (Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, inşallah bu hafta, İstanbul kongremizle
birlikte, Türkiye çapındaki ilk kongrelerinin tamamına yakınını
bitirmiş olacağız. Sanıyorum bu takvime göre, daha önce planladığımız
gibi, Ağustos ayı sonunda, en geç Ağustos sonunda büyük kongremizi
yapacak duruma geleceğiz. Bu mücadelede, Anavatan Partisinin nasıl bir
yeni yapı içerisinde başarılı olabileceği, geniş ölçüde önümüzdeki
bu iki aylık kongre sürecimizde belirlenecektir. Anavatan Partisinin,
hangi yapı içinde, hangi liderlikle, hangi fikirlerle, hangi kadrolarla
Türkiye’nin kaderinde daha etkili olacağına, Anavatan Partisinin
tabanını temsil eden delegeleri karar verecektir.
Bugüne kadar, hiçbir kongreyle ilgili, hiçbir il kongresiyle
ilgili benim hiçbir müdahalem söz konusu olmamıştır. Ben, bu mücadelenin,
tam demokratik olmasını, tabanımızın isteklerini tam yansıtan bir mücadele
olmasını sağlamaya çalıştım.
Şimdi, bu yeni yapılanmayla birlikte, yani parti kademelerimizde
yapılacak olan bu yeni düzenlemeyle birlikte, demin söylediğim gibi,
belki de Türkiye için şu anda, Refah Partisini aşmak için, Refah
Partisi mitini yıkmak için, bir şans olan bu Refah İktidarında,
Anavatan Partisinin geleceğini çok daha parlak görüyorum.
Sayın Erbakan’a, bugün, herhalde kendisinin de çok takdir ettiği,
çok sevdiği İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif’in bir
beytiyle cevap vermek istiyorum. Bakın, Mehmet Akif, Sayın Erbakan’a
ne diyor:
(“Bravo”
sesleri, şiddetli alkışlar) Hepinize saygılar
sunuyorum. |