BAŞBAKAN SAYIN MESUT YILMAZ'IN
TBMM ANAP GRUP KONUŞMASI

21 Temmuz 1998

Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Aramıza yeni katılan belediye başkanı arkadaşlarımıza da hoş geldiniz diyorum. (Alkışlar)

Geçen hafta Grubumuzun basına ve davetlilere kapalı olarak yapılan toplantısında sizlere Hükümetimizin bir yıllık icraat dönemi sonunda koymuş olduğu hedeflere ulaşmak için karşı karşıya olduğu bazı zorlukları ifade etmiştim. Bu zorlukların aşılması için neler yapmayı planladığımızı, hangi çabalar içerisinde olduğumuzu anlatmıştım. Bunlar basına da bölük pörçük yansıdı, çoğu zaman olduğu gibi, bizim niyetlerimizi tam olarak aksettirmeyen bir şekilde yansıdı. Bugün, hem size bu hususlarda biraz daha açıklık getirmek istiyorum hem de sevineceğinizi umduğum bazı iyi haberler vermek istiyorum.

Evvela, hemen söyleyeyim ki, geçen hafta Grup toplantımız sırasında karşı karşıya olduğumuz birkaç önemli güçlük, aradan geçen bir hafta içerisinde aşılmış bulunmaktadır. Bunlardan benim çok önem verdiğim bir tanesi, enerji özelleştirmesi konusunda Anayasa Mahkemesinin dün almış olduğu karardır. Bilginiz gibi, Hükümetimiz döneminde gerçekleştirilen enerji dağıtım sistemlerinin ve bazı mevcut santralların özelleştirilmesine ilişkin karar, yapılan iptal başvurusu üzerine, Danıştay tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilmişti. 3036 sayılı yasanın anayasaya uygun olup olmadığı konusunda Danıştay Anayasa Mahkemesine başvurmuştu. Bu, bizim bütün planlarımızı bozabilecek bir gelişmeydi; çünkü, biz bu özelleştirmelerden yaklaşık 3 milyar dolarlık bir gelir bekliyoruz.

Çok memnuniyet verici bir gelişme olarak ifade ediyorum ki, Anayasa Mahkemesi, dün bu konuyu görüşmüş ve karara bağlamıştır. Bu konuda herhangi bir Anayasaya aykırılığın söz konusu olmadığını karara bağlamıştır. Zannediyorum Anayasa Mahkemesinin şimdiye kadar aldığı en hızlı kararlardan birisidir. Danıştay tarafından Anayasa Mahkemesine intikal ettikten üç dört gün sonra karara bağlanmıştır.

Şimdi, önümüzde başka bir çaba vardır, Danıştay tarafından bu konuda nihai kararın verilmesi; yani, Danıştay’ a sunulan sözleşmelerin onaylanması için adli tatil içerisinde Danıştay’ı bu konuda karar almaya zorlamaya çalışıyoruz. Biliyorsunuz, Yüksek Mahkemenin geçici bir dairesi nöbetçi olarak adli tatilde görev yapmaktadır. Danıştay Başkanlığına Hükümet olarak başvurduk. Yasanın ülke menfaatleri açısından gerekli durumlarda nöbetçi mahkemenin karar alabileceği hükmüne dayanarak, bu işlemin adli tatil sırasında sonuçlandırılmasını amaçlıyoruz.

Bu gerçekleştiği takdirde, geçen hafta sizlere detaylı biçimde anlattığım, Hükümetimizin özellikle altyapı yatırımlarının finansmanı için bütçede öngördüğü 380 trilyonluk kaynak sağlanmış olacaktır. Özellikle Devlet Su işlerimizin, Karayolları Genel Müdürlüğümüzün, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğümüzün özelleştirme gelirleriyle gerçekleştirmeyi planladıkları yatırımlarda bir aksaklık önlenmiş olacaktır. Ama, Anayasa Mahkemesinin almış olduğu bu karar, sadece bu konuda değil, genelde özelleştirme konusunda önümüzü açmıştır, Türkiye’nin önünü açmıştır.

Zaten Danıştay Dava Daireleri Kurulunda 9/8 çoğunlukla alınmış bir karardı. Anayasa Mahkemesi, bu konuda yapılacak herhangi bir işlem olmadığını belirtmek suretiyle bu hususu karara bağlamıştır. Belki bize bir ay bir zaman kaybettirilmiştir; ama, netice itibarıyla özelleştirmenin önü ardına kadar açılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, geçen hafta Grup Toplantımız sırasında karşı karşıya bulunduğumuz ikinci önemli sorun; memur ve emekli maaşlarına yılın ikinci yarısında yapılacak artışla ilgiliydi. Bildiğiniz gibi, bu konuda Hükümet içerisinde bir mutabakat sağlamakta zorluğumuz ortaya çıkmıştı. Yapılan görüşmeler sırasında, bu konuda karşılıklı anlayış gösterilmek suretiyle bir uzlaşma sağlanmıştır. Bu hususu geçen haftaya tekraren dikkatinize getirmek istiyorum. Bizim 1998 yılında bütçemizi hazırlarken, ekonomik programımızı yaparken birinci hedefimiz, enflasyonun düşürülmesidir. Biz enflasyon için, hem üç yıllık bir hedef koyduk hem bir yıllık bir hedef koyduk. Koyduğumuz üç yıllık hedef, enflasyonun bugün dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde olduğu gibi, tek rakama indirilmesidir.

20-30 seneden beri, Türkiye’de hiç yaşamadığımız şekilde, tek rakamlı enflasyonu Türkiye’ye getirmektedir; en önemli hedefimiz budur. Bunu gerçekleştirebilmek için mutlaka uygulamamız gereken bazı tedbirler söz konusuydu. Bunlardan bir tanesi, bütçeyi disiplin içerisinde uygulamaktır. Bir ek bütçe yapmamaktır. Yıllardan beri, Türkiye, her sene Meclisin onayladığı bütçeye ilaveten, sene sonuna doğru bir ek bütçe yapmak zorunda kalmıştır; çünkü, Türkiye’yi yöneten hükümetler, o bütçeyi samimi olarak hazırlayıp Meclise sunmamışlardır. Çünkü, o bütçe samimi olmadığı gibi, uygulamada da gerekli disiplin gösterilmemiştir. Kaynağı olmayan, karşılığı olmayan harcamalar yapılmıştır. Neticede, her sene, sene sonundan önce bir ek bütçe yapılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bu da, enflasyonu körükleyen, karşılıksız para basılmasına yol açan en önemli amil olmuştur. Onun için, biz bu sene bu bütçenin sene sonuna kadar disiplin içinde uygulanacağını, bir ek bütçe yapılmayacağını hem milletimize karşı hem Meclisimize karşı hem de IMF’ye karşı bir taahhüt olarak ortaya koyduk.

Geçen hafta burada da ifade ettim, Temmuz ayında yıl sonuna kadar, Hükümetimizin memur ve emekli maaşlarına yapılacak artışı bir kalemde tespit etmesi de mümkündür, bunu üçer aylık iki bölüme ayırıp, iki bölüm halinde de tespit etmesi mümkündür. Ama, bu tartışma beklediğimiz bir şekilde Türkiye’nin gündemine geldiği zaman, biz üç aylık, yani Temmuz ayından Ekim ayına kadar, hazinenin borçlanma programını açıklamıştık. Merkez Bankasının para programını da açıklamıştık. Ve hatırlayacağınız gibi, yılın başından beri üçer aylık açıkladığımız bütün programlara harfiyen sadık kalmıştık.

Hatta, maliyenin açıkladığı üç aylık bütçe programında, tahmin edilen, hedef alınan bütçe gelirleri, olumlu yönde aşılmıştır. Yani, yılın ilk altı ayında yüzde 115 hedeflerin üzerinde bir vergi geliri sağlanmıştır. Şimdi, biz Temmuz ayında üç aylık programımızı açıklarken memur ve emekli maaşlarına yüzde 20 artış yapılacağını varsaymıştık. Bu bizim Anavatan Partisi olarak veya benim Başbakan olarak koyduğum bir hedef değildi. Bu, geçen senenin sonunda, 1998 programını ve 1998 bütçesini yaparken, yüzde 50 enflasyonu sağlayabilmek için, Hükümet olarak koyduğumuz ortak hedeftir. Memur maaşlarına birinci altı ayda yüzde 30, ikinci altı ayda yüzde 20; neticede toplam yüzde 56 bir artış yapmayı, eğer bu yaptığımız artış, yıllık enflasyon karşısında yetersiz kalırsa, sene sonunda memurlarımıza aradaki farkı karşılayacak bir iyileştirme yapmayı biz taahhüt ettik.

Maalesef, bu konu Türkiye’nin gündemine, bu ayın başından itibaren, fevkalade yanlış bir şekilde getirilmiştir. Koalisyonun küçük ortağı olan Demokrat Türkiye Partisi, bu meseleyi Parti Grubunda, Genel İdare Kurulunda görüşmüştür ve Genel İdare Kurulundan yapılan bir açıklamayla, yüzde 40’ın altında yapılacak bir artışın, Demokrat Türkiye Partisinin Hükümete devam edip etmemesini etkileyeceğini, 40’ın altında bir zam yapılması halinde, Hükümetten çekilebilecekleri kamuoyuna açıklanmıştır.

Değerli arkadaşlarım, ben burada size bir seneden beri bu Hükümetin fevkalade uyumlu bir koalisyon Hükümeti olduğunu, şimdiye kadar aramızdaki bütün meseleleri farklı düşüncelerde parti olmamıza rağmen, aramızdaki bütün ayrılıkları, uzlaşmayla aşmayı başardığımızı, bu şekilde Türkiye’ye yeni bir uzlaşma anlayışını, yeni bir koalisyon imajını ortaya koyduğumuzu ifade ettim. Koalisyonun büyük ortaklığı olduğumuz halde, bugüne kadar Anavatan Partisi olarak, hiçbir zaman ortaklarımıza bir dayatma içinde olmadık. Yani, “ Bu olmazsa Hükümet olmaz” anlayışıyla hareket etmedik. Her meselede aramızda farklılıkların olabileceğini; ama, bunların Türkiye’nin menfaatini esas alan bir uzlaşma anlayışıyla aşılabileceğini düşündük ve bugüne kadar da böyle geldik.

Huzurunuzda şükranla ifade ediyorum ki, ortağımız olan Demokratik Sol Parti de, bugüne kadar aynı anlayış içinde oldu. Hiçbir zaman bize bir dayatma, bir önşartla ortaya çıkmadı.

Demokrat Türkiye Partisinin bu Genel İdare Kurulu toplantısı sonrasında, memur maaşlarına ilişkin ortaya koyduğu tutum, Hükümetimizi bir krize sürüklemiştir. Ben size bu krizi geçen hafta burada bütün açıklığıyla ifade ettim. Ve şunu da ekledim: Temmuz ayında yapılacak olan memur maaşlarına, bırakınız istenildiği gibi yüzde 40, yüzde 30, yarım puan dahi artış yapmamız mümkün değildir. Çünkü, orada yapılacak olan yarım puanlık bir artış dahi, Hazinenin açıkladığı borçlanma programının değiştirilmesini gerektirecektir. Bu da, Hükümetimizi güvenilirliğine, inanılırlığına indirilmiş bir darbe olacaktır. O vereceğimiz 1 puanla, 2 puanla biz memuru memnun edemeyiz; ama, inandırıcılığımızı kaybederiz dedim. Bir Hükümet için de kaybedilecek en büyük haslet, en büyük artı güvenilirliğidir, inandırıcılığıdır. Onu kaybettiğiniz zaman, ondan sonra artık bir daha milletin işbirliğiyle karar uygulayabilmeniz mümkün değildir, milletten destek alabilmeniz mümkün değildir.

Biz, hem iç piyasalara hem dış piyasalara bir program ortaya koymuşuz, o programı altı aydan beri harfiyen uygulamışız. Altı ayın sonunda o programın gereği olarak memur ve emekli maaşlarına bir artış yapmamız gerekir; burada bir kriz ortaya çıkmıştır. Şimdi, bunu değiştirmemiz için de en ufak bir sebep yoktur. Yani, ne enflasyon bizim beklediğimizin üstünde olmuştur ne memurlar enflasyona ezdirilmiştir ne hedeflerimizden şaşılmıştır. Binaenaleyh, yılın ikinci yarısı için altı ay önce almış olduğumuz karardan dönmemiz için hiçbir sebep yoktur. Biz yılbaşında memura, emekliye yüzde 30 artış vermişiz, toptan eşya fiyatlarıyla altı aylık enflasyon yüzde 26 olmuş; tüketici fiyatlarıyla yüzde 29 olmuş. Hangi hesaba bakarsanız bakın, memur enflasyona ezdirilmemiştir. Üstelik burada bir vergi kanunu görüşüyoruz, o vergi kanununda da 1 Temmuzdan itibaren memurlara yüzde 5 vergi indirimi getirmişiz. Şimdi, burada hedefimizden vazgeçmek, daha önce aldığımız kararlardan geri dönmemiz için hiçbir haklı sebebimiz yoktur.

Şunu maalesef, Türkiye’de millete, memurlarımıza bırakınız memurlarımızı, bazı ortaklarımıza dahi anlatamadık. Farz edin ki biz memura yüzde 40 artış verdik altı ay için; ama, altı aylık enflasyon yüzde 50 oldu. Bu mu memur için daha iyidir, yoksa yüzde 20 enflasyona karşılık yüzde 20 maaş artışı vermek mi daha iyidir?

Değerli arkadaşlarım, memur maaşlarına yapılacak artış, bir siyasi artırma konusu olamaz, bir siyasi açık artırma olamaz. Memur maaşlarına yapılacak artışta bir tek şey göz önünde tutulur: Enflasyon. Eğer siz enflasyonun en az aynı seviyede, eşit seviyede bir artışı memurumuza veriyorsanız, onu enflasyona ezdirmiyorsunuz demektir. Enflasyonu göz ardı edip, enflasyonun ne olacağını göz ardı edip, memura maaş artışı tartışması yapılamaz. Böyle bir tartışma, bilimsel olmaz, böyle bir tartışma, ekonomiyle bağdaşmaz, böyle bir tartışmanın memura bir yararı olmaz.

Yıllardan beri Türkiye’de memur aldatılmıştır. Memura göstermelik zamlar yapılmıştır; ama, neticede enflasyon her zaman o zammın üstünde olmuştur. Bundan dolayı memur devamlı fakirleşmiştir. Bizim hükümet olarak memura taahhüdümüz, yapılacak artışın enflasyonun altında olmaması taahhüdüdür. Geçen hafta da söyledim, bu taahhüdümüze bağlıyız. Hatta dedim ki: “ Üç aylık yüzde 20 artış yapalım, üç ayın sonunda biz yeniden gözden geçirmeye de hazırız. Eğer enflasyon beklediğimizden yukarıda çıkarsa, Ekim ayından itibaren bu farkı vermeye de hazırız”.

Neticede, bu mesele hakikaten Hükümeti sarsan bir boyut kazanmıştır. Geçen hafta yaptığımız görüşmeler sonunda, bir noktaya gelinmiştir. Gelinen nokta, Ekime kadar memurlara yüzde 20 artışı verilmesidir; Ekim ayında da yüzde 10 ilave bir artış yapılmasıdır. Memur açısından bakarsanız, 20+10=32 yapar. Bunun üzerine vergi indiriminden gelen yaklaşık 3 puanlık ortalama artışı da ilave ederseniz, memura yüzde 35, altı aylık bir iyileştirme sağlamış bulunuyoruz. İlk altı ayda verdiğimiz yüzde 30’un üstüne 35’i koyarsanız, bu yüzde 71 yapar. Vergi indirimiyle 75’e yakın yapar. Yani, memur açısından her halükarda enflasyonun üzerinde bir artış sağlanmıştır. Bir şartla; gerçekleşecek olan enflasyonun bizim hedefimizden şaşmaması şartıyla. Eğer bundan dolayı, memurlara verilen bu artıştan dolayı enflasyon hesabımız şaşarsa, bundan yine memur zararlı çıkacaktır.

Bu meseleyi siyasi olarak kullanmaya hevesli olan bazılarının şunu artık görmesi lazım: Türkiye’de enflasyondan en çok zarar gören, hatta diyebilir ki, tek zarar gören kesim, memur ve emeklilerdi. Çünkü, onların pazarlık hakkı yoktur; çünkü, onların gelirlerini enflasyona göre ayarlama hakkı da yoktur, imkanı da yoktur. İşçilerin sendika hakkı var, işçilerin grev hakkı var, işçilerin toplusözleşme hakkı var. İşçiler her sene enflasyonun üzerinde bir reel gelir artışı sağlayabiliyorlar. Ama, memurların buna hakkı yok. Memurlara, hiç olmazsa sendika hakkını verelim diye Meclise getirdiğimiz kanun tasarısı da, maalesef, muhalefet tarafından engellenmiştir.

Şimdi, bugün geldiğimiz noktada Hükümete düşen görev, memurlara yılın ikinci altı ayı için verdiğimiz bu artışın enflasyon hesaplarımızı bozmamasını sağlayacak tedbirleri almaktır, genel dengeleri bozmamasını sağlayacak tedbirleri almaktır. Bu konuda memur maaş artışları tespit edildiği andan itibaren çalışmaya başladık. Alacağımız tedbirlerin bazıları alınmıştır, bazılarının üzerinde çalışılmaktadır, bazıları da önümüzdeki günlerde alınacaktır.

Geçen hafta burada Sayın Kamran İnan konuştu, daha önce de Dış Teşkilatımızla ilgili bir araştırma komisyonuna başkanlık etmişti. Sayın İnan, benim bildiğim kadar, yıllardan beri bu konuyu her zaman Meclis zeminine getirir. Türkiye, hakikaten dış harcamalarında hesapsız, kitapsız bir israf içerisindedir. Biz bütçe çıkmadan önce bu konuda çalışmaya başladık, Bütçe Kanununa bir madde koyduk. Bütçe Kanununa koyduğumuz maddeyle dedik ki: “ Dış teşkilatlarda yapılacak olan indirimlerde, tasarruflarda, Dışişleri ve Maliye Bakanının teklifi üzerine, Başbakanın onayı ile bunlar yürürlüğe girer” Şimdi, geçtiğimiz hafta sonunda, memur maaş artışının tespitinden hemen sonra, bu konuda altı aydan beri yürüttüğümüz çalışmayı sonuçlandırdık ve dış teşkilatımızda toplam yüzde 15 oranında bir indirime gittik. Bu oran Sayın İnan’ı tatmin edecek bir oran değil. Aslında, Sayın İnan’ın araştırma komisyonunun Hükümet olarak bize verdiği rapor 250 milyon dolarlık bir tasarrufu öngörüyor. Bu getirdiğimiz, şu anda sadece 31 milyon dolarlık bir tasarruftur; ama, huzurunuzda söz veriyorum, bu devam edecektir. (Alkışlar)

Bununla, neleri getirdik, onu söyleyeyim: Üç tane büyükelçiliği kapattık. Bunlardan bir tanesi Somali Büyükelçiliğimizdir; diğer ikisi, geçen hafta Sayın İnan burada söz konusu etmişti, FAO ( Dünya Gıda Teşkilatı) bizden başka orada bir büyükelçi seviyesinde temsil edilen ülke yoktur, doğrudur, orayı kapattık. Dünya Sivil Havacılık Teşkilatı (Kanada’da) oradaki büyükelçiliğimizi de kapattık, yani daimi temsilciliğimizi de kapattık. Beş tane başkonsolosluğumuzu kapattık. Toplam 590 kadronun iptali ve bu temsilciliklerin kapatılması, ilk ağızda devlete 31 milyon dolarlık bir tasarruf sağlayacaktır. Şimdi bu çalışmayı devam ettiriyoruz. Bir yandan yurt dışında dağınık olan birimlerimizi birleştireceğiz; böylece yüksek kira giderlerinden kurtulacağız. Yurt dışındaki araç saltanatını ortadan kaldıracağız. Geçici görevlerle yurt dışına göndermeye de çok kesin sınır getireceğiz.

Bakan arkadaşları da, ben ilk Bakanlar Kurulunda bunu gündeme getireceğim; ama, Bakan arkadaşlarımızı da buradan uyarıyorum, bundan sonra bakanlıkların yurt dışına seyahatlerinde de çok kesin olarak bu tasarruf anlayışı uygulanacaktır. (Alkışlar) Evvela bakan arkadaşlar kendi gezilerini kısıtlayacaklar, sonra maiyetlerindeki kişisel dış gezilerine izin verirken bu elemeyi yapacaklar. Onlardan sonra Dışişleri elemeyi yapacak, en son da ben yapacağım. Ama, her halükarda, öyle inceleme, tetkik gezisi filan yoktur.

Şimdi değerli arkadaşlarım, birinci tedbir budur, dış harcamalarımızda zannediyorum şimdiye kadar hiç yapılmadık ölçüde bir tasarrufa gidiyoruz.

İkinci yapacağımız şey, devletteki genel tasarruftur. Ben, sadece ben değil, benden önceki başbakanlar, şimdiye kadar her sene işbaşına gelince bir tasarruf genelgesi çıkarmışlardır. Bu tasarruf genelgesinde her şey detaylı yazılır. Buna göre, bakanlar dışında hiç kimsenin cenazeye, düğünlere filan çiçek göndermeye hakkı yoktur... (Alkışlar) Hayır, bu yeni bir şey değil, olan bir şey. Ama, herhalde hepiniz cenazeye gittiğiniz zaman, filan genel müdürün, hatta şube müdürünün çelenklerini görürsünüz. Şimdi, bu genelgeyi yeniden düzenliyorum, Maliye Bakanlığı ile beraber düzenliyorum, Maliye Bakanlığı ile beraber düzenliyoruz. Bundan sonra bu genelge hükümlerine, emirlerine harfiyen uymayan, ister KİT yöneticisi olsun, ister devletin merkez teşkilatındaki diğer birimler olsun, uymayanlar hakkında kesin idari işlem yapacak. Bir kere, mevcut hükümlere tümüyle uyulacaktır ve ilaveten de bazı ek tasarruf şeyleri getirilecektir.

Burada, maalesef bütçede çok fazla bir tasarruf imkanımız mevcut değildir. Biliyorsunuz, biz bütçemizin büyük kısmını faiz ödemek için, maaş ödemek için, transfer harcamalarını ödemek için kullanıyoruz. Cari harcamalara ayırdığımız kısım, zaten fevkalade düşüktür. Bazı kuruluşlarımız gerekli akaryakıt giderleri için ödenekleri olmadığı için hizmet yapamamaktadırlar. Köy hizmetleri teşkilatı buna örnektir. Tabii, böyle durumlara da meydan vermemek lazım. Tasarruftan dolayı kurumların hizmetlerinin engellenmemesi lazım; ama, bu konuda özellikle telefon giderlerine, haberleşme giderlerine limitler getireceğim. Her halükarda hizmeti aksatmayacak şekilde yapabileceğimiz tasarrufu da sonuna kadar yapacağız.

Tasarruf yapmamız gereken bir alan, maalesef yatırımlarla ilgilidir. Biliyorsunuz, biz bu sene bütçeye, ödeneğinin yüzde 10’u olmayan yatırım projelerinin başlatılmamasını ilke olarak koyduk, bunu karara bağladık. Bu yeni yatırımları bir ölçüde frenlemiştir; ama, mevcut yatırımları da bir yandan gözden geçirdik . 120 tane stratejik yatırım projesini tespit ettik, onlara ödeneklerde öncelik verdik. Onun dışındaki projelerde, özellikle daha yeni başlamış olan projelerde, kısıntılara gittik. Şimdi, bu çalışmayı yeniden yapacağız. Bazı yatırım harcamalarını mutlaka ertelemek zorundayız.

Eğer, bütün bu tedbirleri uygulayabilirsek, sene sonunda yapmış olduğumuz bu Aralık ayındaki yüzde 10 ilave artışa rağmen, enflasyon hedefimizden herhangi bir sapma ortaya çıkmayacaktır. Biz, sene başında yüzde 20 ikinci altı ay için memur emekli maaşlarında artış tespit ederken, bununla ilgili yüzde 20’ye tekabül eden ödeneği koymuştuk; ama, sene içerisinde terör mücadelesinden dolayı Silahlı Kuvvetler mensuplarına, emniyet mensuplarına tazminat artırımları yoluyla ek bir artış getirdik. Mecliste kanun yoluyla öğretmenlere yüzde 18’lik bir maaş artışı getirdik. Bundan dolayı o yüzde 20 artış için bütçede öngördüğümüz kaynağı zaten kullandık.

Yani, biz bu aydan itibaren memur ve emekli maaşlarına hiç zam yapmasaydık, ancak 15 trilyon liralık bir ödeneğimiz mevcuttu bütçede; bu da yüzde 1 artışa tekabül ediyordu. Yüzde 20 artış yaptığımız zaman, şu anda biz 250 trilyon lira personel ödeneklerinden bir eksikle karşı karşıyayız. Bunun üzerine son üç ayda yapacağımız 10 puan, bize 120-130 trilyon lira ek bir yük daha getirecektir. Velhasıl, 400 trilyona yakın, sadece bu memur maaş artışını karşılayacak bir kaynağa ihtiyacımız var. Maliye Bakanlığımızla zaten bu aramızdaki uzlaşmayı, Maliye Bakanlığı ile devamlı istişare halinde sağladık. Ben Maliyenin kabul etmeyeceği, ek bütçeye yol açacağını iddia edeceği, bütçe dengeleri içinde çözemeyeceği hiçbir artış oranını kabul etmeyeceğimi baştan söyledim.

Maliye, bu rakamı, bütçe dengesi içinde karşılayabileceğini söylemiştir bize. Bunda, çıkmak üzere olan vergi kanunumuzun da çok önemli katkısı olacaktır; çünkü, vergi kanunumuzda- size daha önce de söylemiştim- bütçe gelirlerinde öngörülmeyen birtakım ek gelir kaynaklarımız vardır. Stok affından dolayı vardır, vergi düzenlemelerinden dolayı vardır. Velhasıl, vergi kanununun getireceği bu ek kaynaklarla ve demin söylediğim uygulamada alacağım birtakım tedbirlerle, hem enflasyon hedefimizden sapma olmayacaktır hem memurlarımız enflasyonun oldukça üzerinde bir gelir imkanına kavuşturulmuş olacaktır hem de küçük ortağımız tatmin olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, burada herkesin bilmesi gereken, özellikle basının bilmesini istediğim bir şey söyleyeceğim: 20 seneden beri Türkiye’de hükümetler memura enflasyonun üzerinde gelir sağlayamadılar. Anavatan İktidarlarında bunun belki haklı bir mazereti vardı, biz altyapı yatırımlarına yönelmiştik. Altyapı yatırımlarında Türkiye’ye çağ atlatmıştık; ama, özellikle bizden sonra gelen koalisyon hükümetleri zamanında, memur devamlı olarak reel gelir kaybetmiştir, devamlı fakirleşmiştir. Bu fakirleşmenin doruk noktası 1994 yılıdır. 1994 yılında memur, yüzde 100’ün üzerindeki enflasyona karşılık yüzde 50 yıllık gelir artışı sağlamıştır. 2929 memurun fakirleşmesi 1994’te başlamıştır. Yani, memurun enflasyona ezilmesi hadisesinin başlangıcı 1994 yılıdır. Ondan önce, 1991’de, 1992’de memur maaşlarına yapılan artışlar, memurun geçmiş zararlarını karşılayacak düzeyde idi; ama, 1994 yılında bütün dengeler bozulmuştur. 1994 yılından itibaren, memur hala bu kaybını telafi edememiştir.

Şimdi, bizim açımızdan bakarsanız, iş başına geldiğimizden bugüne kadar, bu yaptığımız son artışla, memurun enflasyon kaybı önlenmiştir. Ama, bir devletin kendi memuruna grev hakkı olmayan, toplusözleşme hakkı olmayan, maaşlarını kendi düzenleme hakkı, pazarlık hakkı olmayan kitleye, bu konuda yapması gereken hadise, sadece onu enflasyona ezdirmemek değildir. Ona refah artışı sağlamaktır, reel gelir artışı sağlamaktır. Enflasyonun üzerinde gelir sağlamaktır. Bizim yapmak istediğimiz budur. Bunu yapmanın yolu, enflasyonu dizginlemektir. Enflasyonun düşürülmesinden, memur kadar, emekli kadar karlı çıkacak olan başka hiçbir kesim yoktur. Türkiye’de nüfusun yüzde 70 ‘i, 80’i, kendisini enflasyona karşı ayarlayabilecek imkanlara sahiptir. Maalesef, enflasyonun en fazla zarar verdiği kesim, sabit gelirli memur ve emekli kesimidir.

Tekrar söylüyorum ki, bizim enflasyonla mücadelede başarılı olmamızdan en kazançlı çıkacak olan kesim, memur ve emekli kesimi olacaktır. Bizim gönlümüz, memurumuza yıllık yüzde 100 maaş artışı vermekten geçer; ama, maalesef, devletin imkanları buna müsait değildir. Devletin imkanlarının kullanılmasında geçmişte yapılan hatalar tekrarlanırsa, bundan en fazla zararı yine devletin memuru ve emeklisi görecektir.

Biz, enflasyon mücadelesinin yükünü, sadece bir kesime yüklemek düşüncesinde olmadık. Biz, herkesten fedakarlık istedik. Getirdiğimiz vergi kanunu ile en ağır yükümlülükleri, finans kesimine getiriyoruz, bankacılık kesimine getiriyoruz. Ve kayıt dışı ekonomiye dahil olan sektörlere getiriyoruz. Bugüne kadar devlete vergi vermeyenlere getiriyoruz. Bugüne kadar devlete vergi verenler ne kadar yüksek vergi veriyorlarsa versinler, bu vergi kanunundan dolayı ek bir yükümlülük gelmediği gibi, vergi oranları düşmektedir.

Vergi konusunda beyana tabi değil de, stopaja tabi olanlar, yani vergileri kaynağında kesilenler, bu vergi kanunundan en fazla yararlı çıkacak olanlardır. Onların da ödeyeceği vergi oranını düşürüyoruz; ama, bugüne kadar hiç vergi numarası almamış olanlar, onlar bu vergi kanunu ile vergi mükellefi haline getirilecektir. Aslında, açıktan söylemeye cesaret edilemeyip de, kapalı kapıların arkasında veya dolaylı yollardan bu vergi kanununa bu eleştirileri yöneltenler, yönlendirenler de onlardır.

Değerli arkadaşlarım, şunu herkesin bilmesi lazım: Türkiye’de bir enflasyon lobisi vardır. Enflasyon lobisi dediğiniz şey, aynı zamanda rantiyelerin lobisidir. Türkiye’de enflasyonun yüksek olmasından kazanç sağlayanlar, çalışmadan gelir elde edenlerdir, rant geliri elde edenlerdir. Parasıyla yatırım yapacağı yerde, sanayiye, ticarete, ihracata yatıracağı yerde, parasını bankaya bağlayıp çalışmadan para kazananlardır. Bu, belki o kişilerin- sayılarını bilmiyorum, 100 bin midir, 200 bin midir- çalışmadan emeksiz, sefa sürmesine imkan verir; ama, Türkiye’nin yoluna devam etmesine imkan sağlamaz. Türkiye, bu gidişi değiştirmeye mecburdur. Bugüne kadar bunun edebiyatı yapılmıştır. Bunun edebiyatını bizden önceki hükümetler, her gün yapmışlardır; ama neticede hiçbir şey yapamamışlardır. Çünkü, bunu değiştirecek köklü adımları atamamışlardır. Bu köklü adımlardan bir tanesi, işte sonuna geldiğimiz vergi kanunudur; bir tanesi, bundan önce çıkardığımız Haller Kanunudur; bir tanesi, daha önce çıkardığımız herkese vergi numarası kanunudur. Bu adımları atmadan, bu kanunları çıkarmadan, Türkiye’de kayıt dışı ekonomiyi, Erbakan Hocanın o devamlı yakındığı rantiyecilerin sefahatını önleyebilmek mümkün değildir.

Şimdi, yolun sonuna geldik. Bakın, 17 Haziranda Sayın Baykal ile bir anlaşma yaptım. Sayın Baykal ile anlaştığım zaman bana çok eleştiriler geldi; ama, 17 Haziranda bugüne kadar, aşağı yukarı bir ay oldu, bu bir ayda bu Meclis aylık olarak çalışma rekorunu kırmıştır, tarihinin rekorunu kırmıştır, iddia ediyorum. İddia ediyorum ki, bu Meclis aylık olarak çalışma rekorunu kırmıştır; 140 saat yasa çalışması yaptık bir ayda. Ortalama bu Meclis, bir ayda 20 saat yasa çalışması yapar. 7 ayda çalışacağımız kadar çalıştık; ama, bu Meclisi oluşturan, bu milletin seçilmiş milletvekillerini her zaman millete hak etmeden bu devletten para alan insanlar gibi göstermeye çalışan basın, bu Meclisin bir ayda 7 aylık çalışma yaptığını milletten gizlemeye çalışıyor. (Alkışlar)

Bir ayda, sadece bir defa Meclis toplanamamıştır; iki defa da kendi iradesiyle ara vermiştir. Onun dışında devamlı çalışmıştır. Siz de biliyorsunuz ki, muhalefetten bize destek veren Cumhuriyet Halk Partisinin bu konuda bize aktif bir desteği olmadı. Burada hergün üç dört milletvekilleri var. Onların bize desteği-Zaten ben Sayın Baykal ile anlaşmayı yaparken de, sadece o destek için yapmıştım-engellememe desteğidir. Bizi engellemediler. Yoksa, buraya üç kişiyle, beş kişiyle geldiler; ama, bu Hükümetin Milletvekilleri Anavatan Partisi Grubu, Demokratik Sol Parti Grubu, Demokrat Türkiye Partisi Grubunun bir bölümü vergi kanununu bu Meclisten çıkarmıştır. Bu, aslında, hepiniz biliyorsunuz ki, şu ana kadar bu Meclisten çıkan en zor kanunlardan birisi olmuştur. İğneyle kuyu kazılmıştır. Refah Partisinin engellemelerine, Doğru Yol Partisinin engellemelerine rağmen, bu kanun Meclisten çıkma yoluna girmiştir. Zannediyorum 82 nci maddedeyiz. Bundan sonraki maddelerin bir sorun çıkarmayacağını düşünüyorum, teknik maddelerdir. Bizim hesabımıza göre, bu hafta bu tasarı çıkmış olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Baykal ile yaptığımız anlaşmayı o zaman sizlere ifade ettim. Bizim anlaşmamıza göre, mutabık kalacağımız yasalar ki bunlar 10 küsur yasadır, Meclisten çıkmasını müteakip, önümüzdeki sene Nisan ayının, muhtemelen 25’ine seçim kararı alınacaktır. Ondan sonra Meclis tatile girecektir. Ekim ayından itibaren, Meclis, sadece bütçe çalışması yapacaktır. Bütçeyi çıkardıktan sonra da, Meclis, çalışmalarına ara verecektir ve seçime gidilecektir.

Şimdi Sayın Ecevit’ten bana bir öneri geldi, bana dedi ki:” Meclis, vergi kanununu ve Haller Kanununu çıkarmakta çok iyi bir performans gösterdi; ama, milletvekili arkadaşlarımız bundan sonra çalışmakta zorlanacaklardır. Ağustos ayında Mecliste çalışmamız zor olacaktır, Meclisi toplamamız zor olacaktır. Bunu gerektirecek kadar hayati bir kanun tasarımız da yoktur. “ Dolayısıyla Sayın Ecevit’in önerisi, vergi kanunu çıktıktan sonra, belki bir iki tane kısa kanun, tek maddelik birkaç kanunun çıkması ve Meclisin tatile sokulmasıdır. Ama, Anavatan Partisi olarak, bizim vergi kanunu kadar önem verdiğimiz bir diğer kanun tasarısı da mahalli idareler kanun tasarısıdır. Çünkü, bizim Hükümetimiz, üç tane önemli reformu gerçekleştirilmiştir, vergi reformu çıkmak üzeredir, seçime kadar mutlaka çıkarmamız gereken diğer bir reform, mahalli idareler reformudur.

Anavatan Partisi olarak mahalli idareler reformuna ne kadar önem verdiğimizi, bu reformun bu safhaya gelmesine ne kadar katkıda bulunduğumuzu hepiniz biliyorsunuz. Plan ve Bütçe Komisyonunda tasarı kabul edilmiştir. Sayın Baykal ile Yaptığımız protokolde de, seçimden önce çıkarılacak tasarılar arasına konulmuştur.

Şimdi, ben Sayın Ecevit ile Sayın Cindoruk ile yaptığımız görüşmeden sonra, Sayın Baykal’a şu mesajı yolladım: “ Sizin Grubunuz zaten çok düşük nispette çalışmalara katılmaktadır. Arkadaşlarımızın da katılmasında, mevsimden kaynaklanan zorluklar vardır. Kaldı ki, mahalli siyasi çalışma ihtiyacı vardır. Dolayısıyla bizim Hükümet olarak teklifimiz: Bu hafta bitmesi beklenen vergi kanunundan sonra, önümüzdeki hafta Meclisi son olarak toplantıya çağırmak, orada olağanüstü halin uzatılması, teşvik kanununun değişikliği, üç dört tane, üzerinde bütün siyasi partilerin mutabık olduğu kısa birer ikişer maddelik kanunların kabulü, iki üç tane uluslararası anlaşmanın kabulü, ondan sonra Meclisin tatile sokulması.

Meclis, Ağustos ve Eylül aylarında tatilde olacaktır. Bu süre zarfında hem Hükümetimiz Meclisin çıkarmış olduğu bu vergi kanunu ile ilgili diğer kanunlarla ilgili düzenlemeleri yapacaktır, gerekli kararnameleri, yönetmelikleri çıkaracaktır hem de arkadaşlarımız, hem aileleriyle belki bir iki hafta tatil yapıp seçim bölgeleriyle ilgili çalışma imkanını bulacaklardır. Ekim ayında Meclis yeniden toplandıktan sonra, kaldığımız yerden kanunlara devam edeceğiz; Mahalli İdareler Kanunu var, Sermaye Piyasası Kanunu var, birkaç tane belki Avrupa Birliği ile ilgili kanunlar var; İthalatta Haksız Rekabet Kanunu var, uyum kanunları var, vesaire... O kanunlar bittikten sonra, yine daha önceki mutabakatımıza uygun olarak, seçim kararını alacağız, ondan sonra bütçeyi çıkaracağız ve Meclisi tatile sokacağız.

Benim, kendisine ilettiğim bu öneriye Sayın Baykal, bugünkü Grup konuşmasında cevap vermiş ve “ Yaptığımız mutabakata bağlı kalmak şartıyla seçim kararını Ekimde de alabiliriz” demiş. Dolayısıyla Sayın Baykal’ın da gösterdiği bu anlayış sayesinde, programımız netlik kazanmış oluyor. Bu hafta bütün gücümüzle vergi kanun tasarısını çıkarmaya çalışacağız, zannediyorum bitene kadar çalışma kararı da alabiliriz. Bu hafta vergi kanunu tasarısı çıktıktan sonra, bütün arkadaşlarımdan, önümüzdeki hafta mutlaka Meclise gelmelerini rica ediyorum. Üç günlük bir normal Meclis çalışması yapacağız. Dokunulmazlıkların görüşülmesi var, bazı dokunulmazlıkların kaldırılması - Halit Bey yakından takip ediyor- ile ilgili karar almamız gerekiyor. Olağanüstü halin uzatılması, tatile rastladığı için, yoksa olağanüstü toplantıya çağırmamız gerekecek. Arnavutluk’a asker gönderilmesi ve olağanüstü halin uzatılması, mutlaka almamız gereken iki karardır. Bunları almazsak, Meclisi olağanüstü toplamamız lazım.

Demin söylediğim, arkadaşlarımız iktidar ve CHP Gruplarıyla temas edecekler, önümüzdeki hafta en öncelikli olan ve kısa olan birkaç kanunu gündeme alacağız. Bunları kabul ettikten sonra önümüzdeki hafta Meclisi iki ay için tatile sokacağız.

Zannediyorum ki, bu ortaya çıkan program, arkadaşlarımın da durumlarına, iradelerine, arzularına uygun düşmektedir. Ben bu iki ay boyunca programımı aksatmadan devam ettireceğim. Yarın Hatay’a gidiyorum, oradan gelince Kocaeli’ne gideceğim, Pazar günü Ford Fabrikasının temelini atacağım. (Alkışlar) O konuda da geçen hafta burada konuştuk, daha sonra Mecliste konuşuldu, yarın da oylaması yapılacak, gensoru kabul edilirse zaten mesele yok. Şapkamız da yok ki şapkamızı alıp gidelim!... Ama, gensoru yarın oylanacak. Geçen hafta söylediğim Danıştay’a yapılan yürütmenin durdurulması talebi, Danıştay tarafından reddedilmiştir. Bütün kuruluşlardan çevreyle ilgili raporlar verilmiştir. 16 kuruluş da bunun çevreye zarar vermeyeceği konusundaki görüşlerini bildirmişlerdir. ÇED raporunun alınması, zannediyorum altı haftalık bir zamanı gerektirmektedir; ama, yasaya göre ÇED raporu olmadan, Valiliğin oluru ile- yani bu belgelerin alınması halinde- Valiliğin olumlu görüşüyle temel üstüne kadar inşaat izni verilebilmektedir. Buna dayanarak Pazar günü temelini atacağız. Ondan sonra Çevre Bakanlığı, bildirilen bu görüşlere göre ÇED raporunu görüşecektir.

Bu tartışmanın, geçen hafta da söyledim, bizim açımızdan bir yanlışı vardı, bir eksikliği vardı, biz bu meseleyi kamuoyuna belki zamanında ve yeterince anlatamadık. Ama, Türkiye açısından hayırlı olduğunu düşünüyorum. Bazı partilerin siyasi fayda getirecek diye balıklama işin içine atılma alışkanlığından, yavaş yavaş artık geri durduklarını gördük. Bazı mahalli yönetimlerin, belediyelerin, üniversitelerin bu meselelerle daha sağduyulu, daha doğru yaklaşabildiklerini gördük. Genel kamuoyunun, medyanın artık bundan sonra öyle boş edebiyatla, ülke açısından hayati önem taşıyan bazı yatırımları engellemekten vazgeçtiğini, geri kaldığını gördük.

Dolayısıyla bu tartışmanın yapılması Türkiye için faydalı olmuştur. Türkiye, 550 milyon dolarlık bir yatırım projesine ve yıllık 1 milyar dolarlık bir ihracat gelirine kavuşacaktır. Bu konuda çevreyi ve denizi kirletilebileceği düşünülen uygulamalara karşı her türlü tedbir alınmıştır, gerekli her türlü güvence verilmiştir, teknolojinin bütün imkanları kullanılacaktır. Ben, bu meselenin anlaşılması açısından, bir yanlışın önlenmesi açısından, bundan sonra benzer yatırımcıların Türkiye’den kaçırtılmaması açısından bu tartışmanın yararlı sonuç verdiğini düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, gelecek hafta o çalışmalarımızı tamamladıktan sonra, belki değişik bir günde de yapabiliriz - Sayın Başkanvekillerimiz onu düzenleyecekler- kapalı ve uzun bir Grup Toplantısı yapmayı öneriyorum. O Grup Toplantısında daha uzun olarak sizlere icraatımızla ilgili bilgi vereceğim, sorularınızı cevaplandıracağız. Arkadaşlarımın da görüşlerini alacağım.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)