BAŞBAKAN SAYIN MESUT YILMAZ'IN
TBMM ANAP GRUP KONUŞMASI

28 Temmuz 1998

Değerli arkadaşlarım, hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum ve aramıza Hakkari’den ve Samsun’dan yeni katılan değerli belediye başkanı arkadaşlarıma, Anavatan ailesine hoş geldiniz diyorum.

Değerli arkadaşlarım, geçen haftaki Grup konuşmamda da ifade ettiğim gibi, bu hafta Meclisimiz yaz tatilinden önceki son haftalık çalışmasını yapacaktır. Bu konuda, geçen hafta sizlere yaptığım konuşmada, muhtemelen Meclisin gündemindeki daha önce öncelik almış olan bazı yasaları sonuçlandırdıktan sonra yaz tatiline gideceğini, bu konuda seçim kararının alınması için iki alternatif olduğunu, bizim bunların ikisine de açık olduğumuzu, bu sene yaz tatilinden önce bu karar alınabileceği gibi, eğer bize dışarıdan destek veren Cumhuriyet Halk Partisi kabul ederse, bu seçim kararının Ekim ayında da alınabileceğini ifade etmiştim.

Geçtiğimiz hafta sonunda, önce Sayın Bülent Ecevit ile daha sonra Sayın Hüsamettin Cindoruk’un katılımıyla üçlü olarak arka arkaya iki toplantı yaptık. Bu toplantılarımızda, önümüzdeki siyasi gündemi değerlendirdik, Meclis çalışmalarını değerlendirdik. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Baykal ile yaptığımız anlaşma doğrultusunda, önümüzdeki siyasi takvimin nasıl olması gerektiğini görüştük. Ve Demokrat Sol Parti tarafından gündeme getirilen af meselesini ele aldık.

Evvela, seçim meselesiyle ilgili olarak, Sayın Baykal ile de mutabık kaldığımız üzere, 1999 yılı Nisan ayı sonunda, 25 Nisanda erken genel seçimlerin yapılmasının doğru olacağı konusunda anlaşmaya vardık. Bildiğiniz gibi, şu anki Anayasamıza göre, eğer erken genel seçim tarihi mahalli seçimlerin 5 yıllık normal süresinden bir sene öncesine veya bir sene sonrasının içinde tespit edilirse, mahalli seçimlerle milletvekili seçimlerinin birlikte yapılması zarureti vardır.

Şimdi, mahalli seçimlerin normal tarihi, Mart 1999 olduğuna göre, bundan bir yıl öncesinde veya bir yıl sonrasında erken seçim kararı alınması halinde ve bu erken seçim kararının mahalli seçimlerin yapılmasından önce Meclis tarafından alınmış olması halinde, otomatikman mahalli seçimler de erken genel seçimlerin tarihine öne alınmış veya ertelenmiş olacaktır. Bizim örneğimizde, biz 25 Nisan tarihinde erken seçimleri kararlaştırdığımıza göre, mahalli seçimler de normal olarak yapılması gereken Mart 1999’da değil, 25 Nisan 1999’da yapılacaktır.

Tabii ki, vardığımız bu mutabakat, netice itibarıyla Hükümet Partileri olarak bizim kendi aramızda varılmış bir mutabakattır. Neticede, bu konuda yetkili olan, bu konuda nihai kararı verecek olan Yüce Meclistir; ama, Cumhuriyet Halk Partisi ile daha önce yapmış olduğumuz mutabakat da dikkate alındığında, Cumhuriyet Halk Partisinin de bizim bu önerimize katılması halinde, bunun Mecliste rahat bir çoğunlukla kabul edileceği düşünülebilir. Kaldı ki, diğer siyasi partiler de -Fazilet Partisi hariç- Doğru Yol Partisi de, bizim bu tarih önerimizi olumlu karşılamış ve hatta ayrı olarak bu konuda bir önergeyi Meclis Başkanına sunmuştur. Sayın Grup Başkanvekilimizin de biraz önce ifade ettiği gibi, dün ve bugün yapılan temaslar sonunda ve bugün Danışma Kurulunda yapılan görüşme sonunda, bunun ortak bir önergeyle Meclise getirilmesi kararlaştırılmıştır. Çarşamba günü konu Anayasa Komisyonunda ele alınacaktır. Muhtemelen de Perşembe günü, Meclisin tatile girmesinden önce ve bu yasama yılının son birleşiminde Genel Kurulun takdirine sunulacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bir hususun mutlaka altını çizmemiz ve bunu milletimize doğru şekilde anlatmamız gerekir. Anavatan Partisi olarak, biz geçtiğimiz sene ortasında Türkiye’nin bir rejim bunalımıyla karşı karşıya olduğu, ekonomide tehlikeli bir gidişin ortaya çıktığı, Türkiye’nin taşlarının yerinden oynadığı bir dönemde, Demokratik Sol Partiyle ve Demokrat Türkiye Partisiyle birlikte bir Koalisyon Hükümeti oluşturarak, ülkenin sorumluluğunu devraldık. Geçtiğimiz 13 aylık iktidar dönemimizde, bir Azınlık Hükümeti olmamıza rağmen, üç parçalı bir Koalisyon Hükümeti olmamıza rağmen, Türkiye’nin uzun yıllar boyunca gündeminde olan, bizden önce çoğunluk hükümetlerinin dahi gerçekleştirememiş oldukları çok önemli reformları hayata geçirdik. Bunlardan birincisi, iktidara gelir gelmez Meclisten geçirdiğimiz 8 yıllık eğitim reformudur. İkincisi de, geçtiğimiz hafta Yüce Mecliste kabul edilen vergi reformudur.

25 Nisan 1999’da yapılması öngörülen seçimlere kadar, bu Hükümet olarak, yürürlüğe koymak hususunda anlaştığımız diğer bir reform da mahalli idareler reformudur. Maalesef, Meclisin takvimi dolayısıyla, yaz tatilinin gelmiş olması dolayısıyla mahalli idareler yasa tasarısını Ekim ayında Genel Kurulda görüşmeyi kararlaştırdık; ama, Koalisyon ortağı partiler olarak, üzerinde kesin mutabık kaldığımız husus, önümüzdeki sonbaharda mahalli idareler yasa tasarısını Meclisten geçirmektir.

Gerek bu hususta gerekse erken seçim kararı konusunda Sayın Hükümet ortağı liderlerle yaptığımız görüşmeden sonra, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Baykal’ı aradım. Kendisine, vardığımız mutabakatla ilgili bilgi verdim. Kendisi de, tespit ettiğimiz Meclis çalışma takvimiyle mutabık olduğunu, sadece mahalli idareler yasasında belediye başkanlarının iki turlu seçilmesine parti olarak itirazları olduğunu, bunun dışında önemli bir görüş ayrılığının olmadığını, 25 Nisanda seçimlerin birlikte yapılması konusunda da destek vereceklerini ifade etmiştir.

Anavatan Partisi olarak, bizim bu Hükümetten yakınmamızı gerektirecek hiçbir haklı sebebimiz yoktur. Bu Hükümet, fevkalade uyumlu çalışan bir hükümet olmuştur. Bu Hükümet, bir yandan söylediğim üç hayati reformu, Türkiye’nin geleceği için büyük önem taşıyan eğitim, vergi ve İnşallah Ekimde de mahalli idareler reformunu ülkeye kazandıran Hükümet olmuştur. Bu Hükümet, aynı zamanda, rejimi yeniden işleten, devletin kurumları arasında uyumu sağlayan, devletteki kavgaya son veren ve ekonomide altyapı hamlesini yeniden başlatırken, aynı zamanda enflasyonla da ilk defa olarak kararlı bir mücadeleye girişen ve bu mücadelenin olumlu sonuçlarını almaya başlayan bir Hükümet olmuştur.

Eğer bana Başbakan olarak sorarsanız, ben bu Hükümetle 2000 yılının Aralık ayında kadar gitmeyi tercih ederim. Sanıyorum ki, partili arkadaşlarımın hemen hepsinin hissiyatı da bu yöndedir. Bu Hükümette Anavatan Partisinin ilkelerinden taviz vermeyi gerektirecek hiçbir olumsuz gelişme olmamıştır. Bu Hükümet, Türkiye’de özelleştirme konusunda 15 yıllık icraatın toplamını gerçekleştiren bir Hükümettir. Bu Hükümet, ilk defa olarak, enflasyonla mücadelede köklü, yapısal tedbirleri alma cesaretini gösteren Hükümettir. Bu da, farklı ekonomik görüşlere sahip partiler olmamıza rağmen, meselelerle uzlaşmacı bir anlayışla eğilme basiretini gösterdiğimiz içindir.

Nitekim, memur maaşları konusunda Hükümet içerisinde bu görüş ayrılıklarını hatırlıyorsunuz, milletimiz de bunları yakından izlemiştir; ama, neticede bu hükümet o görüş ayrılıklarını da aşarak, bu konuyu da uzlaşmayla çözmeyi becermiştir.

Seçim tarihi konusunda ortaklarımızın görüşleri de bizden farklı değildir. Sayın Ecevit’in de, Sayın Cindoruk’un da tercihi, bu hükümetin 2000 yılının Aralık ayına kadar devam etmesinden yanadır. Bu, sadece kişisel bir tercih de değildir. Bu, aslında, Türkiye’nin lehine olan bir durumdur. Bu Hükümetin 2000 yılının sonuna kadar devam etmesi, Türkiye’de gerçekleştirdiğimiz reformları oturtmamızı sağlayacak, enflasyonu tek rakama indirmemizi sağlayacak, altyapıda Türkiye’nin yıllardan beri unutmuş olduğu büyük atılımı sonuçlandırmamızı sağlayacak fevkalade önemli bir fırsat olurdu. Ama, maalesef, siyasi konjonktür ve milletimizin demiyorum, bizi dışarıdan destekleyen Cumhuriyet Halk Partisinin tavrı, buna imkan vermemektedir. Bunu da eleştirme hakkımız yoktur. Yani, bizim Cumhuriyet Halk Partisine dönüp: “ Bakın, millet seçim istemiyor, bu Hükümet de çok iyi işler yapıyor, memleketin hayrına işler yapıyor. Parti olarak kendi menfaatinizden fedakarlık edin, bizi 2000 yılının Aralık ayına kadar destekleyin” demeye hakkımız yoktur. Bu, siyasetin kurallarına ters düşer.

Sayın Baykal ile yaptığımız müteaddit görüşmelerde, ben hep bir uzlaşma noktasını aradım. Yani, bizim zaruri olan icraatımızı gerçekleştirmemize izin verecek; ama, Cumhuriyet Halk Partisinin de siyasetten karşı çıkmayacağı, kabul edeceği bir orta noktayı yakalamaya çalıştım. Bütün o müzakerelerden sonra, tabii ki, bu sadece Sayın Baykal ile benim aramda varılacak bir uzlaşma da değildi. Bu uzlaşmanın Hükümet ortağı partiler tarafından da kabul edilmesi gerekirdi. Neticede, bütün bu temasların sonunda, bizim açımızdan sağlanabilecek en azami fayda ancak bu anlaşmada ortaya çıkan çerçevede olmuştur. Ama, tekrar söylüyorum: Benim de tercihim, ortaklarımızın da tercihi, bu Hükümeti 1999 Nisanının sonuna değil, 2000 yılının sonuna kadar devam ettirmektir. Türkiye’nin menfaati de buradadır; ama, maalesef, siyasette güç dengeleri, her zaman ülke açısında doğru olanı gerçekleştirmeye izin vermemektir.

Şimdi, daha önce Sayın Baykal ile de mutabık kaldığımız bir Meclis gündemi vardı. Geçen hafta söylediğim nedenlerden dolayı, o Meclis gündemini ikiye bölmek zorunda kaldık. Biraz önce Sayın Güney’in söylediği gibi, bu hafta içerisinde yoğun bir çalışmayla bunların bir bölümünü sonuçlandıracağız. Gündemde bekleyen çok sayıdaki uluslararası anlaşmadan, bizim açımızdan önem taşıyan üç tane uluslararası anlaşma vardır, onları sanıyorum bu akşam görüşeceğiz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile ilgili, Bulgaristan ile Serbest Ticaret Anlaşması gibi üç anlaşmadır.

Bunun dışında, önümüzdeki hafta yapılacak olan Askeri Şuradan önce çıkmasını Genelkurmay Başkanlığının bizden Hükümet olarak rica ettiği birer maddelik veya ikişer maddelik, tamamen özlük haklarına ilişkin üç tane yasa vardır. Eğer, bu hafta çalışabilirsek onları çıkaracağız.

Bunun dışında, irticayla mücadele konusunda, laik devletin korunması konusunda toplumda yanlış anlaşılmayacak, üzerinde genel mutabakat olan, daha bizden önceki hükümet zamanında bir kısmı hazırlanıp Meclise gönderilmiş olan üç tane tasarı vardır. Bunlar, şehirlerde yeni cami kurulmasını müftülüğün iznine bağlayan yasa tasarısıdır; camiler üzerinde Diyanet İşlerinin denetimini düzenleyen tasarısıdır; bir de Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasında değişiklik yapan, bu toplantı ve gösterilerde özel üniformalar giyilmesini yasaklayan yasa tasarısıdır. Bunları da Meclisin son çalışma haftasında sonuçlandırmayı hedefliyoruz.

Bunun dışında, Teşvik Yasasında, daha önce Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan değişiklikle, sanıyorum 1 maddelik bir değişiklik tasarısı var. Getirdiğimiz teşvik mevzuatını tam olarak yürürlüğe sokmak için bu düzenlemeyi bitirmeyi hedefliyoruz.

Şimdi, bütün arkadaşlarımın ortak derdi olan, bana da gittiğim her yerde iletilen bir başka konu var. Özellikle hastanelerimizde çok had safhada kadro sıkıntısı vardır. Sağlık elemanlarının, hemşirelerin, hastabakıcıların yokluğundan şikayet edilmektedir, yetersizliğinden şikayet edilmektedir. Bu konuda Sağlık Bakanlığımızın Meclise gönderilmiş bir kadro yasa tasarısı var. Sanıyorum 34 600 yeni kadro ihdas eden bir tasarıdır. Adalet Bakanlığımızın, İçişleri Bakanlığımızın ve Tarım Bakanlığımızın benzer kadro tasarıları var, SSK’nın var; hepsi birleştirildi.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinin şöyle bir endişesi var, seçime giderken bu kadro kanunları çıkacak, Hükümet kendine bağlı bakanlıklarda bunları partizanlık için, seçim için kullanacak diye. Bu kadro kanunu, buna izin veren, yani partizanlığa izin veren bir kanun değildir. Birincisi, alınacak olan elemanların yüzde 95’i teknik elemanlardır. Yani, genel idare sınıfından böyle odacı filan değil, yüzde 95’i teknik elemanlardır.

İkincisi, bunların hepsinin sınavları ÖSYM tarafından yapılacaktır; Öğrenci Yerleştirme Merkezi tarafından yapılacaktır. Yani, bakanlıklar sınavı kendileri yapmayacaklardır. Devletin bu konudaki üniversitelerarası sınavı yapan merkezi kurumu bu sınavı yapacaktır. Binaenaleyh, partizanlık yapılacağı, kendi adamlarının bu kadrolara yerleştirileceği endişesi geçerli değildir. Ama, doğru olan, geçerli olan bir husus vardır: Önümüzdeki aylarda Sağlık Bakanlığımızın açacağı birçok yeni hastaneler var; bırakınız o yeni açılacak hastaneleri, şu anda mevcut hastanelerin dahi hizmetleri, bu kadro yetersizliğinden dolayı, yeterince görülememektedir. Dolayısıyla bu kadro kanunu konusunda Danışma Kurulunda bir anlaşma olup olmayacağını bilmiyordum, şimdi öğrendim, bundan çok memnunluk duymalıyız, Türkiye adına memnunluk duymalıyız. İnşallah bu yasayı da tatilden önce bu hafta çıkarırız. Yaz aylarında da bu sınavları yapar ve Eylül, Ekim ayına kadar bu kadro eksikliklerini gideririz.

Değerli arkadaşlarım, Ekim ayında Meclis yeniden açıldığı zaman, yeni yasama yılı başladığı zaman, Aralık ayı sonuna kadar üç ay Meclisin çalışması söz konusudur. Bu üç ay içerisinde, mahalli idareler yasa tasarısını çıkaracağız, zannediyorum son şekliyle 38 maddedir. Avrupa Birliği ile ilgili üç tane önemli yasamız var, bunların çıkarılmasında mutabık kaldık. Birisi, ithalatta haksız rekabetin önlenmesidir, birisi Akreditasyon Kurulunun kurulmasıdır, birisi de Gümrük Kanunudur.

Bunun dışında, Şanlıurfa’nın büyük şehir olmasına ilişkin bir yasa tasarısı var; bunu da Ekim ayında ele alacağız. Orada eğer uzlaşma olursa, buna birkaç tane daha büyükşehir belediyesi de ilave edebiliriz. Ama, eğer bu anlaşmaya varmazsa, o zaman bunu geri de çekebiliriz.

Ondan sonra Meclisin gündemindeki en önemli konu, 1999 yılı bütçesidir. Bütçe çalışmaları zaten başlatılmıştır. Ekim ayından itibaren Meclise de getirilecektir. 1999 yılı bütçesi, bizim Hükümetimiz tarafından hazırlanacaktır. Bu, bizim için çok önemli bir konudur; çünkü, açıklamış olduğumuz ekonomik programın devamı, sürekliliği, 1999 bütçesinde de aynı dengelerin mutlaka sağlanmasını gerektirmektedir.

1998 yılı sonunda bu Hükümet, bir yıllık ekonomik programıyla ortaya koyduğu hedefleri geniş ölçüde yakalamış bir hükümet olacaktır. Özellikle enflasyonla ilgili hedeflerini gerçekleştirmiş bir hükümet olacaktır. Demin söylediğim gibi, üç tane çok önemli reformu Türkiye’ye kazandırmış bir Hükümet olacaktır.

Altyapıda da, özellikle ulaşımda, enerjide çok büyük bir atılım gerçekleştirmiş bir hükümet olacaktır. Özelleştirmede, Türkiye’nin en büyük atılımını yapmış Hükümet olacaktır. Ondan sonra, yılbaşında bütçeyi çıkardıktan sonra, önümüzdeki hedef, 25 Nisandaki mahalli ve genel seçimlerdir. 4 ay boyunca tek gündemimiz seçim olacaktır, 4 ay boyunca bütün yapacağımız, 1,5 yılda Hükümet olarak Türkiye’ye kazandırdıklarımızı vatandaşlarımıza anlatmak olacaktır.

Yeniden iktidar talep ederken, milletimizden yeniden yetki isterken, başlamış olduğumuz, o noktaya getirmiş olduğumuz hizmetleri, işleri, Türkiye’nin niçin mutlaka devam ettirmesi gerektiğini de vatandaşa anlatmak zorundayız.

Bu arada, mutlaka yapmamız gereken bir başka hadise, Anavatan Partisinin iktidar olmadığı dönemlerde Türkiye’nin nasıl kan kaybettiğini, nasıl zaman kaybettiğini örneklerle, rakamlarla ve milletin hafızasını tazeleyerek milletimize anlatmaktır.

Eğer bugün Hükümet olarak vatandaşlarımızdan, partililerimizden gelen talepler karşısında zora giriyorsak, devletin imkanlarıyla bunları karşılamada yetersizliğe düşüyorsak, bunun tek sebebi, bizden önceki yılların boşa geçirilmiş olmasıdır. Türkiye, eğer o yılları bizim hükümetimiz dönemindeki gibi, bir yatırım aşkıyla değerlendirebilseydi, bugün ihtiyaçlarımız bu kadar yüksek olmayacaktı, ama, eğer siz beş sene bir tane enerji santralı yapmazsanız, o zaman bunları yapmaya başladığınız zaman, ihtiyacın hepsini karşılamanız mümkün olmaz. Bizim bugün karşılaştığımız durum budur.

Düşünün ki, Türkiye Cumhuriyeti 75 yılda, daha köy yollarının ancak yüzde 10’unu asfaltlayabilmiştir. Şimdi biz, 75 yılda yapılan kadar bir yol asfaltlaması hamlesine giriştik; ama, bu yeterli olmuyor. Çünkü, o yüzde 90’ın hepsi gelip bizden şimdi yollarının asfaltlanmasını istiyorlar.

Değerli arkadaşlarım, geçen hafta beş gün içerisinde iki tane Avrupa Birliği ülkesinin Başbakanı Türkiye’yi ziyaret etti. Bu, herhalde şimdiye kadar 10 seneden beri hiç rastlanmayan bir durumdur. Kendileriyle hem ikili ilişkilerimizi görüştük hem de Avrupa Birliği içerisinde Türkiye’nin geleceği meselesini ele aldık. Memnuniyetle söyleyebilirim ki, bu konuda ortaya koyduğumuz haysiyetli ve kararlı tutum, Avrupa’nın Türkiye defterini yeniden açması sonucunu doğurmuştur. Eğer biz, Lüksemburg’da bize biçilen elbiseye razı olsaydık, hiç şüpheniz olmasın ki, Avrupa, Türkiye defterini uzun bir zaman için kapatmış olacaktı. Ama, biz biliyorduk ki, Türkiye, Avrupa için, Batı için öyle vazgeçilebilecek, kırılabilecek, küçümsenebilecek bir ülke değildir. Türkiye, yeniden oluşan dünya dengelerinde tayin edici, söz sahibi bir ülkedir. Binaenaleyh, stratejik düşünebilen, ileriyi düşünebilen devletlerin, devlet adamlarının Türkiye’yi görmezlikten gelebilmesi, ihmal edebilmesi mümkün değildir.

Bu önümüzdeki dönemde, Cardiff’te, bize Lüksemburg’dan biraz daha iyi bir öneri yapmışlardır, bizim için yeterli değildir, bizim tavrımızı değiştirmeyi gerektirecek ölçüde değildir; ama, göreceksiniz ki, önümüzdeki dönemde daha iyi teklifler yapacaklardır. Eğer, biz bu konuda sağlam durursak, eğer Türkiye olarak sözümüzün arkasında durursak, bizden önceki hükümetler gibi, kolayca sözünden vazgeçen, sözünden vazgeçirebilen, yönlendirilebilen bir hükümet görüntüsü vermezsek, bu konudaki politikamız mutlaka hedefine ulaşacaktır.

Nihayet, af konusuna gelmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, af konusu, bizim partimizde bazı arkadaşlarımız tarafından ilk defa, Türkiye’de gündeme getirilmiştir; ama, parti olarak henüz daha bizim gündemimize gelmemiştir. Sayın Ecevit ile yaptığımız ilk görüşmede de, daha sonra yaptığımız ikinci görüşmede de, bu konuda affın insani yönüne karşı çıkmamızın söz konusu olamayacağını; ama, parti olarak bu meseleyi bütün yetkili organlarımızda görüşmeden, bir görüş bildiremeyeceğimizi, bu konuda geçmişte bazı olumsuz tecrübelerin yaşandığını, eğer Cumhuriyetin 75 inci yılı dolayısıyla bir af düzenlemesi yapılacaksa, bu, geçmişteki olumsuz tecrübelerden mutlaka ders alınması gerektiğini, ayrıca Anayasadan getirilen kısıtlamalara da mutlaka riayet edilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumu söyledim. Ama, bunların hepsinin şahsi görüşüm olduğunu, bu konuyu hem partimin organlarıyla hem Meclis Grubumuzla görüşeceğimizi, kendisine daha sonra bu konudaki görüşümüzü bildireceğimizi söyledim.

Kendisinin talebi üzerin, bu konudaki teknik çalışmaları Hükümet içerisinde başlatmayı kararlaştırdık. Yani, ilgili bakanlarımız, tabii, başta Adalet Bakanlığı olmak üzere, bu konuda bir teknik çalışma yapacaklardır. Anayasadaki kısıtlamanın dışına çıkılması mümkün değildir. Terör suçlularının, Anayasanın 14 üncü maddesinde sayılan fiilleri işleyenlerin aftan yararlanması mümkün değildir.

Bunun dışında, af uygulamasında gözetilmesi gereken birtakım başka mülahazalar da söz konusu olabilecektir. Bütün bunlar bu çalışmada ele alınacaktır. Önce teknik çalışma yapılacaktır, ondan sonra mesele yeniden Hükümet ortağı partililer arasında değerlendirilecek ve eğer bir af teklifi getirilecekse, bu, Hükümet önerisi olarak Meclise gelecektir.

Şimdi, önümüzde, bu Meclis takvimine göre, bu çalışmaları yapmak için iki aylık bir süremiz vardır. Ağustos, Eylül ayında hem bu teknik çalışmaları hem siyasi değerlendirmeleri yapacağız, Ekimde Meclis açıldıktan sonra, eğer bir mutabakata varırsak, bu mutabakatımızı yansıtan bir önergeyi de Meclis Başkanlığına Hükümet önerisi olarak getireceğiz.

Değerli arkadaşlarım, bu söylediğim aramızda vardığımız, kamuoyuna açıkladığımız mutabakat, dediğim gibi, mevcut şartlarda Türkiye’nin önünü açacak olan bir mutabakattır. Bundan sonra artık hiç kimse, önümüzdeki takvimin belirsizliğinden yakınamayacaktır. Yapılan hadise, 2000 Aralığında olması gereken seçimlerin, Meclis tarafından 1999 Nisanına alınmasından ibarettir. Meclis kendisini feshetmiş filan olmayacaktır, Meclis çalışmalarına devam edecektir. Sadece Meclis, seçim tarihini yeniden düzenlemiş olacaktır. Meclisin önünde 9 aylık bir süre vardır. Bu 9 aylık süre içerisinde, yıl sonuna kadar bu söylediğim çalışmaları sonuçlandırmak durumundayız. Tabii ki Hükümetin görevi de çok daha ağırdır. Hükümet, çıkmış olan yasaların gerektirdiği çalışmaları da, bu zaman zarfında tamamlamak durumundadır. Ayrıca, Hükümetin kararnamelerle yapacağı daha birçok icraatları vardır. Ama, bütün bunların bu şekilde açıklığa kavuşmuş olması, Türkiye’deki birtakım gereksiz polemiklere de son verecektir.

Bakın, bizim için neler dediklerini bir hatırlayın, bir: “ Baskın seçim yapacak, Ekimde veya Kasımda baskın seçim yapacak ” dediler. Bir, “ Nisanda da seçim yapmayacak, seçimi ilanihaye erteleyecek ” dediler. Şimdi, bunların hiçbirinin doğru çıkmadığı ortaya çıkmıştır. Biz Hükümet olarak-üçüncü defa söylüyorum- süremizin sonuna kadar işbaşında kalmayı isterdik; ama, bunun mümkün olmadığını gördük, makul bir noktada uzlaştık. Şimdi, bunun gereği neyse yapılacaktır. Sayın Baykal ile yaptığımız anlaşmada kendisine ne söz verdiysem, harfiyen yapacağım.

Yılbaşına kadar olan kısım, bizim inisiyatifimizdedir. Yani, Seçim Yasasını çıkarmak, seçim tarihini belirlemek, Meclis çalışmalarını düzenlemek bizim yetkimizdedir. Bunları yaptıktan sonra, yeni bütçeyi çıkardıktan sonra, Başbakan olarak görevi bırakmak da benim taahhüdümdür. Ama, ondan sonraki Nisana kadar geçecek süre, Cumhurbaşkanının yetkisindedir. Onu bizim tayin etmemiz mümkün değildir. Biz, üstümüze düşen taahhütlerimizi eksiksiz yerine getireceğiz; ama, ben Sayın Baykal’a da 17 Hazirandaki görüşmemizde hatırlattım: Biz, Cumhurbaşkanının yerine geçip de kendi yerimize Başbakan tayin edemeyiz. Netice itibarıyla, o noktadan sonra, yetki Cumhurbaşkanına aittir. Prosedürün ondan sonrasının mutabık kaldığımız şekilde işlemesi, ancak Sayın Cumhurbaşkanının da takdir hakkını, yetkisini bu yönde kullanmasıyla mümkündür. Bunu daha önce de size söyledim. Bu konuda Sayın Baykal’ın da esasen anlayışı mevcuttur; yani, o noktada yetkinin Sayın Cumhurbaşkanına ait olduğu konusunda kendisi de aynı anlayıştadır; ama, yaptığımız anlaşmada bize düşen ne varsa, bizim yapmamız gereken, bizim taahhüt ettiğimiz ne varsa, hepsi eksiksiz yerine getirilecektir.

Böylece, en azından yıl sonuna kadar Hükümet olarak neleri yapmamız gerektiğini biliyoruz, neleri yapabileceğimizi biliyoruz, neleri nasıl yapacağımızı da biliyoruz. Bu süreyi, şimdi önümüzdeki bu beş aylık süreyi en iyi şekilde değerlendirmenin gayreti içinde olacağız. Ekim ayından itibaren de, Meclis yeniden açıldıktan sonra, 2,5 aylık bir dönemde Meclisin söylediğim reform yasalarını çıkarması - onların içinde bir de sermaye Piyasası Yasası var- yeni bütçenin çıkarılması, bizim iktidarımız dönemindeki çalışmalarımızın çok önemli bir bölümünü oluşturacaktır.

Son olarak, geçen hafta sizlere söylediğim gibi, Pazar günü Kocaeli’nde Ford-Otosan fabrikasının temelini attım. Bazı çevreler, ya kötü niyetle ya bilgisizlikten bizim ne dediğimizi anlamıyorlar. Anlamayanlar içerisinde bazı bizim arkadaşlarımızın da olması, bana üzüntü veriyor. Bir defa daha söylüyorum:

Hükümetimiz, bu meselede de, diğer meselelerde de, hukuka aykırı en ufak bir yetki aşımı yapmamıştır. Hukukla en ufak bir ihtilafımız yoktur. Tam tersine, Danıştay, açılan 5 tane davanın yürütmeyi durdurma talebini reddetmiştir. Çevreyle ilgili yaptığımız işlem de hukuka uygundur. 16 değişik yerden bu konuda uygun raporlar Çevre Bakanlığına gelmiştir. Şimdi, bu Çevre Bakanlığında altı haftalık bir süre içinde değerlendirilecektir, ÇED raporuna bağlanacaktır. Yasaya göre, ÇED raporu olmadan valiliğin temel ruhsatı verme hakkı vardır, inşaatı başlatma hakkı vardır. Kocaeli Valiliği inşaatı başlatmıştır. Şimdi, altı hafta içerisinde ÇED raporu alınmadığı takdirde, inşaatın devam etmesi mümkün değildir. Çünkü, temel üstü raporunun ÇED raporu olmadan alınması mümkün değildir. O noktada inşaat durdurulur.

Burada meseleyi ya yanlış bilen ya eksik anlayan ya anlamayan yada bu meselede kendisine reklam payı çıkarmaya çalışan bazı kişiler, televizyona filan çıkıp millete farklı beyanlarda bulunuyorlar. Yaptığımız işlemde en ufak bir aykırılık yoktur; ama, törende de söyledim, o yatırım, Türkiye için çok önemli bir yatırımdır. Önemli yatırım olması da, Türkiye’ye senede 1 milyar dolar ihracaat geliri kazandıracak olmasından ibaret değildir. 550 milyon dolar yabancı sermaye getirmesinden ibaret de değildir, 20 bin kişiye ekmek sağlayacak olmasından ibaret de değildir. Bu yatırımın başka bir önemi vardır.

Kocaeli Milletvekili çıkıyor: “ Kocaeli’nde yeteri kadar yatırım var, bize yatırım gerekmez” diyor. Bu gelen yatırım, Türkiye’de şimdiye kadar hiç olmayan bir yatırımdır. Otomotiv sanayiinde yeni bir modeli kendimizin dizayn ettiğimiz, kendimizin ürettiği bir tesistir. Yani, bütün dünyada, sadece Türkiye’de yapılmış olan bir araba dolaşacaktır; her şeyiyle, araştırmasıyla, geliştirmesiyle Türkiye’de yapılmış olan bir otomobil yapılmış olacaktır ve o fabrikada çalışacak işçiler, öyle gecekondu fabrikalarda çalışanlar gibi asgari ücretle çalışmayacaklar, hepsi toplusözleşmeli, grev hakkı olan, en yüksek bordro üzerinden maaş alan işçiler olacak. Bütün sosyal güvenlikleri güvence altında olan kişiler olacak.

Ama, bütün bunlar için söylemiyorum, bu yatırımın başka bir önlemi vardır, onun için Başbakan olarak buna bu kadar sahip çıktım. Bu yatırım, Türkiye’de artık üç beş tane çevrecinin, çevreyle alakası olmayan birtakım gerekçeler ileri sürüp, ülkenin geleceği açısından çok hayati önem taşıyan bir yatırım engelleme gücünün olmadığını göstermiştir. Yani, mahkemenin de, Hükümetin de, işçi sendikasının da, belediyesinin ki o belediye Refah Partili belediyedir- dahi artık böyle tamamen siyasi amaçlı ve kötü niyetli propagandaların esiri olmadıklarını, buna boyun eğmediklerini, kısacası Türkiye’nin artık gerçekleri görmeye başladığını kanıtlamıştır.

Hükümetimiz, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da, bu tür kuru gürültülere pabuç bırakmayacaktır. Türkiye için doğru olan neyse, hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, bütün riskini üstlenip yapmaya hazırım. Bu konuda da her zaman, sadece bugün değil, seneler sonra bile, hesap vermek durumunda kalacağımı biliyorum. Onun için, attığım her adımı da üç defa düşünüyorum. Ama, bazılarına şirin gözükmek için, o doğru adımları atmaktan da hiçbir zaman kaçınmayacağım.

Hepinize saygılar sunuyorum. ( Alkışlar)