ANAP
GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ'IN ANAP TBMM GRUP KONUŞMASI
6
Kasım 1996
Değerli
arkadaşlarım, değerli partili misafir arkadaşlarım; evvela,
biraz önce Refah Partisinden ayrılarak partimize katılan değerli
arkadaşlarımıza Anavatan camiasına hoş geldiniz diyorum.
Bu
grup toplantısında ilk konuşmayı yapan Işın Çelebi arkadaşımın
da söylediği gibi, bugün hem Anavatan Partisi’nin ilk defa
iktidara gelişinin 13 üncü yıldönümüdür hem de Meclisimiz
açısından yasama döneminin en önemli faaliyeti olan bütçe
kanun tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmeye
başlandığı gündür.
Ben
geçen toplantımızda, Hükümet tarafından Meclise sunulan bütçe
tasarısıyla ilgili arkadaşlarımızla yaptığımız ortak değerlendirmeyi
sizlerle paylaştım. Işın Çelebi arkadaşım bugün o konuda
size daha detaylı bilgi verdi. Tekraren söylüyorum ki,
Koalisyon Hükümeti tarafından Meclise denk bütçe adıyla
getirilen bu belge, bu doküman başlı başına bir densizlik örneğidir.
Bakın, bu bütçede 1997 yılında enflasyonun yüzde 65 olacağı
öngörülmüştür. Yani, 1997 yılı deflatörü yüzde 65
olarak tespit edilmiştir. Buna mukabil, 1997 yılı içinde memur
ve emeklilere ayrılan personel ödeneklerindeki artış hesap
edilirse, devlete hiç yeni memur alınmadığı takdirde, memura
ve emekliye ancak yüzde 53 oranında bir maaş artışı sağlanabilecektir.
İlk 6 ay için yüzde 30 olarak zaten açıklanmıştır.
Biliyorsunuz, önce eşel mobil sistemi uygulanacağı söylenmişti,
bu gerçekleşmedi. Sonunda
bu hükümet 6 ay için yüzde 30 bir katsayı artışı açıklanmıştır.
Yani, yüzde 65 enflasyonu öngörürken, enflasyona ezdirilmeyeceği
vaat edilen memurlara, emeklilere öngörülen maaş artışı yüzde
53’tür. Bu enflasyon tahmininin gerçekleşmeyeceğini hepimiz
çok iyi biliyoruz. Enflasyonu 1997 yılında belki iki haneli
rakamda tutmanın bile fevkalade güç olacağını biliyoruz;
ama, bir an için u aşırı iyimser tahminin, bu hayalci tahminin
gerçekleştiğini düşünsek dahi, bu Hükümetin memuruna,
emeklisine ayırdığı ödenek, enflasyonun altındadır.
Peki,
bu Hükümetin Sayın Erbakan’ın muhalefette iken devamlı yakındığı,
yüklendiği, suçladığı o rantiyeci kesimine 1997 bütçesinde
öngördüğü gelir nedir? Daha iki hafta önce ihale yapılmıştır;
Hazine 1 yıllık tahvil çıkarmıştır, yüzde 122 bileşik
faizle, yüzde 122 rantiyecilere faiz ödemeyi devlet tekeffül
etmiştir. Dün 9 aylık yeni bir ihale yapıldı. Bileşik faiz
olarak onun nispeti de yüzde 118’e geliyor. Yani, bunun Türkçesi
şudur: Bu Hükümet rantiyecilere karşı olduğunu iddia eden bu
Hükümet, rantiyecilere yıllık yüzde 120 vermektedir. Kendi
memuruna ise yüzde 53 vermektedir. Adil düzenin adaleti
rantiyeciler ve emekçiler için işte böyle işlemektedir.
Değerli
arkadaşlarım, burada da ifade edildiği gibi, geçen toplantıda
da söylediğim gibi, biraz önce Işın Çelebi arkadaşımın da
söylediği gibi, bütçe, gerek Komisyonda gerekse Genel
Kuruldaki görüşmeleri itibarıyla bizim farklı önerilerimizi,
diğer partilerden farklı yaklaşımlarımızı ortaya koyacağımız,
halkımızın bütün kesimlerine mesaj verebileceğimiz, maalesef
ürettiğimiz halde pazarlamakta zorluk çektiğimiz görüşlerimizi,
programımızı halka ulaştırmamıza önemli ölçüde yardımcı
olabilecek bir vesiledir. Bunu parti olarak en iyi şekilde değerlendirmemiz
lazım. Grup başkanlığımız bu konuda bir çalışma yapmıştır.
Biliyorsunuz, Plan ve Bütçe Komisyonunda, sadece Komisyon üyeleri
değil, bütün milletvekilleri katılma ve söz alma hakkına
sahiptirler. Bütün milletvekili arkadaşlarımdan, bu 1997 bütçesinin
Komisyondaki görüşmelerine, imkanları nispetinde katılmalarını
rica ediyorum. Ama, Grup Başkanvekili arkadaşlarımızın tespit
ettikleri, zannediyorum 8-9 arkadaştan oluşan Grubun mutlaka her
görüşmeye katılmasını rica ediyorum. Herhalde Grup Başkanvekilimiz
biraz sonra bilgi verecek. Dün Danışma Kurulunda varılan bir
mutabakat mucibince bu sene bütçe görüşmeleri Genel Kurulda
geçen senekinden biraz daha uzun sürecektir, geçen sene 6 gün
olan görüşme 10 güne çıkarılmıştır. Hem Genel Kurulda
Partimizin sözcülüğünü yapacak arkadaşlarımın, bu bütçeyi
didik didik etmelerini, bu bütçenin densizliğini, bu bütçenin
ciddiyetsizliğini, kamuoyuna tam olarak sergilemelerini rica
ediyorum. Bu bütçe görüşmeleri, aynı zamanda arkadaşlarımız
için, devleti daha yakından tanımalarına, devletin işleyişine
daha iyi vakıf olmalarına da yardımcı olacak bir vesiledir.
Netice itibarıyla bu Parlamentonun görüştüğü en önemli dokümandır
ve devlet idaresinde bir hükümetin sicilidir, bir hükümetin değerlendirilmesine
yarayacak en önemli belgedir. Bütün arkadaşlarımın, bir kere
bu görüşmelere tam olarak katılmalarını, mümkünse
Komisyona da katılmalarını ve sözcülük yapacak arkadaşlarımın
da bu konuda uzman arkadaşlarımızla da işbirliği yaparak, en
iyi şekilde hazırlanmalarını rica ediyorum.
Değerli
arkadaşlarım, geçtiğimiz Pazar günü Türkiye’de bir
mahalli ara seçim yapılmıştır. ben, bu seçimlerden önce de
söyledim, bu seçimlerin Türkiye açısından bir kriter kabul
edilebilmesi, bir ölçü kabul edilebilmesi mümkün değildir.
Neden mümkün değildir; çünkü, netice itibarıyla bu seçimlere
85 bin seçmen katılmıştır. Türkiye’de bugün itibarıyla
37 milyon seçmen vardır, 37 milyon seçmen içerisinde 85 bin kişinin
katıldığı seçimleri Türkiye’deki genel siyasi iradeyi
temsil eden, yansıtan seçimler olarak kabul edebilmek mümkün
değildir. Yani, Türkiye’deki toplam seçmen kitlesinin çok küçük
bir bölümünü, binde 2,7’sini temsil etmesi dışında, bu seçimler,
aynı zamanda bizim parti olarak nispeten zayıf olduğumuz
beldelerde yapılan seçimlerdir. Bu seçimlerde aldığımız oy
oranı Türkiye ortalamamızdan oldukça aşağıdadır. Kaldı
ki, iktidar faktörü, bu seçimleri bizim açımızdan daha da
olumsuz kılmaktaydı. Böyle ufak yerlerde yapılan seçimlerde
önem taşıyan adaylar itibarıyla da avantajlı olduğumuz söylenemezdi.
Seçimlerden önce yaptırdığımız bir kamuoyu araştırmasında
da, partimizin seçimlerde en önemli belde olan Osmaniye’de
oylarının fevkalade düşük olduğu, yüzde 5 küsur oranında
olduğunu tespit etmiştik.
Bu
durumda, önümüzdeki iki tercih vardı; ya Demokratik Sol
Partinin yaptığı gibi, bu seçimler demokratik seçimler değildir.
Bu seçimler, devletle partinin yarışması anlamında seçimlerdir.
Onun için biz bu seçimlere katılmayacağız diyebilirdik. Hatırlarsanız
1989 yılında Doğru Yol Partisi biz iktidarda iken aynı yola başvurmuştu,
mahalli seçimlere katılmamışlardı ve Sayın Demirel o zaman
bunu “ Devletle yarışılmaz” diye izah etmişti. Ya bunu
yapabilirdik ya da parti olarak en olumsuz şartlarda bile, yani
kendisine çok kısa vadede hiçbir şey vaat etmediğimiz halde,
işte ilçesini il yapmayı, beldesini ilçe yapmayı vaat eden,
yatırım vaat eden, kredi vaat eden, hizmet vaat eden siyasi
iktidara karşı, partimizin kemikleşmiş oylarını korumayı
amaçlayan bir tercih yapabilirdik. Ben Başkanlık Divanında
konuyu getirdim. Arkadaşlarımızın
oradaki incelemeleri, gözlemleri ışığında, yaptığımız
araştırmalar ışığında konuyu tartıştık ve en olumsuz koşullarda,
sonuç ne olursa olsun, seçime katılma kararı aldık. Çünkü,
Anavatan Partisi’nin bir geleneği vardı, Anavatan Partisi, bugüne
kadar hiçbir seçimi boykot etmemiştir. Nerede olursa olsun,
isterse tek oy alacağımızı bilsek bile, her seçime mutlaka
katılma şeklinde bir genel prensibimiz vardı, bu prensip gereği
bu seçime de katıldık.
Şimdi,
bu seçimin sonuçları itibarıyla değerlendirmesini, biraz
sonra kapalı oturumumuzda Seçim İşleri Başkanımız daha
detaylı olarak rakamlarla yapacaktır. Faktörleri de orada daha
geniş şekilde tartışacağız, irdeleyeceğiz; ama, size bir
rakam vermek istiyorum. Netice itibarıyla bu seçimin sonucu,
Anavatan Partisi’nin toplam 7 bin oy kaybetmesidir, Doğru Yol
Partisi’nin de toplam 7 bin oy kazanmasıdır. Bu da nerede olmuştur;
Osmaniye’de olmuştur. Yani, il yapılan bir yerde olmuştur.
Aynı şey, bundan önce bizim başımıza Kilis’te de gelmişti.
Bir
şeyi takdir etmemiz lazım: Siyasi rakiplerimiz, siyasi rüşvet
dağıtmakta bizden çok daha mahirdirler. Ama unutmayın ki,
bundan 5 ay önce, Haziran ayında yine böyle bir ara seçim yapıldı,
böyle 85 bin kişi katılmadı, yarım milyon insan katıldı,
orada Doğru Yol Partisi iktidarda olmasına rağmen,
yüzde 10 oy alabildi. Ve Doğru Yol Partisi, sanki hiç öyle
bir seçim olmamış gibi, yarım milyon insan sandık başına
gitmemiş gibi, o seçimi fevkalade pişkinlikle geçirebilmiştir.
Ben, bazı arkadaşlarımda, teşkilattaki, tabandaki bazı arkadaşlarımda,
bu seçimleri genelleştirmek isteyen, Türkiye’ye teşmil etmek
isteyen iktidar partilerinin oyununa geldiklerini, demoralize
olduklarını görüyorum. Buna hiçbir şekilde mahal yoktur. Bu
seçimler, hiçbir şekilde partimizin gerçek gücünü yansıtan
seçimler olamaz. Bu seçimlere bakarak partimizin oy kaybettiğini
de kabul etmek mümkün değildi. Ama, iktidar partilerinin böyle
bir iddiaları varsa, o zaman bugün Türkiye’yi en fazla zora
sokan hadise, siyasi bölünmüşlüktür, en fazla zora sokan
hadise, siyasi partilerin hiçbirinin yüzde 20’nin üzerinde
bir oy oranına sahip olmamasıdır. Eğer hakikaten oylarının
şu 12 beldeden kazandıkları 10 beldede çıktığı oranda olduğunu
düşünüyorlarsa, o zaman ben onların yerinde olsam hiç vakit
kaybetmeden erken seçim
kararı alırım. Eğer hakikaten yüzde 50 oyları varsa, o zaman
Meclise çok daha güçlü biçimde gelirler. Bu Koalisyonu çok
daha güçlü şekilde sürdürürler. Ama, kendileri de gayet iyi
bilmektedirler ki, gerçek güçleriyle bu seçimde elde ettikleri
netice arasında uçurumlar vardır. Ben, bölgelerde sorumlu
arkadaşlarımla, seçimde çalışan bölge milletvekili arkadaşlarımla
ve o seçim beldelerinde seçim çalışması yapan arkadaşlarımla
bir kısmıyla görüştüm, bir kısmıyla da bugün yarın görüşmeye
devam edeceğim. Ama, benim hepsinden aldığım- zannediyorum
kendileri de burada konuşurlarsa size teyit edeceklerdir-
izlenim, aldığım bilgi iktidar imkanlarının kullanılmasında,
tabii ki her zaman, bizim zamanımız da dahil, bizden önce de,
sonra da, iktidar imkanları her zaman, her seçimde iktidar
partileri tarafından belli ölçülerde kullanılmıştır. Ama,
bunun bu seçimler kadar, bayağı, adice, fütursuzca kullanıldığı
hiçbir seçim olmamıştır. Düşünün ki, bir Başbakan çıkmış,
“ Sizi başşehir bile yapabiliriz ” demiştir. Bir başbakan
yardımcısı çıkmış, “ Yaptım ili verin oyu” demiştir.
Son gün bir Devlet Bakanı bir beldeye gitmiş, o beldedeki bütün
ailelerin reislerini toplayıp, her birine Halk Bankasından
bilmem kaç milyar liralık kredi vaat etmiştir. Dün Adıyaman
İl Başkanımız bana geldi, Adıyaman’da son günü alenen
para dağıtıldığını tespit ettiklerini söyledi.
Şimdi,
en adi şekilde yapılmıştır; ama, bütün bunları söylerken
bu seçimin önemini küçümsediğim için söylemiyorum. Parti
olarak bize düşen, şartlar ne kadar olumsuz da olsa, iktidar
imkanları ne kadar kullanılmış da olsa, devlet ne kadar bu seçim
için istismar edilmiş de olsa, bundan daha iyi sonuç almaktı,
hedefimiz buydu. Hedefimize ulaşmadıysak, bunun sonuçlarını
bir kere aramızda tahlil etmemiz lazım. Her seçimden sonra yaptığımız
gibi konuşmamız lazım. Burada, ben Merkez Karar Yönetim
Kurulunda da bu konuyu arkadaşlarımla görüştüm, onların
tespitlerini aldım. Milletvekili arkadaşlarımızdan, özellikle
seçim çalışmasına katılan bölge milletvekili arkadaşlarımdan
bu konudaki görüşlerini bu toplantıda veya müteakip toplantıda
mutlaka dile getirmelerini rica ediyorum.
Bir
şey daha söyleyeyim; bu seçimde, gerek Genel Merkezde Başkanlık
Divanındaki arkadaşlarım gerekse bölge milletvekili arkadaşlarım
ve gerek görevlendirdiğimiz diğer partili milletvekili arkadaşlarım,
hepsi ellerinden gelen her türlü gayreti göstermişlerdir.
Hepsine teşekkür ediyorum. Netice itibarıyla aldığımız sonuç,
bize bağlı faktörlerden kaynaklanan bir sonuç değildir ve
katiyen Türkiye’yi temsil eden bir sonuç da değildir. Farz
ediniz ki seçim Osmaniye’de değil de Tunceli’de olsaydı ve
Cumhuriyet Halk Partisi o seçimden yüzde 80 oy alarak çıksaydı,
Cumhuriyet Halk Partisi’nin çıkıp da “ Benim Türkiye’deki
oyum yüzde 80 ” demesi inandırıcı olabilir miydi?...
Osmaniye, bizim Adana’daki en zayıf ilçemizdir. Bu seçimde
kullanılan oyların da yüzde 80’i Osmaniye’de kullanılmaktadır.
Aday dezavantajımız vardı, iktidar dezavantajımız vardı, teşkilatımızda
maalesef birtakım çekişmeleri tam olarak çözümleyemedik, son
anda yine bunlar partimizin aleyhine tecelli etti. Ama, bütün
gayretimize rağmen Osmaniye’de iyi netice alamadık. Şimdi,
aleyhimize olan bu faktörlerin hepsini yok sayacağız, niye iyi
netice alamadığınızı aramızda tartışacağız.
Osmaniye
dışarıda bırakılırsa, diğer yerlerde Anavatan Partisi bir
belediye ile girmişti seçime, bir belediye il çıkmıştır, oy
oranını aynen muhafaza etmiştir; Osmaniye hariç tutulursa,
1994 seçimleri itibarıyla bu yerlerdeki oy oranımız 15,3 ’ tür,
bu seçimdeki oy oranımız 15,1’ dir. Yani, oy oranımız yüzde
15 dolayında aynen kalmıştır. Dün bir televizyon programında
da söyledim, bu seçim rüşvetlerini, bize aykırı gelen bazımızı
belki iğrendiren, devletin, iktidar imkanlarının bu kadar
sorumsuzca kullanılmasına, işte bakanların Bakanlar Kurulu
toplantısı yapmak yerine, gidip Osmaniye’de karargah kurmasına,
çamurların üstüne asfalt dökülmesine, akla gelebilecek her türlü
şeyin yapılmasına bakarak, bu seçimlerin hiçbir anlam ifade
ettiğini de düşünemeyiz. Dediğim gibi bütün bu faktörleri
bir tarafa koyacağız, biz bunlara rağmen niye daha iyi bir
netice alamadığımızı da aramızda konuşacağız.
Osmaniye
hariç bırakılırsa zaten geri kalan yerlerde, dediğim gibi bir
şey yoktur. Vatandaşı da katiyen bunlardan dolayı eleştirmemiz
mümkün değildir. Yani, siyasette sadece rüşveti veren suçludur,
rüşveti alanın suçu yoktur. Siz vatandaşın yerine kendinizi
koyun, bir tarafta sizden oy isteyen ben varım, ben gidiyorum
Osmaniye’ye diyorum ki: “ Şunlara bir demokrasi dersi verin,
bunlar size bugüne kadar hizmet yapmadılar, sadece bugün işte
seçim için oy avcılığı için hizmet yapıyorlar. Bundan
sonraki vaadlerini de bundan öncekiler gibi yerine
getirmeyecekler. Millete bir demokrasi dersi verin ” diyorum
adam gidiyor diyor ki: “ Bize oy verirsen buradaki geçici işçilerin
süresini yıl sonuna kadar uzatacağız” Orman Bakanlığın
kastediyor. Adam diyor ki: “ Bize oy verirsen yolunu yapacağız,
il yaptık onun için bize borcun var.” Burada Osmaniyeli seçmeni
yadırgamamız onu eleştirmemiz mümkün değildir. Bu seçimde
seçmen, memleketin genel durumuna bakarak değil, memleket
idaresini değerlendirerek değil, sadece kendi mahalli belde
ihtiyaçlarını ön planda tutarak oy kullanmıştır. Beldesine
biraz daha hizmete gelmesini sağlamak için oy kullanmıştır.
Bundan dolayı da seçmeni eleştirmemiz, kınamamız mümkün değildir.
Değerli
arkadaşlarım bu seçimlerden önce bu seçimlerin bir referandum
olmayacağını, bu seçimlerin iktidar tarafından satın alınan
seçimler olacağını
Anavatan Partisi olarak iddia taşımadığımızı basına söyledim,
kamu oyuna söyledim ve ben seçimlerden önce şöyle bir oyun
sezdim: bugünkü hükümet, bu hükümetin ortakları, bu seçimleri
alabildiğine abartıp, sanki dünyanın en önemli seçimiymiş
gibi, Türkiye geneline teşmil edip, Anavatan Partisine karşı
ortaklaşa bir kampanya yürütmenin hazırlığı içindeydiler.
Dikkat ederseniz, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi, seçim öncesinde
ve seçimin hemen sonrasında bu konuda ortak bir dil kullanmaktadırlar.
Ortak hedefleri Anavatan Partisidir. Bugünlerde çok şansızsınız;
çünkü, ikisinden de çağrı alıyorsunuz.
Değerli
arkadaşlarım, hesap, bu seçim beldelerinde devlet imkanlarını
kullanarak iktidarın üstünlüğünü, avantajını kullanarak
Anavatan Partisi’nin kötü sonuç almasını sağlamak, ondan
sonra da Anavatan Partisine dönüp, “ Bu parti artık adam
olmaz, bu parti artık misyonunu tamamlamıştır bize gelin”
diye bizi demoralize etmektir. Ben arkadaşlarımın böyle bir
oyuna alet olacaklarına ihtimal vermiyorum. Çünkü, aslında
yapılan çağrı, siyasi nitelikte bir çağrı değildir. Yapılan
çağrı, biraz sonra anlatacağım nedenlerden dolayı aslında
bir suç ortaklığına çağrıdır. Bakın, bir bardak fırtına
koparma hesabı maalesef tutmamıştır; kendileri açısından
maalesef diyorum, tutmamıştır. Hevesleri kursaklarında kalmıştır.
Tasarladıkları oyun ayaklarına dolaşmıştır. Çünkü, seçim
günü Balıkesir’de bir trafik kazası olmuştur. Bu trafik
kazası bugüne kadar yaşanan olayların yeni bir zinciridir. Bu
trafik kazasını bir trafik kazası olarak yorumlamak mümkün değildir.
Bu kazayı tek başına bir olay olarak da yorumlamak mümkün değildir.
Bu olay, Türkiye’de üç yıldan beri bizim devamlı dile
getirdiğimiz, devletin kokuşmuşluğuna somut bir örnektir umarım
ki, dilerim ki, kapatılması, örtülmesi, ört bas edilmesi mümkün
olmayacak kadar açık bir örnektir.
Değerli
arkadaşlarım bir trafik kazası oluyor. Kazanın kurbanlarına
bakın: trafik kazasındaki koalisyon, bu hükümetin
koalisyonundan farksızdır. İçinde, devletin emniyet görevlisi
vardır. İçinde, devletin aradığı bir sanık vardır. İçinde,
bir politikacı aşiret reisi vardır. Böyle bir koalisyon, bir
kazaya uğramaktadır. Bu, bu seçim sonuçlarını abartmayı
planlayan bu seçim sonuçlarıyla Anavatan Partisini demoralize
etmeyi tasarlayan bugünkü iktidara karşı kaderin bir
cilvesidir.
Değerli
arkadaşlarım, bakın, bu olayla ilgili olarak, her halde takip
ediyorsunuz, medyada, basında, televizyonlarda her gün yeni bir
takım iddialara ortaya atılıyor. Her gün olayın daha
esrarengiz yönleri ortaya çıkıyor. Ama buradan sadece size değil
bütün milletime şunu söylemek istiyorum. Bugün Türkiye’de
üç tane güç devleti teslim almak için işbirliği halindedir.
Siyasi güç, karapara gücü ve silahlı eylem gücü birleşmişlerdir.
Hedefleri doğrudan doğruya devleti teslim almaktır. Bunlar, sanıldığından
çok daha yukarılara uzanmaktadırlar. Bu şer güçlere karşı
devleti korumada, devleti savunmada çok da avantajlı olduğumuzu
söyleyemeyiz. Çünkü, bunlara karşı mücadele etmesi gereken,
bu kirli işleri ortaya çıkarması gereken kişiler, işte görüyorsunuz
üç günden beri ya susmakta yada saçmalamaktadırlar. ( Alkışlar)
Bunlara güvenerek bu işleri ortaya çıkacağını bekleme
abesle iştigaldir.
Bakın,
biz bu hükümetimiz döneminde de bu konuda birçok ihbarlara
muhatap olduk. Hala temiz kalmış olan, devletin içerisinde bu
devletin kirlenmişliğinden, kokuşmuşluğundan acı duyan
insanlar, bu konuda bize bilgi ve belge verdiler. Biz bunlara
dayanarak soruşturma açtık. 16 Haziran 1996’ da soruşturma
emrini vermişiz. Soruşturma açılmış, söylemez çetesi diye
bir çete çıkmış. İçinde,
maalesef emniyetin elemanları var. İçinde silahlı kuvvetlerin
mensupları var, özel timin elamanları var. Bunların bir kısmı,
bu müesseselerden temizlenmiş, uzaklaştırılmış, bir kısmı
yakalanmış yargıya verilmiş, şu anda hala aranan polis şefleri
var. İki polis şefi, bu çeteyle işbirliği yapmışlar ve şu
anda firardalar. Türk devleti kendi polis şefini bulamıyor. Şu
anki durum bu. Soruşturma, aslında çok daha ileri boyutlara
varması gereken, derinleştirilmesi gereken bir soruşturma. Böyle
bir soruşturmayı Temmuz ayının başında hükümet değişikliği
ile yeni gelen hükümet kapatma çabasındadır. Nasıl yapıyor
bunu? 4 kişilik bir teftiş kurulu vermişiz; ikisi mülkiye müfettişi,
ikisi polis müfettişi. Mülkiye müfettişleri zaten içişleri
bakanlığına bağlı, polis müfettişlerinin ikisi de derinleştirilmesi
gereken böyle bir soruşturmada şimdi alınmış daire Başkanlıklarına
getirilmiştir. Ve onların şimdi kanuna göre birkaç gün içerisinde
alelacele raporlarını hazırlayıp vermeleri gerekir. Yani,
derinleştirilmesi gereken bir soruşturma, devletin üstüne
gitmesi gereken bir soruşturma, bizzat devleti yöneten kişiler
tarafından kapatılmak istenmektedir.
Tekraren
ve açık açık söylüyorum: Üstüne gitmesi gereken bir soruşturma,
bizzat devleti yöneten kişiler tarafından kapatılmak
istenmektedir.
Tekraren
ve açık açık söylüyorum, bu iş öyle örtbas edilecek bir iş
değildir; bu iş, öyle münferit bir olay da değildir. Yani,
bundan önce bilmem kaç tane yeraltı dünyasının ünlü kişisi
esrarengiz şekilde öldürülmüşse, hiçbirinin katili
bulunamamışsa, faili bulunamamışsa, aranan kişilerle onları
yakalamakla sorumlu güvenlik mensupları arasında birtakım
karanlık ilişkiler tespit edilmişse ve bu olayların içine Başbakanın
korumaları karışmışlarsa, bu konu öyle kapatılacak bir konu
değildir. Bu mesele, bu Hükümete, bu Hükümetin bakanlarına
teslim edilecek bir konu da değildir.
Dün,
belki televizyonlarda gördünüz, Ankara Cumhuriyet Eski Başsavcısı,
diyor ki, Adalet bu olayı çıkaramaz, biz savcı olarak memuruz
diyor, biz bağımsız değiliz diyor. Gazetede bakıyorsunuz, İtalya’daki
savcı diyor ki, siz bizi geçmişsiniz. Türkiye’deki rezalet,
İtalya’yı sollamış. İtalya’da bütün bir Parlamento
mahkemeye gitti, Başbakanlar şu anda hapiste. Temiz eller
operasyonuyla, bütün siyaseti yeniden ayıkladılar. Yani, İtalya’nın,
İspanya’nın, Güney Kore’nin yaptığını Türkiye’nin
yapmamasını biz kabul edemeyiz.
Değerli
arkadaşlarım, öyle hangi şartlarda kazanıldığını çok iyi
bildiğim bir ara seçim yenilgisi, beni bu mücadeleden hiçbir
şekilde yıldırmaz. (Şiddetli alkışlar) Bu konularda,
Anavatan Partisi olarak üstümüze düşen her şeyi, hiç
kimseden çekinmeden, korkmadan, sonuna kadar yapmaya mecburuz.
Bunu yapmaya kararlı olan benimle gelsin. (Şiddetli alkışlar)
Hiç kimseden korkacak hiçbir şeyimiz yoktur. Türkiye’nin beş
senede aklanmış olan tek siyasi Partisiyiz. (Alkışlar) Hiç
kimseden korkacak durumumuz yoktur; onlar bizden korkmalıdırlar.
Çünkü biz, onların korktuklarından daha fazla şey biliyoruz;
onların sandıklarından daha fazla şey biliyoruz. (Alkışlar)
Bunların hepsini zamanı geldiğinde meşru yollardan ortaya
koyacağız. Nereye uzanırsa uzansın, hepsini koyacağız; hiç
şüpheniz olmasın.
Anavatan
Partisi olarak, bir ay kadar önce, Ekim ayının 9’unda bir araştırma
önergesi verdik; devletteki çetelerle ilgili. 90. Sıraya girdi.
Dün akşam bir araştırma önergesi daha verdik, bu olayla
ilgili. Ama, dediğim gibi, bu olaylar birbirinden ayrı olaylar
değildir; bu olayların hepsi birbirine bağlıdır ve size çok
üzücü bir şey söyleyeceğim; eğer, Anavatan Partisi olarak,
10 gün daha iktidarda kalsaydık, bu çetenin uzandığı
yerlerin hepsini ortaya çıkartmış olacaktır.
Bugün,
bu belgelerin, bilgilerin çoğu elimizde mevcuttur. Müfettişlerin
elinde de mevcuttur. Şimdi, bunların üstüne gidecek bir irade
lazımdır. Korkmayacak, çekinmeyecek, kendi hesaplarıyla bunları
örtmeye çalışmayacak bir irade lazımdır.
Adalet
diyor ki, ben bunu yapamam. O zaman bu iş Meclise düşer. Bu
Meclis, şu ana kadar, TURBAN Komisyonunda -bizim arkadaşımızın,
Halit Bey’in de katkısıyla- bu konuda iyi bir sınav vermiştir.
Yani, bütün tahminlerin aksine, bütün eleştirileri haksız çıkarırcasına,
iyi bir imtihan vermiştir. TURBAN olayını, belgesiyle,
bilgisiyle hepsiyle ortaya koymuştur. Artık, olayın tevil götürecek
yönü yoktur. Geçen toplantıda söyledim, iktidar
milletvekilleri, çoğunlukta oldukları halde, rapora karşı çıkamamışlardır,
raporu reddedememişlerdir. Ha, Genel Kurulda ne yaparlar bilmem;
ama, şu ana kadar Meclis, bu araştırmayla ilgili olarak iyi bir
sınav vermiştir.
Onun
için, meclis araştırma önergesi verdik. Bu olayların, baştan
sona, bütün zinciri, o müfettişlerin düzenledikleri raporlar,
bizdeki bilgiler, şu anda konuşmayan, aslında konuşması
gereken kişilerin verecekleri ifadeler çerçevesinde, Meclis araştırmasıyla,
bir Meclis araştırma komisyonuyla açıklığa kavuşturulabileceğini
ümit ediyorum. Emin değilim; ama, ümit ediyorum.
Değerli
arkadaşlarım, eğer hakikaten Türkiye’de, suçluyu yakalamak,
kirliliği ortaya çıkarmak isteyen insanlar, suçluyla beraber işbirliği
yapıyorlarsa, kendileri o kirliliğe karışıyorlarsa, bunun üstüne
bir de siyasi güç onlarla suç ortaklığı halindeyse, kısacası
devlet bir şer ittifakı tarafından, güçlü bir şer ittifakı
tarafından teslim alınmak isteniyorsa, bunu ortaya çıkarmadan
yapacağımız bütün siyasi mücadele boşunadır. (Alkışlar)
Hiçbir şey yapamazsınız. Devlet eğer bu şekilde işgal altındaysa,
hırsızların, katillerin işgali altındaysa, hiçbir şey
yapamazsınız. (Alkışlar)
Parti
içerisinde değişiklik yaklaşımlara sahip olan arkadaşlarıma
söylüyorum, devleti bu çeteden temizlemeden hiçbir şey
yapamazsınız. Siyaset yoluyla bu millete hizmet edemezsiniz. Bütün
milletimi de uyarıyorum, herkesin dikkatini çekiyorum,
siyasetteki birinci görevimiz, bu çeteyi ortaya çıkarmaktır,
devleti temizlemektir. Ben, devleti, yalandan ve haramdan
temizleyeceğiz diye ortaya çıkmıştım. Başbakanken gördüm
ki, az söylemişim, buna ilave bir de mafya vardır, silahlı bir
eylem gücü vardır. Bunun içerisinde, devlet de vardır.
Devleti bu şaibeden temizlemeden, bu kirden temizlemeden, bu ayıptan,
bu suçtan temizlemeden, bu devletle hiçbir şey yapamazsınız,
hiç kimseye hizmet edemezsiniz. En iyi programları da ortaya
koysanız, en çağdaş yaklaşımları da benimseseniz, vatandaşın
bütün derdini çözecek reçetelere de sahip olsanız, bu
devletle hiçbir yere varamazsınız.
Ve
maalesef bir şey daha söyleyeyim; bunu ortaya çıkarmazsanız,
iktidar da olamazsınız; zaten, o programları uygulayacak
konumda da olamazsınız.
Bugün,
Osmaniye’de yapılanlar, işin uvertürüdür. Yarın bu çete,
bizim iktidar olmak için ümit bağladığımız demokratik seçimi,
sadece bir formaliteden ibaret hale getirecektir. Osmaniye’de
verilen rüşvet, Osmaniye’de yapılan tehdit, yarın bu çete
aracılığıyla herkese yapılacaktır.
Aslında hadise, doğrudan doğruya
demokrasiye yönelmiş bir tehdittir. Aynı duruma uğramış
benzer ülkeler var. Onlar bu durumda ne yapmışlarsa, bu beladan
nasıl kurtulmuşlarsa, onlardan ders almamız lazım.
Tekrar
söylüyorum, Meclis olarak, Anamuhalefet Partisi olarak, bundan
daha öncelikli, bundan daha önemli hiçbir görevimiz yoktur.
(Alkışlar) Devleti temizlemeden de, diğer işlerimizin hiçbirisini
yapmamız mümkün değildir.
Ben,
sonuna kadar bu işin üstüne gitmeye kararlıyım. Biliyorum ki,
Anavatan Partisindeki arkadaşlarım da, milletvekili ve teşkilattaki
bütün arkadaşlarım da, bu mücadelede bana omuz vereceklerdir.
(Şiddetli alkışlar)
Onun
için, milletimiz müsterih olmalıdır; kimsenin hakkını bu çetede
bırakmayacağız. Kul hakkını da kimseye yedirmeyeceğiz. Bakın,
o, kendisini din Partisi diye yutturmak isteyenlere söylüyorum,
bugün Hükümeti Doğru Yol Partisiyle paylaşanlara söylüyorum,
Adalet Bakanlığı elinde olanlara söylüyorum, adil düzenin
mucidi olan Başbakana söylüyorum, bizim dinimiz, bütün günahların
affını mümkün kılmıştır. Affedilmeyecek bir tek günah
vardır; o da, kul hakkıdır. (Alkışlar)
Bu
Hükümet, bu rezaletin ortaya çıkmasını engellerse, hani, tıpkı
şu gidip APO’nun propagandasını yapan milletvekili hakkında
fezlekeyi geri gönderen Adalet Bakanının yaptığı gibi bir
engelleme yaparsa, bu hırsızların, bu katillerin ortaya çıkarılmasına
engel olursa, bu Hükümet, kul hakkı yiyen Hükümet olur ve
bunun da, bu dünyada hesabını sormak bizim işimizdir, öbür dünyada
hesabını sormak da Cenab-ı Allah’ın işidir.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (Şiddetli alkışlar) |