ANAP GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ'IN ANAP TBMM GRUP KONUŞMASI

6 Kasım 1996

Değerli arkadaşlarım, değerli partili misafir arkadaşlarım; evvela, biraz önce Refah Partisinden ayrılarak partimize katılan değerli arkadaşlarımıza Anavatan camiasına hoş geldiniz diyorum.

Bu grup toplantısında ilk konuşmayı yapan Işın Çelebi arkadaşımın da söylediği gibi, bugün hem Anavatan Partisi’nin ilk defa iktidara gelişinin 13 üncü yıldönümüdür hem de Meclisimiz açısından yasama döneminin en önemli faaliyeti olan bütçe kanun tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmeye başlandığı gündür.

Ben geçen toplantımızda, Hükümet tarafından Meclise sunulan bütçe tasarısıyla ilgili arkadaşlarımızla yaptığımız ortak değerlendirmeyi sizlerle paylaştım. Işın Çelebi arkadaşım bugün o konuda size daha detaylı bilgi verdi. Tekraren söylüyorum ki, Koalisyon Hükümeti tarafından Meclise denk bütçe adıyla getirilen bu belge, bu doküman başlı başına bir densizlik örneğidir. Bakın, bu bütçede 1997 yılında enflasyonun yüzde 65 olacağı öngörülmüştür. Yani, 1997 yılı deflatörü yüzde 65 olarak tespit edilmiştir. Buna mukabil, 1997 yılı içinde memur ve emeklilere ayrılan personel ödeneklerindeki artış hesap edilirse, devlete hiç yeni memur alınmadığı takdirde, memura ve emekliye ancak yüzde 53 oranında bir maaş artışı sağlanabilecektir. İlk 6 ay için yüzde 30 olarak zaten açıklanmıştır. Biliyorsunuz, önce eşel mobil sistemi uygulanacağı söylenmişti, bu gerçekleşmedi.  Sonunda bu hükümet 6 ay için yüzde 30 bir katsayı artışı açıklanmıştır. Yani, yüzde 65 enflasyonu öngörürken, enflasyona ezdirilmeyeceği vaat edilen memurlara, emeklilere öngörülen maaş artışı yüzde 53’tür. Bu enflasyon tahmininin gerçekleşmeyeceğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Enflasyonu 1997 yılında belki iki haneli rakamda tutmanın bile fevkalade güç olacağını biliyoruz; ama, bir an için u aşırı iyimser tahminin, bu hayalci tahminin gerçekleştiğini düşünsek dahi, bu Hükümetin memuruna, emeklisine ayırdığı ödenek, enflasyonun altındadır.

Peki, bu Hükümetin Sayın Erbakan’ın muhalefette iken devamlı yakındığı, yüklendiği, suçladığı o rantiyeci kesimine 1997 bütçesinde öngördüğü gelir nedir? Daha iki hafta önce ihale yapılmıştır; Hazine 1 yıllık tahvil çıkarmıştır, yüzde 122 bileşik faizle, yüzde 122 rantiyecilere faiz ödemeyi devlet tekeffül etmiştir. Dün 9 aylık yeni bir ihale yapıldı. Bileşik faiz olarak onun nispeti de yüzde 118’e geliyor. Yani, bunun Türkçesi şudur: Bu Hükümet rantiyecilere karşı olduğunu iddia eden bu Hükümet, rantiyecilere yıllık yüzde 120 vermektedir. Kendi memuruna ise yüzde 53 vermektedir. Adil düzenin adaleti rantiyeciler ve emekçiler için işte böyle işlemektedir.

Değerli arkadaşlarım, burada da ifade edildiği gibi, geçen toplantıda da söylediğim gibi, biraz önce Işın Çelebi arkadaşımın da söylediği gibi, bütçe, gerek Komisyonda gerekse Genel Kuruldaki görüşmeleri itibarıyla bizim farklı önerilerimizi, diğer partilerden farklı yaklaşımlarımızı ortaya koyacağımız, halkımızın bütün kesimlerine mesaj verebileceğimiz, maalesef ürettiğimiz halde pazarlamakta zorluk çektiğimiz görüşlerimizi, programımızı halka ulaştırmamıza önemli ölçüde yardımcı olabilecek bir vesiledir. Bunu parti olarak en iyi şekilde değerlendirmemiz lazım. Grup başkanlığımız bu konuda bir çalışma yapmıştır. Biliyorsunuz, Plan ve Bütçe Komisyonunda, sadece Komisyon üyeleri değil, bütün milletvekilleri katılma ve söz alma hakkına sahiptirler. Bütün milletvekili arkadaşlarımdan, bu 1997 bütçesinin Komisyondaki görüşmelerine, imkanları nispetinde katılmalarını rica ediyorum. Ama, Grup Başkanvekili arkadaşlarımızın tespit ettikleri, zannediyorum 8-9 arkadaştan oluşan Grubun mutlaka her görüşmeye katılmasını rica ediyorum. Herhalde Grup Başkanvekilimiz biraz sonra bilgi verecek. Dün Danışma Kurulunda varılan bir mutabakat mucibince bu sene bütçe görüşmeleri Genel Kurulda geçen senekinden biraz daha uzun sürecektir, geçen sene 6 gün olan görüşme 10 güne çıkarılmıştır. Hem Genel Kurulda Partimizin sözcülüğünü yapacak arkadaşlarımın, bu bütçeyi didik didik etmelerini, bu bütçenin densizliğini, bu bütçenin ciddiyetsizliğini, kamuoyuna tam olarak sergilemelerini rica ediyorum. Bu bütçe görüşmeleri, aynı zamanda arkadaşlarımız için, devleti daha yakından tanımalarına, devletin işleyişine daha iyi vakıf olmalarına da yardımcı olacak bir vesiledir. Netice itibarıyla bu Parlamentonun görüştüğü en önemli dokümandır ve devlet idaresinde bir hükümetin sicilidir, bir hükümetin değerlendirilmesine yarayacak en önemli belgedir. Bütün arkadaşlarımın, bir kere bu görüşmelere tam olarak katılmalarını, mümkünse Komisyona da katılmalarını ve sözcülük yapacak arkadaşlarımın da bu konuda uzman arkadaşlarımızla da işbirliği yaparak, en iyi şekilde hazırlanmalarını rica ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz Pazar günü Türkiye’de bir mahalli ara seçim yapılmıştır. ben, bu seçimlerden önce de söyledim, bu seçimlerin Türkiye açısından bir kriter kabul edilebilmesi, bir ölçü kabul edilebilmesi mümkün değildir. Neden mümkün değildir; çünkü, netice itibarıyla bu seçimlere 85 bin seçmen katılmıştır. Türkiye’de bugün itibarıyla 37 milyon seçmen vardır, 37 milyon seçmen içerisinde 85 bin kişinin katıldığı seçimleri Türkiye’deki genel siyasi iradeyi temsil eden, yansıtan seçimler olarak kabul edebilmek mümkün değildir. Yani, Türkiye’deki toplam seçmen kitlesinin çok küçük bir bölümünü, binde 2,7’sini temsil etmesi dışında, bu seçimler, aynı zamanda bizim parti olarak nispeten zayıf olduğumuz beldelerde yapılan seçimlerdir. Bu seçimlerde aldığımız oy oranı Türkiye ortalamamızdan oldukça aşağıdadır. Kaldı ki, iktidar faktörü, bu seçimleri bizim açımızdan daha da olumsuz kılmaktaydı. Böyle ufak yerlerde yapılan seçimlerde önem taşıyan adaylar itibarıyla da avantajlı olduğumuz söylenemezdi. Seçimlerden önce yaptırdığımız bir kamuoyu araştırmasında da, partimizin seçimlerde en önemli belde olan Osmaniye’de oylarının fevkalade düşük olduğu, yüzde 5 küsur oranında olduğunu tespit etmiştik.

Bu durumda, önümüzdeki iki tercih vardı; ya Demokratik Sol Partinin yaptığı gibi, bu seçimler demokratik seçimler değildir. Bu seçimler, devletle partinin yarışması anlamında seçimlerdir. Onun için biz bu seçimlere katılmayacağız diyebilirdik. Hatırlarsanız 1989 yılında Doğru Yol Partisi biz iktidarda iken aynı yola başvurmuştu, mahalli seçimlere katılmamışlardı ve Sayın Demirel o zaman bunu “ Devletle yarışılmaz” diye izah etmişti. Ya bunu yapabilirdik ya da parti olarak en olumsuz şartlarda bile, yani kendisine çok kısa vadede hiçbir şey vaat etmediğimiz halde, işte ilçesini il yapmayı, beldesini ilçe yapmayı vaat eden, yatırım vaat eden, kredi vaat eden, hizmet vaat eden siyasi iktidara karşı, partimizin kemikleşmiş oylarını korumayı amaçlayan bir tercih yapabilirdik. Ben Başkanlık Divanında konuyu getirdim.  Arkadaşlarımızın oradaki incelemeleri, gözlemleri ışığında, yaptığımız araştırmalar ışığında konuyu tartıştık ve en olumsuz koşullarda, sonuç ne olursa olsun, seçime katılma kararı aldık. Çünkü, Anavatan Partisi’nin bir geleneği vardı, Anavatan Partisi, bugüne kadar hiçbir seçimi boykot etmemiştir. Nerede olursa olsun, isterse tek oy alacağımızı bilsek bile, her seçime mutlaka katılma şeklinde bir genel prensibimiz vardı, bu prensip gereği bu seçime de katıldık.

Şimdi, bu seçimin sonuçları itibarıyla değerlendirmesini, biraz sonra kapalı oturumumuzda Seçim İşleri Başkanımız daha detaylı olarak rakamlarla yapacaktır. Faktörleri de orada daha geniş şekilde tartışacağız, irdeleyeceğiz; ama, size bir rakam vermek istiyorum. Netice itibarıyla bu seçimin sonucu, Anavatan Partisi’nin toplam 7 bin oy kaybetmesidir, Doğru Yol Partisi’nin de toplam 7 bin oy kazanmasıdır. Bu da nerede olmuştur; Osmaniye’de olmuştur. Yani, il yapılan bir yerde olmuştur. Aynı şey, bundan önce bizim başımıza Kilis’te de gelmişti.

Bir şeyi takdir etmemiz lazım: Siyasi rakiplerimiz, siyasi rüşvet dağıtmakta bizden çok daha mahirdirler. Ama unutmayın ki, bundan 5 ay önce, Haziran ayında yine böyle bir ara seçim yapıldı, böyle 85 bin kişi katılmadı, yarım milyon insan katıldı, orada Doğru Yol Partisi iktidarda olmasına rağmen,  yüzde 10 oy alabildi. Ve Doğru Yol Partisi, sanki hiç öyle bir seçim olmamış gibi, yarım milyon insan sandık başına gitmemiş gibi, o seçimi fevkalade pişkinlikle geçirebilmiştir. Ben, bazı arkadaşlarımda, teşkilattaki, tabandaki bazı arkadaşlarımda, bu seçimleri genelleştirmek isteyen, Türkiye’ye teşmil etmek isteyen iktidar partilerinin oyununa geldiklerini, demoralize olduklarını görüyorum. Buna hiçbir şekilde mahal yoktur. Bu seçimler, hiçbir şekilde partimizin gerçek gücünü yansıtan seçimler olamaz. Bu seçimlere bakarak partimizin oy kaybettiğini de kabul etmek mümkün değildi. Ama, iktidar partilerinin böyle bir iddiaları varsa, o zaman bugün Türkiye’yi en fazla zora sokan hadise, siyasi bölünmüşlüktür, en fazla zora sokan hadise, siyasi partilerin hiçbirinin yüzde 20’nin üzerinde bir oy oranına sahip olmamasıdır. Eğer hakikaten oylarının şu 12 beldeden kazandıkları 10 beldede çıktığı oranda olduğunu düşünüyorlarsa, o zaman ben onların yerinde olsam hiç vakit kaybetmeden  erken seçim kararı alırım. Eğer hakikaten yüzde 50 oyları varsa, o zaman Meclise çok daha güçlü biçimde gelirler. Bu Koalisyonu çok daha güçlü şekilde sürdürürler. Ama, kendileri de gayet iyi bilmektedirler ki, gerçek güçleriyle bu seçimde elde ettikleri netice arasında uçurumlar vardır. Ben, bölgelerde sorumlu arkadaşlarımla, seçimde çalışan bölge milletvekili arkadaşlarımla ve o seçim beldelerinde seçim çalışması yapan arkadaşlarımla bir kısmıyla görüştüm, bir kısmıyla da bugün yarın görüşmeye devam edeceğim. Ama, benim hepsinden aldığım- zannediyorum kendileri de burada konuşurlarsa size teyit edeceklerdir- izlenim, aldığım bilgi iktidar imkanlarının kullanılmasında, tabii ki her zaman, bizim zamanımız da dahil, bizden önce de, sonra da, iktidar imkanları her zaman, her seçimde iktidar partileri tarafından belli ölçülerde kullanılmıştır. Ama, bunun bu seçimler kadar, bayağı, adice, fütursuzca kullanıldığı hiçbir seçim olmamıştır. Düşünün ki, bir Başbakan çıkmış, “ Sizi başşehir bile yapabiliriz ” demiştir. Bir başbakan yardımcısı çıkmış, “ Yaptım ili verin oyu” demiştir. Son gün bir Devlet Bakanı bir beldeye gitmiş, o beldedeki bütün ailelerin reislerini toplayıp, her birine Halk Bankasından bilmem kaç milyar liralık kredi vaat etmiştir. Dün Adıyaman İl Başkanımız bana geldi, Adıyaman’da son günü alenen para dağıtıldığını tespit ettiklerini söyledi.

Şimdi, en adi şekilde yapılmıştır; ama, bütün bunları söylerken bu seçimin önemini küçümsediğim için söylemiyorum. Parti olarak bize düşen, şartlar ne kadar olumsuz da olsa, iktidar imkanları ne kadar kullanılmış da olsa, devlet ne kadar bu seçim için istismar edilmiş de olsa, bundan daha iyi sonuç almaktı, hedefimiz buydu. Hedefimize ulaşmadıysak, bunun sonuçlarını bir kere aramızda tahlil etmemiz lazım. Her seçimden sonra yaptığımız gibi konuşmamız lazım. Burada, ben Merkez Karar Yönetim Kurulunda da bu konuyu arkadaşlarımla görüştüm, onların tespitlerini aldım. Milletvekili arkadaşlarımızdan, özellikle seçim çalışmasına katılan bölge milletvekili arkadaşlarımdan bu konudaki görüşlerini bu toplantıda veya müteakip toplantıda mutlaka dile getirmelerini rica ediyorum.

Bir şey daha söyleyeyim; bu seçimde, gerek Genel Merkezde Başkanlık Divanındaki arkadaşlarım gerekse bölge milletvekili arkadaşlarım ve gerek görevlendirdiğimiz diğer partili milletvekili arkadaşlarım, hepsi ellerinden gelen her türlü gayreti göstermişlerdir. Hepsine teşekkür ediyorum. Netice itibarıyla aldığımız sonuç, bize bağlı faktörlerden kaynaklanan bir sonuç değildir ve katiyen Türkiye’yi temsil eden bir sonuç da değildir. Farz ediniz ki seçim Osmaniye’de değil de Tunceli’de olsaydı ve Cumhuriyet Halk Partisi o seçimden yüzde 80 oy alarak çıksaydı, Cumhuriyet Halk Partisi’nin çıkıp da “ Benim Türkiye’deki oyum yüzde 80 ” demesi inandırıcı olabilir miydi?... Osmaniye, bizim Adana’daki en zayıf ilçemizdir. Bu seçimde kullanılan oyların da yüzde 80’i Osmaniye’de kullanılmaktadır. Aday dezavantajımız vardı, iktidar dezavantajımız vardı, teşkilatımızda maalesef birtakım çekişmeleri tam olarak çözümleyemedik, son anda yine bunlar partimizin aleyhine tecelli etti. Ama, bütün gayretimize rağmen Osmaniye’de iyi netice alamadık. Şimdi, aleyhimize olan bu faktörlerin hepsini yok sayacağız, niye iyi netice alamadığınızı aramızda tartışacağız.

Osmaniye dışarıda bırakılırsa, diğer yerlerde Anavatan Partisi bir belediye ile girmişti seçime, bir belediye il çıkmıştır, oy oranını aynen muhafaza etmiştir; Osmaniye hariç tutulursa, 1994 seçimleri itibarıyla bu yerlerdeki oy oranımız 15,3 ’ tür, bu seçimdeki oy oranımız 15,1’ dir. Yani, oy oranımız yüzde 15 dolayında aynen kalmıştır. Dün bir televizyon programında da söyledim, bu seçim rüşvetlerini, bize aykırı gelen bazımızı belki iğrendiren, devletin, iktidar imkanlarının bu kadar sorumsuzca kullanılmasına, işte bakanların Bakanlar Kurulu toplantısı yapmak yerine, gidip Osmaniye’de karargah kurmasına, çamurların üstüne asfalt dökülmesine, akla gelebilecek her türlü şeyin yapılmasına bakarak, bu seçimlerin hiçbir anlam ifade ettiğini de düşünemeyiz. Dediğim gibi bütün bu faktörleri bir tarafa koyacağız, biz bunlara rağmen niye daha iyi bir netice alamadığımızı da aramızda konuşacağız.

Osmaniye hariç bırakılırsa zaten geri kalan yerlerde, dediğim gibi bir şey yoktur. Vatandaşı da katiyen bunlardan dolayı eleştirmemiz mümkün değildir. Yani, siyasette sadece rüşveti veren suçludur, rüşveti alanın suçu yoktur. Siz vatandaşın yerine kendinizi koyun, bir tarafta sizden oy isteyen ben varım, ben gidiyorum Osmaniye’ye diyorum ki: “ Şunlara bir demokrasi dersi verin, bunlar size bugüne kadar hizmet yapmadılar, sadece bugün işte seçim için oy avcılığı için hizmet yapıyorlar. Bundan sonraki vaadlerini de bundan öncekiler gibi yerine getirmeyecekler. Millete bir demokrasi dersi verin ” diyorum adam gidiyor diyor ki: “ Bize oy verirsen buradaki geçici işçilerin süresini yıl sonuna kadar uzatacağız” Orman Bakanlığın kastediyor. Adam diyor ki: “ Bize oy verirsen yolunu yapacağız, il yaptık onun için bize borcun var.” Burada Osmaniyeli seçmeni yadırgamamız onu eleştirmemiz mümkün değildir. Bu seçimde seçmen, memleketin genel durumuna bakarak değil, memleket idaresini değerlendirerek değil, sadece kendi mahalli belde ihtiyaçlarını ön planda tutarak oy kullanmıştır. Beldesine biraz daha hizmete gelmesini sağlamak için oy kullanmıştır. Bundan dolayı da seçmeni eleştirmemiz, kınamamız mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım bu seçimlerden önce bu seçimlerin bir referandum olmayacağını, bu seçimlerin iktidar tarafından satın alınan seçimler  olacağını Anavatan Partisi olarak iddia taşımadığımızı basına söyledim, kamu oyuna söyledim ve ben seçimlerden önce şöyle bir oyun sezdim: bugünkü hükümet, bu hükümetin ortakları, bu seçimleri alabildiğine abartıp, sanki dünyanın en önemli seçimiymiş gibi, Türkiye geneline teşmil edip, Anavatan Partisine karşı ortaklaşa bir kampanya yürütmenin hazırlığı içindeydiler. Dikkat ederseniz, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi, seçim öncesinde ve seçimin hemen sonrasında bu konuda ortak bir dil kullanmaktadırlar. Ortak hedefleri Anavatan Partisidir. Bugünlerde çok şansızsınız; çünkü, ikisinden de çağrı alıyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, hesap, bu seçim beldelerinde devlet imkanlarını kullanarak iktidarın üstünlüğünü, avantajını kullanarak Anavatan Partisi’nin kötü sonuç almasını sağlamak, ondan sonra da Anavatan Partisine dönüp, “ Bu parti artık adam olmaz, bu parti artık misyonunu tamamlamıştır bize gelin” diye bizi demoralize etmektir. Ben arkadaşlarımın böyle bir oyuna alet olacaklarına ihtimal vermiyorum. Çünkü, aslında yapılan çağrı, siyasi nitelikte bir çağrı değildir. Yapılan çağrı, biraz sonra anlatacağım nedenlerden dolayı aslında bir suç ortaklığına çağrıdır. Bakın, bir bardak fırtına koparma hesabı maalesef tutmamıştır; kendileri açısından maalesef diyorum, tutmamıştır. Hevesleri kursaklarında kalmıştır. Tasarladıkları oyun ayaklarına dolaşmıştır. Çünkü, seçim günü Balıkesir’de bir trafik kazası olmuştur. Bu trafik kazası bugüne kadar yaşanan olayların yeni bir zinciridir. Bu trafik kazasını bir trafik kazası olarak yorumlamak mümkün değildir. Bu kazayı tek başına bir olay olarak da yorumlamak mümkün değildir. Bu olay, Türkiye’de üç yıldan beri bizim devamlı dile getirdiğimiz, devletin kokuşmuşluğuna somut bir örnektir umarım ki, dilerim ki, kapatılması, örtülmesi, ört bas edilmesi mümkün olmayacak kadar açık bir örnektir.

Değerli arkadaşlarım bir trafik kazası oluyor. Kazanın kurbanlarına bakın: trafik kazasındaki koalisyon, bu hükümetin koalisyonundan farksızdır. İçinde, devletin emniyet görevlisi vardır. İçinde, devletin aradığı bir sanık vardır. İçinde, bir politikacı aşiret reisi vardır. Böyle bir koalisyon, bir kazaya uğramaktadır. Bu, bu seçim sonuçlarını abartmayı planlayan bu seçim sonuçlarıyla Anavatan Partisini demoralize etmeyi tasarlayan bugünkü iktidara karşı kaderin bir cilvesidir.

Değerli arkadaşlarım, bakın, bu olayla ilgili olarak, her halde takip ediyorsunuz, medyada, basında, televizyonlarda her gün yeni bir takım iddialara ortaya atılıyor. Her gün olayın daha esrarengiz yönleri ortaya çıkıyor. Ama buradan sadece size değil bütün milletime şunu söylemek istiyorum. Bugün Türkiye’de üç tane güç devleti teslim almak için işbirliği halindedir. Siyasi güç, karapara gücü ve silahlı eylem gücü birleşmişlerdir. Hedefleri doğrudan doğruya devleti teslim almaktır. Bunlar, sanıldığından çok daha yukarılara uzanmaktadırlar. Bu şer güçlere karşı devleti korumada, devleti savunmada çok da avantajlı olduğumuzu söyleyemeyiz. Çünkü, bunlara karşı mücadele etmesi gereken, bu kirli işleri ortaya çıkarması gereken kişiler, işte görüyorsunuz üç günden beri ya susmakta yada saçmalamaktadırlar. ( Alkışlar) Bunlara güvenerek bu işleri ortaya çıkacağını bekleme abesle iştigaldir.

Bakın, biz bu hükümetimiz döneminde de bu konuda birçok ihbarlara muhatap olduk. Hala temiz kalmış olan, devletin içerisinde bu devletin kirlenmişliğinden, kokuşmuşluğundan acı duyan insanlar, bu konuda bize bilgi ve belge verdiler. Biz bunlara dayanarak soruşturma açtık. 16 Haziran 1996’ da soruşturma emrini vermişiz. Soruşturma açılmış, söylemez çetesi diye bir çete çıkmış.  İçinde, maalesef emniyetin elemanları var. İçinde silahlı kuvvetlerin mensupları var, özel timin elamanları var. Bunların bir kısmı, bu müesseselerden temizlenmiş, uzaklaştırılmış, bir kısmı yakalanmış yargıya verilmiş, şu anda hala aranan polis şefleri var. İki polis şefi, bu çeteyle işbirliği yapmışlar ve şu anda firardalar. Türk devleti kendi polis şefini bulamıyor. Şu anki durum bu. Soruşturma, aslında çok daha ileri boyutlara varması gereken, derinleştirilmesi gereken bir soruşturma. Böyle bir soruşturmayı Temmuz ayının başında hükümet değişikliği ile yeni gelen hükümet kapatma çabasındadır. Nasıl yapıyor bunu? 4 kişilik bir teftiş kurulu vermişiz; ikisi mülkiye müfettişi, ikisi polis müfettişi. Mülkiye müfettişleri zaten içişleri bakanlığına bağlı, polis müfettişlerinin ikisi de derinleştirilmesi gereken böyle bir soruşturmada şimdi alınmış daire Başkanlıklarına getirilmiştir. Ve onların şimdi kanuna göre birkaç gün içerisinde alelacele raporlarını hazırlayıp vermeleri gerekir. Yani, derinleştirilmesi gereken bir soruşturma, devletin üstüne gitmesi gereken bir soruşturma, bizzat devleti yöneten kişiler tarafından kapatılmak istenmektedir.

Tekraren ve açık açık söylüyorum: Üstüne gitmesi gereken bir soruşturma, bizzat devleti yöneten kişiler tarafından kapatılmak istenmektedir.

Tekraren ve açık açık söylüyorum, bu iş öyle örtbas edilecek bir iş değildir; bu iş, öyle münferit bir olay da değildir. Yani, bundan önce bilmem kaç tane yeraltı dünyasının ünlü kişisi esrarengiz şekilde öldürülmüşse, hiçbirinin katili bulunamamışsa, faili bulunamamışsa, aranan kişilerle onları yakalamakla sorumlu güvenlik mensupları arasında birtakım karanlık ilişkiler tespit edilmişse ve bu olayların içine Başbakanın korumaları karışmışlarsa, bu konu öyle kapatılacak bir konu değildir. Bu mesele, bu Hükümete, bu Hükümetin bakanlarına teslim edilecek bir konu da değildir.

Dün, belki televizyonlarda gördünüz, Ankara Cumhuriyet Eski Başsavcısı, diyor ki, Adalet bu olayı çıkaramaz, biz savcı olarak memuruz diyor, biz bağımsız değiliz diyor. Gazetede bakıyorsunuz, İtalya’daki savcı diyor ki, siz bizi geçmişsiniz. Türkiye’deki rezalet, İtalya’yı sollamış. İtalya’da bütün bir Parlamento mahkemeye gitti, Başbakanlar şu anda hapiste. Temiz eller operasyonuyla, bütün siyaseti yeniden ayıkladılar. Yani, İtalya’nın, İspanya’nın, Güney Kore’nin yaptığını Türkiye’nin yapmamasını biz kabul edemeyiz.

Değerli arkadaşlarım, öyle hangi şartlarda kazanıldığını çok iyi bildiğim bir ara seçim yenilgisi, beni bu mücadeleden hiçbir şekilde yıldırmaz. (Şiddetli alkışlar) Bu konularda, Anavatan Partisi olarak üstümüze düşen her şeyi, hiç kimseden çekinmeden, korkmadan, sonuna kadar yapmaya mecburuz. Bunu yapmaya kararlı olan benimle gelsin. (Şiddetli alkışlar) Hiç kimseden korkacak hiçbir şeyimiz yoktur. Türkiye’nin beş senede aklanmış olan tek siyasi Partisiyiz. (Alkışlar) Hiç kimseden korkacak durumumuz yoktur; onlar bizden korkmalıdırlar. Çünkü biz, onların korktuklarından daha fazla şey biliyoruz; onların sandıklarından daha fazla şey biliyoruz. (Alkışlar) Bunların hepsini zamanı geldiğinde meşru yollardan ortaya koyacağız. Nereye uzanırsa uzansın, hepsini koyacağız; hiç şüpheniz olmasın.

Anavatan Partisi olarak, bir ay kadar önce, Ekim ayının 9’unda bir araştırma önergesi verdik; devletteki çetelerle ilgili. 90. Sıraya girdi. Dün akşam bir araştırma önergesi daha verdik, bu olayla ilgili. Ama, dediğim gibi, bu olaylar birbirinden ayrı olaylar değildir; bu olayların hepsi birbirine bağlıdır ve size çok üzücü bir şey söyleyeceğim; eğer, Anavatan Partisi olarak, 10 gün daha iktidarda kalsaydık, bu çetenin uzandığı yerlerin hepsini ortaya çıkartmış olacaktır.

Bugün, bu belgelerin, bilgilerin çoğu elimizde mevcuttur. Müfettişlerin elinde de mevcuttur. Şimdi, bunların üstüne gidecek bir irade lazımdır. Korkmayacak, çekinmeyecek, kendi hesaplarıyla bunları örtmeye çalışmayacak bir irade lazımdır.

Adalet diyor ki, ben bunu yapamam. O zaman bu iş Meclise düşer. Bu Meclis, şu ana kadar, TURBAN Komisyonunda -bizim arkadaşımızın, Halit Bey’in de katkısıyla- bu konuda iyi bir sınav vermiştir. Yani, bütün tahminlerin aksine, bütün eleştirileri haksız çıkarırcasına, iyi bir imtihan vermiştir. TURBAN olayını, belgesiyle, bilgisiyle hepsiyle ortaya koymuştur. Artık, olayın tevil götürecek yönü yoktur. Geçen toplantıda söyledim, iktidar milletvekilleri, çoğunlukta oldukları halde, rapora karşı çıkamamışlardır, raporu reddedememişlerdir. Ha, Genel Kurulda ne yaparlar bilmem; ama, şu ana kadar Meclis, bu araştırmayla ilgili olarak iyi bir sınav vermiştir.

Onun için, meclis araştırma önergesi verdik. Bu olayların, baştan sona, bütün zinciri, o müfettişlerin düzenledikleri raporlar, bizdeki bilgiler, şu anda konuşmayan, aslında konuşması gereken kişilerin verecekleri ifadeler çerçevesinde, Meclis araştırmasıyla, bir Meclis araştırma komisyonuyla açıklığa kavuşturulabileceğini ümit ediyorum. Emin değilim; ama, ümit ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, eğer hakikaten Türkiye’de, suçluyu yakalamak, kirliliği ortaya çıkarmak isteyen insanlar, suçluyla beraber işbirliği yapıyorlarsa, kendileri o kirliliğe karışıyorlarsa, bunun üstüne bir de siyasi güç onlarla suç ortaklığı halindeyse, kısacası devlet bir şer ittifakı tarafından, güçlü bir şer ittifakı tarafından teslim alınmak isteniyorsa, bunu ortaya çıkarmadan yapacağımız bütün siyasi mücadele boşunadır. (Alkışlar) Hiçbir şey yapamazsınız. Devlet eğer bu şekilde işgal altındaysa, hırsızların, katillerin işgali altındaysa, hiçbir şey yapamazsınız. (Alkışlar)

Parti içerisinde değişiklik yaklaşımlara sahip olan arkadaşlarıma söylüyorum, devleti bu çeteden temizlemeden hiçbir şey yapamazsınız. Siyaset yoluyla bu millete hizmet edemezsiniz. Bütün milletimi de uyarıyorum, herkesin dikkatini çekiyorum, siyasetteki birinci görevimiz, bu çeteyi ortaya çıkarmaktır, devleti temizlemektir. Ben, devleti, yalandan ve haramdan temizleyeceğiz diye ortaya çıkmıştım. Başbakanken gördüm ki, az söylemişim, buna ilave bir de mafya vardır, silahlı bir eylem gücü vardır. Bunun içerisinde, devlet de vardır. Devleti bu şaibeden temizlemeden, bu kirden temizlemeden, bu ayıptan, bu suçtan temizlemeden, bu devletle hiçbir şey yapamazsınız, hiç kimseye hizmet edemezsiniz. En iyi programları da ortaya koysanız, en çağdaş yaklaşımları da benimseseniz, vatandaşın bütün derdini çözecek reçetelere de sahip olsanız, bu devletle hiçbir yere varamazsınız.

Ve maalesef bir şey daha söyleyeyim; bunu ortaya çıkarmazsanız, iktidar da olamazsınız; zaten, o programları uygulayacak konumda da olamazsınız.

Bugün, Osmaniye’de yapılanlar, işin uvertürüdür. Yarın bu çete, bizim iktidar olmak için ümit bağladığımız demokratik seçimi, sadece bir formaliteden ibaret hale getirecektir. Osmaniye’de verilen rüşvet, Osmaniye’de yapılan tehdit, yarın bu çete aracılığıyla herkese yapılacaktır.

Aslında hadise, doğrudan doğruya demokrasiye yönelmiş bir tehdittir. Aynı duruma uğramış benzer ülkeler var. Onlar bu durumda ne yapmışlarsa, bu beladan nasıl kurtulmuşlarsa, onlardan ders almamız lazım.

Tekrar söylüyorum, Meclis olarak, Anamuhalefet Partisi olarak, bundan daha öncelikli, bundan daha önemli hiçbir görevimiz yoktur. (Alkışlar) Devleti temizlemeden de, diğer işlerimizin hiçbirisini yapmamız mümkün değildir.

Ben, sonuna kadar bu işin üstüne gitmeye kararlıyım. Biliyorum ki, Anavatan Partisindeki arkadaşlarım da, milletvekili ve teşkilattaki bütün arkadaşlarım da, bu mücadelede bana omuz vereceklerdir. (Şiddetli alkışlar)

Onun için, milletimiz müsterih olmalıdır; kimsenin hakkını bu çetede bırakmayacağız. Kul hakkını da kimseye yedirmeyeceğiz. Bakın, o, kendisini din Partisi diye yutturmak isteyenlere söylüyorum, bugün Hükümeti Doğru Yol Partisiyle paylaşanlara söylüyorum, Adalet Bakanlığı elinde olanlara söylüyorum, adil düzenin mucidi olan Başbakana söylüyorum, bizim dinimiz, bütün günahların affını mümkün kılmıştır. Affedilmeyecek bir tek günah vardır; o da, kul hakkıdır. (Alkışlar)

Bu Hükümet, bu rezaletin ortaya çıkmasını engellerse, hani, tıpkı şu gidip APO’nun propagandasını yapan milletvekili hakkında fezlekeyi geri gönderen Adalet Bakanının yaptığı gibi bir engelleme yaparsa, bu hırsızların, bu katillerin ortaya çıkarılmasına engel olursa, bu Hükümet, kul hakkı yiyen Hükümet olur ve bunun da, bu dünyada hesabını sormak bizim işimizdir, öbür dünyada hesabını sormak da Cenab-ı Allah’ın işidir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Şiddetli alkışlar)