ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI
SAYIN MESUT YILMAZ'IN
TBMM GRUP KONUŞMASI

19 Şubat 1997

 

Değerli arkadaşlarım, benim anladığım kadarıyla, biraz önce konuşan Ferudun PEHLİVAN arkadaşım da, ondan önce konuşan Metin GÜRDERE arkadaşımın anlayışları arasında hiçbir fark yok. Aslında, ikisinin de söyledikleri, Anavatan Partisinin, 1983 yılından itibaren Türk siyasetine getirdiği, kendisini bütün diğer siyasi partilerden ayıran özellikleri koruyarak, ayrılıklarını muhafaza ederek, aradan geçen zaman içerisinde Türkiye’deki ve dünyadaki gelişmelerle doğruluğu, geçerliği ispatlanmış olan kendine has görüşlerini, yaklaşımlarını muhafaza ederek, bugünkü Türk siyasetinin belki her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu, Türkiye’de bir denge partisi, bir uzlaşma partisi, toplumu bölmek isteyenlere karşı toplumu birleştirici, bütünleştirici özelliğini sürdürmesi gerektiğidir. Her iki arkadaşımın da, eğer ben yanlış anlamadıysam, kastettiği husus aynıdır.

Ama, buna rağmen, arkadaşlarımın üsluplarında belli bir gerginlik varsa, demek ki, Türkiye’nin bugünkü halinden, hepimiz aynı derecede muzdaribiz demektir, hepimiz aynı derecede endişeliyiz demektir.

Evet, Metin GÜRDERE arkadaşımın dediği gibi, Refah Partisi bugün, iskenderiye’deki hamal gibi, çuvalı patlatmak üzeredir. Şimdi bir düşünün bakalım, Refah Partisi neden bunu böyle yapıyor. Herhalde, Refah Partisinin daha önce savunduğu bütün görüşlerin tersine icraat yapmak, herhalde daha önce savunduğu bütün sloganların tersine görüntüler vermek işine gelmiyor; ama, Refah Partisini buraya iten bir zorunluluk var, bir mecburiyet var. Ben, size onu açıklamak istiyorum.

Biraz önce Güneş TANER arkadaşım, ekonominin durumundan bahsetti. Erbakan Hoca, dün bir grafik dağıtmış. Bu grafikte diyor ki, Ocak ayında bütçe 9 trilyon lira fazla vermiş. Ben iddia ediyorum ki, Ocak ayında, Türkiye Cumhuriyetinin bütçesi, en az 129 trilyon lira açık vermiştir. Başbakan, milletin gözünün içine baka baka yine milleti aldatmanın gayreti içerisindedir. Burada, aşağıda bir not var, “Merkez Bankasından Hazineye yatırılacak olan 138 trilyon lira, vergi dışı normal gelirlere dahil edilmiştir” diyor. Erbakan’ın beyanıyla, benim söylediğim gerçek arasındaki fark işte budur, böyle bir gelir yoktur, bu hayali bir gelirdir.

1997 yılı bütçesinin, Türkiye Cumhuriyetinin ilk denk bütçesi olacağı Başbakanın ağzından ifade edilmiştir. Bizim incelemelerimize göre, işte Güneş TANER’in referans verdiği uluslararası kuruluşların tahminlerine göre, çeşitli senaryolarda, Türkiye bütçesinin, bu sene, 2 katrilyon lira ile 3,5 katrilyon lira arasında bir açık vermesi söz konusudur. Ha, denk bütçe sağlanamaz mı; denk bütçe sağlanır. Denk bütçe sağlanırsa ne olur; Türkiye’nin büyüme hazı sıfır olur veya eksi olur. Öyle mi?...

Halbuki, bu Hükümet ne diyor: Hükümetin iki tane profesorü, birisi hacı, birisi bacı, ikisi de ne diyorlar: Hem denk bütçe sağlanacak, hem de Türkiye kalkınma hızında rekor kıracak. Bütçede öngörülen, yıllık programda öngörülen yıllık kalkınma hızı, 1997 yılı için yüzde 4’tür. Şimdi, iki koalisyon ortağı bunu açık artırmaya çıkardılar. Sayın Çiller geçen hafta, bunun yüzde 7 olarak gerçekleşeceğini söylüyor, Sayın Erbakan, bu rakamı 14’e çıkarmıştır. Yani, Sayın Erbakan’ın milletimize yaptığı taahhüt şudur: 1997 yılında Türkiye’de denk bütçe olacak, bütçe hiç açık vermeyecek; enflasyon yüzde 65’e inecek, büyüme hızı da yüzde 14 olacak.

Değerli arkadaşlarım, bu hedeflere ulaşılırsa, ben siyaseti bırakmaya hazırım. (Alkışlar) Benim siyaseti bırakmam da yetmez, Anavatan Partisinin de kapısını kapatmamız lazım. Bu hedefler, hiçbir şekilde ulaşılamayacak hedeflerdir, bu hedefler hayali hedeflerdir.

Bakın, 1997 yılında, Hükümetin kullanmaya hakkı olan bir kısa vadeli avans limiti var, kanunla sınırlanmış. Hükümetin kullanabileceği, bir yıl içerisinde, sene sonuna kadar kullanabileceği toplam kısa vadeli avans, 505 trilyon liradır. Şimdi, bugün Şubatın ortası, şu anda kullanılan rakam, 421 trilyon 300 milyar liradır. Yani, 1,5 ayda yıllık Hükümet hakkı olan kısa vadeli avansın neredeyse yüzde 85’ini kullanmıştır. Sene sonuna kadar, 10,5 ayda kullanabileceği toplam kısa vadeli avans limiti, sadece 83 trilyon liradan ibarettir. 1,4 ayda 421 trilyonunu kullanmış, sene sonuna kadar, 10,5 ayda kullanabileceği hakkı sadece 83 trilyon lira.

Özelleştirme gelirlerinden bugüne kadar Hazineye girmiş bir kuruş yoktur. Çünkü, yapılan özelleştirmeler, daha, özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından onaylanmamıştır. Sayın Erbakan’ın verdiği rakamlar, ortaya koyduğu tahminler, ekonomiyle ilgili kullandığı doneler, hepsi yalandır, hepsi hayalidir, hepsi sadece zaman kazanmaya matuf olan rakamlardır ve bunlardan bizim bir sonuç çıkarmamız lazım. Bu Hükümetin foyasının en fazla altı ay içerisinde, sekiz ay içerisinde eğer uygulama imkanı bulursa, eğer işbaşında kalırsa ortaya çıkmaması mümkün değil.

O zaman, bu Hükümetin bir siyasi hedefi olması lazım. Bu Hükümetin siyasi hedefi, çuval patlamadan, foyası meydana çıkmadan, insanlar krizden sokağa dökülmeden seçime gitmektir. Eğer başka türlü bir hesap içerisindeyseler, başka türlü bir program içerisindeyseler, bunun altında ezilmemeleri mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, Refah Partisinin bir sloganı vardı; adil düzen. Adil düzen demek, adaletli düzen demektir. Adalet, toplum hayatının, devlet yönetiminin en önemli kavramıdır. Adaletle hükmetmek, hem Allah’ın emridir, hem de adalet aynı zamanda devletin temelidir. Adalet şuuru, fertte bakarsanız, vicdanla ortaya çıkar, ahlakla ortaya çıkar; ama, aynı şuura devlette bakarsanız, hukuk devletiyle, hukukun üstünlüğüyle ortaya çıkar. İşte, bugün, Türkiye’de yolsuzlukları, hırsızlıkları, çeteleri örtme pazarlığı üzerine ahlak dışı bir koalisyon kurulamazdı. Eğer öyle olmasaydı, bugün, herkesin gözü önünde ortaya çıkan bunca gerçeğin önünde birtakım suçlar, işlenmiş olan suçlar görmezlikten gelinemezdi.

Değerli arkadaşlarım, daha önce de söyledim, böylesine ahlak dışı bir temel üzerine kurulmuş olan bir Hükümetten, bir koalisyondan hiçbir olumlu icraat beklemek mümkün değildir. Çünkü, bu Hükümetin mayası bozuktur. Bu Hükümetten, halka zulüm ve tasalluttan başka da hiçbir şey beklenemez. (Alkışlar)

Adaleti gerçekleştirmek, bir ülkede adaleti gerçekleştirmek devletin görevidir. Adaleti gerçekleştirebilen devletler devam ederler. Adaleti kuramayan, zulme sapan, yahut zulme fırsat veren devletler ise çökmeye mahkumdurlar.

Değerli arkadaşlarım, siyasi güç ve makam sahiplerinin, yani devleti yönetenlerin işledikleri suçlar cezasız kaldıkça, yolsuzluklar, hırsızlıklar, siyasi ayak oyunlarıyla örtbas edildikçe, maalesef, iskenderiye’deki hamalın çuvalı gibi, ülkenin her gün dikişleri zorlanmaktadır. Adeta birileri, bu ülkenin dikişlerini patlatmak için var güçleriyle çalışmaktadırlar. Bir parti liderinin yolsuzluklarının örtülmesi karşılığında, bir başka parti liderinin 30 yıllık siyasi hırsının tatmini, ülkemizi bir büyük çıkmaza doğru sürüklemektedir.

Şimdi, bu durumda Anavatan Partisi olarak, kendi konumumuzu yeniden gözden geçirmek zorundayız. Evvela bir noktaya açıklık getiriyorum. Bugün, Türkiye’deki herkes, ister milliyetçi, ister ülkücü, ister muhafazakar, ister liberal, kim olursa olsun, evvela bütün bu sıfatlarından arınmış olarak, belli kavramlar karşısındaki tutumunu açıkça ortaya koymak zorundadır. Yani, ülkücüsüyse, milliyetçiyse, muhafazakarsa, liberalse, ne olursa olsun, solcuysa, sağcıysa, evvela hırsızlıkların, yolsuzlukların örtülmesinden yana olup olmadığını ortaya koymak zorundadır. Eğer, bütün bunların karşısındaki kendi konumunu açıkça ortaya koyamıyorsa, bazı şeylerin, çeşitli nedenlerle, çoğu zaman şahsi nedenlerle örtülmesini, örtbas edilmesini istiyorsa, o insanın taşıdığı o sıfat bizim için fazla önemli değildir. O sıfatın gerisinde, kendi kişiliğini bu işlerle, bu fiillerle nasıl bağdaştırdığı önce sorgulanmalıdır.

Ben iddia ediyorum, siyasi saiklerle, siyasi hesaplarla, çok açık olan işte bundan önceki Grup toplantısında da burada tartıştığımız o turban yolsuzluğunda olduğu gibi çok açık yolsuzlukları veya devletin içine sızmış olan birtakım çetelerin kanlı dosyalarını örtmek, bu sıfatların hangisine mensup olursa olsun, bütün insanlar için en büyük erdemsizliktir.

Değerli arkadaşlarım, hem yolsuzlukları, kanlı zulüm çetelerini örtbas etmek hem de erdemli olduğunu, adil düzeni savunduğunu iddia edebilmek mümkün değildir. Burada, daha önce, geçen gün Partide yaptım, sendikaların başkanları geldi, Türk-iş’in, Disk’in, Esnaf Sanatkarlar Konfederasyonunun başkanları, onlarla birlikte Basın toplantısı yaptık, orada da yaptım.

Şimdi, burada bir defa daha yapıyorum. Türkiye’de, temiz toplumdan, temiz siyasetten, hukuk devletinden yana olan eğilimleri ne olursa olsun erdem sahibi olan, ahlak sahibi olan, kişilik sahibi olan bütün insanları, bütün vatandaşlarımızı, tıpkı cahiliye döneminin Mekke’sindeki farklı görüş ve kanaatlerdeki erdem sahiplerinin yaptığı gibi, gerçekten erdemli bir yapıda, yani kendi deyimiyle Hılf ul fudul’da buluşmaya davet ediyorum. Yani, Peygamber Efendimizin de katıldığı, o yapı içerisinde, adaleti çiğneyen güç ve otorite sahiplerine karşı nasıl işbirliğine gidilmişse, bugün de bizim Türkiye’de, yolsuzlukları örtbas etmek isteyenlere, hukuk devletini ortadan kaldırmak isteyenlere karşı aynı şekilde işbirliği yapma zaruretimiz vardır. (Alkışlar)

Onlar, o gün cahiliye döneminin Mekke’sinde nasıl hak ve hukuk tanımayan zorbalara karşı adaleti üstün tuttularsa, bugünün erdem sahipleri de aynı şekilde davranmak zorundadır.

Değerli arkadaşlarım, bizim bir atasözümüz var: Ramazan’da oruç yiyenin Bayram’da yüzü kara olur derler. Şimdi soruyorum, iktidarda yolsuzlukları, hırsızlıkları, bu çeteleri örtenler, yarın eğer hesapları tutarsa, erken seçim olursa, bu sene sonunda milletin önüne giderse, acaba halkın karşısına hangi yüzle çıkacaklardır.

Erbakan ve partisi, yolsuzlukları ve hızsızlıkları adalete havale etmek yerine, bu mecliste oylarıyla örtbas ettikleri için, aslında kendi misyonlarına ihanet etmişlerdir. Bundan sonra artık adil düzen lafını telaffuz etmeye hakları yoktur. Şimdi sormak gerekir, adalet kavramı üzerine, adil düzen diyerek bir siyasi program kuran, bir programı ortaya koyan, misyonunda adalete böylesine hayati bir yer veren, böylesine önemli bir yer veren Erbakan’ın, acaba şu oylamalarla, adalet cellatlığına, zulüm bekçiliğine ve hızsızların koruyuculuğuna soyunmasını seçim meydanlarında nasıl izah edeceklerdir.

Değerli arkadaşlarım, ortada iki tane ihtimal vardır. Ya Erbakan baştan itibaren bu kavramlara hiçbir zaman samimi olarak inanmamıştır ve insanları 30 yıldan beri aldatmıştır ya da, kendisine misyon olarak biçtiği ve üzerine siyasi bir proje inşa ettiği adalet kavramını dört günlük iktidar koltuğu uğruna katletmiştir. Bundan da iki sonuç çıkarmak mümkündür: Ya adalet kavramı ve adil düzen Erbakan’ın misyonudur; ama, Erbakan dört gün için de olsa Başbakanlık koltuğuna oturmak uğruna bu misyonuna ihanet etmiştir ya da adalet kavramı ve adil düzen, Erbakan’ın misyonu değildir, Erbakan bu sloganları halkı aldatmak için kullanan ikiyüzlü bir münafıktır. (Alkışlar)

Ortada üçüncü bir ihtimal yoktur, üçüncü bir şık yoktur. Burada, Peygamber Efendimizin biz sözünü hatırlatmakta fayda görüyorum. Yüce Allah’ın insanlar arasında en sevdiği kişi, adalet üzerine yöneten kişidir. En çok gazap ettiği kişi ise, zalim olan kişidir, zalim olan yöneticidir.

Değerli arkadaşlarım, Refah Partisinin başı, bugünden itibaren hep önüne eğit olacaktır. Refah Partisinin yöneticileri, Refah Partisinin milletvekilleri, yolsuzlukları örtmüş olmanın vebalini, bütün ömürleri boyunca taşıyacaklardır. Bu zillet onlara, siyasi ömürleri boyunca yetecektir. Bundan böyle, adil düzen sözcüsü olarak meydanlara çıkamayacaklardır. Çünkü, onlar dört günlük iktidar uğruna adaletin köküne kibrit suyu dökmekten çekinmemişlerdir. Bundan böyle, Refah Partisinin boynunda, adalet cellatlığı yaftası asılı olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, burada, bugün yapılacak oylama, dün yapılmış oylamalar vesilesiyle bir hususa daha açıklık getirmek istiyorum. Bizim sistemimizde, Türkiye’deki hukuk sisteminde, bazı kişiler, taşıdıkları sıfat dolayısıyla, mesela milletvekili oldukları için kendileri hakkında öne sürülen bir suçtan dolayı yargı önüne doğrudan çıkartılamadıkları için, yargı dışında başka bir merciin, işte Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararına ihtiyaç duyulmaktadır. Ama, bu nedenden dolayı, yanı dokunulmazlık müessesinden dolayı, Meclisin vereceği herhangi bir Yüce Divana sevke gerek olmadığı kararı, bir beraat, aklama kararı değildir.

Yine, Meclisin vereceği Yüce Divana gerek olduğu kararı, suçluluğun tespiti kararı değildir. Onun için, dokunulmazlık müessesesinin kendisine sağladığı bu imkandan yararlanarak, Meclisin siyasi nedenlerle, siyasi saiklerle yapmış olduğu bir oylama sonucunda, ortağının iktidarını sürdürme hesabına dayalı olarak, işlediği suçlardan dolayı mahkeme önüne çıkmaktan kurtulanlar, kendilerini aklanmış sayamazlar. Çıngıraklı deve nasıl kaybolmazsa, onlar da her zaman hukuk tarafından izlenecektir. Alınacak siyasi kararlarla, ne bir yolsuzluk dosyası kapatılabilir, ne de çetelerin kanlı eylemleri örtülebilir. Hak yerde kalmayacağı gibi, haramın da temeli olamaz.

Sağduyunun bütün çabalarına karşı, sağduyulu insanların bütün gayretlerine karşı eğer bu dosyalar örtülme yoluna gidilirse, belki biraz zaman kaybedilecek; ama, netice değişmeyecektir. Çünkü, bütün bu dosyalar, ilk fırsatta yeniden açılacaktır. Kanunlarımızın bu suçlar için öngördüğü zamanaşımı süresi, beş yılla yirmi yıl arasında değişmektedir. Bu zamanaşımı süresi oldukça uzun bir süredir ve hiç bir siyasi, bir başkasının himayesi altında, bir başkasının koruması altında bu süreyi dolduramaz. Ayrıca bu dosyalara ait, yeni birtakım bulgular, yeni birtakım bilgiler ortaya çıktıkça, hukuki süreç kaldığı yerden yeniden başlayacaktır. Yüce Divan süreci de buna dahildir.

Aklı olan, yarını olmayan ve yarın ne yapacağı belli olmayan Erbakan’ın ipine sarılmak yerine, mahkemeye gider, hesabını orada verir. Buradan, Doğru Yol Partisindeki bütün arkadaşlarıma da seslenmek istiyorum. Unutulmasın ki, bir arabanın ön tekerleği nereden geçerse, arka tekerleği de oradan geçer. Refah yol Hükümetinde, Koalisyonunda, Erbakan, Doğru Yol Partisi Genel Başkanının zafiyetinden yararlanarak, çaresizliğinden yararlanarak, arabayı istediği yöne sürmekte, yolsuzluk dosyalarının kapatılması hatırına, Doğru Yol Partisi de onun peşinden gitmektedir.

Doğru Yol Partisi, bugüne kadar, bana göre yanlış olan, alışılmış birtakım siyasi mülahazalarla böyle bir tercihte bulunmuş olabilir. Genel Başkanına sahip çıkmak için. Genel Başkanını feda etmemek için, onu kurtarmak için bu işe ortak olmuş olabilir. Ama, işte bugünkü oylamayla, Genel Başkanını kurtarmış olacaktır. Unutulmasın ki, bundan sonra kurtarılması gereken artık Genel Başkanı değildir, Türkiye’nin geleceğidir. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Susurluk sonrası gelişmeler ortaya koymuştur ki, çete konusu, çeteler konusu, maalesef Türkiye’de hala kaynayan bir kazandır ve bu çetelerin üstünü örtmek isteyenler, çete olayını örtbas etmek isteyenler bilmelidir ki, kaynayan kazan kapak tutmaz. Nitekim tutmamaktadır. Eğer, başta Hükümet olmak üzere, bütün sorumlular, Susurluk kazanının üstünü zorla örtmeye devam etmeye çalışırlarsa, kazan patlayacak ve onu örtmek isteyenlerin de ellerini, yüzlerini yakacaktır.

Bu konuda, bugüne kadar baştan beri söylediğimiz her şeyde haklı çıktık; ama, söylediklerimiz de haklı çıkmamız bizi sevindirmiyor, sadece bize üzüntü veriyor. Şimdi bakın, biz baştan itibaren ne söyledik; devleti teslim almaya çalışan bir takım çeteler var dedik. Bu söylediğimiz doğru çıkmadı mı?.. Biz, bu çeteler devletin yüksek çıkarlarını gerekçe göstererek, aslında kendi aşağılık çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışıyorlar dedik. Öyle çıkmadı mı?.. İşin içinde uyuşturucu işi var dedik, kumar rantı var dedik, çeteler uyuşturucu tekeli kurmaya çalışıyorlar dedik, bütün bunların belgeleri bilgileri ortaya çıkmaya başlamadı mı?..

Bu hükümet, çetelerin üzerini örtmek için çalışıyor, çetelerin üzerini açmak için değil, örtmek için çalışıyor dedik, bugüne kadar ki dört aylık gelişmeler söylediklerimizi doğrulamadı mı?.. Erbakan, dört günlük iktidarda kalmak uğruna, çeteleri görmezden gelecektir, dosyaları kapatmaya çalışacaktır dedik. Bu söylediğimiz de doğru çıkmamış mıdır?.. Başbakan, çetelerle ilgili soruşturma talimatı filan vermedi, sadece inceleme yaptırıyor dedik. Başbakan tersini söyledi, ben soruşturma yaptırıyorum dedi. Sonra bir gün hep beraber gördük ki, inceleme bitmiştir, bundan sonra iş yargınındır dedi. Bugün soruşturma yapan yok. Bugün teftiş kurullarının bu konuyla ilgili hiç bir çalışması yok. Ama, yargı memurları doğrudan doğruya yargılayamıyor, Memurin Muhakemat Kanunu var. Tekrar idarenin iznine bağlı, ondan sonra Danıştay’ın onayına bağlı.

Binaenaleyh, bir hükümetin, bir başbakanın yapması gerektiği şekilde kamuoyunu tatmin edecek bütün gerçeklerin ortaya çıkması için, yetkilerini kullanmak yerine, Sayın Başbakanın yaptığı, hukukun bütün imkanlarını zorlayarak işi örtbas etmeye çalışmaktan ibarettir.

Ben, Emniyet ve MİT başta olmak üzere bazı devlet kuruluşlarının devletten gerçeği sakladıklarını söyledim. Devlete doğru bilgi vermediklerini söyledim. Şimdi, benim söylediğimi komisyon başkanı da söylüyor.

Değerli arkadaşlarım, baştan beri söyledim, eğer bu işlerin ortaya çıkmasını istemeyen bir hükümet varsa, eğer siyasi iktidarın işine, bu işlerin ortaya çıkması gelmiyorsa, o zaman bugün mevcut denetim mekanizmalarıyla, bugünkü yargının imkanlarıyla, idari denetimle bu işlerin ortaya çıkabilmesi mümkün değildir.

Şimdi, tekrar söylüyorum, bugüne kadar söylediklerimizin doğru çıkmış olması, bize memnuniyet vermiyor, tam tersine bize üzüntü veriyor. Şimdi ortaya çıkan siyasi bağlantıların, sadece aysbergin su üstünde görülen kısmı olduğunu tekrar ediyorum. Bu bağlantıların sahipleri henüz görev başında olup, hem çetelerin üzerini örtmeye çalışır, hem de çete faaliyetlerini sürdürürlerse, bundan endişe duymamamız mümkün değildir.

Bu konuda, başta Hükümet olmak üzere, bütün sorumluları bir defa daha uyarıyoruz. Gittiğiniz yol yanlıştır. Hikmeti hükümet edebiyatıyla halkın kandırıldığı dönemler artık geride kalmıştır. Psikolojik harp taktikleriyle halka hiçbir şeyin yutturulamayacağı bir dönemde yaşıyoruz. Bütün örtbas etme çabaları beyhudedir. Günümüz iletişim çağıdır. Halkımız, her şeyden haberdardır. Hiçbir şey, halkın gözünden kaçmamaktadır. Bazı şeyleri de, halkımız, sezgileriyle sezebilmektedir. Çetelerin işledikleri suçlara ilişkin her gün yeni birtakım bilgiler medyada yer almaktadır. Bütün bunlar karşısında, halkımız, yetkililerin harekete geçmesini, eğer varsa birtakım yeni yasal düzenlemelerin yapılmasını, ama mutlaka gerçeklerin ortaya çıkmasını beklemektedir. Yetkililerin, halkımızın çığ gibi büyüyen bu tepkisini görmezlikten gelmelerini anlamak mümkün değildir. Onlara, kafalarını kuma gömmek yerine, her akşam saat 9’da pencerelerinin perdelerini aralayıp, dışarıya bakmalarını öğütlüyorum. Eğer bakarlarsa, halkın ne istediğini göreceklerdir.

Bu noktada, çetelerin üzerini örtmekle, Refah Partisi, yolsuzlukların üzerini örtmekten daha büyük bir vebal altına girmektedir. Refah Partisi, iktidarını dört gün daha uzatabilmek uğruna, hem ülkemizin, hem de kendisinin geleceğini karartmaktan çekinmemektedir. Çeteler işbaşında oldukça, Türkiye’de, hiç kimse, hiçbir şeyden emin olamaz. Başbakan olsa dahi emin olamaz.

Değerli arkadaşlarım, Refah Partisinin, yolsuzluklarla ilgili, çetelerle ilgili, hukuk devletiyle ilgili uygulamaları, onun adil düzeninin sadece bir yutturmacadan, bir aldatmacadan ibaret olduğunu bu memlekette yaşayan herkese göstermiştir. Onun içindir ki, aslında kendilerinin gündeme getirmesi gereken, adil düzen adına en fazla kendilerinin sahip çıkması gereken konuların gündeme getirilmesinden rahatsızdırlar. Halkın, bu konudaki duyarlılığını, tepkilerini demokratik yollardan, hiç kimseye, zarar vermeden ortaya koymasından dahi rahatsızdır.

Bu kadar rezalet yaşanmış, yolsuzluklar örtülmüş, örtülmeye devam ediliyor, çeteler ortaya çıkarılamamış, yaptıkları marifetler ortada, bu durum karşısında, vatandaş, her partiye mensup vatandaş, hatta kendi partilerine oy vermiş olan vatandaşlar dahi, gayet tabii ki tepki duyacaklardır. Vatandaş bu tepkisini ortaya koyuyor, nasıl ortaya koyuyor; akşam saat 9’da bir dakika labbasını kapatıyor. Bunun kime zararı var? Asayişe zararı var mı? Huzuru bozucu bir yönü var mı? Ekonomiye bir zararı var mı? Yok, hatta faydası var. Peki, bu demokratik, Türkiye’de temiz toplumun kurulmasıdır, hukukun üstünlüğünün sağlanmasıdır. Refah Partisi niye kendisini bu harekete hedef olarak görmektedir, muhatap olarak görmektedir?

Çünkü, Refah Partisi, bu olaylarda, yolsuzlukların örtülmesinde olsun, çetelerin örtülmesinde olsun bu hükümetin kurulmasında olsun, bütün bu icraatın ortak faili durumundadır. Refah Partisinin, aslında kendi sloganı gereği, adil düzen gereği, seçim öncesi vaatleri gereği ağzından düşürmediği birtakım değerlerin gereği, kendisinin sahip çıkması gereken, kendisinin üstüne gitmesi gereken, kendisinin ortaya çıkarması gereken şeyler, bugün hiçbir dönemde olmadığı ölçüde, Refah Partisinin iktidarında olmaktadır. Onun için Refah Partisi, bütün bunların konuşulmasına karşıdır, bütün bunların gündeme getirilmesini, aslında yaptığı başarılı işlerin, mesela ekonomideki mucizenin! Örtülmesi çabası olarak görmektedir.

Ekonomideki durumu biraz önce söyledim, Güneş arkadaşım söyledi, peki ekonominin hali böyle, Türkiye’nin dış itibarı ne durumdadır? Biraz önce Feridun arkadaşım, başka bir vesileyle de olsa çok kısa değindi, bu hafta bir yurtdışı toplantıya katıldı çevreyle ilgili; ama, sadece o değil, işte Avrupa Konseyi toplantısına giden arkadaşlarım, NATO Asamblesine giden arkadaşlarım, Parlamentolararası Birlik toplantılarına katılan arkadaşlarım, hepsi şu bayramdan bugüne kadar geçen üç beş gün içerisinde bana geldiler, yıllardan beri hiçbir dönemde Türkiye’nin dış itibarının bu kadar ayaklar altına alınmadığını söylediler. O arkadaşlarımdan rica ediyorum, ya bugün kapalı bölümde, yada haftaya, sizlere de bu konuda bilgi versinler. Maalesef, 1983’te, hakikaten bütün Avrupa’yı imrendiren, Doğu Avrupa ülkelerine, o zamanki Doğu Bloku ülkelerine örnek olan, bu nedenle dünyada parlayan bir yıldız haline gelen Türkiye, bugün bütün kapıların üzerine kapatıldığı, diplomatik nezaket dışında hükümet yetkilileriyle görüşülmekten bile kaçılan bir ülke durumuna gelmiştir.

Bakın, Alman Hükümeti, geçtiğimiz günlerde bir karar aldı, 15 Ocak tarihinden itibaren Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızın Türkiye’deki çocukları 16 yaşından küçük çocukları, bundan sonra ana babalarının yanına giderken vize alacaklar. Almanya’da yaşayan 16 yaşından küçük çocukları için de oturma izni alınacak. Böyle bir kararın alınacağı aylardan beri belliydi. Bu karar alınmadan önce Almanya’ya gönderdikleri bir bakan, zannediyorum Ahmet Cemil Tunç isimli bir devlet bakanı, Almanya’ya gitti, bir tane bile hükümet yetkilisiyle görüşemeden geri döndü. Bir tane Alman yetkilisiyle görüşemedi, bir hükümet yetkilisiyle görüşemedi.

Halbuki, Alman Hükümetinin aldığı karar kendi açısından belki haklı olabilir; ama, Avrupa Birliği hukukuna aykırıdır. Orada ikamet eden vatandaşlarımızın çocuklarının, 16 yaşından küçük çocuklarının Avrupa Birliği Adalet Divanında bu konuda dava açılırsa, bu karar iptal edilebilir. Ama, bunu takip edecek bir Hükümet yok, haberi bile yok karardan. Bu karardan 650 bin çocuğumuz etkileniyor, Almanya’daki 650 bin çocuğumuzun hakları bu şekilde Alman Hükümeti tarafından kısıtlanıyor ve Türk Hükümetinden çıt bile çıkmıyor.

Devletin itibarı ayaklar altında, Türkiye’nin prestiji her zamankinden daha kötü, şimdi Erbakan bizden bunları değil, kendi hayali projelerini tartışmamızı bekliyor. Kendi verdiği hayali rakamlarla, hayali kaynak paketleriyle, hayali hedeflerle, hayali tartışmalar yapmamızı bekliyor.

Değerli arkadaşlarım, Maalesef memleketimizde din ve laiklik, birçok politikacı için çok bereketli bir istismar alanıdır. Nitekim, yıllardan beri, onyıllardan beri bu konu sağından ve solundan çekiştirilmekte, birçok politika cambazı da bu sayede mevki ve ikbal temin ederek, bedavadan şöhret bulmaktadır. Evvela, şurada anlaşmamız lazım: inanmış insanlar, samimi ve dürüst insanlardır. Ama, istismarcı, kelimenin tam manasıyla münafıktır.

Türkiye’de, maalesef, bir tarafta da laiklik ilkesini istismar etmek isteyenler vardır. Bu iki istismarcı grup, milletimizi önce cepheleşmeye, daha sonra da kavgaya sürüklemeyi hedeflemektedir. Son dönemde Erbakan ve Partisinin, bu kutuplaşmayı, bu cepheleşmeyi artırmak için, çalışmalarını hızlandırdıklarını görüyoruz. Sanıyorum ki, kendi söylediklerinin aksine birtakım oluşumlara perde çekmek zorunda kalmaları, daha önce verdikleri vaatlerin hiçbirini yerine getirmemiş olmaları, söylediklerinin tam teksini iktidardayken yapmak zorunda kalmaları, onları bu yola başvurmaya zorlamıştır.

Erbakan ve partisi, her şeyden önce kavgaya ve cepheleşmeye dayalı olan söylemini değiştirmek zorundadırlar. Erbakan’ın bundan bir iki yıl önce, muhalefetteyken, Refah Partisi iktidara gelecek; ama, bu kanlı mı, kansız mı olacak şeklindeki kan ve silah kokan tehdidi hala unutulmamıştır. Erbakan’ın katıldığı toplantılarda, partisi tarafından, partilileri tarafından kullanılan, işte ordu, işte komutan sloganı, Türk Ordusundan başka hiç bir ordu tanımayan milletimiz için ürküntü vericidir. Refah Partisini orduya, Erbakan’ı da komutana benzeten slogan ve nihayet Erbakan’ın parti çalışmalarını gazaya, yani savaşa benzetmesi, Erbakan’ın her toplantının sonunda, “gazanız mübarek olsun” demesi, bütün bu savaşçı söylemler, bir siyasi lidere ve bir siyasi partiye yakışmayan sözlerdir. Hele seçimlerde bazı belediyelerin Refah Partisi tarafından kazanılması üzerine, o beldenin fethi gibi takdim edilmek istenmesi, yani yapılan fetih edebiyatı, bir sivil toplum örgütü olan siyasi partiye hiç bir şekilde yakışmayacak bir söylemdir. İslam’i savaş kavramları olan cihat ve mücahit kavramlarının, Erbakan ve partilileri tarafından siyasi alanda kullanılması son derece yanlıştır.

Bütün bunlar bize bir şeyi gösteriyor; Erbakan ve partisinin, siyaseti aslında bir savaş gibi gördüklerini gösteriyor. Siyaseti savaş gibi görenler, gayet tabii ki, ülkede kavgayı ve çatışmayı körükleyeceklerdir.

Ama, ben diyorum ki,bu durumdan, yani Türkiye’de siyasetin çatışmaya dönüştürülmesinden, siyaset yoluyla kavganın körüklenmesinden, Erbakan ve partisi karlı çıkmaz. Belki bugün kendi durumlarını örtebilmek için, kendi icraatlarını, daha doğrusu icraatsızlıklarını gizleyebilmek için toplumda gerginliklerin körüklenmesinden medet umabilirler. Belki onların karşısındaki Türkiye’de laikliği hep bir baskı unsuru olarak benimsemiş olan bir takım çevreler, onların karşısında bir takım cepheler yaratmak suretiyle onların oyununa gelebilirler. Bu gerginlikten, bu gerginliğin tırmanmasından her ikisi de karlı çıktığını düşünebilirler. Ama, burada unutulmaması gereken husus şudur: Bu kavga, sonunda demokrasiyi tehlikeye sokar, demokrasi ortadan kalktığı zaman, bundan, o olaya taraf olan herkes zarar görür.

Onun için, Sayın Erbakan ve partisinden, siyaseti savaş olarak gören bu kısır anlayışı bir an önce terk etmesini bekliyorum. Hem kendisinin, hem ülkemizin, hem de demokrasimizin çıkarları bakımından bunda zorunluluk vardır. Ülkemiz bugün, cepheleşmeye değil, hoş görüye ve uzlaşmaya muhtaçtır. Bazı siyasilerin kendi basit hesapları için başlattıkları cepheleşme girişimi, inanıyorum ki, vatandaşlarımızın sağduyusu karşısında başarısızlığa uğrayacaktır.

Bu nedenle, buradan, bir defa daha, herkese, bu konuda bir çağrıda bulunmak istiyorum; demokrasimizin kıymetini bilelim ve onu zorlu yollara sokacak gerginlikleri, çatışmaları teşvik etmekten kaçınalım.

Tabii ki, bu çağrım, en başta Adalet Bakanlığı makamında oturan zata yöneliktir. Türkiye’de şimdiye kadar, Adalet Bakanlığı gibi, en fazla tarafsızlık, en fazla saygınlık gerektiren bir makamda bulunup da, bugünkü bakan kadar çam deviren, gaf yapan, milleti birbirine karşı körükleyen, düşmanlık hislerini devamlı tahrik eden, başka bir bakan gelmemiştir.

Anavatan Partisi olarak dün, Adalet Bakanı hakkında soruşturma önergesi verdik. Arkadaşlarımız, bu Adalet Bakanının, 7.5 aylık icraatı döneminde, Adalet Bakanlığıyla, Hükümet üyeliğiyle, hatta daha ileri giderek söylüyorum, Meclis Üyeliğiyle, Milletvekilliğiyle, hatta hatta vatanseverlikle bağdaşmayan bütün davranışlarını, bu soruşturma önergesinin gerekçesi olarak derlemişlerdir. Sanıyorum, bugün yapılacak olan Danışma Kurulu’nda bu soruşturma önergesine ilişkin öncelik talebimiz de görüşülecektir.

Bu konuyu Meclise getirmiş olmamızın, aynı zamanda toplumda bu konudaki tepkilere karşı da, partimiz açısından doğru bir davranış olduğunu düşünüyorum.

Biraz önce söylediğim bu çetelerin faaliyetleri, Susurluk’la aralanan olayların ortaya çıkarılabilmesi için, iki tane önemli girişimimiz vardır. Bir tanesi, biliyorsunuz ilk defa bizim inisiyatifimizle Mecliste partiler arası bir komisyonda ele alınan, daha sonra Adalet ve Anayasa komisyonlarının ortak toplantısında sanıyorum ortak toplantısında görüşülüp kabul edilen yasama dokunulmazlığının belli suçlarda sınırlandırılmasına ilişkin Anayasa değişikliği teklifimiz vardı. Buna, Refah Partisi dışındaki diğer siyasi parti grupları da destek vermişlerdir. Bu Anayasa değişikliği teklifinin de öncelikli olarak görüşülmesini Danışma Kuruluna götüreceğiz.

Ayrıca, Adalet Bakanı, bundan bir ay kadar önce katıldığımız bir televizyon programında, İtalya’dakine benzer Susurluk olayını da kapsayacak bir pişmanlık yasasının Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanarak Meclise sunulacağını vaat etmişti. Aradan bir ayı aşkın bir zaman geçmiştir. Meclise sunulmak yerine, daha Bakanlar Kuruluna dahi gelmediğini gördük. Adalet Bakanının, yerine getirmediği bu taahhüt karşısında, Anavatan Partisi olarak, Pişmanlık Yasasını bir teklif olarak Meclis gündemine getirdik. Bunun da, Danışma Kurulunda öncelikli olarak ele alınmasını istiyoruz.

Daha önce vermiş olduğumuz, Hükümet hakkındaki gensorumuz, sanıyorum 26 Şubat Çarşamba günü Meclis Genel Kurulunda görüşülecektir. 25 Salı günü, diğer muhalefet partilerinin verdikleri gensorular birleştirilerek görüşülüyor, 26’sında da bizim verdiğimiz gensoru görüşülecektir.

Ayrıca, Tuzla’da meydana gelen yangın olayı ve bu olaydaki birtakım yanlışlıklarla ilgili olarak bir Meclis araştırması önergesi verdik. Bu Meclis araştırması önergemizin de öncelikli olarak ele alınmasını istiyoruz.

Dolayısıyla, bu hafta ve önümüzdeki hafta, Meclis Genel Kurulu çalışmaları, bizim açımızdan ve Hükümetin geleceği açısından fevkalade önem taşıyan çalışmalardır. Arkadaşlarımın, gerek bayram öncesinde, gerek dünkü oylamalarda hiç eksiksiz olarak Mecliste bulunmalarından hakikaten büyük memnunluk duydum. Bunun, Anavatan tabanı tarafından da takdir edildiğini bayram ziyaretlerim sırasında gördüm. Ümit ediyorum ki, arkadaşlarım, bu durumu, bundan sonraki günlerde de devam ettireceklerdir. En azından Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, hepimize bu sorumluluğu getirmektedir.

Son olarak, bu şeriata karşı yürüyüş konusundaki tutumumuza bir açıklık getirmek istiyorum. Burada, Partili hanım arkadaşlarımız da bulunuyor. Bana, bayram öncesinde, Partimizin kadın komisyonlarını temsilen arkadaşlarım geldiler ve çeşitli kadın kuruluşlarının Sincan olaylarıyla ilgili bir protesto yürüyüşü düzenleme fikrinde olduklarını, Anavatan Partisi kadın kolları olarak, bizim de bu yürüyüşe katılmamızda herhangi bir sakınca olup olmadığını sordular. Ben de, hiçbir sakınca olmadığını söyledim. Bundan sonra arkadaşlarım, bir organizasyon komitesi içerisinde bu yürüyüş için birlikte çalışma yaptılar. O sırada, bayram tatili sırasında, bu yürüyüşü arkadaşlarımla kurduğum temasta, kendilerinin itirazına rağmen, bir emrivaki olarak, böyle bir isim tespit edildiğini, kendilerinin bu konuda itirazlarını dile getirdiklerini ve buna rağmen yürüyüşe katılıp katılmayacakları konusunda da Genel Merkeze danışacaklarını ifade ettiklerini bana söylediler. Hemen bayram tatilinden sonra, Başkanlık Divanında konuyu değerlendirdik.

Maalesef, biraz önce söylediğim şekilde, burada, bu haklı tepkinin, Refah Partisinin son zamandaki bazı yanlış uygulamalarının, din istismarını devlet yönetimine taşımayı amaçlayan yanlış icraatlarına karşı, Sincan’daki belediye başkanının suç teşkil eden birtakım eylemlerine ve Refah Partisi yöneticilerinin kuralları çiğneyerek, hakkı kötüye kullanarak onları hapishanede ziyaretlerine kadar varan himayeci tutumlarına karşı bu haklı direnişin her zaman Türkiye’de karşılaştığımız ve Türkiye’de halkımız tarafından laikliğin anlamı dışında, adeta dinsizlik gibi, din düşmanlığı gibi anlaşılmasında her zaman en önemli payı bulunan, en önemli rolü, en önemli sorumluluğu bulunan birtakım çevreler tarafından amacından saptırıldığına tanık oldum. Şeriata karşı yapılacak bir yürüyüşe, Anavatan Partisinin katılmasının mümkün olmayacağını söyledim. Çünkü, Şeriat, halkımızın temiz dindar olan büyük kesiminin gözünde dinin tamamıdır, dinin bütünüdür. (Alkışlar) Şeriata karşı yürünmez, şeriata ancak saygı duyulur.

Ama, eğer, şeriat içerisinde olan ve zaman içerisinde aslında devamlı tekamüle bağlı olarak gözden geçirilmesi gereken muamelata ilişkin birtakım hususlar, devlet nizamının esası gibi takdim edilmeye çalışılırsa, devlet nizamı buna göre değiştirilmeye çalışılırsa, gayet tabii ki, bu Anayasamız bakımından hem suç teşkil eder, Anayasamızın değişmez hükmü niteliğindedir hem de milletvekili yeminimize ve diğer yasalarımızda belirlenen esaslara ters düşer.

Binaenaleyh, Anavatan Partisinin bu konudaki tutumu, Türkiye’de ortaya konulmuş olan en net tutumdur, en açık tutumdur. Laiklik ilkesi devlet için geçerlidir. Devlet laiktir, devletin laik niteliği, devletin dine karşı olmasını, dinsiz olmasını gerektirmez. Devletin dini olmaz, devlet dinsiz de olmaz. Devletin görevi, vatandaşlarının din ve vicdan hürriyetlerini tam olarak kullanmalarını sağlamaktır. Devletin görevi, ister dindar olsun, ister dinsiz olsun, bütün vatandaşların inanç hürriyetlerine saygılı olmaktır. Devletin laikliği kadar önemli olan, vatandaşların din ve vicdan hürriyetlerinin korunmasıdır. Türkiye’de bu dengeyi, bu uzlaşmayı en iyi anlayan, en iyi savunan parti Anavatan Partisi olmuştur.

Türkiye’de, bir tarafta laikliğin istismarcıları vardır, bir tarafta dinin istismarcıları vardır. Anavatan Partisi, bu meseleyi, hiçbir yönünden, hiçbir zaman istismar konusu yapmamış olan bir partidir. Bundan sonra da yapmamaya kararlıdır. (Alkışlar)

Daha önce de söyledim, tekrar söylüyorum, laiklik bizim için devlet hayatındaki en önemli ilkelerden birisidir. Anayasamızın vazgeçilmez şartıdır. Laiklik, aynı zamanda, Türkiye’de demokrasinin de ön koşuludur. Ama, Anavatan Partili olarak mutlaka benimsemesini, özümsemesini, Anavatan Partili olarak mutlaka benimsemesini istediğim bir ilavesi söz konusu: Bizim için laiklik, dini ve dindarları baskı altında tutma aracı değildir. (Alkışlar) Bizim için laiklik, evrensel bir değer olan, bütün dünyada da şu anda yükselen değer olan din ve vicdan hürriyetinin vazgeçilmez teminatıdır. (Alkışlar)

Anavatan Partisini, Türkiye’de, dine saygılı, din ve vicdan hürriyetini teminat altına alan bir laiklik ve ırkçılıktan uzak bir milliyetçilik anlayışını, böyle bir muhafazakarlık anlayışını, böyle bir milliyetçilik anlayışını, en net, en berrak, en çağdaş biçimde tanımlayan, savunan parti Anavatan Partisi olmuştur. Bu anlayışın öncüsü Anavatan Partisi olmuştur ve bundan sonra, bundan böyle de aynı anlayışın, her zaman inançla, kıskançlıkla, kararlılıkla savunucusu olmaya mecburuz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de, bu meseleleri istismar etmek isteyenler, aslında bu değerlerin hiçbirisine samimi olarak inanç beslemeyen, bu meseleleri sadece siyasi malzeme olarak kullanmak isteyen çevrelerdir, kişilerdir, partilerdir. Anavatan Partisi olarak biz, bu değerleri hiçbir zaman istismar konusu yapmadık, Bundan sonra da istismar konusu yapmayacağız. Ama, bizim katılacağımız eylemlerde, bizim desteğimizi bekleyenler, bizim katkımızı bekleyenler, bizim bu görüşlerimizi, bizim duyarlılıklarımızı da mutlaka hesaba katmak zorundadırlar.

Onun için, bundan sonra da Refah Partisinin başını çektiği din istismarcılığına karşı olan her eylemde, Anavatan Partisi yer almaya, rol almaya, işbirliği yapmaya hazırdır. Keza, Anavatan Partisi, hukuk devletinin korunmasıyla ilgili, temiz siyasetle ilgili bütün eylemlerde de her zaman kendisinden beklenen katkıyı sağlamaya hazır olacaktır. Fakat, hiç kimse, Anavatan Partisi, hukuk devletinin korunmasıyla ilgili, temiz siyasetle ilgili bütün eylemlerde de her zaman kendisinden beklenen katkıyı sağlamaya hazır olacaktır. Fakat, hiç kimse, Anavatan Partisinin temel görüşleriyle bağdaşmayan, başlangıçtan beri titizlikle koruduğumuz dengeli, tutarlı tutumumuza ters düşen noktalara bize çekmeye boşuna çalışmamalıdır.

Bundan sonra, bu oyunlara gelmemeye, bizi olmadığımız yerlerde gösterme çabalarına alet olmamaya da, bütün arkadaşlarımın aynı titizlik ölçüde titizlik ve dikkat göstermelerini rica ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Şiddetli alkışlar)