BAŞBAKAN SAYIN MESUT YILMAZ'IN
TBMM GRUP KONUŞMASI

13 Ağustos 1997

 Değerli arkadaşlarım,

Biraz önce partimize katılan değerli parlamenter arkadaşım Sayın Baki Tuğ’a ve Doğru Yol Partisinden istifa ederek partimize katılan Erzincan-Yoğurtlu Belediye Başkanı Ali rıza Akkuş, Hatay-Samandağı-Değirmenbaşı Belediye Başkanı Süleyman Gün, Konya-Kırali Belediye Başkanı Nurettin Şahin ve yine Konya-Çavuş Belediye Başkanı Ali Osman Küçüközet arkadaşlarıma, bütün Anavatan Camiası adına hoş geldiniz diyorum.

Bu katılımlarla Anavatan Partisi, Türkiye’de yıllardan beri muhtaç olduğumuz siyasi istikrarı sağlayacak, merkez sağı birleştirecek tek adres olduğunu bir defa daha göstermiştir. Bu durum, bizi daha fazla sorumluluk yüklemektedir. Onun için, önümüzdeki dönemde, biraz önce Grup Başkan vekili arkadaşımın söylediği bugünkü ve önümüzdeki günlerde yapılacak olan Meclis çalışmaları da dahil olmak üzere, bütün arkadaşlarımızdan, milletvekili arkadaşlarımdan, teşkilat mensubu arkadaşlarımdan, üstlendiğimiz bu ağır sorumluluğun gerektirdiği çabayı, feragati, çalışmayı göstermelerini rica ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz günlerde maalesef memleketimizin çeşitli yörelerinde can ve mal kaybına yol açan sel felaketleri yaşanmıştır. Özellikle Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde 11 vatandaşımızın hayatına mal olan, çok sayıda vatandaşımızın evsiz kalmasına, hayvanlarının telef olmasına yol açan sel afeti yaşanmıştır. Aynı afet, medyadan da izlediğiniz gibi, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da, dün Zonguldak’ta, Bartın’da, Afyon’da, memleketimizin çeşitli köşelerinde yaşanmıştır.

Evvela bu felaketzede vatandaşlarımızdan, hayatlarını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Hükümetimiz, bu afetlerde zarar gören vatandaşlarımızın yaralarını mümkün olan en kısa sürede sarabilmek için gerekli her türlü tedbiri almıştır. En fazla zarara uğrayan illere Başbakanlıktan, Acil Destekleme Fonundan ve Bayındırlık Bakanlığımızın Afet Fonundan gerekli maddi yardımlar sağlanmıştır. Bayındırlık Bakanlığının ekipleri şu anda hasar tespitini, bütün bu illerimizde, yürütmektedir. Önümüzdeki günlerde de, bu tespit sonuçlarına göre, felakete uğrayan vatandaşlarımıza devletin yardım eli en müşfik şekilde mutlaka ulaşacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bu sel afetleri yanında son günlerde maalesef, iyice azgınlaşan bir başka terör de trafik terörüdür. Kara yollarımızda elini kolunu sallayarak gezen ve her gün çok sayıda ocağı söndüren bu belanın mutlaka önünü almak zorundayız. Televizyonlarda her akşam dehşetle seyrettiğimiz bu sahneleri sona erdirmek için hükümetimiz akla gelebilecek bütün tedbirleri almak üzere çalışma yapmaktadır.

 

Maalesef, geçen sene çıkardığımız Karayolları Trafik Kanununa rağmen, kaza sayısında önemli ölçüde artış yaşanmaktadır. Trafik terörünü önleyebilmek, Hükümetimizin önde gelen sorumluluklarından birisidir ve bu da, sadece birtakım yasaklarla, cezalarla değil, her şeyden önce yol standardımızın artırılması ve eğitim yoluyla sağlanabilecek bir hedeftir. Çalışmalarımızı bu yönde de yürütmekteyiz. Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin çeşitli bölgelerini kapsayan yurt gezileri yaptım. Açılışlara, temel atma törenlerine katıldım. Bu çerçevede Muş’a, Bitlis’e, Antalya’ya, Trabzon’a, Rize’ye ve Giresun’a gittim. Bütün bu gezilerim sırasında, vatandaşlardan gördüğümüz ilgi beni fazlasıyla sevindirmiştir. Gördüm ki, halkımız koparılmak istenen bütün gürültülere rağmen, hükümetimizin yanındadır. İnsanımızın gözündeki ışıltı, yüzündeki tebessüm, yarınlara olan inancımızı, Türkiye’nin geleceğine olan inancımızı daha da pekiştirmiştir.

Değerli arkadaşlarım, vatandaşlarımızın bize gösterdikleri bu ilgi, hükümetimizin doğru yolda olduğunun bir kanıtıdır. Bu millete ne kadar hizmet etsek, gecemizi gündüzümüze katsak, uykusuz ve yorgun düşsek azdır. Bu şuur içerisinde ve vatandaşlarımızdan gördüğümüz bu destek karşısında, vatandaşlarımızın refahını artırabilmek,onların yıllardan beri çektikleri geçim sıkıntısını azaltabilmek, kısacası sorunlarını çözebilmek için elimizden geleni yapmaktayız.

Sanıyorum ki, çiftçi vatandaşlarımız, köylülerimiz son on yıldan beri en rahat hasat dönemini idrak etmektedirler. Bugüne kadar sadece çiftçilerimizin 100 trilyonu aşan ürün bedellerini ödemekle kalmadık, aynı zamanda iki seneden beri ödenmemiş olan tarım sübvansiyonlarını da, ki bunların tutarı 24 trilyon liradır, tümüyle ödedik. Bugün huzurunuzda büyük bir memnuniyetle ifade ediyorum ki, haftalık ödemeler dışında şu anda devletin çiftçisine beş kuruş borcu yoktur.

Ayrıca, küçük ve orta boy işletmelere, yani KOBİ’lere, başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu olmak üzere, uzun bir zamandan beri kapalı olan kredi muslukları da yeniden açılmıştır.

Bunun yanında, dün terörle mücadele konusunda Sayın Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit’in başbakanlığında ilgili bakanların ve diğer ilgili üst düzey bürokratların katıldığı bir toplantıda, geçen ay Mecliste kasım sonuna kadar uzatmayı kararlaştırdığımız olağanüstü hal uygulamasının, bundan sonra uzatılmaması kararlaştırılmıştır. Böylece, Türkiye’de zaman zaman 15-16 ilimizde, halen 10 küsur ilimizde uygulanmakta olan 10 seneden beri devam eden olağanüstü hali kaldırmanın şerefi de Hükümetimize ait olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, hem Anavatan Partisi olarak hem de 55. Hükümet olarak, Türkiye’ye yeni bir açılım sağlamaya çalışıyoruz. Sağlamak istediğimiz bu açılım, eğitimde söz konusudur; ama, aynı zamanda ekonomide yeni bir açılım yapmaya çalışıyoruz. Sosyal güvenlikte açılım sağlamaya çalışıyoruz, en fazla tıkandığımız dış politikada Türkiye’nin önünü açmaya çalışıyoruz. Kısacası, Türkiye’yi ayaklarındaki prangalardan kurtarmaya çalışıyoruz. Türkiye’yi 2000’li yılların güçlü ülkesi yapmak için çalışıyoruz. Rahmetli Özal’ın deyimiyle 21’inci yüzyılı, Türklerin asrı yapmaya çalışıyoruz.

Biz bunları yapmaya çalışırken, acaba karşımızdakiler ne yapıyorlar? Birileri elimizden, kolumuzdan, ayaklarımızdan çekiştirerek,bizim bu çabalarımızın önüne geçmeye çalışıyorlar, bizi engellemeye, hatta geriletmeye çalışıyorlar. Birtakım yalanlarla, asılsız suçlamalarla milletimizi aldatarak, devletle milleti karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Doğru olmadığını çok iyi bildikleri halde, gerçekleştirmeye eğitim reformumuzun halkımızın hassas olduğu din eğitimine darbe vuracağını zihinlere kazımaya çalışıyorlar.

Ekonomideki tahribatın müsebbibi kendileri değilmiş gibi, bizim ekonomi alanında başlattığımız hamleleri de karalamaya çalışıyorlar.

Dış politikada, şu geçtiğimiz bir ay içerisinde yaşanan bütün sevindirici gelişmeleri, adeta yok saymaya çalışıyorlar.

Bürokrasiyi, sırf kendi yandaşlarına paye dağıtmak uğruna, en aşağı düzeydeki memura kadar politize eden sanki kendileri değilmiş gibi, yaptığımız atamalara, görevlendirmelere çamur atmaya çalışıyorlar.

Değerli arkadaşlarım, bütün hesaplarını siyasi gerginliğin olabildiği kadar tırmanması üzerine yapanlar, bu gerginliğin, mümkünse, bütün ülke sathına yayılması için, bugün olanca güçleriyle çalışmaktadırlar. Oysa biz, Türkiye’nin gelecekte daha mutlu, daha müreffeh, daha sağlıklı, daha zengin, daha güzel insanların yaşadığı bir ülke haline gelmesi için, bu konuda herhangi bir teklifi olan varsa, herhangi bir önerisi olan varsa, bunların hepsine açığız. Buyursunlar, fikirlerini ortaya koysunlar; bunları tartışalım, doğru olanlarını uygulayalım. Ama sırf kısır siyasi ihtiraslar için ülkenin geleceğin karartmaya çalışmak veyahut buna rıza göstermek, büyük bir vebaldir. Böyle bir vebali, aklı başında, sağ duyu sahibi olan, sağlıklı düşünen hiçbir siyasetçinin, hiçbir insanın gönüllü olarak üstlenebileceğini düşünemiyorum.

Biz, bundan sonra da doğru bildiğimiz yolda yürümeye devam edeceğiz. Onlar ne kadar ayaklarımıza, ellerimize dolanmaya çalışırlarsa çalışsınlar, düşündüklerimizi birer birer uygulamaya koymaktan geri kalmayacağız. Çünkü, bizim başımız dik, alnımız ak, gönlümüz ferahtır. Bugün yalancılara kanıp, olayları farklı değerlendiren insanları, yarın her şey yerli yerine oturduğu zaman gerçeği göreceklerine ve bizi takdir edeceklerine inanıyorum.

Olayları makro planda, genel planda değerlendirmezseniz, küçük ayrıntılara takılır ve neticede büyük hedefleri gerçekleştiremezsiniz. Eğer, dereleri, ırmakları geçemezseniz, denizleri, okyanusları aşamazsınız. Biz, okyanusları aşmanın hesabını yapıyoruz; derelerde, ırmaklarda kaybedecek vaktimiz yoktur. Buna vakit kaybına tahammülümüz de yoktur.

Değerli arkadaşlarım, İslam dini, milli yapımızın en önemli yapı taşlarından birisidir. Halkının tamamına yakın bir ekseriyetinin Müslüman olduğu Türkiye’de vazgeçemeyeceğimiz müşterek bir değerimizdir. Milli birliğimizin ve beraberliğimizin devamında, bu ortak değer, en geniş bir şekilde herkese lazımdır.

Türkiye’nin içerisinde bulunduğu hassas bölge şartları göz önüne alındığında, sevdirici, bütünleştirici, akıl ve imana dayalı gelişmeyi teşvik edici bir hizmet olan din hizmetlerinin verimliliğinin artırılması gerekir. Din müessesesi şahsi, siyasi, ideolojik maksatların dışında ve bunların hepsinin üstünde tutulmalıdır. Dinin, bu tür maksatlara alet ve vasıta yapılması çabalarına karşı çıkmak, devletin ve dini kutsal ve değer olarak kabul eden herkesin ortak görevidir.

Bugün bu ülkede yaşayan herkes, din istismarına karış mücadele etmek zorundadır. Ancak, din istismarı faaliyetleriyle mücadele etmek, her şeyden önce bir strateji meselesidir. Neyin din olduğunu, neyin dinin istismarı olduğunu sağlıklı tespit etmek gerekir. Yani, stratejinin ilk adımı budur. Din istismarıyla mücadelede kantarın topunun kaçırılması, devlet ve milletine bağlı, tertemiz ve samimi inanca sahip vatandaşlarımızın dini inanç ve duygularının rencide edilmesine karşı tavır gibi algılanan davranışlardan, devlete düşman kesimler faydalanmaktadırlar.

Bu nedenle, bu hususta konuşan, din konusunda fikir serdeden herkes, üslubuna dikkat etmek zorundadır. Devletle milletin arasını açmak isteyen şer odaklarına fırsat vermemek zorundadır.

Fikir, inanç ve ibadet hürriyetiyle, bu hürriyeti yaygın olarak kullanma serbestliğinin sınırlarının daha da genişletildiği bir ortamda, din hizmetlerinin daha verimli olarak verileceği açıktır. Bu hususta, ilgili kurum ve kuruluşların, çıkacak yasa bağlamında kanun ve bütçe bakımından da yeterli hale getirileceğine kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Dünyanın değişen dinamik yapısına, bilginin sınır tanımayan ilerleyişine ayak uydurabilecek bir yapıyı Türkiye’de kurmaya çalışıyoruz. Bu yolla, bilgi çağında harikalar olacak, süper zeka ve süper beyin çocuklarımızın keşfedilmesine imkan tanımış olacağız.

Türkiye, geldiği nokta itibariyle temel eğitimin 8 yıl olarak hayata geçirilmesi gibi, hayatı projelerini daha doğmadan boğma lüksüne sahip değildir. Bu hususta katkıları azami derecede artırıp, biriken kaynaklarını akılcı ve ekonomik biçimde kullanmak zorundadır. Eğer buna muhalefet edenler varsa, onlar da muhalefetlerini insaf, özen ve sağduyu anlayışı içinde yapmak zorundadırlar.

Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi, zor şartların Partisidir. Ülkeyi 12 Eylül sonrasının şartlarından alıp,tüm dünyanın takdir ettiği, ilgiyle izlediği bir ülke olarak, bizden sonraki iktidarlara bıraktık. 5 sene sonra, 6 sene sonra hepimizin çok iyi bildiği bugünkü şartlarda devraldık.

Demek ki ülke Anavatana ve onun kadrolarına ihtiyaç duymaktadır. Bıraktığımız yerden, bıraktığımız sorunlara eklenen onca sorunlara rağmen, ülkemizi daha ileriye götüreceğiz; ama bu kez, halkımızın desteğiyle geriye götürülmesine de izin veremeyiz.

Bizim geçtiğimiz bu zahmetli yol, bizden sonra gelecekler için açılmış büyük bir çığırdır. 8 yılın memleket hayrına olan sonuçları alınmaya başlandığı zaman, daha ileri, ortaöğretim ve yüksek öğretim için çalışmalar, plan ve projeler yapmak ve uygulamak kolaylaşacaktır. Ülkeye hizmet yolunda meşakkate katlanmak, bir nasip işidir.

Değerli arkadaşlarım,8 yıllık eğitim konusunu halkımıza anlatmakta eksiklerimiz olduğu doğrudur, ama, bu konuyu siyasi istismar konusu yapanlar, halkımıza yanlış ve maksatlı yaklaşımları eksiksiz olarak ulaştırabilmek için bugüne kadar her yönteme, her metoda başvurmuşlardır.

Neler mi yapmışlardır; her şeyden önce halkımızın din konusundaki hassasiyetini çok iyi kullanmışlardır. Gerçekten de halkımız din konusunda fevkalade hassastır. Geçmişte yaşanan bazı olumsuz olaylardan dolayı, bu hassasiyet zaman içinde artmıştır. Halkımız, bilhassa din özgürlüğünün kısıtlanması noktasında çok daha hassastır. Yine halkımız dine ve dindarlara kısıtlama anlamına gelebilecek her türlü girişime karşı da soğuktur.

Halkımızın bu hassasiyetlerini bilenler, bundan siyasi olarak istifade etmeye çalışmaktadırlar. Bunlar, bu yaptıklarıyla ne millete ne devlete ne de dine ve diyanete hizmet etmektedirler. Bunlar, masum halkımızı devletle karşı karşıya getirmenin kurnazlığı içindedirler. Onlar için önemli olan, dini eğitimi veya gelecek nesillerin dini bilgileri de alarak yetişmesi filan değildir. Onlar için önemli olan,devletle milletin arasını açmaktır. Bilhassa Erbakan ve partisinin esas amacı, fitne çıkarıp kaos ortamı yaratmaktır.

Erbakan’ın ve partisinin bir yıllık iktidarı döneminde çıkardıkları bunalım, bizim çabalarımız sonucunda ortadan kalkmıştır. Aslında, onların birazcık sağduyuları olsa, bunun için bize teşekkür etmeleri gerekir; ama onlar, politikalarının temelini, gerginlik üzerine kurmuşladır. Ülkenin huzur ortamına gelmesinden rahatsız olmaları bu bakımdan son derece doğaldır. Fitne çıkarmak için kullanmaktan çekinmeyecekleri hiçbir şey yoktur.

Başta, Erbakan ve partisinin bazı yöneticileri olmak üzere, bazı kişiler, geçmiş dönemde istismar ettikleri bu hassasiyeti, içinde bulunduğumuz ortamda sonuna kadar kullanma yolunu seçmektedirler ve bunun için her yola başvurmaktadırlar.

?imdi bakın, size birkaç örnek vereceğim. Arkadaşlarımız bir çalışma yapıyorlar; Diyanet İşleri Başkanlığında görev yapan 61 bin İmam Hatip Lisesi mezunu din görevlisi var. Bunların eğitim düzeylerinin yetersiz olduğu, daha önce bu kürsüye de çeşitli defalar getirilmiş olan bir gerçektir. İmam hatip lisesi mezunları, maalesef yeterli eğitim almadan mezun olmaktadırlar. Bunların eğitim düzeylerinin yükseltilmesi gerekmektedir.

?imdi biz, bir yeni proje geliştirdik; 61 bin din görevlisinin, yani imam hatip lisesi mezunu 61 bin din görevlisinin iki yıllık bir yüksekokul mezunu yapılabilmesi için bir proje geliştirdik. Bu projeyle 61 bin Diyanet mensubuna çok daha iyi eğitim ve özlük hakları iyileştirme imkanını getiriyoruz.

Din görevlilerimiz açısından bakıldığında, her açıdan müspet bir projedir. Ama şimdi, bazı fitne ve fesat sahipleri, bizim bu iyi niyetli projemizi, bakın halka nasıl tanıtıyorlar, demişler ki: “Bu proje Diyanette bazı kişileri görevden atmak amacıyla kullanılacak. Eğitime alınan din görevlileri başarısız sayılıp görevlerine son verilecek.”

Oysa, geliştirilen bu proje tek bir din görevlisine bile zarar verecek bir proje değildir.

Eğer sınavda başarısız olsa dahi, yalnızca yüksekokul diploması alamayacaktır. Yoksa, görevden alınması filan söz konusu olmayacaktır. Bu bakımdan, din görevlilerimiz rahat olsunlar. Biz, yalnızca onların eğitim düzeylerini ve durumlarını iyileştirmeyi amaçlıyoruz.

Bir başka örnek, geçtiğimiz günlerde hep birlikte yaşadık. Hoparlörle okunan ezanların birbirine karışmasından doğan ve hoş olmayan bir uygulamaya düzen getirmek için, Diyanet İşleri Başkanlığı bir genelge yayımlamıştır.

Genelgeyle İslami estetik ve anlayışa uygun güzel bir düzenleme yapmak istemiş. Bunu yaparken de bize filan danışmamış, Hükümetle bağlantılı filan yapmamış. Ama, bu kon da hemen istismar edildi ve malum çevreler, bu sefer de “Ezan yasaklanıyor” iftirasını dile getirmeye başladılar. Ve el çabukluğuyla bunun faturası da Hükümete kesilmeye çalışıldı.

Oysa, dediğim gibi, bu düzenlemenin hükümetle filan alakası yok. İşte, Diyanet İşleri Başkanı çıktı televizyonda açıkladı, 1996 yılında yapılmış çalışma, Refah Partisi iktidarda iken yapılmış.

Binaenaleyh, bu tümüyle Diyanet İşleri Başkanlığının kendi tasarrufudur. Eğer milletimiz bu yeni uygulamayı beğenirse devam eder, beğenmezse bu genelgeyi ortadan kaldırırız. Bunu, şu ya da bu yana çekmenin ve bunun üzerinden ucuz siyaset yapmanın hiç kimseye faydası yoktur.

Değerli arkadaşlarım, gittiğim yerlerde de söyledim, bazı malum basın organlarında, Refah Partisinin yayın organı basın organlarında, Refah Partisinin yayın organı olan bir takım gazetelerde, “Ezan susturulmak isteniyor” şeklindeki haberlerin hepsi yalandır, hepsi asılsızdır. Anavatan Partisi iktidarda olduğu sürece, ezan susmaz. İmam-hatip kapatılmaz, Kur’an Kursu kapatılmaz. Bunlar, bu milletin ortak arzusu, bayrağın inmemesi, ezanın susmamasıdır. Anavatan Partisi bu arzunun gerçekleşmesinin teminatıdır. Bize bu iftiraları atanlar, kendilerini hala Erbakan’ın iktidarında zannediyorlar. Çünkü Kur’an kursları Erbakan’ın iktidarında kapatılmıştır.

Evet, Anavatan Partisi bayrağın, ezanın, dinin, bütün milli ve manevi değerlerimizin teminatıdır. Üstelik,başkaları gibi, bu kutsal değerlerin edebiyatını yapıp, siyasi ikbal uğruna bunların hepsini feda edebilecek bir riyakarlıkla değil, samimi olarak teminatıdır.

Yıllardır kimsenin cesaret edemediği büyük reformlar konusundaki cesaretimizi de işte bu samimiyetimizden alıyoruz. Bizim bu yolda yaptığımız hizmetleri dile getirmekten adap duymamızı, yani bunları siyasi propaganda vesilesi olarak kullanmamamızı hiç kimse Anavatan Partisinin bu konulardaki zaafiyeti olarak görmemelidir. Bundan sonra da bunları hiçbir zaman propaganda vesilesi yapmadan, bu konudaki hizmetlerimizi sürdürmeye devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, size şimdi bir örnek daha vermek istiyorum.

Geçen hafta bu kürsüde yaptığım grup konuşmasında aynen şöyle demiştim: “Çocuklarımızın aydınlık bir geleceğe kavuşmasından acaba bazı insanlarımız, özellikle bazı siyasilerimiz, özellikle Refah Partisi, acaba neden rahatsız olmaktadır?

Gıdaları cehalet olan, karanlık olan insanlar elbette ki aydınlıktan rahatsız olacaklardır. Karanlığa alışmış yarasaların, güneşi gördüklerinde duydukları huzursuzluğu, şimdi bu insanların yüzlerinde görmek mümkündür.”

Değerli arkadaşlarım, benim söylediğim bu sözlerin adresi gayet açık, bellidir. Bu adres, Refah Partisinin bazı yöneticileridir. Ama şimdi, Refah Partili bu yöneticiler, benim bu sizlerimi de istismar etmeye çalışıyorlar. Adresin kendileri olduğunu gizleyerek, “Başbakan dindarlara yarasa dedi” şeklinde propaganda yapıyorlar. Ondan sonra da fitne tezgahı, köylerde, kasabalarda olanca hızıyla dönmeye başlıyor. Grup konuşmalarım zapta geçiyor, zabıtları burada, isteyen gitsin baksın. Bizim sözümüz, Refah Partisinin bazı yöneticileridir. Bizim sözlerimizin dindar vatandaşlarımızla uzaktan yakından herhangi bir alakası yoktur.

Bizim anlayışımıza göre İslam ilimdir; İslam ışıktır. Öyle bir ışıktır ki, 14 asırdır bütün insanlığı aydınlatmaya devam etmektedir. Allah’ın, peygamberimiz vasıtasıyla insanlara gönderdiği ilk emir “Oku”dur. Peygamber efendimiz, ilimin Çin’de bile olsa aranması gerektiğini söylemiştir. Müslümanın ilimden, okumaktan, eğitimden rahatsız olabileceğine kesinlikle inanmıyorum, hiçbir zaman da inanmayacağım.

Hiçbir dindar insanımıza değil yarasa demek, onları rencide edecek ek küçük bir sözü bile şiddetle reddederim. Ancak İslam perdesi arkasına saklanarak cahiliye taassubunu sürdürenler için yarasa sözcüğü bile aslında iltifattır.

Değerli arkadaşlarım, günümüzde asıl tahrik ve kışkırtmalar, 8 yıllık eğitim konusunda yapılmaktadır. Refah Partisi, bu konuda büyük bir kışkırtmaya soyunmuştur. Bu tahrikten fayda umanlara bir defa daha hatırlatıyorum: Bu ateş, sadece başkalarını değil, sizi de yakar. Dindar insanlarımızı devletle karşı karşıya getirmeye çalışmayın. Bundan devlet de, dindar insanlarımız da zararlı çıkar. Bu işten kazançlı çıkacak olanlar, sadece din ve devlet düşmanları olur. Bütün vatandaşlarımı, bilhassa üzerlerinde oyunlar oynanmak istenen samimi dindar vatandaşlarımı, bu tahriklere kapılmamaları konusunda bir defa daha uyarıyorum.

Refah Partisinin bazı yöneticilerinin ateşledikleri bu kışkırtmanın büründüğü şekillere bakın: Ellerine Kur’an-ı Kerimi alan bazı insanlar polise Kur’an sallıyorlar. İslam tarihini bilenler için çok acı bir tekrardır. İstanbul’daki cami avlularında polise Kur’an sallayanların, Hazreti Ali’nin ordusuna karşı Kur’an-ı Kerim’i sallayanlardan hiçbir farkı yoktur. Ama, inanıyorum ki, samimi dindar olan halkımız, bütün olan bitenleri görmekte ve en iyi şekilde değerlendirmektedir.

?imdi, bir başka kışkırtmaya bakın; gittiğim Trabzon’un Of ilçesinde üç beş tane adam kalabalığın içine karışmışlar, bana kağıt gösteriyorlar. Üzerinde ne yazıyor: “Kitabıma ve okuluma dokunma” yazıyor. Ne demek bu? Yani, Kur’an-ı Kerim’e dokunma, imam hatip okuluna dokunma. Herhalde ekranlarda da bu pankartları gördünüz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de hiç kimse Kur’an-ı Kerime dokunamaz. Kur’an-ı Kerim’e uzanan eller mutlaka kırılır. Ama, ben, bana o kağıtları gösterenlere veya onların kuklası oldukları asıl Refah Partisi yöneticilerine diyorum ki: Asıl siz Allah’ın kitabına siyaseti istismar etmek amacıyla dokunmayın.

Aynı şekilde “İmam-hatiplere dokunma” diyorlar. Bu kampanyaya bilerek veya bilmeyerek katılan bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Bizim İmam-Hatiplere dokunmak gibi bir düşüncemiz yoktur. İmam-Hatiplerin orta kısımları, bütün ortaokulların, 8 yılık ilköğretim uygulaması içerisinde, ilkokullarla birleşmesi nedeniyle ilköğretimin içine katılacaktır. Bundan dolayı imam hatip okullarının orta kısımlarında, şu anda haftada bilmek kaç saat, ama üç sene zarfında toplam 788 saat olarak okutulan Arapça dil dersleri ve yüzünden Kur’an dersleri, şimdi bizim getirdiğimiz uygulamada imam hatip liselerine gidecek talebeler için kurduğumuz hazırlık sınıfında bir senede 960 saat olarak okunacaktır.

?imdi size soruyorum, bu işi bilenlere, bu işi anlayanlara soruyorum: Üç sene parça parça okutulan, haftada iki saat, üç saat okutulan, üç senede toplam 788 saat okutulan dersler mi daha verimlidir, yoksa bir senede teksif edilmiş olarak, 960 saat olarak okutulması mı daha verimlidir? Burada geriye gidiş söz konusu değildir, burada ileriye gidiş söz konusudur. Ama, onların istedikleri, imam hatip talebelerinin daha iyi dini bilgilerle teçhiz edilmeleri filan değildir. Onların istedikleri, imam hatip okullarından dini eğitimleri yetersiz bile olsa, kendi partilerine militan yetişmesidir. Buna meydan vermeyeceğiz. Asabiyetleri bundandır. Bu kanuna karşı çıkmalarının altında yatan esas sebep budur.

Aslında, bunlar samimi olsalar, bana söyleyecek sözleri olmaması lazım, asıl sözlerini Erbakan’a söylemeleri lazım. Ne söylemeleri lazım Erbakan’a biliyor musunuz: “Okullarımızdan elini çek” demeleri lazım. “ Bugüne kadar hiçbir katkın olmayan İmam-Hatip okullarından elini çek” demeleri lazım. “İmam-Hatiplere zarar veriyorsun” demeleri lazım. “Yaşadığımız bütün sıkıntıların kaynağı, senin bu okullara ve İslam adına her şeye tasallutta bulunmandır” demeleri lazım.

Değerli arkadaşlarım, Hükümetimizin kurulması sırasında Erbakan’ın ve partisini hükümetimiz için uydurdukları, yaydıkları yalanları hepiniz biliyorsunuz. Bu yalanlardan, bu iftiralardan bir tanesi de, 55. Hükümeti,kumarhanecilerin kurduklarıydı. ?imdi, bildiğiniz gibi, geçtiğimiz hafta bu konu yasallaştı. ?imdi merak ediyorum; Hükümetimize bu iftirayı atanların yüzleri, acaba birazcık olsun kızarmayacak mı?

Değerli arkadaşlarım, hiç kimse müslümanların vasisi, sahibi ya da sözcüsü değildir. Benim insanım, dinini Refah Partisi’yle birlikte öğrenmemiştir. Benim insanım, namazına, ezanına, Kur’an’ına en temiz şekilde sahip çıkacaktır. Din gibi kutsal bir kavramı, siyasi çıkarları uğruna pervasızca kullanan Refah Partililer, kendi dönemlerinde din kurumuna en büyük zararı vermişlerdir. Siyasi ihtiras uğruna, dinin bütün değerlerini ve kurumlarını yıpratanlar, elbette bunun hesabını önce Allah’a, sonra da milletimize vereceklerdir.

Bana şu aşamada düşen, bu çevreleri artık izana ve insafa davet etmektir. Getirilen yeni sistemde din eğitimi noktasında iki şeyin açık ve net bir şekilde gerçekleşmesini istiyoruz. Birincisi, din görevlilerimiz, yani çocuklarımızı din eğitimine tabi tutacak olan, halkımıza din eğitimi verecek olan din görevlilerimiz,dört dörtlük yetişsinler istiyoruz. Bunun için gerekli bütün fedakarlığı göstermeye de hazırız. Halka din konusunda rehberlik yapacak olan din görevlilerimizin, yeterli bir şekilde yetişmeleri için gerekli her tedbir alınacaktır.

Geçenlerde Diyanet İşleri Başkanı televizyonda söyledi, geçtiğimiz sene Diyanetin açtığı imam hatip yeterlilik sınavına, 55 bin İmam-Hatip Lisesi mezunu müracaat etmiş. Yeterlilik sınavını kaç kişi kazanmış biliyor musunuz, dikkat edin, yarışma sınavı demiyorum, yeterlilik sınavı: 55 kişiden sadece 8 bin kişi başarılı olmuş. Üstelik, sınavda da büyük kolaylık göstermişler. 55 bin kişiden sadece 8 bini başarılı olmuş. Eğer, bir eğitim sisteminde başarı oranı yüzde 15’in altına düşmüşse, orada sorun var demektir. Bugün imam hatiplerde sorun vardır, eğitim sorunu vardır.

Bunun dışında ülkemizde her alanda eğitim seviyesi yükselmektedir. Mesela, bir zamanlar sadece lise mezunları öğretmen olabilirken, şimdi ancak fakülte mezunları öğretmen olabilmektedir. Aynı noktayı din görevlileri bakımından da gelmemiz kaçınılmazdır. Bizim hedeflediğimiz de budur.

Bugün bakıyorsunuz, bir köyde öğretmen fakülte mezunudur. İmam, imam hatip lisesi mezunudur. Bu böyle devam ederse, gelecekte ortaya bazı ciddi sıkıntıların çıkması kaçınılmazdır. Bunu önleminin yolu, din görevlisi olabilmek için gerekli eğitim şartlarını yükseltmekten geçer. Bunun için de gerekli çalışmaları, 8 yıllık eğitim reformuyla birlikte bütün din görevlilerimiz, zaman içerisinde çok iyi eğitim görmüş, İlahiyat Fakültesi mezunları arasından seçilecektir.

Din görevlilerimizin yetişmesinde biz ne getiriyoruz; demin söyledim, İmam-Hatip Liseleri’nin orta kısmında bugün okutulan Kur’an ve Arapça derslerinin toplam saatinden daha fazlasını hazırlık sınıflarında getiriyoruz. Böylece, bu okullarda okuyan çocuklarımız daha yeterli yetişecektir, daha başarılı olacaktır. Acaba bu çevreler Kur’an ve Arapça derslerinin saat sayısının arttırılmasından mı rahatsızdırlar?

Değerli arkadaşlarım, biz, aynı zamanda çocuklarımızın ve gençlerimizin çok iyi bir din eğitimi almalarını istiyoruz. Yalnız İmam-Hatip Liselerinin orta kısımlarındaki öğrencilerin aldıkları din bilgileri yeterli olamaz.

Biz şimdi ne getiriyoruz; şu ana kadar sadece bu okullardaki 280 bin İmam-Hatipli öğrencinin aldığı din eğitimini, Milli Eğitim Bakanlığının denetiminde, laik eğitime ters düşmemek kaydıyla, 11 milyon çocuğumuzun alma imkanını getiriyoruz.

Erbakan kalkmış diyor ki: İmam hatipler için referandum yapalım. Bunun adına doğrudan doğruya pişkinlik derler. Acaba, Erbakan Başbakan iken halka gitmek isteği de biz mani mi olduk? Aslında, halka gitmek cesaret işidir, halka gitmek yürek ister. Erbakan o zaman halka gitmek yerine, gitti imzayı attı, iş oldu bitti. Ama, Erbakan hiçbir yere gidemeyecektir. Hele halka hiçbir zaman gidemez. Erbakan nereye gider biliyor musunuz: İktidardan muhalefete gider.

Değerli arkadaşlarım, Erbakan’ın bugünlerde dilinden düşürmediği bir başka sözcük daha var, bana “Solcu Yılmaz” diyor.

Evet, hem Erbakan hem de partisi, bana “Solcu” diyorlar. Ben burada daha önce de söyledim, eğer Türkiye’de bir sol partiyle koalisyon yamak solculuk anlamına geliyorsa, Erbakan benden 24 sene önce solcu olmuştur. Yani solculukta benden 24 sene daha kıdemlidir.

Kaldı ki, onun o zaman ittifak yaptığı, koalisyon kurduğu sol partiyle bugün bizim yaptığımız sol parti arasında dağlar kadar fark var. Aradan geçen 20 küsur sene zarfında, sol partiler bile artık dünyayı öğrendiler, dünyanın gerçeklerini öğrendiler. Hâlâ öğrenmeyen bir Erbakan kaldı.

Aslında, bu Erbakan’ın zikzaklarından milletimiz de bıkmıştır, biz de bıktık. Erbakan demiyor muydu: Türkiye’de iki tane parti var, bir tanesi Refah Partisi, diğeri bütün öbür partiler diye; Erbakan’ın kuralına bakarsanız, Erbakan’ın dışındaki bütün partilerin aynı olması icap ediyor. Yani, Refah Partisi dışındaki bütün partilerin aynı parti olması icap ediyor. CHP de aynıdır, DSP de aynıdır, ANAP da aynıdır, DYP de aynıdır; hepsi bir taraftadır, Refah Partisi öbür taraftadır. Mademki bizim birbirimizden farkımız yok, o zaman acaba Erbakan neden bizi son bir kategoriye koyup da solcu diye takdim ediyor?

Erbakan, aslında alenen çok basit, çok ucuz bir hilenin peşindedir. Anavatan Partisi, milliyetçi, muhafazakar, sosyal adaletçi, din ve vicdan ve teşebbüs hürriyetini savunan bir partidir. Anavatan Partisi, bu felsefesiyle dimdik ayaktadır ve ülkeye bu felsefesiyle hizmet etmeye devam edecektir. Anavatan Partisinin kuruluş gününden bugüne kadar bu ilkelerden hiçbir sapması söz konusu olmamıştır. Yönetim anlayışı farklılığı söz konusu olabilir, üslup farklılıklarımız söz konusu olabilir; ama, Anavatan Partisinin bu saydığım ilkelerden en ufak bir sapması söz konusu olmamıştır.

Anavatan Partisini 6 senelik muhalefet döneminde kimseye eğilmeden, doğruluktan şaşmadan, kimseye boyun eğmeden yeniden bugünkü noktaya getiren de bu ilkelere olan sadakatidir. Anavatan Partisi, bu ilkelere olan bağlılığını, bundan sonra da mutlaka korumaya kararlıdır. Bu bakımdan, bize kurulmak istenen bu tuzaklara, bizim üzerimizde oynanan bu oyunlara itibar etmeden, rakiplerimize fırsat vermeden, düşmanlarımızı sevindirmeden, bugün geldiğimiz noktada –tekrar konuşmamın başına dönüyorum- taşıdığımız çok ağır sorumluluğun bilinci içerisinde birlik ve beraberliğimizi korumaya, partimizin bu söylediğim idealleri etrafında kenetlenmeye ve her zamankinden daha fazla feragatle, fedakarlıkla çalışmaya mecburuz.

Bütün arkadaşlarımdan, Anavatan Partisine bugüne kadar gönül vermiş, Anavatanın en zor şartlarda başarısı için bugüne kadar ter dökmüş olan bütün arkadaşlarımdan, en fazla lazım olduğumuz bu noktada, bu feragati, bu fedakarlığı, bu katkıyı göstermelerini bekliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.