ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI SAYIN MESUT YILMAZ'IN
TBMM GRUP KONUŞMASI

16 Ekim 1996

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz Grup toplantımızdan bugüne geçen bir hafta içerisinde Türkiye’nin gündeminde en ön sırada yer alan olaylar Refah Partisinin genel kongresidir. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülecek olan, biz dahil üç muhalefet partisinin verdiği dış politika ile ilgili gensoru önergesidir. Ama, bunlardan önce, ben bir hususa bir defa daha ve bu sefer asıl ilgili merciin önünde, yani sizlerin huzurunda açıklık getirmek istiyorum.

Geçtiğimiz günlerde Doğru Yol Partisinin Genel Başkanı çeşitli vesilelerle, bana atfen, bizim kendisine yeniden ortak bir hükümet kurmak üzere öneri götürdüğümüzü, bugünkü koalisyonu bozması halinde, bizimle ortak bir hükümet kurması durumunda kendisiyle ilgili soruşturma dosyalarını hasır altı etmeye hazır olduğumuzu ifade etmiştir. Hiç diplomasiye sığınmadan, açık seçik söylüyorum ki, bunlar külliyen yalandır. (Alkışlar) Bu konuda bize gelen bazı aracılar olmuştur, onlar bize bu teklifleri getirmişlerdir. Benim hepsine verdiğim cevap şu olmuştur: Biz böyle bir tutarsızlık yapamayız, ben böyle bir tutarsızlık yapamam. Yani, “Çamurun üstünde oturan bir Başbakan olmayacağım” dedikten sonra ve bunun gereğini yaptıktan sonra., şimdi yeniden hükümet olmak için çamurun üstüne oturmaya razı olamam. (Alkışlar) Ama asıl önemli olan şu: Velev ki ben buna razı olsam bile, Gruptaki arkadaşlarım buna razı olmazlar.

Ben, geçen sefer bu mesele Grubumuzda görüşülürken, sizlere çok açık bir şey söyledim, o sözlerimle hala bağlıyım, her zaman da bağlı kalacağım. Yolsuzluk meselesiyle ilgili olarak, gerek benim hakkımda gerek siyasi rakiplerimiz hakkında bu Meclis çatısına gelecek bütün iddialarda, Meclisin bu konudaki bütün denetim çalışmalarında benim arkadaşlarımdan beklediğim, her birinin kendi vicdani kanaatları doğrultusunda davranmasıdır. Bu konuda parti disiplini işlemeyecektir. Bu konuda parti disiplini işlemeyecektir. Bu konuda arkadaşlarım, bir hukukçu hassasiyeti içerisinde, kendi vicdanları doğrultusunda karar vermek durumundadırlar. Bunu, Sayın Çiller’in tamamen ucuz kahramanlık yapmaya, kamuoyunu yanıltmaya matuf bu beyanlarından sonra, huzurunuzda bir defa daha dile getirme ihtiyacını duydum. Arkadaşlarımın bu konudaki, parti olarak ve Genel Başkan olarak, tavrımızda hiçbir değişiklik olmadığını bilmelerini istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce konuşan Halit DUMANKAYA arkadaşım, çıngıraklı dosyalardan birincisini sizlere ifade etti. Hemen söyleyeyim ki, TURBAN olayı, çok somut bir olaydır. Yani, tevil götürmeyecek bir olaydır. Her şey, devletin ilgili kuruluşlarının da onayı ile belgelenmiştir. Bizim Hükümetimiz zamanında komisyon Maliye Bakanlığına başvuruda bulunmuştur. Maliye Bakanlığı sahte fatura olayını belgelemiştir. Binaealeyh, düzenlenen rapor, hiçbir tevile mahal bırakmayacak şekilde, net, açık bir rapordur. Nitekim, zannediyorum bu Meclis çatısında şimdiye kadar ender rastlanan bir olay yaşanmıştır. Bu komisyonun 9 üyesi var, bu 9 üyenin 5’i iktidar partilerine mensup üyelerdir, 4’ü de muhalefet partilerine mensup üyelerdir. Komisyon raporu, 4 üyenin oyu ile kabul edilmiştir; ama, 5 üye komisyon raporuna muhalefet edememişlerdir, muhalefet şerhi koyamamışlardır. Üstelik bir tanesi de, bizzat hakkında araştırma yapılan kuruluşun eski genel müdürüdür değil mi?.. Bu da ilk defa yaşanan bir olaydır; ama, iktidar partisi milletvekilleri toplantılara katılmamışlardır; fakat, rapora muhalefet de edememişlerdir, bunun siyasi sorumluluğunu da üstlenememişlerdir. Çünkü, her şey o kadar açık, her şey o kadar sarihtir ki, buna karşı çıkabilmek, beraberinde büyük bir siyasi sorumluluğu getirmektedir.

Ben daha önce de söyledim, TÜRBAN olayı çok net bir olaydır. Herhalde bu olay karşısında bundan sonra bu Meclisin yapması gereken, atması gereken başka adımlar da olacaktır. Halit Bey o konuların üstadıdır, herhalde onların peşini bırakmayacaktır. Bu konu yargıya da intikal ettirilmiştir, yargının da yapması gereken işlemler olacaktır. Ama, hemen huzurunuzda söyleyeyim, bizim Hükümeti bırakmamızı gerektirecek kadar önem verdiğimiz dosya olayı, yolsuzluk olayı sadece TURBAN ile sınırlı değildir, sadece TURBAN’dan ibaret değildir. Arkadaşlarımız -- Halit Bey gibi – üzerinde çalışıyorlar, çok yakında bu Meclisin huzuruna Emlak bank olayı gelecektir, Halk Bankası olayı gelecektir, daha başka olaylar gelecektir. Velhasıl, Anavatan Partisi olarak, Anavatan Partisi milletvekilleri olarak, milletin hakkını birtakım akbabalara karşı savunmak sorumluluğumuzun gereğini yapmamamızı beklememelidir. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, ben huzurunuzda özellikle Halit DUMANKAYA arkadaşımıza teşekkür ediyorum. Eğer onun bu konudaki azmi, kararlığı olmasaydı, kendisine yöneltilen tehditlere rağmen, baskılara rağmen belki rüşvet de vardır bilmiyorum bütün bunlara rağmen bu olayı sonuna kadar takip etme konusunda bu kadar kararlı davranmasaydı, herhalde bu dosya tekemmül edemezdi ve maalesef bu Meclisin el attığı birçok yolsuzluk olayları gibi, faili meçhul bir olay olarak kalırdı. Şimdi failler bellidir, bu işe göz yumanlar bellidir, ortak olanlar bellidir, bu işten menfaat sağlayanlar bellidir. Ve bakın, bu olay, sadece TURBAN’da yaşanmış bir yolsuzluk olayı değildir, bilmem kaç trilyon liraya varan bir olay değildir. Bu olay, aynı zamanda siyasi boyutu olan bir olaydır. Buradan elde edilen haksız menfaat, bir partinin finansmanında kullanılmıştır. Bu konu artık yargıya intikal ettiği için üzerinde konuşmaya daha fazla ihtiyaç görmüyorum; ama, demin dediğim gibi, bunu takip eden arkadaşlarımızın üzerinde çalıştıkları başka dosyalar vardır ve bunlar önümüzdeki günlerde de Türkiye’nin gündemine getirilecektir.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz haftanın diğer önemli bir olayı, Refah Partisinin kongresidir. Refah Partisi şu anda Hükümetin büyük ortağıdır. Hükümetin hakim ortağıdır ve Refah Partisinin kongresi, tabii ki Türkiye’de siyasi gündemde önemli bir yere sahiptir. Bizim partimiz adına Kongreyi izleyen Yılmaz KARAKOYUNLU arkadaşım biraz önce kendi tespitlerini sizlere ifade etti. Sanıyorum o tespitlerden de anlaşılacağı gibi, Kongreyi izleyen arkadaşlarımın da mutlaka fark etmiş olacakları gibi, evvela bu Kongre, Refah Partisinin ne kadar demokrat bir parti olduğunu göstermiştir. Bir kere, bu Kongreye giderken, Genel Merkez beğenmediği bütün il kongrelerini feshetmiştir. Zannediyorum 9 tane il teşkilatını feshetmiştir. Bırakınız Genel Başkanlığa, merkez karar Yönetim Kuruluna dahi Refah Partisi delegeleri kendi iradeleriyle aday olamamışlardır. Kimlerin nereye aday olacağını imamet esasına göre Sayın erbakan belirlemiştir.

Seçilen yönetim kadrosunda bir tane hanım yoktur. Bir tane bile hanim yönetici Kongrede seçilmemiştir. Ve Sayın Erbakan, konuşmasında birtakım uydurma üye sayıları vererek, Refah Partisinin şu anda bilmem kaç milyona ulaştığını, önümüzdeki yıllarda bilmem kaç milyona ulaşacağını, dolayısıyla bundan sonra iktidarı artık milletten değil, doğrudan noterden alacaklarını söylemiştir. Değerli arkadaşlarım, bu kongrenin ortaya koyduğu bir başka gerçek, Sayın Erbakan’ın yani şu anki Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının ne kadar vizyonsuz bir lider olduğudur. Sayın Erbakan’ın konuşmasının muhtevası bomboştur. Bu, sadece benim kanaatim değildir, bütün kongreyi izleyen basın mensuplarının da ortak kanaatidir. Bu konuşma bir Başbakan konuşması değildir, bu konuşma ülkesine ufuk çizen bir liderin konuşması değildir. Bu konuşma, olsa olsa, Sayın Yılmaz KARAKOYUNLU’nun da ifade ettiği gibi, kendi icraatını anlatmak durumunda olan bir mütevazı belediye başkanının konuşmasıdır. İki saatlik konuşmasının aşağı yukarı yarısını, geçmişten hatıralarını naklederek geçmiştir. Geri kalanında da belediyelerin icraatını anlatmış ve bol bol bize saldırmıştır.

Biliyorsunuz, sayın Erbakan Afrika gezisinden dönerken, havaalanında millete bir müjde vermişti, bütün bu Afrika gezisinin en önemli sonucu olarak, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında Nijerya Milli Takımı ile Türk Milli Takımının maç yapacağını müjdelemişti. Ama sonra anlaşıldı ki, o beyanı da yanlıştır ; çünkü, o tarihte Nijerya’nın başka bir maçı vardır, Futbol Federasyonu Başkanı çıktı Başbakan’ı yalanladı, “Bu mümkün değil” dedi.

Şimdi, aynı şekilde bu kongrede de sayın Erbakan, bize başka bir müjde vermiştir, o da Ankara’da Gölbaşı’nda 130 metrelik bir fıskiyenin yapılacağıdır. Bu konuşmada Sayın Erbakan’ın mega proje olarak, dev proje olarak söylediği şeylerden bir tanesi, 1992 yılında Sayın Demirel’in o zaman gündeme getirdiği İstanbul - Ankara arasındaki hızlı tren projesidir. Biz o zamanda bu projeye karşı çıktık; çünkü, bu proje o zaman ki değerlerle -bize ifade edildiğine göre -6-7 milyar dolar yatırım gerektiren bir projedir.

Türkiye’nin ulaşım öncelikleri açısından önceliği olan bir proje değildir. Türkiye’de bu gün demiryolu alanında öncelik taşıyan başka güzergahlar olabilir, hatta İstanbul-Ankara hattının modernizasyonu, burada mevcut sistemin daha hızlandırılmasını sağlayacak yatırımlar gündeme gelebilir; ama, tamamen gösteriş amaçlı, ekonomik verimliliği fevkalade kuşkulu olan bir alana 6-7 milyar dolarlık bir yatırım yapmak şu anda Türkiye açısından akıllı bir hareket değildir. Biz bunu o zaman da söyledik. Nitekim, sayın Demirel kendisi hükümette iken bu projeyi başlatamadı. Ondan sonra gelen Sayın Çiller’de bu projeyi rafa kaldırdı.

Şimdi, Sayın Erbakan, kendi Başbakanlığında, milletin gözünü boyayacak bir proje aramış, sonunda bu projeyi raftan indirmiştir. Ama sadece bununla da kalmamıştır, bir de Konya ile Ankara arasında bir hızlı tren projesi gerçekleştirileceğini ifade etmiştir.

Şimdi, bize düşen bir şey var, Sayın Erbakan bunları partisinin kongresinde kamuoyuna, Türk Milletine söylediğine göre, bir kere 1997 bütçesine bakmamız lazım, bu iki proje için kaç para koydular. Yani, İstanbul - Ankara hızlı treniyle Konya - Ankara hızlı trenine acaba 1997 bütçesinde kaç para ödenek ayrılmıştır, buna bakmamız lazım. İkincisi, bu bütçenin bir denk bütçe olacağını söylüyor Sayın Erbakan. Böyle bir denk bütçede, devletin çok daha acil yatırımlarını, yani enerji krizine dörtnala ilerlemekte olan bir Türkiye’de, enerji yatırımlarının tamamlanması için dahi kaynak bulmakta zorluk çeken bir Türkiye’nin, bu tür gösteriş yatırımlarına nasıl kaynak ayıracağı da ayrı bir sual konusudur.

Değerli arkadaşlarım, millete hızlı tren hiç gereği olmayan, şu anda önceliği olmayan hızlı tren müjdesini veren Sayın Erbakan, işbaşına geldikten sonra, Gaziantep’i Şanlıurfa’ya bağlayacak olan GAP Bölgesini Akdeniz’e bağlayacak olan otoyol projesi bizim zamanımızda hazırlandığı halde, programa alındığı halde bunu programdan çıkarmıştır. Eğer Türkiye’de bir ulaşım önceliği olacaksa, bu GAP bölgesini dünyaya bağlayacak olan bu otoyolun tamamlanmasıdır. Biz, birinci önceliği bu otoyola vermiştik, Mehmet Bey bilir, projesi hazırlanmıştı, ihaleye çıktınız, ihaleye durdurdular... Yani, Şanlıurfa ile Gaziantep arasında 125 kilometrelik bir otoyolu programdan çıkarıyorlar; bütün GAP bölgesini dünyaya bağlayacak bir otoyolun ihalesi açıldığı halde durduruyorlar, ondan sonra hiçbir hazırlığı olmayan, projesi olmayan, yeni hızlı tren projelerini ortaya getiriyorlar. Bunun ciddiyetle alakası yoktur.

Türkiye’nin bugün diğer önemli bir projesi, Ankara’yı Pozantı’ya bağlayacak olan bir projedir. Kulu’ya kadar olan kısmını ihaleye çıkmıştınız, onu da iptal ettiler. Kulu-Pozantı arası çalışmasını da durdurdular. Yani, şu anda otoyol namına bu hükümet hiçbir şey yapmamaktadır. Halbuki, Türkiye’nin -daha önce de söyledim- en önemli ulaşım projesi üç tanedir. Bir tanesi Şanlıurfa-Gaziantep arasıdır, hatta daha sonra da Şanlıurfa’yı Diyarbakır’a bağlamak gerekir. İkincisi Ankara’yı Pozantı’ya bağlamak gerekir. Üçüncüsü de, İstanbul’u İzmir’e bağlamak gerekir. Bu üçü yapılmadıkça, bizim başlattığımız otoyol hamlesi amacına ulaşmayacaktır. Yani, sistem bir bütünlük kazanmamış olacaktır. Maalesef, sırf bu işin patenti ANAP’a aittir diye, bu işi ANAP başlatmıştır diye, Türkiye açısından hayati önem taşıyan ve Türkiye’nin şu ana kadar otoyol alanında yaptığı milyarlarca dolarlık yatırımın verimliliğini sağlayacak olan bu yatırımlar, bu Hükümet tarafından gündemden çıkarılmıştır. Onun yerine, bu saçma sapan hızlı tren projeleri getirilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Erbakan, 100 günlük Hükümet dönemine ilişkin olarak, bu Hükümetin kültür alanında, bizim çok önem verdiğimiz kültür alanındaki tek icraatı olarak , Kongre konuşmasında İstanbul’daki Hıdiv Kasrı’nın halkın istifadesine açılmasını söylemiştir. Çünkü, 100 günde bu alanda yaptıkları hiçbir icraat yoktur. 100 gün içerisinde yaptıkları bir tane özelleştirme örneği gösterememiştir. Yani,biz şu işletmeyi, şu kuruluşu özelleştirdik diyebileceği tek örnek verememiştir. Buna mukabil, hiç değinmediği hususlar vardır. Başbakan olduktan sonra çiftçilere vaat ettiği , sonra yerine getirmediği Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine olan tarım kredi faizlerinin affı meselesini hiç gündeme getirmemiştir, hiç ondan bahsetmemiştir. Yapılmayacağını söylediği halde, her hafta yapılan zamlardan hiç bahsetmemiştir.

Bu 100 günlük dönemde, yeni başlatılan bu hükümetin başlattığı bir tane yatırım söyleyememiştir. Güneydoğu sorununa tek kelimeyle dahi değinmemiştir. Sayın Erbakan için Güneydoğu meselesi yoktur. Muhalefette iken en önemli mesele odur, iktidarda iken böyle bir mesele yoktur.

İsrail’le yaptığı iki anlaşmadan hiç bahsetmemiştir. Buna mukabil, konuşmasında bol bol belediyelerin icraatına örnekler vermiştir. Bu arada söylediği şeylerin çoğu hilafı hakikattir. Mesela, Konya Belediyesi’nin Japon’lar tarafından dünyanın en başarılı belediyesi seçildiğini söylemiştir. Konya İl Başkanımız çok sinirlenmiş, bana bir dosya gönderdi, Japon’lar Konya’yı örnek seçti diye Refah Partisi’nin dağıttığı broşürler de yer alan metni tercüme ettirmişler, o metin başarılı belediye seçimi değil, sadece Japonya’daki bir toplantıya katıldığı için teşekkür mektubudur.

Ondan sonra, toplu taşımacılık alanında Konya Belediyesi şimdiye kadar hiçbir belediyenin Türkiye’de yapmadığı büyük hizmeti yapmıştır. Raylı sistemi gerçekleştirmiştir diye Sayın Erbakan övünmüştür. Orada da bana şunu gönderdiler,1989 senesindeki Refah Partisi’nin seçim bildirgelerini gönderdiler. Bakın orada neler diyor: “Biz Refah Partisi olarak eğer Konya Belediyesi’ni kazanırsak, bu hurda sistemi iptal edeceğiz, onun yerine Konya’ya metro yapacağız” Bu sistemin yüzde 80’i 1989 yılında Anavatan Belediyesi tarafından tamamlanmıştı. Biz yüzde 80’i tamamlanmış olarak Refah Partisi’ne devrettik, onlar bunu beğenmediler, “ Bu sistem eski, hurdadır” dediler, “Biz gelirsek bunu iptal edeceğiz, bunun yerine metro yapacağız” diye seçim beyannamesinde vaat ettiler, şimdi bizim yüzde 80’ini yaptığımız raylı sistemi, Erbakan övünme vesilesi olarak gündeme getirmektedir.

Daha başka vaatleri vardı değil mi, onların hiçbirini de yapmadılar. Arıtma sistemini kuracaklar, doğal gazı getireceklerdi...

Şimdi değerli arkadaşlarım, bütün bunlardan ortaya çıkan bir gerçek, Refah Partisi’nin iktidara hazırlık konusunda ne kadar hazırlıksız olduğunu, iktidara ne kadar hazırlıksız geldiğidir.

Sayın Erbakan, biraz önce Sayın Karakoyunlu’nun da söylediği gibi, konuşmasında, sadece Anavatan Partisi’ni eleştirmiştir. Bu da, Sayın Erbakan’ın karşısında rakip olarak kimi gördüğünü, kimden çekindiğini, yolunda kimi engel gördüğünü ortaya koymaktadır. Ben bundan üç sene önce söyledim, Türkiye’de bundan sonra siyasi mücadele, Anavatan Partisi ile Refah Partisi arasında olacaktır. Sol treni kaçırmıştır, şimdi ne kadar trenin arkasından bağırsalar boşunadır. Çünkü sol, dünyada ki gelişmeyi kavramakta gecikmiştir. Anavatan Partisi’nin 80’lerde doğru olarak teşhis ettiği gelişmeleri, her şey olup bittikten sonra, Rusya’da Komünizm yıkıldıktan sonra, demirperde kalktıktan sonra ancak anlamışlardır. Bu gelişmeyi telafi etmeleri mümkün değildir. Türkiye’nin önümüzdeki 10 yıllık döneminde sol partilerin iktidarı yoktur.

Doğru Yol Partisi, geçmişte karşı çıktığı fikirleri, Anavatan Partisi gündeme getirdiği zaman, Anavatan Partisi toplumun önüne getirdiği zaman karşı çıktığı fikirleri, daha sonra taklit etmenin, onları savunmanın çabası içine girmiştir. İnandırıcı olamamıştır. En son bu hükümetin ortaklığına, daha doğrusu bu Hükümet içinde rehine olmaya razı olarak, siyasi geleceğini tümüyle inkar etmiştir. Bundan sonra Türkiye’nin geleceğinde iki tane siyasi parti vardır: Bir tanesi Anavatan Partisi’dir, bir tanesi Refah Partisi’dir. Seçim sistemi ister değişsin, ister değişmesin, seçim sistemi ister iki turlu olsun, ister tek turlu olsun, bundan sonra ki bütün seçimlerde millet iradesi, bu iki temel partiye göre ayrışacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Erbakan, Rahmetli Turgut ÖZAL’ın bile aslında Refah’lı olduğunu ve Anavatan Partisi’nin önünde sonunda kendilerine iltihak edeceğini söyledi. Sayın Erbakan’ın bu konuda söyledikleri de, diğer alanlarda söylediği hayallerinden pek farklı değildir. Ama Rahmetli Özal’ın Erbakan için söylediği bir söz var: Güneş TANER arkadaşım da vardı, ben de vardım, bizzat şahit olduk. Rahmetli Özal, Sayın Erbakan için “bir tahtası eksiktir” demişti, bizim yanımızda söylemiştir. (Alkışlar)

Sayın Erbakan’ın hayal dünyasında yaşadığını, kendi kurduğu hayallere, kendisinin de inandığını söylemişti. Ben daha sonra, Sayın Erbakan’la hükümet görüşmeleri yaparken, bu teşhisin yüzde yüz doğru olduğunu, kendim, bizzat tespit ettim. Ama , bana Sayın Erbakan’la ortak icraatta bulunmuş olan kişiler, aynı tespitleri, Sayın Özal’ın zamanında bize ifade etmiş olduğu tespitleri tekrarlamışlardır; hatta aynı kelimelerle tekrarlamışlardır.

Şimdi, bu kadar önemli insanların, ülke yönetiminde sorumluluk üstlenmiş olan bu kadar insanın, hepsinin birden yanılması düşünülemez. Onun için bu tespitlerde, gerçek payı olduğunu, hiç kimsenin göz ardı etmemesi lazım.

Sayın Erbakan, hızını alamamıştır, Anavatan Partisi’nin kimliği olmadığını ileri sürmüştür. Ben, Sayın Erbakan’ın yerinde olsam, şu ara kimlik meselesini hiç dile getirmezdim. Çünkü, biraz önce Yılmaz Bey’inde söylediği gibi, bir Bedevi Diktatörün huzurunda Türkiye’yi savunmak cesaretini gösteremeyen birisi, hiç bir şekilde şahsiyetten, haysiyetten söz edemez. (Alkışlar)

Burada, geçen hafta da söyledim, milli haysiyetimizin savunulmasında, şimdiye kadar Türkiye’de gelmiş geçmiş hiç bir Başbakan, Erbakan kadar kişiliksiz davranmamıştır.(Alkışlar)

Şimdi kongre de yaptığı, aslında bu hezeyanlarını, bu ayıbını örtme telaşındandır. Belli ki, bizi kimlik sorunuyla suçlayan Sayın Erbakan, asıl kimlik sorununu kendi partisinde yaşamaktadır. Kendi partisine yeni bir kimlik aramaktadır ve bu arada, bulabildiği tek şey de, bizi taklit etmekten, Anavatan Partisini taklit etmekten öteye geçememektedir. Böylece, bizim seçmenimizi çalabileceğini ummaktadır.

Konuşmasında, uzun uzun, kendisinin ne kadar laik olduğunu, ne kadar Atatürk’çü olduğunu, ne kadar Cumhuriyet’ci olduğunu anlatmıştır. Ama, takiyye yaparken bile ayakları dolaşmıştır. Haremlik-Selamlık diye ayırdıkları o kongreyi temsilen, Anıt Kabir’e heyet göndermeyi dahi unutmuşlardır.

Değerli arkadaşlarım, bu gün mecliste görüşülecek olan gensoru önergemiz, sadece Libya seyahatini hedef alan, sadece bu seyahat sırasında yaşanan rezaletleri Meclis gündemine taşımayı amaçlayan bir gensoru değildir. Bu gensorumuz, aynı zamanda, bu hükümetin 100 günlük icraat döneminde, Türk dış politikasının nereye sürüklenmek istendiğinin de sorgulanmasını amaçlayan bir önergedir. 54. Hükümetin, yani şu anki Doğru Yol Partisi-Refah Partisi Koalisyon Hükümetinin Programında, dış politika olarak, dış politika bahsinde, birinci hedef olarak, şahsiyetli dış politika izlenmesi zikredilmiştir: Yani, bu hükümetin dış politikadaki birinci hedefi, dış politikaya şahsiyet kazandırmaktır. Ama, bu Hükümetin 100 günlük icraatı içerisinde,yaşanan hadiseler, Hükümetin hedef aldığı şahsiyetli dış politikaya taban tabana zıt düşen gelişmelerdir.

Sadece bizim tarihimizde değil, bütün Dünya diplomasi tarihinde, bir ülkenin Başbakanı, başka bir ülkeyi ziyaret ederken, henüz daha o ülkedeyken, o ülkenin dışişleri bakanlığı, Başbakanın ziyaret ettiği ülkeye resmi tepki göstermemiştir. Bu ilk defa Libya ziyareti sırasında yaşanmıştır. Sayın Erbakan, Libya’dayken, Kaddafi ile görüşmeler yaparken, Türk Dışişleri Bakanlığı, bir açıklamayla Kaddafi’nin beyanlarını kınamış ve oradaki büyükelçiyi, daha Erbakan’ın ziyareti tamamlanmadan, protesto olarak geri çekmiştir.

Şimdi, bugün, bu gensoru görüşmelerinde herhalde gündeme gelecek,gündeme gelmesi gereken en önemli noktalardan birisidir, Hükümetin Başbakanı, Libya’yı ziyaret eden kişi, bu ziyaretin çok başarılı geçtiğini söylemektedir. Ziyaretinin sonunda da, Kaddafi’ye teşekkür etmektedir. Ama, aynı ülkenin, aynı hükümetin Dışişleri Bakanlığı, Kaddafi’nin beyanları nedeniyle, protesto amacıyla büyükelçiyi geri çekmektedir. Sadece aralarındaki kopukluk anlamında değil, birbirlerinden haberleri olmamaları, birbirlerine danışmamaları anlamında değil, aynı zamanda büyükelçinin geri çekilmesi gibi bir kararın Başbakanın bilgisi dışında, Başbakanın haberi dışında olduğunun da, bu olayla ortaya konulması lazım.

Nihayet, bu Hükümet, maalesef, dış politika alanında, Yüce Meclisi defalarca aldatmıştır. Gerçek dışı beyanlarda bulunmuştur; sorumlu olduğu Meclise karşı, gerçeğe uymayan beyanlarda bulunmuştur. Sadece Meclise değil, kamuoyuna karşı. Bunları, bugün hatırlatacağım. Bir tanesi Çekiç Güç’le ilgilidir. Refah Partisi geçmişte Çekiç Güç’e işgal ordusu demişti, her sefer karşı çıkmıştı filan onlar malumdur. Ama, Refah Partisi Hükümeti, Çekiç Güç’ün süresini beş ay uzatma talebiyle Meclise geldiği zaman, bu Meclise iki şey söylemiştir: Birincisi, Çekiç Güç’ün uzatılması halinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin, 3 Fırkateyn’in ve 50 tane Kobra helikopterin Türkiye’ye satışını onaylayacağını söylemiştir. İkinci olarak da, Irak’la, petrol karşılığında ticaret yapılması hususunda Türkiye’ye imkan sağlanacağını söylemiştir. Bu ikisi de gerçek dışıdır ve Hükümet bunun gerçeğe uygun olmadığını bile bile bunları Meclise söylemiştir. Çünkü, Amerika Birleşik Devletleri, daha 26 Temmuz’da, Kobra helikopterlerinin satışı için herhangi bir kararı olmadığını, Türkiye’ye, resmen, yazılı olarak bildirmiştir ve Türkiye’nin, Irak’la , petrol karşılığı ticaret yapmak için Birleşmiş Milletler’e yaptığı müracaat, Birleşmiş Milletler tarafından, gündeme dahi alınmadan bekletilmiştir, işleme dahi konulmamıştır. Hükümet, olmayan bu şeyleri, hatta., tersi kendisine bildirilmiş olan bu hususları, sanki olacakmış gibi, sırf Çekiç Güç’ü Meclisten geçirebilmek için , Mecliste hilafı hakikat olar beyan etmiştir.

Sayın Erbakan, 11 Ekim tarihinde, Sabah Gazetesine verdiği bir demeçte, Alman Başbakanının, üç aydan beri kendisini resmen ülkesine davet ettiğini, fakat kendisinin Asya ve Afrika’daki Müslüman ülkelere ziyaretleri dolayısıyla bu davete icabet edemediğini söylemiştir. Oysaki, Sayın Erbakan’ın bu demecinden bir ay kadar önce, Ağustos ayı içerisinde, Alman Büyükelçisi, Dışişleri Bakanı’na, resmen, Almanya’nın şu anda Türkiye’den bir Başbakan ziyaretini gündeme almayacağını bildirmiştir. Sayın Erbakan’ın bu demeci üzerine de, Alman Dışişleri Bakanlığı yeniden açıklama yapmıştır.

Yani, mesele sadece çıngıraklı dosyalardan ibaret değildir, bir de çıngıraklı yalanlar vardır: bu yalanlar, maalesef, Meclise karşı söylenmiştir. Bugün, bunların, bu Hükümetten sorulması günüdür.

Değerli arkadaşlarım, bu gensoruda Hükümet düşer mi, düşmez mi; amacına ulaşır mı, ulaşmaz mı, bunlar, hepsi aslında ikinci derecede önemlidir. Birinci derecede önemli olan husus, bizzat bu Hükümete vücut veren, bu Hükümete destek veren, bu Hükümete güvenoyu verenlerin, 100 günde yaşanan ve vaat edildiği halde yaşanmayan gelişmeler karşısında, bunun sorumluluğunu hissetmeye başlamalarıdır. Ben inanıyorum ki, bu gensoru, nihai amacına ulaşmasa dahi, bu sorumluluğun hissedilmesinde önemli bir katkı sağlayacaktır ve bunun arkası mutlaka gelecektir. Bunun arkasında, daha bu Hükümetin icraatını sorgulayacağımız, sorumluluğunu ortaya koyacağımız daha bir çok girişimimiz vardır. Bu konudaki hazırlıklarımız da sürmektedir. Ama, dış politika meselesine öncelik vermemizin nedeni, dış politikada yapılan hataların, dış politikada uygulanan yanlış politikaların telafisinin, diğer bütün alanlardan daha güç olmasıdır. Ekonomide yapılan yanlışlıkları telafi etmek, belli bir zaman içerisinde mümkün olabilir, bunlardan hesap sormak, telafi etmek mümkün olabilir; ama, dış politika alanında yapılmak istenen, geçen hafta daha detaylı olarak sizlere ifade ettiğim bu yanlışların telafisi, iktidara kim gelirse gelsin, maalesef kısa sürede mümkün olmayacaktır ve bundan sonra işbaşına gelen Hükümet, bizim bıraktığımız Türkiye’den, çok daha fazla itibar kaybetmiş bir Türkiye’yi devralmak zorunda kalacaktır. Belki , bizim bıraktığımız Türkiye’nin konumuna getirebilmek, aynı itibar düzeyine Türkiye’yi yükseltebilmek, yıllarca süren çabaların sonucu olabilecektir.

Bugün, yine, sormamız gereken bir şey daha var; kamuoyundaki bu laf kalabalığı arasında güme gitme tehlikesi olan, Sayın Erbakan’ın ısrarla açıklık getirmekten kaçındığı bir husus var; Libya’da bir teşekkül var, İslam’a Çağrı Teşkilatı. Bu İslam’a Çağrı Teşkilatı, Libya hükümetinin resmen finanse ettiği bir kuruluş. Bu kuruluş, bütün dünyada, bir örgütlenmeye gitmiştir ve her ülkede, o teşkilatın hizmetinde olan, daha doğrusu o teşkilatın oluşturduğu Uluslararası İslam Halk komutanlığı diye bir kuruluşa üye olan komutanlar söz konusudur. Sayın Erbakan’ın ziyaretinden bir gün önceki Libya’nın resmi gazetesi, yarı resmi organı, hükümet güdümündeki basın organı Esşems Gazetesine göre,

Sayın Erbakan da Kaddafi’nin liderliğindeki o uluslararası İslam Halk Komutanlığının bir üyesidir ve o gazete, Sayın Erbakan’a biz sizi Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı olarak karşılamıyoruz biz sizi İslam Komutanlığının bir üyesi olarak kabul ediyoruz. Demiştir. Sayın Erbakan’ın Kaddafi ile yaptığı görüşmede, Kaddafi, aynı şekilde Sayın Erbakan’a hitap etmiştir, siz burada, İslam Halk Komutanlığının üyesi olarak bulunuyorsunuz demiştir. Tercüman bunu tercüme etmemiştir.

Bu, İslama Çağrı Teşkilatının, bütün ülkelerde, özellikle bütün islam ülkelerinde sefaretlerde kültür ataşesi olarak çalışan temsilcileri görev yapmaktadır. Türkiye’de daha önce görev yapmış olan kişi, Harabi isimli kişi, 1989 yılında, işte o çeki tevdi eden, Refah Partisine çeki veren kişidir. Aynı kişi, Erbakan’ın seyahatinden bir hafta önce, Devlet Bakanının arabuluculuğuyla, büyükelçiliğin vizesiyle Türkiye’ye gelip, Erbakan’la Libya seyahatinin hazırlığını görüşen kişidir.

Şimdi, ortaya konulan bu gelişmeler karşısında, Sayın Erbakan’ın, bugün Meclis kürsüsüne çıkıp, sadece bizim gensorumuzla ilgili olarak değil, sadece biçim gensorumuzu cevaplamak amacıyla değil, kamuoyunun kafasını uzun zamandan beri kurcalayan bu ve diğer bütün sorulara cevap vermesi gerekir. Orada, Türkiye Cumhuriyetini savunmaktan sarfınazar ettiğine göre, Sayın Dışişleri Bakanına dahi rahatsızlık verecek, kendi elinde rehine durumda olan Dışişleri Bakanını dahi rahatsız edecek ölçüde pasif davrandığına göre, bunun acaba neden kaynaklandığını, hangi nedenden kaynaklandığını, yoksa hakikaten Kaddafi ile arasında böyle bir alt üst ilişkisi mi olduğunu, yoksa hakikaten Libya’ya karşı zamanında, 1989’da Refah Partisine yapılan o para yardımlarının mı diyet borcunu ödeyip ödemediğini Meclis kürsüsünden açıklamak zorundadır. Bu gensoru, bu hükümeti bugün düşürmese bile, hiç olmazsa bu soruların açıklığa kavuşmasına hizmet edecektir ve bu sorular açıklığa kavuştukça, artık bu hükümetin, bu hazırlıksız, bu ehliyetsiz, bu perişan kadronun daha fazla Türkiye’yi idare etmeye hakkı olmadığı, bu meclisin daha büyük bir kısmında makes bulabilecektir.

Ben, bu anlayış içerisinde, arkadaşlarımın bugünkü gensoru görüşmelerini, baştan sona yakından izlemelerini, önümüzdeki günlerde gerekirse veya sıra gelirse genel görüşme şeklinde yeniden öne getireceği, meclisin gündemine getireceğimiz dış politika konusunun bu hükümetin Türkiye’ye en fazla zarar verebileceği, en zayıf alanlarından biri olduğunu bilerek, bu konuyu gerektiği şekilde takip etmelerini rica ediyorum.

Burada, geçen hafta aldığımız karar doğrultusunda, gensoruyu hemen grup toplantımızın akabinde meclis başkanına verdik. Şimdi, arkadaşlarımızdan, eğer bu gensoruyla ilgili bir grup kararı alma talebi gelirse, bunu da işleme koymasını grup başkan vekili arkadaşımızdan rica ediyorum.

Önümüzdeki günlerde, hem şu mahalli seçim çalışmaları, hem genel merkezde düzenlediğimiz teşkilata yönelik parti çalışmaları yanında, meclis gündeminin Türkiye açısından taşıdığı önemi dikkate alarak, arkadaşlarımın meclise mutlaka devam etmelerini rica ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)