ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI
SAYIN MESUT YILMAZ'IN
TBMM GRUP KONUŞMASI

05 Şubat 1997

 

Değerli arkadaşlarım, sorumsuz bir Hükümetin ülkemizi uçurumun kenarına getirdiği kritik bir dönemden geçiyoruz. Refah Partisinin dini konuları bir kavga vesilesi yaparak kendi politikası için kullanması, maalesef Türkiye’deki siyasi ve sosyal gerginlikleri giderek tırmandırmaktadır.

İktidara hazırlıksız gelenler, şimdi iktidarın hazımsızlığını yaşamaktadırlar. Ülkenin hiçbir sorununa çözüm getiremeyen Erbakan ve partisi, şimdi koalisyonun çözülmekte olduğunu, İktidarın elerinden kaymakta olduğunu görünce, iktidardaki başarısızlıklarını örtmek için ucuz ve tehlikeli oyunlara girmişlerdir. Aslında, bu Erbakan ve Partisinin bu alandaki ilk örneği de değil: Hatırlarsınız, iş başına gelir gelmez, Libya da ki bir Bedevi çadırında yıkılan hayalleriyle beraber, Devletin onurunu da yaralamışlardır. Şimdi de aynı şeyi, iç politikada ucuz hesaplarla tekrarlamaya çalışmaktadırlar.

Değerli Arkadaşlarım; Refah Partisinin küçük siyasi hesaplarla başlattığı bu kampanya, toplumumuz açısından çok tehlikeli oyunlara gebedir.

Bakın, bugün Laiklik İlkesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na eklenmesinin altmışıncı yıldönümü. Yani, Laiklik İlkesi Türkiye’ye ilk defa 5 Şubat 1937 tarihinde gelmiştir. 60 yıllık bir Laiklik deneyimimiz var; bizim toplumumuz bizim milletimizin Laiklik İlkesiyle herhangi bir uyuşmazlığı, herhangi bir sıkıntısı yoktur. Ama, bizim milletimizin zaman zaman Laiklik İlkesini kendi inançları üzerinde, kendi vicdan hürriyeti, kendi ibadet hürriyeti üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanılmasına tepkisi olmuştur. Bugün Türkiye’de yapılmak istenilen oyun, aslında yeni bir cephe açmaktır. Daha önce yaratılmak istenen Türk-Kürt, Alevi-Sünni çatışmalarından çok daha tehlikeli yeni bir çatışmaya eksen hazırlamaktadır. Bu da, Laik-İslamcı çatışmasıdır. Bu klasik cephe politikasının bu ikileşmenin, bu kutuplaşmanın, bu çatışmanın, bu çatışmanın bir tarafında Refah Partisi vardır, öbür tarafında da Laikliği kendi açısından bir istismar unsuru olarak kullanmaya çalışan bazı kuruluşlar, bazı partiler vardır.

Değerli arkadaşlarım, bu çatışma eğer başarıya ulaşırsa, Türkiye’yi bitirecek olan bir çatışmadır. Anavatan Partisi olarak biz bu oyuna gelmeyeceğiz. Bizim bu kavgadaki yerimiz, kavga istemeyen halkımızın yanındadır. (Alkışlar) Biz bu cephenin hiçbir tarafında yer alamayız.

Değerli arkadaşlarım, Refah Partisinin son günlerde, son haftalarda bu kampanyanın gereği olarak, başarısızlıklarını örtebilmek, Türkiye’de yeni bir çatışma ortamı, yeni bir kavga başlatabilmek için attığı adımları akılla, izanla ve iktidar, devlet sorumluluğuyla bağdaştırabilmek mümkün değildir. İcraat yapmak isteyen bir Hükümetin kavga istemesini anlamak mümkün değildir. Samimi olarak dini değerlere bağlı olan bir partinin, dini bu şekilde toplumda bir bölünme, bir çatışma, bir kavga aracı olarak kullanmasını anlayabilmek mümkün değildir.

Şimdi bakınız, Sincan’da bir olay yaşandı. Bu olay, orada kendi kendine meydana gelmiş bir olay değildir. Aslında, o olayın belki de en dikkat çekmesi gereken yönü,, bu olayda bir yabancı büyükelçinin başrolü oynamasıdır. Bizde bir söz vardır: “Elçiye zeval olmaz” derler; ama, bu elçi, elçilik sınırını çoktan aşmıştır. Aslında, Sincan’da yaşanan olaylarla daha önce HADEP Kongresinde yaşanan olaylar arasında mahiyet itibariyle hiçbir fark yoktur. (Alkışlar)

Türkiye’de dini terör tahrikçiliği yapan bir adama diplomat denilmez, denilse denilse terörist denilir. Eğer ülkemizde diplomat adı altında birtakım karanlık adamların uluslararası terörizmin reklamını yapmalarına müsaade edersek, bu işin sonunu alamayız. Hükümetin, Dışişleri Bakanlığının, bu yabancı büyükelçinin densizliğine karşı gösterdikleri tutum, bizi katiyen tatmin etmemiştir. Gösterilen tepki, aslında tepkisizliktir. Bu elçinin yaptığı densizlik, bu kadar cılız bir tepkiyi gerektirecek ölçünün çok ötesindedir. Yapılması gereken, bir an önce bu densiz büyükelçiyi istenmeyen kişi ilan edip sınır dışı etmektir. (Alkışlar) Eğer Dışişleri Bakanımız Marmaris’teki hastane teftişlerinden başını kaldırıp da bu meseleye eğilmek zahmetinde bulunursa, görecektir ki, Türkiye’nin itibarının korunması, Türkiye’nin itibarının savunulması, öyle Rusya’da hayali masa yumruklamalarıyla olmaz. Böyle densiz büyükelçileri sınır dışı etmekle olur. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu tahrikler kendinden beklenen sonuçları kısa sürede vermiştir. Değerli bir gazeteci arkadaşımız, insanlık onuruna yakışmayan adi bir saldırıya maruz kalmıştır. Şimdi, Başbakan çıkıp da “Bu münferit bir olaydır” diye geçiştirmez; çünkü, o hanım gazeteciye saldıran o kişi, Refah’lı Belediye Başkanının korumasıdır. Böyle Başbakan, böyle Belediye Başkanı olacaktır, böyle Belediye Başkanının da böyle koruması olacaktır. (Alkışlar)

Aslında, o hanım gazeteci arkadaşımız, bu saldırıya uğramakla kendi mesleğine büyük bir hizmette bulunmuştur. Basının görevi halkı aydınlatmaktır, ona saldıranlar ise Türkiye’yi karanlığa götürmek isteyen bir partinin azgın militanlarıdır. Şimdiye kadar takiyye ile milleti aldatacaklarını sanıyorlardı. Bu olaylarla artık maskeleri düşmüştür. Onun için, kendisi açısından ne kadar ağır bir bedel ödemiş olursa olsun, gazeteci arkadaşımız bu karanlığın, bu pisliğin, bu kötü niyetin topluma sergilenmesine hizmet ettiği için, aslında demokrasiye de büyük katkıda bulunmuştur. Kendisine hem geçmiş olsun diyorum hem de bu adi saldırıyı bütün Anavatan camiası adına bir defa daha kınıyorum. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’yi kavgaya götürmek isteyenler var. Türkiye’yi her zaman kavgaya götürmek isteyenler oldu. Türkiye’nin potansiyelinin güce dönüşmesini engellemek isteyenler oldu. Dışarıdaki düşmanlarımız oldu, içerideki hainler oldu; ama, şu yaşadığımız kavganın, bundan önceki bütün geçmişteki benzerlerinden bir farkı var: İlk defa olarak bugün çatışma, devletin değerleriyle, devletin üzerinde oturduğu ilkelerle Hükümet arasındadır. Kavga, maalesef, devleti işletmekle yükümlü olan hükümet ve devleti ayakta tutan ilkeler arasındadır. Onun için, bugün içinde yaşadığımız gerilimin, bugün Türkiye’nin sürüklenmek istediği kavganın -bu açıdan baktığınız zaman- geçmişte yaşadıklarımızın hepsinden daha ciddi bir boyutu vardır.

Türkiye, yüzde 99 küsuru Müslüman olan bir ülkedir. Türkiye aynı zamanda laik devlet düzenini benimsemiş bir ülkedir. Anavatan Partisi olarak biz bu anlayışa, belki de Cumhuriyet tarihinde hiç bir ölçüde olmadık bir biçimde açıklık getiren, aynı zamanda halkımızın bu konudaki yaklaşımına da en uygun olan anlayışı benimsemiş olan partiyiz. Biz, laik devlet düzeninden yanayız; ama, biz aynı zamanda vatandaşımızın; din, düşünce ve teşebbüs özgürlüğünü mümkün olan en geniş ölçülere taşımanın da devletin yükümlülüğünde olduğunun bilincinde olan bir partiyiz. Bizim görevimiz, düşüncelerini ifade etmek isteyen, teşebbüs gücüyle ülke kalkınmasına katkıda bulunmak isteyen, dini vecibelerini yerine getirmek isteyen; ama, İslam’ın öngördüğü biçimde, Allah ile arasında doğrudan köprüyü kurmak isteyen insana, o özgürlüklerini sağlamaktır; bizim yükümlülüğümüz budur.

Ha, bugün Türkiye’nin geldiği noktada, Refah Partisi’nin Türkiye’yi getirdiği bu noktada, İslam dinine karşı siyasi parti olarak bizim bir görevimiz daha var: Bizim İslam dinine yapacağımız en önemli hizmet, yüce dinimizi hurafelerden ve siyasi istismardan kurtarmaktır. Bugün gelinen noktada Türkiye’de sadece bizim değil, bütün vatandaşlarımızın İslam dinine yapacakları en önemli hizmet, onu Refah Partisi tasalludundan, Refah anlayışından kurtarmaktır. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bugün geldiğimiz Türkiye, maalesef, uçuruma doğru giden, karanlık bir Türkiye’dir. Seçimlerden önce Doğru Yol Partisi, böyle bir Türkiye’ye karşı tedbir alınmasını istemişti; vatandaştan böyle bir Türkiye olmasın diye destek istemişti; ama, işte şimdi, kendilerinin içinde oldukları Hükümetle gelinen Türkiye, böyle bir Türkiye’dir. Açıkça ortadadır ki, Refah Partisi, Hükümetin küçük ortağını kullanmaktadır. Doğru Yol Partisi içerisindeki Cumhuriyetten yana olan güçler, maalesef Refah Partisi’ni denetleyecek imkana sahip değildirler.

Şimdi, bütün bunların sonunda söylemek istediğim şudur: Problemlerimiz büyüktür; ama, Allah’a şükür ki, bütün bu sorunları çözecek kurumlara ve kurallara sahibiz. Derdimize çare arayacağımız tek yer, millet egemenliğinin tek çatısı olan bu Meclistir. (Alkışlar) çözümü başka mecralarda aramak, en azından Türkiye’yi bu noktaya getirenlerin yaptıkları kadar büyük bir yanlış olur. Bu saatten sonra da hiç kimse çıkıp bu Hükümeti yeniden diriltmeye falan çabalamamalıdır. Bu Hükümet bitmiştir.

Bu Hükümetin bundan sonra Hükümet makamını işgal etmek için göstereceği direnme, ülkeye ihanetle eş değerdir. Hükümette bir takım rötuşlar yaparak, Hükümetteki bir takım eğrilikleri düzelterek de yoluna devam etmek mümkün değildir. Eskilerin bir sözü var: “Eğri gölgeyi düzeltmeye kalkmayın, eğri ağacın gölgesi de eğri olacaktır.” Bu Hükümet eğridir, bu Hükümeti düzeltmek, ıslah etmek mümkün değildir. Onun için, bu Hükümetin bir ana önce yapması gereken, Türkiye’yi daha büyük badirelere sürüklemeden, bir an önce memleketin başından çekip gitmektir.

Demokrasi, sorumsuzluk rejimi demek değildir. Demokrasi kurumlara ve kurallara bağlılık gerektirir, inanç gerektirir. Bir ülkedeki demokrasinin gücü, toplumun ona bağlılığı ölçüsündedir. Demokrasiyi kendi amaçlarına ulaşmak için bir araç olarak, bir vasıta olarak görenlerin, demokrasiye bağlılıklar da kendi çıkarları ölçüsünde olacaktır. Refah Partisi demokrasiyi kendi amacı için kullanmaya çalışan bir partidir. Nasıl dini istismar ediyorlarsa, demokrasiyi de kendi amaçları için bir vasıta olarak, bir araç olarak kullanıyorlar.

Değerli arkadaşlarım, demokrasimizin geleceğe güçlü bir şekilde taşınabilmesi, bugün içinde yaşadığımız ağır sorunların demokrasi içerisinde çözüm bulabilmesi, ancak bu Meclisin çalışmasıyla mümkündür. Milletimiz müsterih olmalıdır. Milletimiz geçmişte yaşadığı tecrübelerden bugün yaşanan gelişmeleri daha serinkanlı değerlendirmesini bilmelidir. Türkiye, bugünkü buhrandan çıkış yollarını da demokrasi içerisinde bulacaktır. Meclisimiz görevinin başındadır ve ortaya çıkan sorunlara en doğru çareler bu çatının altında mutlaka bulunacaktır. Meclisin üzerinde hiç bir güç yoktur ve Anavatan Partisi, Meclisin üzerinde hiç bir gücü bundan sonra da tanımayacaktır.

Yücel bey biraz önce bana geldi; bu Başkanlık Divanının kararıyla ilgili bilgi verdi, onu sözlere ileteyim. Başkanlık Divanı, son yapılan soruşturma komisyonu kurulmasıyla ilgili önergenin oylamasında, sahte oyları değerlendirdikten sonra, kabul yönünde 241, red yönünde 240 oyun kesin olduğunu, bir oyun Ekrem Pakdemirli arkadaşımızın ilini yazmayı unuttuğu için, onun oyu ile ilgili Mecliste müzakere açılmasını kararlaştırmış. Eğer Ekrem Pakdemirli arkadaşımızın oyu da kabul yönünde Mecliste kesinleşirse, yarıdan bir fazla sağlandığı için nisap bulunmuş olacak. Aksi takdirde yeni bir oylama gerekecek.

Sanıyorum, her halükarda Başkanlık Divanının kararı oylamaya gelecek. Gerekirse daha sonra yeniden oylama yapılacak.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)