BAŞBAKAN SAYIN MESUT YILMAZ’IN
TBMM GRUP TOPLANTISI’NDA YAPTIĞI KONUŞMA

(11 Kasım 1997)

Değerli Arkadaşlarım;Konuşmamın başında, evvela dün 59 uncu Ölüm Yıldönümünde andığımız Cumhuriyetimizin Kurucusu Büyük ATATÜRK’ü bir defa daha minnet ve şükranla anıyorum.

Dünkü törende de söylediğim gibi, belki de dünyada gelmiş geçmiş liderler içerisinde hiçbirisi onun kadar bir milletle özdeşleşmemiş ve milletine onun kadar net ve doğru hedefler gösterememiştir. Bütün şu yaptığımız günlük siyasi kavgaların hepsinin üstünde, bizim siyaset yapmamızın esas amacı, ATATÜRK’ün bize gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak ve onu geçmektir.

Değerli Arkadaşlarım;Anavatan Partisi olarak 1983 yılından beri Türkiye’yi bu hedefe ulaştırmak için siyaset yapıyoruz ve bugün yeniden Hükûmet olarak, iktidar olarak Türkiye’yi bir noktadan bir noktaya taşımak, tarihinde her zaman sahip olmadığı bir dönemi, bir dönemin getirdiği fırsatı en iyi şekilde değerlendirmek için didiniyoruz.Bugün Anavatan Partisi için gene mutlu bir gündür. Çünkü, daha önce Refah Partisi’nden ayrılarak aramıza katılan Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul Yalçınbayır arkadaşımdan sonra şimdi de gene Refah Partisi’nden ayrılan Bursa Milletvekili, daha önce Tarım Bakanlığı da yapmış olan değerli arkadaşımız Cemal Külahlı’nın Anavatan saflarına katılmış olması, hepimiz için bir mutluluk vesilesidir.

Ben, hem iki değerli milletvekili arkadaşıma, hem de onlarla birlikte 9’u Doğru Yol Partisi’nden 4’ü Refah Partisi’nden istifa ederek bugün aramıza katılan 13 değerli belediye başkanı arkadaşımıza, bütün Anavatan camiası adına aramıza hoşgeldiniz diyorum.

Değerli Arkadaşlarım;Başta söylediğim görev, yani Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine taşıma görevi, öyle kolayca başarılabilecek ucuz siyasetle, gündelik siyasetle ulaşılabilecek bir hedef değildir. Çalışmak kadar cesaret gerektirir. Cesaret, halka şirin gelecek, halka hoş gözükecek şeyleri her gün tekrarlamak değildir. Cesaret, icap ettiği zaman, halka rahatsızlık verse bile, halkın hoşuna gitmese bile, çıkıp doğruları söyleyebilmektir.

Bizim bugün karşı karşıya olduğumuz meselelerin hiçbirisi, bir ayda, bir senede ortaya çıkan meseleler değildir. Bu meselelerin bazıları 10 senelik, 20 senelik bir geçmişe sahiptir. Bazıları 50 senelik bir geçmişe sahiptir. Bazı meselelerimiz, 300 yıllık, 400 yıllık geçmişe sahiptir.

Şimdi, bir iktidar çıkıp da, “Ben yılların, on yılların, yüzyılların getirdiği bu meseleleri üç ayda, beş ayda çözeceğim” derse, bu gerçekçilikle bağdaşmaz. Bize düşen, evvela milletimize doğruyu söylemektir. Ondan sonra da doğruyu yapmaktır. Doğruyu söylerken ve doğruyu yaparken, siyaset yaptığımızı da unutamayız. Rakiplerimiz elbette ki, alıştıkları şekilde, şimdiye kadar yaptıkları şekilde, vatandaşa gerçekleri çarpıtarak, şirin gözükmenin peşinde olacaklardır, bizi kötü göstermenin peşinde olacaklardır. Yaptıklarımızın doğru olduğunu bilseler bile, onu halka yanlış diye takdim etmeye çalışacaklardır.

Değerli Arkadaşlarım;İşte burada hepimize bir büyük görev düşüyor. iktidar olmak, aynı zamanda muktedir olmak kadar, soğukkanlı olmayı gerektirir, sakin olmayı gerektirir. Muhalefetin tahriklerine uyarsak, hatta bize dışarıdan destek veren partilerle günlük polemiklere girersek iktidarımızı sürdüremeyiz. iktidarımızı sürdürmenin yolu, o siyasi kavgaların dışına çıkıp, kendi işimize bakmaktır. Vatandaşın derdini çözmeye koyulmaktır. Kimseye laf yetiştirmek zorunda değiliz, kimseyle kavga etmek zorunda değiliz.

Hükûmet olduğumuz ilk gün söyledim, Hükûmet olduğumuz sürece Türkiye’de yapılan bütün işlerin hesabı bizden sorulacaktır. iyi işlerin şerefi de, kötü işlerin, kötülüklerin hesabı da bizden sorulacaktır. Onun için, bütün arkadaşlarımdan, bir defa daha, iktidar sorumluluğu içerisinde davranmalarını rica ediyorum. Bundan, her birimizin alacağımız pay vardır.

Başbakan olarak benim, bakan arkadaşlarımın, milletvekili arkadaşlarımın, teşkilat mensubu arkadaşlarımın, belediye başkanı arkadaşlarımızın, hepimizin bundan alacağımız dersler vardır. Yani, başarımız için hepimizin yapabileceği katkı vardır.Ama, söylüyorum; Bu katkımızı yapabilmenin birinci şartı, bir kere günlük politikadan kurtulmaktır. Politikayı, sadece kavga etmek zanneden anlayıştan sıyrılmaktır.

Biz, iş yapmak için iktidarız, kimseyi bir yere getirmek için, tayin için, şunun bunun gönlünü yapmak için değil, biz milletimize hizmet etmek için iktidarız, yıllardan beri yapılamayan şeyleri yapmak için iktidarız, Türkiye’yi değiştirmek için iktidarız.Şöyle bir geriye bakın. Türkiye’deki en büyük değişim, 1983-1987 tarihleri arasındaki Birinci Anavatan İktidarı’nda oldu. Şimdi bugün, Türkiye yeniden enerji kısıtlaması tehlikesiyle karşı karşıya, elektrik kesintisi tehlikesiyle karşı karşıyadır. Nasıl geldi Türkiye bu noktaya?..

1991’de biz Türkiye’yi devrettiğimiz zaman Türkiye’nin elektrik fazlası vardı. Türkiye’nin enerji sorunu yoktu. Türkiye dışarıya elektrik satıyordu. 1991’de verdiğimiz iktidarı 1997’de yeniden aldığımız zaman, Türkiye’nin elektrik açığı var. Çünkü, bizim zamanımızda biz, gerektiğinden daha fazla enerji yatırımı yaptık: ama, bizden sonraki iktidarlar, gerekli olan, Türkiye’nin geleceği için yapmak mecburiyetinde olduğu enerji yatırımının dörtte birini bile yapmadılar.

Şimdi, biz bugün onların yapmadıkları yatırımları da yapmak zorundayız. Peki, nasıl yapacağız bunu, hangi kaynaklarla yapacağız? Bize delikdeşik bıraktıkları bütçeyle yapacağız. Sadece yatırım yapmamız da yetmiyor. Eskiden yapılmış olan santralların çevreye zarar verici etkilerini kaldırmak da bize düşüyor. Orhaneli’nde termik santral yapılmış, ama çevreyi kirletiyor, bütün Bursa’yı kirletiyor. Şimdi, oraya arıtma tesisi yaptık, cumartesi gidip onu açacağım. Gökova’daki Kemerköy Santralı’nın, Yatağan Santralı’nın arıtma tesisinin temelini de biz attık. Hükûmet geldikten sonra ilk çıkardığımız kararname, o arıtma tesislerinin yaptırılmasına ilişkin kararnamedir.

Arıtma tesisi dediğimiz zaman, 70-80 milyon dolarlık yatırımdan bahsediyorum, her birisi 70-80 milyon dolardır. Ama, bundan vazgeçemeyiz. Sırf elektrik sıkıntısını gidermek için, sırf enerji üretmek için, çevreye, hele Gökova’da olduğu gibi, cennet bir çevreye zarar veren yatırımlara göz yumamayız.

Binaenaleyh, hem olmayan kaynaklarla yapılmamış yatırımları yapacağız, hem çevreyi koruyacağız, hem bizden önce yapılmış olan yanlış yatırımların zararlarını ortadan kaldıracağız. Ama, şunu da unutmayın, şunu aklınızdan çıkarmayın; bizim görevimiz sadece enerji sıkıntısından doğan karanlıktan Türkiye’yi kurtarmak değildir. Bizim görevimiz, aynı zamanda Refah Partisi’nin karanlığından da Türkiye’yi kurtarmaktır.

Türkiye’nin geleceğini aydınlatmak istiyorsak, şu eşiğine geldiğimiz 2000 Yılı’nda Türkiye’nin bugünkünden daha iyi, daha modern, daha çağdaş, insanlarının daha mutlu yaşadıkları bir ülke yapmak istiyorsak, bu iktidar döneminde kendimizi yırtarcasına çalışmaya mecburuz. Öyle iktidar forsu yapacak filan vaktimiz yok. Kimseye caka yapacak vaktimiz yok. Kimseyle kavga edecek vaktimiz yok, sabah akşam çalışmak zorundayız. Bu çalışmamızın karşılığında milletten alkış da beklemeyeceksiniz. Hiç olmazsa bir süre kimse bizi alkışlamayacak, hatta bize kızacaklar. Ama, eğer yarın, üç sene sonra milletin yüzünde bir tebessüm yaratabiliyorsak, o tebessümde bizim payımız varsa, bundan daha büyük mükafat yoktur.

Değerli Arkadaşlarım;Türkiye’nin hiç vazgeçemeyeceği, mutlaka yapmak zorunda olduğu birtakım reformlar var. Biz, Hükûmet olarak dedik ki: En önemli reform eğitim reformudur, eğitim meselesini halledemeyen bir millet, hiçbir meselesini halledemez, çünkü diğer bütün alanlarda yapacağınız işlerde başarılı olmanız, evvela milletin eğitim düzeyini yükseltmenize bağlıdır.Tarımda üretimi artırmak istiyorsanız, sanayileşmek istiyorsanız, hangi alanda ne başarı elde etmek istiyorsanız, birinci şartı eğitimdir.

Türkiye maalesef, eğitim sistemi olarak dünyanın en geri ülkelerinden birisi, eğitim süresi olarak da en geri ülkelerinden birisi, eğitimin kalitesi olarak da en geri ülkelerinden birisi. Onun için, Hükûmet olarak birinci önceliğimizin eğitim olduğunu söyledik. işte, ilköğretim Reformu Yasası’nı çıkardık, ilköğretimi 8 yıla çıkardık. Yapmak istediğimiz, sadece her çocuğa verdiğimiz 5 yıllık eğitime 3 sene daha eklemek değildi. Üç sene içerisinde, 2000 Yılı’nı her konuda önümüze bir kilometre taşı olarak koymak zorundayız, 2000 Yılı’nda şöyle bir Türkiye’ye ulaşmak zorundayız. 2000 Yılı’ndaki Türkiye’nin eğitimindeki hedefi şu olmalıdır. 2000 Yılı’ndaki Türkiye’nin enflasyon hedefi bu olmalıdır. 2000 Yılı’ndaki Türkiye’nin fert başına gelir hedefi bu olmalıdır.

Velhasıl, bugünden üç sene sonraki hedefimizi koymak zorundayız. işte, eğitimde hedefimizi koyduk, dedik ki: 2000 Yılı’na geldiğimizde Türkiye’de her çocuğumuza 8 sene eğitim vereceğiz. 30 kişilik sınıfta eğitim vereceğiz. Yabancı dil eğitimi vereceğiz. Bilgisayar destekli eğitim vereceğiz. Her okulumuza spor tesisi yapacağız.

Bütün bunları sağlayabilmemiz için bütçemiz yeterli değildi. Eğitime Katkı Payı diye ek vergi getirdik. 3 senede bu hedefi gerçekleştirmek için 1,5 katrilyon lira para lâzım. Getirdiğimiz tedbirlerle bu parayı fazlasıyla elde ediyoruz. Şu ana kadar ki gerçekleştirmeler, bizim hedeflerimize tam olarak ulaşacağımızı gösteriyor. Ama, sadece bu standartları yakalamak yetmez; eğitim kadrosunu güçlendirmek zorundayız. Geçen hafta Bakanlar Kurulu’ndan bir tasarı çıkardık, önümüzdeki hafta gelecek. Devlete 158 bin yeni öğretmen alıyoruz. Dünkü Bakanlar Kurulu’nda da görüştük, öğretmen maaşlarına çok tatmin edici düzeyde iyileştirme yapacağız. Ek ders ücretlerini neredeyse üç katına çıkarıyoruz.

Velhasıl, eğitim meselesini bir slogan meselesi olarak görmedik. Göstermelik, şekilci birtakım değişiklikler yapalım diye yola çıkmadık. Eğitim meselesini kökten halletme kararlılığıyla çıktık. Finansmanını sağladık, kadrosunu sağlayacağız. Halkımız bu konuda, bütün yapılan o aldatıcı, kışkırtıcı propagandalara rağmen, bu davamıza büyük katkı vermektedir.

Türkiye’nin her yerinde vatandaşlarımız okul yaptırmak için devlete okul hibe etmek için adeta birbiriyle yarış halindedir ve bütün o propagandalara rağmen, mecburi olmadığı halde bu sene, geçen seneye göre 6’ncı sınıfa devam eden çocuk sayısı 150 bin artmıştır. Geçen sene 700 bin çocuk 6’ncı sınıfa giderken, bu sene 6’ncı sınıfa giden çocuk sayısı 850 bin olmuştur.

Taşımalı eğitimle okuttuğumuz çocuk sayısını ikiye katladık. Geçen sene 120 bin çocuğu taşımalı eğitimden istifade ettiriyorduk, bu sene 250 bin çocuğu ettiriyoruz. Seneye bunu da ikiye katlayacağız. Yani, köyünde herkes göç etmiş diye, 10 tane, 20 tane hane kalmış diye hiçbir çocuk çağdaş eğitim imkânından mahrum edilmeyecek. Terör var diye, teröristler okulunu yakmış diye, teröristler öğretmenini öldürmüş diye hiçbir köy okulsuz kalmayacak; oralarda taşımalı eğitim yapacağız. Taşımalı eğitimin zor olduğu yerde yatılı bölge okulu yapacağız. Yılbaşına kadar 30 tane yatılı bölge okulunu Güneydoğu’da hizmete açıyoruz.

Yani, bununla şunu demek istiyorum; ele aldığımız işlere prim kazanmak için el atmıyoruz, bu işleri çözmek için el atıyoruz ve hiç millet farkında olmadan, propagandası yapılmadan eğitimde Türkiye’de şu anda bir büyük hamle gerçekleştiriyoruz. Bunun asıl sonuçlarını önümüzdeki yıl göreceğiz.

Türkiye’de eğitim meselesinin, hiç olmazsa ilköğretim meselesinin ne kadar köklü biçimde, ne kadar radikal biçimde değiştiğini, iyileştiğini önümüzdeki sene bütün vatandaşlarımız göreceklerdir. O zaman gereksiz kavgaları, şu polemikleri yapanlar milletin önünde mahcup olacaklardır. Aslında bugünden mahcup olmaya başlamışlardır.

Değerli Arkadaşlarım;Maalesef yapmak zorunda olduğumuz tek reform eğitim reformu değil. Bunun yanında, yine yılların biriktirdiği, çözmek zorunda olduğumuz birtakım temel meselelerimiz var. Bir idari reform meselesi var. Şimdiye kadar ki her iktidar programına yazmış: “Türkiye Ankara’dan yönetilemez” demişler, “ Ankara’nın yetkilerini mahalline vermek lâzım” demişler, hiçbirisi yapmamış. Bu konuda tek adım var, o da 1984’te bizim attığımız belediyecilik reformudur.

Büyükşehir belediyelerini kurmuşuz, belediyelere yetki vermişiz, belediyelere kaynak aktarmışız; ama, o zamandan beri hiçbir iyileşme yapılmamış. Aynı şeyi biz de söylüyoruz: Türkiye, artık Ankara’dan yönetilemez. Ankara’daki bakanlıklar, artık Hakkari’deki ebenin, öğretmenin tayiniyle uğraşamaz, uğraşmamalıdır. Bunu yaptıkları zaman kendi işlerini yapamazlar.

Türkiye, bir büyük idari değişiklik, bir idari reform ihtiyacıyla karşı karşıyadır. Bunu üç planda düşünüyoruz. Bir tanesi, il idaresi Kanunu’nda yapılacak değişikliktir. Yani, bakanlıkların yaptıkları işlerin önemli bir bölümünü, giderek artan bir bölümünü, ama neticede 10 sene sonra, 20 sene sonra gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, adalet dışında, savunma dışında, büyük bayındırlık hizmetleri dışında bütün hizmetleri mahalli idarelere vermemiz lâzım, il idarelerine vermemiz lâzım. Şimdiden buna başlamamız lâzım. Köy Hizmetleri gibi, köy elektrifikasyonu gibi, köy sulaması gibi mahalli hizmetlerin bugünden tamamen il idarelerine verilmesi lâzım.

Şimdi, bunun için bir yasa hazırlığı yapıyoruz. İçişleri Bakanlığı bu hazırlığı tamamladı, dün partide tartıştık. Hem Başkanlık Divanı’nda, hem Grup Yönetimi’nde görüştük. O görüşler ışığında yeniden bu çalışmamızı sürdüreceğiz.

En kısa zamanda, tahmin ediyorum bu ay sonunda önce bu konuyu sizin gruba getireceğiz, grupta özel bir toplantıda görüşeceğiz. İl İdaresi Kanunu’nda yapılacak değişiklikleri Anavatan Partisi’nin teklifi olarak Hükûmete götüreceğiz. Bu, beni ne ilgilendirir diye hiç kimse sormamalıdır. Bu, her vatandaşımızı ilgilendiren bir reformdur. Bu sayede vatandaş, en basit işi için Ankara’ya gelmekten kurtulacaktır. Zaman kazanacaktır. Devletin sınırlı kaynakları daha verimli kullanılacaktır. Devlet, hem daha hızlı çalışacak, hem de daha demokratik yönetilecektir. Ama, idari alanda yapmak istediğimiz hadise, sadece İl İdaresi Kanunu’ndaki değişiklik değildir.

1984’te bizim değiştirdiğimiz belediye mevzuatında da, aradan geçen zaman zarfında yapılması gereken değişiklikler vardır. Belediyelerimize bütçeden daha fazla kaynak aktarmamız lâzım. Belediyelerimize birtakım yeni sorumluluklar vermemiz lâzım. Belediyelerin yetkilerini yeniden düzenlememiz lâzım. Büyükşehir belediyeleri ile diğer belediyeler arasındaki ilişkileri düzenlememiz lâzım ve nihayet belediyelerle merkezi idare arasında, il yönetimleri arasındaki ilişkileri yeniden düzenlememiz lâzım.

Binaenaleyh, idari reformun ikinci ayağı, belediyeler mevzuatında yapılacak olan değişikliklerdir. Ama, mesele bununla da bitmiyor, onun üçüncü bir ayağı var, o da Köy Kanunu’nda yapılacak değişikliktir. Köy Kanunu, bugün artık demode bir kanundur. Mutlaka günün şartlarına göre, köy yönetimini, köy idaresini de daha aktif hale getirecek, daha efektif hale getirecek bir düzenleme yapmamız lâzım.

Binaenaleyh, önümüzdeki gündemin en önemli konularından birisi, başlamış olduğumuz eğitim reformundan sonra, bu idari reform konusudur. Ama, Türkiye’nin bir diğer acil ihtiyacı da, mali reformdur. Bundan ne anlıyorum; bir kere, vergi kanunlarında değişiklik yapmamız lâzım.

Bu konuda Maliye Bakanlığımız hazırlıklarını yapıyor. Hemen şunu söyleyeyim ki, yapacağımız değişikliklerin vergi mevzuatında getireceğimiz yeniliklerin amacı, vergi veren vatandaşlarımızın vergi yükünü ağırlaştırmak olmayacaktır. Hatta, tam tersine, birçok halde vergi ödeyen vatandaşlarımızın vergi yükü azalacaktır. Ama, Türkiye, kesinlikle bir vergi ödemeyenler cenneti olmaktan da çıkarılacaktır. Yani ekonomide, bu ülkenin nimetlerinden faydalanan, bu devletin vergisini de ödeyecektir. Nimet-külfet dengesini mutlaka Türkiye’de kurmak zorundayız. Ekonomiyi, kayıtlı ekonomi haline getirmek zorundayız. Gerektiğinden fazla vergi ödeyenlerle olması gerekenden fazla, bugünkü sisteme göre yüksek vergi ödeyenlerle çok kazandığı halde hiç vergi ödemeyenler arasındaki adaletsizliği ortadan kaldırmak zorundayız.

Yine bu alanda yapmamız gereken en önemli hususlardan birisi, enflasyonla daha önce defalarca açıklanan, ama hiçbir zaman başarıya ulaştırılamayan mücadeleyi başlatmaktır. Enflasyonla mücadele, ekonomi politikamızın en önemli hedefidir. Türkiye’de bugün enflasyon yüzde 90’ı aşmıştır. Yüzde 90 enflasyonla bir ülkenin uzun süre yoluna devam etmesi mümkün değildir. Enflasyon, sadece ekonomik bir olay değildir.

Enflasyon aynı zamanda sosyal bir olaydır. Enflasyon olan yerde, yüzde 70’in üzerinde 10 sene süreyle enflasyon yaşayan bir ülkede gelir adaleti kalmamış demektir. Orada sosyal barışı sağlamak, korumak mümkün değildir. Unutmayın ki, bugün bizim girmek istediğimiz Avrupa Birliği’nde ortalama enflasyon yüzde 2’dir. Yani, bizim aylık enflasyonumuz, onların bir yıllık enflasyonunun üç dört katıdır. Türkiye bu haliyle yoluna devam edemez, Türkiye bu haliyle sosyal barışı, huzuru koruyamaz. Türkiye bu haliyle Avrupa Birliği’ne ortak olamaz.

Onun için, sosyal meselelerimizin de ekonomik meselelerimizin de ön şartı, enflasyonun makul düzeye indirilmesidir. Bu konuda hedefimiz, yine 2000 Yılı’na endekslenmiştir. 2000 Yılı’nda, yani üç yıl sonra enflasyonu Avrupa’daki düzeye indirmeyi hedefliyoruz, enflasyonu yüzde 3’e indirmeyi hedefliyoruz. Evvela, 1998 yılında, bugünkü yüzde 90’ın üzerindeki enflasyonu yüzde 50’ye çekeceğiz. 1999 yılında yüzde 50’den yüzde 20’ye indireceğiz. 2000 Yılı’nda da enflasyonda Avrupa düzeyini yakalayacağız.

Bu hedefe ulaşılabilmesi için üç senelik bir savaş gerekiyor, üç senelik bir mücadele gerekiyor. Dünyada hem daha fazla harcayarak, bolluk içinde yaşayarak hem de enflasyonu indirebilmiş hiçbir ülke yoktur. Enflasyonun indirilmesi, herkese fedakârlık getirir. Enflasyonu dediğim düzeye çekebilmek için, halkımızı rahatlatabilmek için, hayat pahalılığı belasından milletimizi kurtarabilmek için, hepimize görev düşüyor, bütün milletvekili arkadaşlarıma görev düşüyor, bakan arkadaşlarıma görev düşüyor, bütün partili arkadaşlarıma görev düşüyor.

Ama, bu konuda şunu biliyorum: Vatandaştan fedakârlık istemeden, devlet olarak evvela kendimiz fedakârlık yapmak zorundayız, devlete fedakârlık yaptırmak zorundayız. Yani, kendisi israf içinde olan bir devlet, vatandaşına dönüp de: “Kemer sık” diyemez. Evvela devlette tasarrufa gitmek zorundayız. Önümüzdeki günlerde göreceksiniz, gelen bütçeden de göreceksiniz, ilk kemeri devlete sıktıracağız.

Devlette ne kadar gerekli olmayan, zaruri olmayan harcama kalemi varsa hepsine el atacağız. Devletteki lüks araba saltanatına son vereceğiz. Yurt dışındaki temsilciliklerimizden, devletten ziyade oradan çalışan kişilere faydası olan birtakım postları, birtakım makamları tasfiye edeceğiz.

Nihayet, bunlara ilaveten, bir süre için hep birlikte, sizlerle birlikte yeni yatırım taleplerine karşı direneceğiz. İşin en zor yanı burasıdır. 7 sene muhalefette kalmışız, 7 sene boyunca yapılması gereken birçok yatırımlar yapılmamış, başlayan yatırımlar yarım kalmış. Vatandaşa gitmişiz söz vermişiz, demişiz ki; “Biz iktidar olalım, senin köprünü yapacağız. Biz iktidar olalım yolunu yapacağız”. Şimdi, biz de iktidarız, vatandaş da buraya geliyor, diyor ki; “Sözün var, yap köprümü, sözün var yap yolumu”.

Değerli Arkadaşlarım;Bazı yatırımlar var ki, onlardan vazgeçmemiz mümkün değil; işte, enerji durumunu söyledim. Enerjide kemer sıkamayız, enerjide yatırımları erteleyemeyiz. Enerjide, hem bütçe imkânlarını sonuna kadar kullanacağız.

Hem özelleştirme yoluyla enerji sektöründe elde ettiğimiz gelirleri yine enerji sektöründeki yatırımlar için kullanacağız. bütün bunlarla enerji sektöründe zannediyorum bu sene, geçen sene yapılan toplam bütçedeki yatırım kadar yatırım yapıyoruz. Yani, bütçeden yapıyoruz, zannediyorum sadece enerji sektörü, enerji yatırımı özelleştirme dahil 530 trilyon civarındadır.

Ama, bizim yaptığımızla da maalesef enerji meselesi hallolmuyor. İlaveten Yap-İşlet-Devret Modeli’ni de birlikte kullanıyoruz. Yani, yatırımcılar gelecekler, santral yapacaklar. Bir kısmı 20 sene sonra santralı devlete devredecek, bir kısmı ilânihaye kendisi işletecek.Yap-İşlet-Devret Modeli’yle 5 tane yeni santral ihale ettik; 5200 megavat. 5200 megavat demek, şu anda Türkiye’nin elektrik enerjisinin dörtte biri, beşte biri demek, aşağı yukarı. Yani, şu andaki Türkiye’deki toplam enerjisinin dörtte biri kadar yeni enerjiyi, bu yapılacak beş tane santraldan sağlayacağız ve buna devlet olarak beş kuruş para ayırmadık, beş kuruş yatırım yapmayacağız. Bunu, yerli yabancı ortaklıklar kendileri yapacaklar.

Beş tane yeni termik santralı ihale ettik; birisi İskenderun’dadır, onu Almanlar yapıyorlar. Birisi Adapazarı, Gebze, İzmir ve Ankara. Dördü doğalgazdır, İskenderun’daki ithal kömürdür. Şimdi, bu beş taneye ilaveten, 12 tane mevcut santralı da özelleştiriyoruz. ihaleleri bizden önce açılmıştı, teklifleri bizden önce alınmıştı. Biz geldik şimdi o işlemi devam ettiriyoruz. 10 tane ihale sonuçlandı, 2 tanesini galiba iptal ettik, onların teknik sorunu vardı. Oradan sağlayacağımız 2 milyar dolar civarında geliri de, büyük kısmıyla yine enerji yatırımları için kullanacağız.

Değerli Arkadaşlarım;Enerji konusu, en hayati konumuzdur. Enerji konusunu çözmeden kalkınmayla ilgili, diğer yatırımlarla ilgili her şey boş laftan ibaret kalır. Eğer ülkede enerji yoksa yatırım yapılamaz. enerji yoksa mevcut işletmeler bile çalıştırılamaz. Enerji konusunda eğitim gibi bir seferberlik ilan etmek zorundayız.

Biz bunu yapıyoruz, hiç kimsenin kuşkusu olmasın; yabancı, yerli yatırımcıları, hepsini enerji sektörüne çekmek için her türlü kolaylığı yapıyoruz. O Yap-İşlet-Devret Modeli’yle yaptırdığımız santrallardan aldığımız elektriğin maliyeti, 4 senttir. Yani, devletin kendi işlettiği santrallardaki elektrik maliyetinin neredeyse yarısına yakın; devlette 67 sent arasıdır.

Şimdi, hem pahalılığı üç senede yüzde 3’e indireceğiz hem başta enerji olmak üzere yapılmayan yatırımları yapacağız ve bütün bunları gerçekleştirirken, aynı zamanda yapısal birtakım reformları gerçekleştireceğiz. Bunlardan birisi de sosyal güvenliktir. Türkiye’de bugün enflasyonun altında yatan önemli sebeplerden birisi de sosyal güvenlik sisteminin iflas etmiş olmasıdır.

Yine, aynı enerji meselesi gibi, 1991’de iktidarı devrettiğimizde SSK’nın hiç açığı yoktu. Bugün geldik, SSK’nın açığı diğer Emekli Sandığı ve BağKur ile beraber bu sene 780 trilyon civarındadır. Bu sene sadece sosyal güvenlikten devletin açığı 780 trilyon liradır, önümüzdeki sene ise, beklenen açık 1,4 katrilyon liradır.

Dün akşam Bakanlar Kurulu’nda bu konuyu uzun uzun görüştük. Mecliste, bizden önceki Hükûmet zamanında gelmiş bir kanun tasarısı var, muhalefet de ona destek veriyor. Emeklilik yaşını kadınlar için 50, erkekler için 55 yaşa çekiyor. Ama, bunu sağlamak için de 15 yıllık bir geçiş süresi öngörüyor. Bu, Türkiye’nin sosyal güvenlik meselesine, ancak çok cüzi bir iyileşme getirir. Eğer, tek başımıza iktidar olsak, eğer Mecliste çoğunluğumuz olsa, yapmamız gereken emeklilik yaşını en az 60’a çıkarmaktır, doğrusu budur. Bu da vatandaşa şirin gelmeyecektir. Yani, kim istemez 38 yaşında emekli olmayı... Ama, şöyle bir şey var, bizim bütçe açığımız var, bütçe açığımız önümüzde getirdiğimiz bütçede dahi 4 katrilyon liradır. Bu sene 2,5 katrilyondu, Erbakan’ın denk bütçesi 2,5 katrilyon açık verdi. Önümüzdeki sene bizim getirdiğimiz bu bütçenin açığı da 3,9 katrilyondur. Yani, bu açığı vermemek mümkün değil, bundan az açıkla bütçeyi bağlamak mümkün değil, 4 katrilyon civarında açığımız var. 4 katrilyon açık demek, önümüzdeki senenin kuruyla alırsanız, 20 milyar dolar demektir, 20 milyar dolar bütçe açığımız var.

Şimdi, bu açığı kapatmanız için dışarıdan borçlanmanız lâzım. Dışarı gidiyorsunuz, önce IMF’den yeşil ışık alacaksınız, IMF’den yeşil ışığı aldıktan sonra, diğer ülkelerden, o ülkelerin mali kurumlarından borç para alacaksınız, kredi alacaksınız. Adam bakıyor, diyor ki: “Sizin memlekette çalışan kadınlar 38 yaşında, erkekler 43 yaşında emekli oluyor”. Bize kredi açan ülkede 65 yaşında emekli oluyorlar.

Yani, adamların parasını kullanacağız, onlardan borç para alacağız; ama o borç parayla hovardalık yapacağız. Yani, borç aldığınız parayla insanları 38 yaşında emekli edeceksiniz; böyle şey olmaz... Böyle size para da vermezler zaten. Onun için, bize diyorlar ki; “Size istediğiniz kadar borç para veririz. Türkiye’nin potansiyelini biliyoruz, Türkiye’nin geleceği aydınlıktır. Ama, evvela kendinize bir çeki-düzen verin. Bu müsriflikten vazgeçin”. Dünyada öyle 38 yaşında emeklilik sağlayan bizden başka ülke yok.

Şimdi, bu meselede de maalesef, aklımızdan geçeni, istediğimizi yapamayacağız; çünkü, çoğunluğumuz yok. Bir uzlaşma sağlamamız lâzım. Herhalde 50-55 olarak çıkacak; ama, açık açık söylüyorum, bu yetmez. Türkiye’nin sosyal güvenlik sistemini düzeltmeye 50-55 yaşta emeklilik yetmez. Onu iyileştirmek için uğraşacağız belki 15 senelik geçişi 5 seneye indireceğiz, belki tamamen kaldıracağız.

Bu görüşme, aynı zamanda Meclisteki diğer partiler için de bir sınav olacak. Yani, hem “Türkiye’de enflasyon düşsün diyeceksiniz, bize dönüp “ Enflasyonu indirin” diyeceksiniz hem de emeklilik yaşını getirdiğim zaman “Hayır, 50 yaşından yukarıya kabul etmem” diyeceksiniz. Bu çelişkidir. Türkiye’de eğer enflasyonun düşmesi isteniyorsa, enflasyonun düşmesi için hem bütçede hem sosyal güvenlikte hem vergi sisteminde alınması gereken tedbirler vardır ve bunların hepsi bir arada uygulanmalıdır.

Bütün bu zor tablo içerisinde, güç tablo içerisinde beni en çok memnun eden husus, Türkiye’de tartışmaların gündeminin yeniden ileriye dönük olmasıdır, yeniden değişmiş olmasıdır. iş adamları çıkıp: “icap ederse kâr etmeyelim, yeter ki enflasyon düşsün diyebiliyorlar. Yaparlar, yapmazlar, o ayrı hikaye; ama, bunu demek zorunda kalmış olmaları, Hükûmetin bu konudaki kararlılığını görmelerindendir. Enflasyon konusunun, artık bir ucuz siyaset sloganı olmaktan çıkıp, bir gerçek hedef, bir millî hedef haline gelmiş olduğunu fark etmelerindendir.

Değerli Arkadaşlarım;1998 yılı, önümüzdeki sene, bizim için en zor yıllardan birisi olacaktır. Çünkü, enflasyonla mücadelede en zor dönem, ilk dönemdir. Yani, alışkanlıkların değişildiği, birtakım temayüllerin tersine döndürüldüğü ilk dönem, bu mücadelenin en kritik dönemidir. 90’dan 50’ye inmek, 50’den 10’a inmekten daha zordur.

Nihayet, önümüzdeki sene bize bırakılmış çok kötü bir mirası devralacağız: sırf 1998’e vadeleri kaysın diye, bütün borçlanmalar 1998’e vadeleri kaysın diye, bütün borçlanmalar 1998 yılının Ocak ile Mayıs ayı arasına getirilmiştir. Ocak ile Mayıs ayı arasında iç borç itfaları ve dış borç ödemeleri olarak olağanüstü bir yükle karşı karşıyayız. Kışın getirdiği doğal birtakım zorlukları da hesap ederse niz, önümüzdeki kış zorluklarla dolu bir dönem olacaktır.

Şimdi, bazıları beni eleştiriyorlar. “Hükûmetten beklenen millete moral vermektir, millete iyi haber vermektir. Sen çıkıyorsun, zor geçeceğini söylüyorsun” diyorlar. Ama, bu benim üslûbumdur. Sadece benim değil, bu Anavatan Partisi’nin üslûbudur. Biz, millete, bütün zorlukları dosdoğru söyleyen bir partiyiz. Bunu söylerken, aynı zamanda şunu da beraber söylüyoruz, basın onu bazen söyler bazen yutar ama, biz ikisini beraber söylüyoruz, diyoruz ki; önümüzde zor bir dönem var, bu zorlukları birlikte karşılayacağız; ama, bu zorlukları üstlendiğimiz takdirde, bunun yükünü taşıdığımız takdirde, varacağımız nokta şudur. Önümüz aydınlıktır.

Çekilecek olan fedakârlık 1994’te millete çektirilen fedakârlık gibi boşuna bir fedakârlık olmayacaktır. Çekilecek olan fedakârlık, enflasyonda kalıcı bir düzelmeyi sağlamak için yapılacak bir fedakârlık olacaktır ve bu fedakârlığı hep birlikte yapacağız. Devlet de yapacak, vatandaş da yapacak, zengin de yapacak fakir de yapacak. Tabii ki zengin daha çok fedakârlık yapacak: ama, fakir de fedakârlık yapacak, herkes fedakârlık yapacak. Başka türlü enflasyonu indirmemiz mümkün değildir.

Enflasyon inmezse ne olur? Enflasyon inmezse, enflasyonun zararını en çok fakirler çeker, zenginler değil. Zenginler kendini enflasyonla ayarlayabilirler. Üretim yapan fiyatını ona göre ayarlayabilir ama, emeğini satan insanlar, çalışan insanlar, enflasyona karşı savunmasızdır, enflasyon en çok onları ezer. Onun için, enflasyona karşı mücadele mutlaka çok geniş bir toplumsal destek gerektirir, toplumsal uzlaşma gerektirir.

Değerli Arkadaşlarım;Çok kısaca dış politikadaki gelişmelere değinmek istiyorum. Tıpkı ekonomi gibi devraldığımız dış politika tablosu da hiç de parlak olmayan bir tablo idi. Daha Hükûmete geldiğimizin birinci haftasında Avrupa Komisyonu karar aldı, Avrupa’nın genişlemesinde Türkiye’yi dışladı. Yani, teker teker saydılar, şu şu ülkeler birinci aşamada, şu ülkeler ikinci aşamada Avrupa Birliği’nin genişlemesi içinde yer alacaktır diye; 11 ülke saydılar, Türkiye’yi dışladılar.

Temmuz’un ortasında komisyonun bu raporu yayımlandı. Temmuz’un ortasından bugüne kadar geçen 3,5 aylık dönemde Hükûmet olarak dış politikada en önemli önceliklerimizden birisini, Avrupa Birliği’nin genişlemesinde Türkiye’ye hak ettiği halde verilmeyen bu perspektifin, Türkiye’ye verilmeyen hakkımızın alınmasına hasrettik. Hepinizin bildiği gibi, ben dahil, Sayın Başbakan Yardımcımız, Sayın Dışişleri Bakanımız çok yoğun bir temas trafiği yürüttük.

İşte, dün Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları Toplantısı yapılmıştır ve bu toplantıda, Avrupa Birliğinin genişlemesini yürütecek olan Avrupa Konferansı’nın mevcut 15 ülkeye ilaveten, Türkiye’nin de katılımıyla 12 ülkenin de çağrılmasıyla düzenlenmesi kararlaştırılmıştır.

Ben, arada yapılan menfi propagandalara rağmen her zaman söyledim: “Avrupa Konferansı olacaksa mutlaka Türkiye ile olacaktır. 12 ülke içinde mutlaka Türkiye de yer alacaktır” diye. Şimdi bu sağlanmıştır. Bundan sonra sağlanması gereken, Aralık ayının 12’sindeki zirve toplantısına kadar erişmemiz gereken nokta, bu konferansın içinin, bizim tam üyeliğimizi kolaylaştıracak, sağlayacak, Avrupa Birliği’ne geçişimizi, tam üyeliğe geçişimizi teşvik edecek şekilde doldurulmasıdır. Yani, daha fonksiyonel hale getirilmesi, içeriğinin zenginleştirilmesidir. Önümüzdeki günlerdeki temaslar, sadece bu amaca yönelik olacaktır. Yoksa Avrupa Konferansı’na Türkiye katılacak1ı, katılmayacak1ı tartışması artık geride kalmıştır. Şimdi, konferansın niteliğinin bizim hedeflerimize göre iyileştirilmesi gündemdedir.

Diğer önemli bir konu. yarın Azerbaycan petrolleri ilk defa olarak boru hattına verilecektir. Bu amaçla yarın Azerbaycan’da bir tören düzenlenecek. Sayı n Enerji Bakanımız ilk sondaj kuyularından petrol pompalanması törenine katılacak. Ben de öğleden sonra gideceğim, bu vesileyle düzenlenecek olan resmî törene katılacağım. 7 ülke Azerbaycan petrollerini işletmek için kurulan şirkete ortaktır. Bu 7 ülkeden birisi de Türkiye olarak biziz. Yüzde 6,75 hissemiz var. Gürcistan, Azerbaycan, Amerika, Rusya, İngiltere bu şirkete ortaktır, şirketleri aracılığıyla ortaktır. Biz de Türkiye Petrolleri vasıtasıyla ortağız. Ama, bizim için Azerbaycan petrollerindeki hissemizden daha önemli olan husus, Azerbaycan petrollerinin ve ilaveten Kazakistan petrollerinin, yani Hazar Havzası’ndan çıkan petrollerin Türkiye üzerinden dünya pazarlarına gönderilmesidir.

Bunun için, biliyorsunuz, uzun zamandan beri savunduğumuz Bakü-Ceyhan Projesi var. Yani, Kazak petrolü ile Azerbaycan petrolünün birleşip, bir boru hattıyla Bakü’den Ceyhan’a indirilmesi ve Ceyhan’dan da gemilere yüklenmesi, bu şekilde pazarlara ulaştırılması. Buna karşı Ruslar, bu petrollerin Novoroskik limanlarına boru hatlarına gelmesini ve daha sonra da Karadeniz’den Boğazlar üzerinden dünya pazarlarına taşınmasını savunuyorlardı. Dün Amerikan Enerji Bakanı geldi, Sayın Enerji Bakanımız’la görüştü, benimle görüştü. Amerika, Bakü-Ceyhan Projesine resmen destek verdiğini, dün Enerji Bakanı aracılığıyla da açıkladı.

Yarınki törende zannediyorum, Haydar Aliyev ile konuşmasında Bakü-Ceyhan Projesi’nin Azerbaycan Petrolleri Şirketi tarafından da kabul edildiğini açıklayacak. Dolayısıyla o konuda da Türkiye’nin, dünyanın en önemli petrol güzergahlarından birisi, transit ülkesi ve Ceyhan’ın da Akdeniz’in en büyük petrol terminali olması hedefine doğru çok önemli bir adım atmış olacak.

Geçen hafta Girit’te katıldığım Balkan Zirvesi, Yunanistan dışında, bütün Balkan ülkeleriyle çok iyi ilişkilerimiz olduğunu bir defa daha ortaya koymuştur. Bulgaristan ile ilişkilerimiz, belki de tarihin hiçbir döneminde olmadık biçimde müspet gelişmektedir.

Aralık ayının başında Bulgaristan’ı resmen ziyaret edeceğim, orada birkaç anlaşma imzalayacağız. Bulgaristan ile sınır kapılarını da birleştirmeyi planlıyoruz. Yani, bundan sonra Kapıkule’de ve Dereköy’de iki kapımız var Bulgaristan ile, bu iki kapıda tek işlem yapılacak. Yani, hem Türk tarafından hem Bulgar tarafında pasaport ve gümrük işlemleri yapılmayacak. Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidenler, sadece Bulgar kapısında işlem yapacaklar. Avrupa’dan Türkiye’ye gelenler de sadece Türk kapısında işlem yapacaklar. Bu şekilde işlemleri birleştireceğiz.

Bulgaristan ile aramızda 50 senedir devam eden bir Rezve Deresi sorunu var , o sorunu inşallah bu hafta nihai olarak çözüyoruz. Ben gittiğimde de bu konudaki mutabakatı imzalayacağız. Böylece Bulgaristan ile aramızda hiçbir sorun kalmayacak. Bulgaristan, birçok konuda bizimle ortak projelere arzuludur. Bunun içerisinde, Türkmenistan gazının Türkiye üzerinden Bulgaristan’a oradan Avrupa’ya ulaştırılması var. Rusya üzerinden aldığımız doğalgazın kapasitesinin artırılması var, yeni hatla takviyesi var.

Yine, Bulgaristan ile Varna’dan başlayıp Arnavutluk’a kadar uzanan, yani Balkanları enine kat eden bir otoyol yapımı projemiz var. Velhasıl Bulgaristan ile ilişkilerimiz her alanda olumludur. Türk Hava Yolları geçen hafta, haftada iki Bulgaristan seferi başlattı. Zannediyorum yılbaşına kadar da Ziraat Bankası orada bir şube açacak veya mevcut bir bankayı alacak.

Bulgaristan’daki özelleştirme programlarına da işadamlarımızı teşvik ediyoruz. Bulgaristan ile ilişkimiz fevkalade iyi bir noktadadır.Aynı şey Romanya için geçerlidir. Romanya ile serbest ticaret anlaşması, bu hafta zannediyorum Meclis’te görüşülecek. O da ilişkilerimize yeni bir ivme kazandıracaktır.

Makedonya, Arnavutluk ile ilişkilerimiz fevkalade iyidir. Gürcistan ile dün KarsTiflis arasındaki demiryolu inşa protokolünü imzaladık. Böylece demiryolu ile Tiflis’e, Tiflis’ten de mevcut hatlarla, ta Çin’e kadar ulaşma imkânımız doğmuştur. Halbuki, bugüne kadar demiryolu bizim doğu hududumuzda bir çıkmaz sokakta idi. Şimdi, bu bağlantı gerçekleşecektir. Gürcistan ile aynı zamanda enerji alanında da işbirliği yapacağız. Gürcistan ile ilişkilerimiz fevkalade iyi seyretmektedir.

Yunanistan ile münasebetlerimizdeki zorluklar, maalesef çok kısa zamanda aşılabilecek nitelikte değildir. Özellikle karasularının genişliği konusunda her iki ülkenin de geri adım atmasına imkân vermeyecek bir durum söz konusudur. Yapmak istediğimiz egzersizin amacı, mevcut zorluklara rağmen, yani temeldeki bu. zıtlıklara rağmen, ilişkilerimizde ilerleme sağlamaktır. Hiç olmazsa, bundan dolayı bütün ilişkilerimizin ipotek altına girmesini önlemek, ikili ilişkilerimizde, Avrupa Birliği gibi, çok taraflı kuruluşlarda ilişkilerimizin bundan zarar görmesini engelleyecek bir ortamın yaratılmasını sağlamaktır.

Simitis ile yaptığımız görüşme, 9 yıldan beri iki ülke başbakanları arasında gerçekleşen ilk görüşmedir. Burada mevcut gerginliğin azaltılması, iki ülke arasında bir çatışmanın önlenmesi konusunda hükûmetlerin üzerine düşeni yapması konusunda mutabık kaldık.Daha önceki 1988 muhtırasına işlerlik kazandırmak, onun işlemeyen hükümlerini işletmek hususunda mutabık kaldık. Ayrıca, bilinen zorluklarımıza rağmen, nasıl ilişkilerimizde mesafe alacağımız konusunda da karşılıklı fikir teatisinde bulunmak üzere, özel temsilci atamayı kendisine önerdim. Bu konuda da kendilerinden olumlu yaklaşım bekliyoruz.

Atılan adım mütevazı bir adımdır. Ama, hiç olmazsa devamlı tırmanan gerginliğin tersine, ilişkilerimizde ilk defa olarak bir diyalog kapısı açılmıştır. Şimdi bu kapıdan, Yunanistan ile ilişkilerimizi de müspet bir noktaya getirme gayreti içindeyiz.

Değerli Arkadaşlarım;Sanıyorum bugün komisyonlara grup olarak üyelerimizi bildirdik. Bu hafta içinde komisyonlar teşekkül etmiş olacaktır, görev dağılımı yapmış olacaktır. Dolayısıyla bu haftadan itibaren, bugünden itibaren, Meclis çalışmaları, parti olarak, Hükûmet olarak icraatımızın en önemli parçası haline gelmiştir.

Meclis’e sevk etmiş olduğumuz bazı kanun tasarılarımız var. Kamuoyunun Meclis’ten beklediği birtakım tasarruflar var. Bütün bunların sonuçlandırılabilmesi için ve muhalefetin Hükûmetimizle ilgili birtakım başlatmış olduğu denetim yollarının sonuçsuz bırakılabilmesi için arkadaşlarımızın Meclis’e devamları büyük önem taşıyor.

Ben, yarınki resmî yurtdışı gezim dışında, bundan sonra Türkiye’de olduğum zaman mutlaka hafta içinde Meclis’te olacağım. Benimle özel görüşmek isteyen arkadaşlarımla da Meclis’te görüşeceğim. Bütün Bakan arkadaşlarım Salı, Çarşamba, Perşembe günleri Mecliste olacaklar. Bütün milletvekili arkadaşlarımdan da ricam, Meclis günlerinde ve Genel Kurul saatlerinde mutlaka Meclis’te bulunmalarıdır. Aksi takdirde, muhalefetin bizim değişikliklerine engel olamayız.

Denetim müessesesini siyasi amaçlarla suistimal etmesine engel olamayız. En önemlisi de, icraatımız için ihtiyacımız olan muhtaç olduğumuz birtakım yasal değişiklikleri gerçekleştiremeyiz. Onun için, bütün arkadaşlarımdan, salı, çarşamba, perşembe günleri mutlaka Meclis çalışmalarına katılmalarını rica ediyorum.

Bunun dışında, biliyorsunuz ek bütçe komisyondan geçmiştir, zannediyorum önümüzdeki hafta Genel Kurul’a gelecek. Bütçe Komisyonu’nda da 1998 Yılı Bütçesi’nin görüşmeleri başlamıştır. Bütçe görüşmeleri sırasında da, zannediyorum bu sene yine geçen seneki gibi 10 gün filan sürecek. O süre zarfında da bütün arkadaşlarımın mutlaka Ankara’da olmalarını rica ediyorum.

Bu yılbaşına kadar olan süre, Meclis çalışmaları bakımından çok önemli bir süredir. Hükûmet olarak da bizim başarımızı belirleyecek olan bir süredir. Bütün arkadaşlarımdan, bunun önemine uygun şekilde davranmalarını rica ediyorum.Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum.